Şubat 2022’de başlayan Ukrayna-Rusya Savaşı’nı sona erdirmeye yönelik diplomatik çabaların hız kazandığı bir sürece tanıklık ediyoruz.
Savaşın zorlayıcı tedbirler yerine diplomasi yoluyla sona ermesi yönünde ortaya konan çabaların sonuncusu Alaska’da Ağustos ayında ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i bir araya getiren zirveydi. Gerçi bu zirve, Rusya ve Ukrayna arasındaki savaştan çıkıp ABD Başkanı Donald Trump ve eski Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev arasındaki karşılıklı nükleer tehditlerin alevlendiği sürecin bir neticesiydi demek pek de yanlış olmaz.
Ortamı geren başka bir unsur da Trump’ın Putin’e ateşkes için süre vermesi ve buna uymaması halinde bu sürenin bitiminde uygulamaya koyacağını söylediği ağır yaptırımlardı. Gerçi bu süreç diplomasiye verilen şans yani Alaska Zirvesi ve sonrasında Rusya-Ukrayna Savaşı’nın sona ermesine yönelik yeni bir bekleyiş sürecini beraber getirdi. Ancak bu zorlayıcı tedbirler yani ağır yaptırımlar ABD tarafından tamamen rafa kaldırılmadı.
Türkiye’nin diplomatik çabaları
Temmuz ayında İstanbul’da toplanan Ukrayna ve Rusya’nın müzakere sürecini yürüten heyetleri her ne kadar ateşkes anlaşmasına varamamış olsa da esirlerin ve savaşta hayatlarını kaybedenlerin naaşlarının karşılıklı takasları, Rusya tarafından kaçırılan Ukraynalı çocukların geri verilmesi gibi konular üzerinde görüşmüşler ve bazılarında anlaşma imkânı bulmuşlardı.
Üçüncüsü gerçekleştirilen İstanbul görüşmelerinde bu teknik konularda ortak bir anlayışla hareket etme ve görüşmelere devam etme fırsatı Türkiye arabuluculuğunda savaşın başından beri sağlanıyor. Hatta belki de tarafların barışa en yakın oldukları sürecin 2022 İstanbul Anlaşması olduğu, özellikle Rusya resmî makamları tarafından zaman zaman dile getiriliyor. Ancak o günden bugüne çok şey değişti. Savaşta sahada değişen durum nedeniyle Rusya’nın yeni talepleri var. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya kaybettiği toprakları geri almasından sonra bir toprak değiş tokuşundan söz etmek sahadaki gerçekliği yansıtmıyor. Ayrıca Rusya Ukrayna’da işgal ettiği topraklara yenilerini katmaya devam ediyor. Tabii bir de Rusya Devlet Başkanı Putin’in Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky ile görüşmesini Moskova’da gerçekleştirmek istemesi var.
ABD diplomatik çabaların merkezinde
Trump, Ukrayna-Rusya Savaşı’nın bitirilmesi için yürütülen diplomatik çabaların merkezinde olmak istiyor. Zira, ABD başkanlık seçim kampanyasının en önemli vaatlerinden birisi Rusya-Ukrayna Savaşı’nı sona erdirmekti. Bir barış anlaşması Ukrayna ve Rusya arasında olacaksa ABD bunun kendi hamiliğinde gerçekleşmesini istiyor. Trump, görevinin ikinci döneminde defalarca söylediği gibi Nobel Barış Ödülü’nün kendisine verilmesi gerektiğini düşünüyor, sadece Rusya ve Ukrayna Savaşı’nı sona erdirmeye yönelik çabasından değil farklı coğrafyalardaki savaşlara son veren bir ABD Başkanı olarak bu ödüle layık olduğunu her fırsatta dile getiriyor.
Trump’ın başkan olduğu süre içerisinde pek çok çatışma ve savaş sona erdi. İki nükleer güç olan Hindistan ve Pakistan arasında Nisan ayında patlak veren çatışmalar, ABD arabuluculuğundaki görüşmeler neticesinde sonlandı. Hatta Pakistan, ABD Başkanı Trump’ı bu diplomatik müdahalesinden dolayı bir barış elçisi olarak tanımlayarak Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi.
Haziran ayında İran ve İsrail arasında 12 gün süren savaş Trump yönetiminin müdahalesi ile sona erdi. Bunun üzerine Cumhuriyetçi Buddy Carter da Trump’ı Nobel Barış Ödülü için aday gösterdi. Trump yönetimindeki ABD her ne kadar ateşkes konusunda başarılı olamasa da İsrail ve Hamas arasındaki görüşmelerde de önemli rol oynadı. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu da Trump’ı Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterenlerden.
Ruanda ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti Haziran ayında ABD’de barış anlaşması imzaladı. Temmuz ayında Tayland ve Kamboçya arasında çıkan savaş, Trump’ın savaşı sonlandırmaları yönünde talebi sonrası sona erdi. Ağustos ayında Trump, ABD’nin başkenti Vaşington’da, Ermenistan ve Azerbaycan devlet başkanlarını ağırladı ve Zengezur Koridoru’nun işletmesini 99 yıllığına ABD’ye veren “Uluslararası Barış ve Refah için Trump Yolu” olarak adlandırdığı anlaşmanın imzalanmasını sağladı.
ABD Başkanı Trump daha önce de Nobel Barış Ödülü için aday gösterilmiş ancak Nobel Komitesi’nin bu ödülü hak ettiği görüşünde olmaması neticesinde kazanamamıştı. Daha önceleri bu ödüle layık görülen Obama gibi başka ABD Başkanları var. Trump bunlardan biri olur mu bilinmez ama henüz Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın biteceğine dair bir olumlu gelişmeden söz etmek mümkün değil.
Savaş bitmezse ABD’ye etkisi ne olur?
Bu sorunun cevabı, özellikle Trump’ın açıkça ifade ettiği birkaç senaryo ile cevaplanabilir.
Bu senaryolardan ilki, önceleri 50 gün daha sonra 12 güne düşürdüğü Rusya – Ukrayna Savaşı’nı bitirmesi için verdiği süre ile ilgili birinci tehdit konusu, Rusya ile iş yapan ülkelere ABD’nin getireceği ikincil tarifelerin yani ek vergilerin uygulanmaya konması olabilir. Bu tarifelerin hedefinde Çin, Hindistan gibi enerji tedariki açısından Rusya ile ticaret yapan ülkeler var.
Trump ilk başkanlık döneminde, Rusya’dan S400 Hava Savunma Sistemleri alan Türkiye’ye ABD’nin Hasımları ile Yaptırım Yolu ile Mücadele Yasası (CAATSA) kapsamındaki yaptırımları uygulamıştı. Hindistan ise Rusya’dan S400 almasına rağmen ABD tarafından bu yaptırımlardan muaf tutulmuştu. Bu yeni uygulamaya koyacağını söylediği yaptırımlarda ABD nasıl bir yol izler henüz belli değil diye düşünürken Trump’tan Hindistan’a %50 ek vergi hamlesi geldi. Ancak bu gibi önlemler başta Hindistan olmak üzere bazı ülkelerde ters tepebilir ve bu ülkelerin ABD ile yakınlaşması yerine Çin ve Rusya bloğuna yaklaşmalarıyla sonuçlanabilir. ABD’nin zorlayıcı tedbirlere başvurması sadece Rusya ile iş yapan ülkelerle ABD’nin ilişkisini değil aynı zamanda ABD-Rusya arasında Trump yönetimi ile normalleşme sürecine girmeye çalışan ilişkisini de olumsuz yönde etkileyebilir.
Ukrayna’dan Rusya topraklarındaki bir hedefe ABD tarafından tedarik edilen uzun menzilli füzelerle saldırılması sonrasında Rusya, nükleer doktrinini değiştirmişti. Bu yeni nükleer doktrine göre, Rusya’ya nükleer olmayan bir devletten gelen herhangi bir saldırı nükleer bir güç tarafından desteklenirse Rusya’ya karşı ortak bir saldırı olarak görülecek ve egemenliğine tehdit algılandığından Rusya bu ülkeye karşı nükleer silah bile kullanılabilecek. 2024 yılı itibari ile bu gelişmeler yaşanırken Rusya en son gönüllü olarak sürdürdüğü orta menzilli füzeleri konuşlandırma yasağına son verdiğini ilan etti. Oysa, ABD Trump’ın ilk başkanlık döneminde 2019’da Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması’ndan (INF) çıkmış ancak Rusya anlaşmaya uymaya devam edeceğini söylemişti.
Önümüzdeki yıl Şubat ayında süresi dolacak Yeni Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşması’nın (New START) yenilenmesi gerçekleşirse, yeni START antlaşmasının sürdürülebilmesi mümkün olacak. Ancak New START’ın da Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması (INF) gibi sürdürülmesi taraflar arasındaki gerginliğin artması neticesinde mümkün olmayabilir. Rusya halihazırda Ukrayna Savaşı sonrası ABD ile gerginleşen ilişkileri nedeniyle nükleer silahlar için tesislerine yapılan denetlemeleri geçici olarak askıya aldığını açıklamıştı.
ABD arabuluculuğu bırakır mı?
Gelelim ikinci senaryoya… Yani Trump’ın “Bu ABD’yi ilgilendiren bir savaş değil” deyip tamamen arabuluculuğu bırakması ve Ukrayna’ya verdiği desteği de kestiği senaryo. Bu senaryo ABD’nin Avrupa ve diğer müttefikleri açısından güvenilirliğine olumsuz etki edebilir. Halihazırda Avrupa Birliği’nin Ukrayna Savaşı ile hız kazanan otonom bir savunma gücü olma ve savunma sanayini güçlendirmeye yönelik faaliyetlerini arttırma kararı var.
Üçüncü senaryo ise şu anda olduğu gibi arabulucu olarak tarafları ikna etmeye yönelik çabalarını devam ettirmesi. Bu sürecin olumlu sonuç vermemesinde tarafları suçlayarak ABD çıkarına hareket etmeye devam edebilir. Ukrayna Savaşı nedeniyle farklı coğrafyalarda etkisini kaybeden Rusya bu coğrafyalarda ABD’ye etki ve nüfuz alanı açıyor. Bunun en yakın zamandaki örneği Ermenistan ve Azerbaycan arasında ABD’de gerçekleştirilen Zengezur Koridoru projesinin ABD’ye kontrolünün verilmesi.
Savaşlarda yeni dönem
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyada en çok çatışma ve savaşın olduğu dönemi yaşıyoruz. Bu durum bize mevcut uluslararası sistemdeki barışı sağlama ve muhafaza etme çabalarının merkezinde yer alan Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi uluslararası ve bölgesel örgütlerin ve uluslararası hukukun gerektiği şekilde işlemediği izlenimini veriyor. Her ne kadar ülkelerin ve liderlerin barışa yönelik çabaları önemli olsa da işlemeyen bir uluslararası sistemde çatışmaların ve savaşların çıkması ve ateşkeslerin kolayca bozulması daha sık görülüyor.
Bu uluslararası sistemde tek hegemon güç olmayan ABD’nin Trump yönetimi ile bu savaşları sona erdirmek adına kullandığı enstrümanları hatırlamakta fayda var. Trump arabuluculuk yönteminde daha çok zorlayıcı enstrümanları yani sopayı göstermeyi tercih ediyor. Ticaret özellikle de tarife/ek vergi kartı ve ticari müzakereleri durdurma tehdidini kullanıyor. Bu enstrümanı Tayland ve Kamboçya’ya kullanmış ve işe yaramıştı. Bu arabuluculuk süreçlerinde ayrıca ABD’ye ticari avantaj sağlayacak adımları da atıyor. Zengezur Koridoru’nu buna örnek verebiliriz. Bu yöntemlerin dışında İran örneğinde gördüğümüz gibi gerekli gördüğünde askerî müdahaleyi de bu süreçte kullanıyor.
Rusya ile ilgili ise bu zorlayıcı tedbirlerden yaptırım ve tarife kartını kullanacağını ifade etti. Bununla ilgili senaryolardan hangi yolu tercih edeceğini ABD tarafından Rusya’ya verilen iki haftalık süre bitince göreceğiz. Tabii bir de Trump’ın “güç yoluyla barış” (peace through strength) stratejisinin Rusya için işleyip işlemeyeceğini. En önemlisi de Nobel Barış Ödülü’nü isteyen ve Savunma Bakanlığı’nın ismini Savaş Bakanlığı olarak değiştiren ABD Başkanı’nın silahsızlanma konusunda Rusya ve Çin’i ikna için hangi adımları atacağı da merak konusu.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 8 Eylül 2025’te yayımlanmıştır.