Normal şartlarda ses getirecek birçok önemli uluslararası gelişme, Kafkasya’daki savaş ile ABD’deki başkanlık seçimlerinin gölgesinde kaldı. Bu tür gelişmelerden biri de, Rusya ile Sudan arasında, Rusya’nın Kızıl Deniz’de askerî bir üssün kurmasını sağlayacak anlaşmanın imzalanması.
Peki, Rusya’nın Sudan’da askerî üs kurmasını ve son dönemde Afrika’ya yönelik arttırdığı ilgisini nasıl okumalıyız?
Moskova’nın bölgeye ilgisi aslında yeni değil. Çarlık Rusya’sı, Afrika kıtası ile pek ilgilenmese de Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği bir taraftan komünist ideolojiyi yaymaya çalışıyordu, diğer taraftan da Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşlarda kendisini destekleyecek müttefik arayışına girmişti. Moskova, bu amaçları doğrultusunda Afrika ülkelerine yatırımlar yaptı, bu ülkelere krediler açtı, onları ekonomi alanında destekledi. Dolayısıyla SSCB yıkıldığında Afrika ülkeleriyle ilişkiler bağlamında Rusya’ya kalan miras, yalnızca 2,7 milyar dolarlık ticaret hacmi ve Afrika ülkelerinin Moskova’ya olan 21 milyar dolarlık borcu oldu.
Afrika’da da Putin farkı
Rusya bu borçları tahsil edemediği gibi 1991 sonrasında iç siyaset ve ekonomi alanlarında yaşadığı sorunlar dolayısıyla kıtayla bağlantısı da neredeyse tamamen kesildi. Ancak Vladimir Putin, iktidarının ikinci döneminden itibaren daha aktif bir dış politika izlemeye başladı. Batı ile arasının yeniden açılmaya başlamasıyla birlikte Afrika’ya yeniden önem vermeye başladı. 2019 yılında Soçi’de Rusya-Afrika Ülkeleri Zirvesi’nin yapılması ve bu zirvelerin her üç yılda bir tekrarlanması kararı Moskova’nın bu konudaki kararlılığını ifade ediyor.
Putin döneminde Rusya’nın Afrika’ya ilgisini Moskova’nın siyasi, güvenlik ve ekonomi alanındaki çıkarlarıyla açıklamak mümkün. Kremlin, özellikle Orta Asya ile Kafkasya’da yeniden etkisini artırdıktan sonra Sovyetlerin eskiden yakın münasebetler içerisinde olduğu bölgelere de önem vermeye başladı. Latin Amerika, Orta Doğu ve Afrika, bu bölgelerin başlıcaları…
2000’li yılların başından itibaren ABD’nin tek kutuplu dünya düzeni planlarına karşı çıkan Moskova, Afrika’yı da tamamen küresel ve bölgesel güçlerin etkisine bırakmak istemiyor. Rus yetkililerin dışarıdan müdahalelere karşı çıkması, Suriye örneğinde olduğu gibi Kremlin’in savunduğu rejimleri sonuna kadar desteklemesi ve Rusya’nın diğer ülkelere nazaran Afrika kıtasında sömürgelere sahip olmaması, Rusya’nın Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmesini kolaylaştırıyor. Tüm bunlar, Sovyetler Birliği’nin zamanında kendi amaçları doğrultusunda da olsa Afrika ülkelerine gösterdiği destekle birlikte, Afrika ülkelerinin günümüzde Rusya’ya güvenilir bir ortak olarak bakmalarını sağlıyor.
Yine Sovyet döneminden itibaren çok sayıda Afrikalı gencin başta Halklar Dostluğu Üniversitesi olmak üzere Rusya’daki en iyi üniversitelerde eğitim görmeleri ve bir kısmının kendi ülkelerinde en yüksek görevlere gelmeleri de Afrika ülkelerinin Rusya’ya yaklaşımını olumlu etkiliyor. Zaten, Moskova’daki Halklar Dostluğu Üniversitesi’nin Sovyetler döneminde Afrika’nın bağımsızlığı için mücadele eden ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı Patrice Lumumba’nın adını taşıması da bir tesadüf değil.
Afrika’nın Rusya için ekonomik değeri
Moskova’nın bölgeye ilgisinin bir başka sebebi de kıtanın ekonomik potansiyeli. Yaklaşık 1,2 milyar kişinin yaşadığı ve 54 ülkenin olduğu Afrika, sahip olduğu yeraltı zenginlikleri bakımından birçok devletin dikkatini çekiyor. Rusya’nın bölgeye yönelik ekonomik politikası, başta doğalgaz, elmas ve çeşitli metaller olmak üzere yeraltı kaynaklarıyla yakından ilgili.
Moskova, Afrika ülkeleriyle ilişkilerini yer altı kaynaklarının ihracatı ile sınırlandırmıyor; yeraltı kaynaklarının çıkarılması ve işletilmesi sürecinde de aktif rol oynamak istiyor. Rusya bu nedenle yalnızca enerji kaynaklarının çıkarılması ve işletilmesi sürecinde kullanılan teknolojileri değil, askerî teknolojileri de Afrika ülkelerine satma çabası içinde. Böylece Moskova bir taraftan Afrika’daki yeraltı zenginliklerine ulaşmak isterken, diğer taraftan da kendi ürünleri için bir pazar arayışı içinde.
Tüm bu amaçlarına ulaşmak için Kremlin Afrika ülkelerinin kendisine olan borçlarını (yaklaşık 20 milyar dolar) silerek işe başladı. Bu husus özellikle Rusya ile Afrika ülkeleri arasındaki ticaret hacmini etkiledi. 2007’de taraflar arasındaki ticaret hacmi, 6 milyar dolar iken; 2008 sonrası Moskova’nın Afrika’ya daha fazla önem vermeye başlamasından itibaren 3,5 kat artarak 2018’de 20 milyar doları geçti.
Diğer taraftan özellikle son yıllarda Rus şirketleri de Afrika kıtasındaki faaliyetlerini artırdı. Rusal adlı Rus alüminyum şirketi, Afrika’daki alüminyum fabrikalarının senetlerini satın alırken; Alrosa şirketi Angola’daki elmas yataklarının, Renova şirketi Güney Afrika, Gabon, Mozambik’te manganez yataklarının işletilmesine katılıyor. Yine Rusya’nın en büyük petrol şirketi Lukoil Nijerya, Gana, Sierra Leone, Fildişi Sahilleri, Kamerun gibi ülkelerde petrol arama ve işleme faaliyetlerinde bulunurken doğalgaz devi Gazprom Nijerya, Cezayir, Namibya ile anlaşmalar imzaladı. Bunların dışında Rus şirketleri yerel şirketlerle ortaklıklar da kuruyor.
Yine son yıllarda Rusya, Afrika’ya silah ve askerî teknolojiler ihracatında da büyük mesafe kat etti. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI)’ne göre, Afrika ülkelerinin ithal ettikleri askerî teknolojilerin neredeyse yarısı Rusya yapımı. Bu alanda Rusya’nın başlıca müşterileri, Cezayir, Mısır, Angola, Sudan, Nijerya, Etiyopya. Bugün Afrika ülkelerinin yarısı Rusya’dan silah ithal ediyor. Rusya’dan silah alan ülkelerin sayısı da gittikçe artıyor. Örneğin 2015’te Zambiya ilk kez Rusya ile bu konuda bir anlaşma imzaladı. Rusya’dan en çok askerî ve bombardıman uçakları, helikopterler, tanksavar füzeler, tanklar vs. ihraç ediliyor. Rus teknolojilerinin gittikçe daha fazla tercih edilmesinin sebepleri arasında Moskova’nın hiçbir ülkeye askerî alanda ambargo uygulamaması ve silahları kullanımda herhangi bir kısıtlama getirmemesi gibi faktörler yer alıyor.
Sudan’daki üssün Rusya ve dünya için anlamı
Rusya askerî alanda yeni pazarlar bulmakla ve silah ihracatını artırmakla kalmadı, 2020 yılının sonunda Sudan ile Kızıl Deniz’de Rus Donanması’nın lojistik merkezinin kurulmasına dair bir anlaşma imzalandı. 25 yıl boyunca geçerli olacak anlaşmaya göre Sudan, söz konusu merkez için toprağı ücretsiz tahsil edecek, Rusya burada nükleer enerji ünitelerine sahip gemiler bulundurabilecek. Aynı anda en fazla 300 kişinin ve 4 askerî geminin yer alabileceği üsse Rusya her türlü askerî teknolojileri getirebilecek. Böylece Rusya, bölgede Suriye’den sonra Sudan’da da deniz üssüne sahip olmuş oldu. Diğer bir deyişle Moskova, yalnızca eski Sovyet coğrafyasında değil, kendisi için büyük stratejik önem arz eden Akdeniz ile Kızıldeniz’de de asker bulundurma imkânına sahip oldu.
Moskova, SSCB döneminde, Somali, Yemen, Mısır ve Libya gibi ülkelerde buna benzer üslere sahipti. Ancak bunların hepsi çeşitli sebeplerden dolayı kapatıldı. Uzun bir süreden sonra Sudan’da böyle bir üssün açılması, Moskova açısından büyük önem arz ediyor. Zira Rusya, deniz filosunu güçlendirme ve geliştirme planları yapıyor. Ayrıca burası Rusya’ya Hint Okyanusu’nda asker bulundurma ve dünyadaki deniz ticaretinin %10’unun yapıldığı Süveyş Kanalı’nı kontrol etme imkânı tanıyacak. Rusya, böylece stratejik mahiyetteki deniz ticarî yollarının güvenliğinin sağlanmasında yer alabilecek. Yine bundan sonra bölgede bulunan Rus gemilerinin ikmal ve bakım için Akdeniz’deki ve diğer limanlara uğramalarına gerek kalmayacak.
Yine bu askerî üsle Moskova, Sudan ve genel olarak Afrika’daki varlığını garanti altına almak istiyor. Diğer bir deyişle Moskova Arap Baharı sürecinden ders çıkartmış görünüyor. XXI. yüzyılın başından itibaren Kremlin Orta Doğu’da etkisini artırmak için bu ülkelerin borçlarını silmiş, yatırımlar yapmış ve çok yönlü iş birliği geliştirmişti. Ancak Arap Baharı, Moskova’nın son yıllarındaki “yatırımlarına” büyük bir darbe vurmuştu. Bölgede askerî üsse sahip olmanın önemini ise Moskova Suriye’de yaşanan süreçte çok daha iyi anladı. Yine bu üssün Rusya’nın kıtadaki diğer ülkelerle de askerî alandaki iş birliğini arttırmasını sağlayacağı düşünülüyor.
Rusya’nın Afrika stratejisinde ne tür hamleler var?
Görüldüğü gibi Rusya, son yıllarda Afrika ülkeleriyle iş birliğini arttırdı ve bunu da bu sürecin ancak başlangıcı olarak nitelendiriyor. Moskova Afrika’ya dönüş yapmak için kendi yol haritasını hazırlamış görünüyor. Afrika ülkeleri için Rusya’daki üniversitelerde lisans ve lisansüstü kontenjanlarının artırılması, yeraltı kaynaklarının çıkartılması, işletilmesi ve dünya pazarlarına çıkartılmasını öngören ortak projelerin geliştirilmesi, askerî teknolojiler ihracatı, Afrika ülkelerinde güvenliğin sağlanması konusunda desteğin verilmesi, artan nüfusa paralel olarak enerji ihtiyaçlarının karşılanması için nükleer ve elektrik santrallerinin inşası ve Sudan örneğinin de gösterdiği gibi Sovyet dönemindeki gibi lojistik merkezlerinin kurulması, bu planın temelini oluşturuyor. Her üç yılda bir yapılacak olan Rusya – Afrika Ülkeleri Zirvesi ise hem geçen üç yılın sonuçlarını değerlendirecek hem de gelecek yılların iş birliği alanlarını belirleyecek.
Rusya’nın yeni Afrika stratejisinin Sovyetler dönemindeki siyasetten bir başka önemli farkı da, Moskova’nın bölgeye yönelik bu siyasetiyle tüm Afrika’yı kucaklamaya çalışması. Bu siyasetin başarısı ise Rusya’nın Sovyetler gibi cömert davranmak için maddî imkânlar ayırıp ayıramayacağına, dış politikada öncelik tanıdığı eski Sovyet coğrafyasındaki gelişmelerin Kremlin’in Afrika kıtası ile yeterince ilgilenmesine müsaade edip etmeyeceğine, başta ABD ve Çin olmak üzere Rusya’nın buradaki rakiplerinin Rusya ile pastayı paylaşmaya ne kadar hazır olduğuna bağlı olacak.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 7 Aralık 2020’de yayımlanmıştır.