13 Mart tarihinde yani Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ile başlayan savaşın 18. gününde, dünyaca tanınmış piyanistimiz Fazıl Say Twitter’da şunları paylaştı:
“Dün Viyana-Münih treninde adım atacak yer yoktu. Binlerce mülteci. Ukraynalılar. Bunların hepsi, eşini babasını savaşta geride bırakmış, hüzünlü anneler ve ağlayan çocuklarıydı. Almanya sınırında 1 saatlik gümrük kontrolü yapıldı.1980’lerdeki Soğuk Savaş yılları gibi. Kader…”
Polonya veya Romanya sınırından geçerek Avrupa Birliği’ne (AB) sığınan Ukraynalıların sayısı şimdiden iki buçuk milyona yaklaştı. AB, Ukraynalılara geçici koruma sağlarken, Fazıl Say’ın sanatçı duyarlılığıyla aktardığı görüntüler çok farklı bir Avrupa manzarası ortaya koyuyor. AB’nin en önemli kazanımlarının başında gelen iç sınırların olmadığı serbest dolaşım alanı, önce IŞİD terör eylemlerine karşı bazı Üye Devletlerin tek taraflı sınır kontrolleri uygulaması ve sonrasında pandeminin yayılmasına karşı getirilen kısıtlamalar ile askıya alınmıştı. Daha eskiden ise Avrupa’da özellikle tren yolculuklarında, bir ülkeden diğerine, bir sınır geçildiğinin farkında olmadan seyahat etmek mümkündü.
Rusya’nın 2008 Gürcistan müdahalesi ile görünür hale gelen yayılmacı dış politikasının, 2014’te Kırım’ın ilhakı sonrasında, 2022’de bir komşu ülkenin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığına yönelik bir istila hareketiyle çok daha saldırgan ve tehditkar bir evreye geçmesi, Avrupa güvenliğini geriye dönülemez biçimde zedeledi.
Aynı zamanda, Rusya ve Çin gibi Batı dışı aktörleri de ortak kurallar ve kurumlar ekseninde içermeyi amaçlayan Batı merkezli liberal küreselleşmenin de sonuna gelindi. Rusya’ya yönelik yaptırımlar, Rusya’nın uluslararası ticaret ve finans sisteminden büyük ölçüde dışlanmasını getirirken, Batı ile olan ticaret, sermaye ve yatırım ilişkilerini devam ettirmek isteyen Çin, Rusya’ya vereceği desteğin derecesi konusunda kararsız kaldı.
Uluslararası düzlemde çoktaraflılığın da ciddi yara aldığı bu dönemde, liberal ve kural temelli bir uluslararası sistemin varlığına dayanan AB de kendini çeşitli sınamalarla karşı karşıya buldu. AB’nin küresel düzenin geri dönülmeyecek biçimdeki değişimi ve dönüşümü karşısında vereceği tepki ve cevaplar ise, yeni dönemdeki anlamını, etkisini ve gücünü belirleyecek.
Avrupa’nın savaşı önleme çabaları ve sonrası
Son yıllarda Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Rusya’yı da Avrupa güvenlik mimarisine dahil etme çabaları, Almanya’nın eski Başbakanı Merkel’in ise özellikle doğal gaz tedarikini de tehlikeye atmayacak şekilde Rusya’yı dengeleme ve yatıştırma çabaları olmuştu. Ancak Ukrayna işgali öncesinde gerek Macron’un gerekse Almanya’nın yeni Başbakanı Scholz’un arabuluculuk çabaları Putin’i fikrinden caydırmaya yeterli olmadı.
Putin doğrudan ABD ile pazarlık etmek istediğini belirtirken, gerek Macron ile görüşmesinde tercih ettiği son derece uzun masa ile ortaya koyduğu sembolizm ile gerekse de NATO içinde ABD dışındaki Avrupalı partnerleri ciddiye almadığını belli etmesi ile bu diplomasi çabalarının hiçbir yere varmayacağı anlaşıldı.
ABD ve Avrupalı müttefiklerin arasındaki görüş ve çıkar ayrılıkları ve AB’nin ortak bir dış ve güvenlik politikası oluşturmadaki yetersizliği, Putin’in Batı’dan fazla bir tepki olmadan Ukrayna’da kolay bir zafer kazanacağını düşünmesine neden oldu. Aynı zamanda Putin yeni bir dünyanın kurulmakta olduğunu düşünerek, ABD-Çin rekabetinin şekillendirdiği bu dünyada Rusya’nın ikincil bir güç konumuna düşmesini engelleme gayreti içindeydi. Ukrayna’yı kontrolü altına alarak, orada Belarus’ta olduğu gibi kendisine bağlı bir hükümet oluşturmak ve Avrasya Ekonomik Birliğini güçlendirmek fikri içindeydi.
Ancak Rusya Ukrayna’da kolay bir zafer kazanamadı. Ukraynalıların gösterdiği direnç, Cumhurbaşkanı Zelensky’nin direnişe liderlik etmesi ve ülkesini terk etmemesi, enformasyon mücadelesinde Ukraynalıların özellikle sosyal medya üzerinden kendi tezlerini ve mağduriyetlerini başarıyla aktarmaları, Rus askerî güçlerinin yeterli hazırlık düzeyinde olmaması, savaşın uzamasına ve Rusya’nın askerî hedeflerine ulaşmakta oldukça gecikmesine yol açtı.
Bunun yanında AB’nin 2014’te Kırım’ın ilhakı sonrasında uyguladığı yaptırımların çok ötesine geçen sert yaptırım kararları alması ve tarihinde ilk defa savaş halinde olan bir ülkeye askerî teçhizat ve silah yardımı yapması Ukrayna’ya güçlü bir destek verilmesi anlamına geliyordu. Tabii bu destek NATO’nun Ukrayna hava sahasını kapatması gibi bir noktaya varmadı.
En çarpıcı gelişme ise Almanya’nın yaklaşımında yaşandı. İstila harekatı öncesinde Ukrayna’ya askerî yardım yapmayı reddeden ve ABD’nin telkinlerine uymayarak Nordstream II projesini devam ettiren Almanya Başbakanı Scholz, bir U dönüşü ile 100 milyar avroluk bir askerî fon oluşturulacağını ve GSYİH’nın % 2’sinin bundan böyle askerî harcamalara ayrılacağını açıklıyordu.
Almanya bir çatışma bölgesine silah göndermeme uygulamasını da tersine döndürerek, Ukrayna’ya anti-tank silahları ve Stinger füzeleri gibi öldürücü ekipman desteği sağlıyordu. Ayrıca Almanya’ya gelecek Rus doğal gazını iki katına çıkarması planlanan Nordstream II projesinin sertifikasyonu da askıya alındı. Üstelik Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında izlediği temkinli dış politika ve sınırlı askerî mevcudiyet politikasında radikal bir değişime gidecek bu kararlar, pasifist dış politika yanlısı partilerin yer aldığı bir koalisyon hükümetince alınıyordu.
Yani Rusya’nın Ukrayna’yı işgali NATO’nun birliğini sağlarken, AB’yi de bugüne kadar göstermediği derecede sert bir tepki göstermeye sevk ediyor ve uyuyan devi uyandırıyordu.
AB için tarihin akışı hızlanırken: Etki ve tepkiler
AB’nin uygulamaya koyduğu yaptırımlar sadece Rusya’yı değil AB ülkelerini de zorlayacak. Rusya’nın ekonomik ve finansal olarak dışlanması ve ticaretin büyük ölçüde kesilmesinin olumsuz yansımaları olacak.
Bunun yanında, doğal gaz ve petrolde Rusya’ya önemli bir bağımlılık içinde olan bazı AB ülkelerinin alternatif arayışları hızlanıyor. Almanya için kısa vadede LNG ile talebi karşılamak ve 2022’de terk edileceğine karar verilen nükleer santrallerin süresinin uzatılması gibi çözümler gündemde olsa da, orta ve uzun vadede yenilenebilir enerjilere geçişin hızlandırılması gerekiyor. Bu da Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın jeopolitik önemini ve stratejik özerklik oluşturma hedefi ile bağlantısallığını daha da artırıyor. Nitekim, AB 2027’ye dek, Rusya’ya doğal gaz, petrol ve kömürdeki bağımlılığı ortadan kaldırmayı hedefleyen planlarını Mayıs sonuna kadar oluşturmayı hedefliyor.
Ukrayna’nın işgali sonrasındaki gelişmeler AB’ye ekonomik etkilerin ve Ukraynalı mültecilere geçici koruma verilmesinin ötesinde başka sorumluluklar da yüklüyor. Bu sorumlulukları üç başlık altında ele alabiliriz. Birincisi, AB’nin Avrupa güvenliği açısından oynayabileceği rol; ikincisi, AB’nin genişleme politikasının evrimi; üçüncüsü ise Avrupa’nın anlamı ve dünyadaki konumu meseleleri çerçevesinde şekilleniyor.
Avrupa güvenlik politikası nasıl değişebilir?
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Avrupa güvenliği açısından geri dönülemez bir süreci başlattı. Bu işgal hareketinde Rusya’nın başarılı olması veya savaşın süresiz biçimde devam ederek, sokak çatışmaları ile ilerlemesi ve Ukrayna’nın bütünlüğünün parçalanması AB’nin güvenliği açısından en büyük sorunu oluşturabilecek ihtimaller.
AB açısından en iyi senaryo, diplomatik çabaların sonuç vermesi ve daha fazla bedel ödenmeden bir ateşkesin sağlanması. Ancak bu senaryonun da çok yakın zamanda gerçekleşmesi mümkün gözükmüyor. Bu çok yakın güvenlik tehdidi ilk planda NATO’yu güçlendirdi ve NATO’nun güvenlik garantisi ve koruyucu şemsiyesinin önemini yeniden gündeme getirdi. Öyle ki, bugüne kadar NATO’ya üyeliği gündemine almayan İsveç ve Finlandiya’da NATO üyeliği ciddi ciddi konuşulmaya başlandı.
Ancak kısa vadede olmasa da, yakın gelecekte AB’nin Avrupa savunması için daha fazla rol üstlenmesi önemli bir zorunluluk oluşturuyor. Küresel stratejilerinin merkezine Çin’in çevrelenmesi ve dengelenmesini koyan ABD, Avrupalı müttefiklerin savunma harcamalarını artırması ve daha fazla güvenlik sorumluluğu üstlenmesi talebini epey bir süredir seslendiriyordu. Son olaylar ışığında artık bu yönde adım atılması kaçınılmaz bir gereklilik haline geldi.
Almanya’nın yukarıda bahsedilen kararı da bu yönde atılan önemli bir adım olarak yorumlanabilir. Daha önce Fransa Cumhurbaşkanı Macron tarafından önerilen ve 2021 birliğin Durumu konuşmasında Komisyon Başkanı von der Leyen tarafından bir savunma birliği oluşturulması önerisiyle gündeme gelen AB’nin savunma ve güvenlik politikasının güçlendirilmesi ve ortak bir Avrupa ordusu oluşturulması fikri artık hayata geçirilebilir. Konuşmasında von der Leyen siyasi irade eksikliği konusuna işaret ediyordu:
Dünyadaki en gelişmiş güçlere sahip olabilirsiniz. Ama eğer bunları kullanmaya hazır değilseniz ne işe yarar? Bugüne kadar bizi geride tutan sadece kapasite eksikliği değildi; siyasi irade eksikliği idi. Eğer bu siyasi iradeyi geliştirirsek AB düzeyinde yapabileceğimiz çok şey var.”
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali işte bu siyasi irade eksikliğini giderebilir ve AB’nin ilk defa olarak yumuşak gücün ötesine geçerek sert güç unsurlarını ortaya koymasına yol açabilir.
Tabii pandemi sonrası ekonomik toparlanmanın sancıları ve Rusya’nın ekonomik olarak dışlanmasının da getireceği durgunluğun askerî harcamalara nasıl yansıyacağı ayrı bir sorun oluşturuyor. Bunun yanında, ortak bir savunma sanayi ve ortak bir askerî güç oluşturmak tüm Üye devletlerin katkıda bulunacağı topyekun bir çaba olarak yük paylaşımı ve maliyetin bölüşülmesini getireceğinden, daha ekonomik ve rasyonel bir çözüm olacaktır.
AB genişleme politikası nasıl dönüşebilir?
İkinci konu Ukrayna krizinin AB genişleme politikası ve AB’nin sınırları açısından etkilerini ilgilendiriyor.
Ukrayna bugüne kadar AB Komşuluk alanı içinde ve Doğu Ortaklığında yer almış ve AB ile ilişkisini büyük ölçüde Ortaklık ve Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Alanı üzerinden yürütmüştü. AB ile Ortaklık Anlaşmasını imzalamayı reddeden Cumhurbaşkanı Yanukoviç, 2014’te geniş çaplı protestolar sonucu görevinden alınmıştı. Ukrayna’nın önceki Cumhurbaşkanı Poroshenko 2019’da ülkesinin AB ve NATO üyeliği hedefini içeren bir Anayasa değişikliğini onaylamıştı AB yönelimine rağmen yakın zamana kadar üyelik perspektifi olmayan Ukrayna’nın Cumhurbaşkanı Zelensky sürpriz bir adım atarak, ülkesinin AB’ye başvuru mektubunu imzaladı.
Ukrayna’nın başvurusunu yine Doğu Ortaklığı ülkeleri olan Gürcistan ve Moldovya takip etti. Bu başvurular bir yandan AB’nin, Rusya’nın yayılmacı politikalarının hedefinde yer alan bu ülkeler için devam eden önemini ve anlamını ortaya koyuyordu.
Öte yandan, bugüne kadar söz konusu ülkelere üyelik perspektifi sunmamış olan ve üyelik dışında yakın işbirliği, vize serbestliği, serbest ticaret ve tek pazara entegrasyonu içeren komşuluk alanında mütalaa etmiş olan AB için yeni bir sınama oluşturuyordu. Bu ülkelere “üyelik kriterlerini karşılamıyorsunuz” ya da daha da kötüsü “başvurunuz coğrafi gerekçeyle reddedildi” biçiminde bir cevap vermek Rusya lideri Putin’i daha da cesaretlendireceği gibi özellikle Ukrayna’nın direnme gücünü olumsuz etkileyebilirdi. Ancak talep edildiği gibi hızlı bir prosedür işletilmesi de halen beklemekte olan ve aralarından Türkiye’nin de olduğu aday ülkelere haksızlık olurdu. “Süreci başlatalım da gerisi Allah kerim” demek ise boş hayaller ve beklentiler yaratmak anlamına gelirdi.
28 Şubat’ta yapılan başvuru ardından toplanan Avrupa Parlamentosu konuyu görüşürken, son derece duygulu anlar yaşandı. Parlamentoya video konferans yoluyla hitap eden Zelensky ayakta alkışlanırken, Zelensky’nin sözlerini tercüme eden çevirmen gözyaşlarına engel olamadı. AP Başkanı Roberta Metsola, AB’nin üyelik yolunda Ukrayna ile birlikte çalışacağını belirtirken, üyeliğe alma kararının 27 Üye devletçe kabul edilmesi gerektiğini hatırlattı. Parlamentoya hitap eden Avrupa Komisyonu Başkanı von der Leyen ise “Avrupa değerlerimizi cesaretle savunan bu halk Avrupa ailemize aittir” derken AB’nin üzerine düşen sorumluluğu şu sözleri ile ortaya koydu:
“Bu Avrupa için bir kader anıdır. İstilanın başlamasından saatler önce yayınlanan bir Ukrayna gazetesi olan Kyiv Independent ’ın baş yazısından bir alıntı yapayım: “Bu sadece Ukrayna ile ilgili değil. Bu hukukun üstünlüğü ile silahın üstünlüğü, demokrasiler ve otokrasiler, kural temelli bir düzen ile çıplak saldırganlığın dünyası arasında bir çatışmadır”. Bugün Rusya’nın yaptıklarına nasıl karşılık verdiğimiz, uluslararası sistemin geleceğini belirleyecektir. Ukrayna’nın kaderi söz konusudur. Bunun yanında, bizim kendi kaderimiz de tehlikededir. Demokrasilerimizin gücünü göstermeliyiz; özgürce ve demokratik olarak bağımsız yollarını seçen halkların gücünü göstermeliyiz. Bu bizim güç gösterimizdir.”
Üç ülkenin üyelik başvuruları 10-11 Mart tarihlerinde Versailles’de toplanan gayriresmî AB zirvesinde ele alındı. Zirve sonucunda yayınlanan Versailles Bildirisi’nde, Rusya’ya derhal ve koşulsuz olarak askeri operasyonu durdurma ve güçlerini Ukrayna topraklarından çekme çağrısında bulunan liderler, Avrupa’nın Ukrayna halkını yalnız bırakmayacağını söylediler. Ukrayna’nın Avrupa hedefi tanındı, Avrupa Komisyonu bu başvuru ile ilgili görüşünü oluşturmaya davet edildi. Ukrayna’nın Avrupa ailesine ait olduğu ve Avrupa yolunda destekleneceği belirtildi.
Bunun yanında, Komisyon Moldovya ve Gürcistan’ın başvuruları ile ilgili görüşlerini oluşturmaya da davet edildi. AB liderleri Rusya’nın işgal girişimi, artan istikrarsızlık ve güvenlik tehditleri karşısında Avrupa’nın egemenliğini inşa etmek, bağımlılıklarını azaltmak ve güvenliği için daha fazla sorumluluk üstlenmek üzere savunma kapasitesini geliştirme, enerji bağımlılığını azaltma ve daha güçlü bir ekonomik temel oluşturmak için harekete geçme kararı aldılar.
AB, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline güçlü bir tepki verirken, yakın çevresi ile ilişkisini de radikal biçimde değiştirecek bir sürece giriyor. Avrupa için tarihin akışı hızlanıyor denebilir. AB son dönemde yeni üye alımına son derece temkinli yaklaşıyordu. Özelikle 2004 ve 2007’de gerçekleşen genişleme süreci sonrasında Polonya ve Macaristan gibi bazı Üye Devletlerin Avrupa değerlerinden uzaklaşarak otoriterleşme eğilimi göstermeleri ve üye sayısı artan Birliğin iç bütünlüğünü koruma ve tek sesle hareket etmekte zorlanması, yeni üye alım süreçlerinin yavaşlamasına yol açmıştı. Bu durum sadece müzakere süreci fiilen duran Türkiye için değil, Balkanlardaki diğer aday ülkeler için de geçerliydi.
Son gelişmeler ile AB’nin kış uykusundaki genişleme politikası tekrar canlanıyor. Kuşkusuz ki bu üç ülkeye AB üyeliği altın tepside sunulamayacak. Ancak teşvik edilen, açık koşullara ve hedeflere bağlı olarak ilerleyen, ilerlemenin ödüllendirildiği ve sürecin sonunda üyeliğin elde edilebilecek bir hedef olduğunun ortaya koyulduğu bir genişleme süreci AB’nin yakın çevresindeki dönüştürücü gücünü yeniden tesis etmesini sağlayacaktır.
AB’nin anlamı ve küresel aktörlüğü nasıl güçlenebilir?
Son olarak ise, Ukrayna’nın işgalinin Avrupa ve AB’nin anlamı ve küresel bir aktör olarak rolü açısından etkilerine bakalım. Genişleme sürecinin canlanması ile AB’nin dönüştürücü gücüne yeniden kavuşması kuşkusuz ki, AB’nin yapısal bir reforma girmesini de gerektirecek.
Ukrayna, Moldovya ve Gürcistan ile birlikte diğer aday ülkelerin de üyelik beklentilerinin cevapsız kalmaması için bu ülkelerin AB üyelik kriterlerini yerine getirmeye yönelik çabalarının yanında, AB bütünleşmesinin de kapsamlı bir reformdan geçmesi gerekiyor. Aksi takdirde, bugünkü yapısıyla dahi kritik konularda karar almakta zorlanan ve ortak değerlere aykırı davranan bazı Üye Devletler nedeniyle zor anlar yaşayan AB’nin 30’un üzerinde üye sayısıyla yoluna devam etmesi mümkün değil.
AB nasıl hem Ukrayna gibi ülkeler için bir ilham kaynağı, otokrasiyle mücadelede bir deniz feneri ve demokrasi yolculuğunda bir pusula olabilir, hem de ekonomi, ticaret, iklim, piyasa düzeni, dijitalleşme, dış ve güvenlik politikası, savunma, enerji gibi politika alanlarında etkin, hızlı ve ortak karar alabilen pratik bir yönetişim modeli olmayı sürdürebilir? Yani AB hem kalplere hem akıllara hitap edebilmeyi başarabilir mi?
AB’nin bu meydan okumaya cevap verebilmesi ancak kurumsal reformu gerçekleştirmesi halinde mümkün olabilir. Halen devam etmekte olan Avrupa’nın Geleceği Konferansının Ukrayna krizinin yol açtığı gelişmeler ışığında yeniden değerlendirilmesi ve yeni bir Antlaşma revizyonu sürecine de yol açabilecek şekilde ele alınması mümkün olabilir.
AB’nin farklılaştırılmış entegrasyon, çok vitesli Avrupa gibi farklı kavramlarla karşılanan ve farklı hızlarda ilerleyen ve farkı derecelerde entegre olan bütünleşme modelleri tekrar gündeme gelebilir.
Bugün AB’nin içsel ve dışsal farklılaştırılmış entegrasyon olarak adlandırdığı modelin genişletilmesi yoluyla, avro bölgesi, Schengen alanı gibi derinleşen bütünleşmenin içinde yer alan bir öncü ülkeler grubu daha sıkı bir bütünleşme modeline ilerlerken, Ukrayna, Moldovya, Gürcistan ve diğer bazı aday ülkeler daha gevşek bir entegrasyon derecesinde AB’ye katılabilir.
Örneğin, Brexit sürecinde gündeme gelmiş olan ve AB’den ayrılan Birleşik Krallık, Türkiye ve Ukrayna gibi ülkeleri de içine alacak daha geniş bir Avrupa Birliğini gündeme getiren “Kıtasal ortaklık” benzeri fikirler tekrar işlerlik kazanabilir.
Bu sınama AB’nin yeni yüzyıldaki anlamını da belirleyecek. AB’nin ABD’nin yanı sıra, Rusya ve Çin gibi otoriter modellerin karşısında alternatif bir model ve küresel bir aktör olarak önemi de kendisini yeniden tanımlamasına bağlı olacak.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 16 Mart 2022’de yayımlanmıştır.