Seçim sandığı dünyayı durdurmuyor

Türkiye yerel seçimlere odaklanmışken dünyada neler oldu? Rusya-Ukrayna Savaşı’nda 20 Mayıs neden kritik? Kullanışlı bir dış politika aracı olarak “DEAŞ” nasıl ortaya çıktı? Netanyahu nasıl uluslararası hukukla dalga geçiyor? Mehmet Kancı yazdı.

Türkiye 1 yıldan kısa sürede, serbest seçimlerin başladığı 1950 yılından bugüne rastlanmamış yoğunlukta gündemleriyle iki seçimi geride bıraktı. Enflasyon, emekli maaşları ve ekonominin durumunun şaşırtıcı bir şekilde ön plana çıktığı yerel seçim kampanyalarının hakim olduğu son 1 aylık süreçte, her zaman olduğu gibi kamuoyu Türkiye dışında olan bitenlerle ilgilenme fırsatı bulamadı. Bu makalenin konusu da, gözden kaçan o gelişmeleri siz Fikir Turu okuyucularının dikkatine sunmak.

Ancak bir hususun da altını çizmekte fayda var. Türk dış politikası bu seçim sürecinde Türkiye-ABD ve Türkiye-Irak ilişkileri alanlarında yoğun bir mesai yürüttü. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından Brüksel’de düzenlenen 1. Nükleer Enerji Zirvesi ise yine ulusal kamuoyunda yeterince değerlendirilmeyen bir gelişme oldu. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bu zirvede, Ukrayna-Rusya Savaşı’nın hassas noktalarından biri haline gelen Zaporijya Nükleer Santrali’ne ilişkin yaptığı uyarı ve bölgenin yeni bir “Çernobil Faciası”nı kaldıramayacağını ifade etmesi de, seçim gündeminin içerisinde üzerinde konuşamadığımız önemli bir başlıktı.

Türkiye’nin ABD ve Irak ile yürüttüğü müzakereler haricinde seçim gündemiyle yoğrulan geride bıraktığımız 1 aylık süreçte, 2023’ten 2024 yılına taşınan krizler manşetlere hakim oldu. Ukrayna-Rusya Savaşı’nın değişen doğası, Afrika ve Hint-Pasifik bölgesinden tasfiye edilen Fransa’nın Karadeniz ve Kafkaslar havzasında kendisine alan yaratmaya çabası, İsrail’in Gazze’ye yönelik durdurulamayan saldırılarının hem Filistin topraklarında hem de uluslararası hukuk alanında yarattığı yıkım ve ABD’deki seçim süreci sandıktan başımızı kaldırıp dünyaya baktığımızda karşımıza çıkacak başlıca konular olacak.

Ukrayna-Rusya Savaşı’nda kritik tarih 20 Mayıs mı?

Önce Ukrayna’daki savaşın değişen doğası ile ne kast edildiği üzerinde duralım. Ukrayna’nın 2023 yılının Haziran ayında başlattığı karşı saldırının başarısızlığı sağır sultan tarafından dahi tasdik edildikten sonra mühimmat ve insan kaynağı krizi Ukrayna yönetimini köşeye sıkıştırdı.

Rusya ise endüstrisini savaş şartlarına uyarlamayı başararak maruz kaldığı ekonomik ambargolardan etkilenmediği gibi, Ukrayna’ya destek veren NATO ülkelerinin 3 katı kadar topçu mühimmatı üretmeye başladı. Dahası, Kuzey Kore ve İran da Rusya’ya topçu mühimmatı, balistik füze ve kamikaze dron temin ediyor. Cephe gerisinde dengeleri kendi lehine çeviren Rusya, Donbas cephesinde Ukrayna karşı saldırısını savuşturduğu gibi toprak kazanımları da elde etti. Harkiv ve Odesa kentleri istikametinde Rus ordusunun başlatacağı karşı saldırı için artık gün sayılmakta.

Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky, ihtiyaç duydukları miktarda mühimmatın kendilerine ulaşmaması durumunda, Rus saldırısıyla Haziran ayında yaşanacak drama dikkat çekti Mart ayının son haftasında. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise 28 Mart günü itibarıyla şu cümleyi sarf ederek olası gelişmelere ışık tuttu: “20 Mayıs itibarıyla Zelensky’nin meşruiyetini tartışmamıza gerek kalmayacak”.

İki taraf arasında tehlikeli enerji savaşı

Tünelin ucundaki ışığın azalması, 15-17 Mart tarihlerinde yani tam da Rusya’da devlet başkanlığı seçimi için sandık başına gidildiği günlerde, Kiev yönetimini umutsuz bir çabaya yöneltti. Ukrayna ordusu, saman alevi misali Kırım Yarımadası ve Karadeniz’deki Rus donanmasını hedef alan operasyonların ötesinde, Rusya toprakları içerisinde ilk kez kapsamlı bir saldırıya girişti.

Rusya’nın savaşı sürdürmesi için önemli gelir kaynağı olan petrol satışına darbe vurmak için yüzlerce kamikaze dron ve füze ile 12 petrol rafinerisi vuruldu. Ukrayna saldırısı Rusya topraklarının 900 kilometre kadar içlerine uzandı. Rusya’nın buna yanıtı başkent Kiev’i hipersonik füzelerle vururken, Ukrayna’nın tüm enerji altyapısını felç edecek eylemlere girişmek oldu. Çok sayıda termik santral devre dışı bırakılırken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Brüksel’deki uyarısının üzerinden 24 saat geçmeden, Zaporijya Nükleer Santrali’ne su ve elektrik temin eden Dinyeper Hidroelektrik Santrali de hedefler arasındaydı.

ABD, başlattığı enerji savaşı nedeniyle Ukrayna’yı uyarmak zorunda kaldı ve petrol fiyatlarında artışa yol açacak bu eylem tarzına nokta konmasını istedi. Ancak pandoranın kutusu açılmıştı ve Rusya Harkiv kentini aylarca elektriksiz bırakacak intikam saldırıları da dahil olmak üzere, Ukrayna’nın enerji altyapısına yönelik yıkıcı hamlelerini sürdürdü.

Fransa’nın Rusya-Ukrayna Savaşı’na daha fazla müdahil olması

Bu saldırılar bir süredir Karadeniz ve Kafkaslar bölgesine artan silah satışları ile dikkat çeken Fransa’nın da savaşa daha fazla müdahil olmasını gündeme getirdi.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Afrika ve Hint-Pasifik bölgesinde ülkesinin yitirdiği nüfuz alanlarının yerine yenilerini koymak için bir süredir girişimler yürütüyordu. Bu girişimler Romanya, Moldova ve Ermenistan’a silah satışları ile kendisini gösterirken, Macron bir ileri adım daha attı. Ukrayna topraklarına Fransız askerlerinin gönderilebileceğini söyledi.

Dinyeper Nehri boylarına ve Karadeniz kıyısındaki liman kenti Odesa’ya asker göndermeyi gündeme getiren Fransız Cumhurbaşkanı’na, Kremlin yönetiminin her seviyesinden sert mesajlar geldiğini tahmin etmeniz zor olmayacaktır. Fransız askerlerinin Ukrayna topraklarına gönderilmesinin olası sonuçları tartışılırken, bir kez daha nükleer çatışma ihtimali de gündeme geldi. 22 Mart günü ise gündemi tamamen değiştirecek gelişmeler Moskova’da yankılanan silah sesleri ile yaşandı.

Kullanışlı bir dış politika aracı olarak “DEAŞ” markası

Rusya’nın başkentindeki bir konser salonunu basan silahlı bir grup, sivilleri kurşuna dizerken binayı da ateşe verdi. 29 Mart itibarıyla yangın nedeniyle çöken salonun enkazında naaşları bulunanların sayısı 144’e ulaştı. Saldırıyı 2017 yılından bu yana adını daha sık duyduğumuz DEAŞ-Horasan örgütünün üstlendiği iddia edildi.

Ancak sıradışı bir şekilde terör eyleminin 4 zanlısı Ukrayna sınırı istikametinde kaçmaya çalışırken ele geçirildi. Neden sıradışı diyoruz; el Kaide ya da DEAŞ örgütlerinin hatta 2008 yılında Hindistan’ın Mumbai kentine saldıran Leşker-i Tayyibe gibi örgütlerin mensuplarının kaçmaya çalıştıkları görülmemiş hatta ölene kadar çatıştıkları, son kertede ise üzerlerindeki patlayıcıları havaya uçurdukları pek çok örneğe rastlanmıştı.

Yakalanan şüphelilerle ilgili kayda değer bir bilgi ise DEAŞ-Horasan’ın yakın geçmişte Türkiye, İran, Afganistan ve Pakistan’da düzenlenen saldırılara karışan mensupları gibi Tacikistan kökenli olmalarıydı. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Afganistan ve Pakistan’daki ekonomik çıkarlarını ve diplomatik misyonlarını hedef alan teröristlerin Tacikistan’ın yanı sıra Özbekistan’dan devşiriliyor olmaları dikkat çekici bir husus.

Rusya uyarılara rağmen saldırıyı neden önleyemedi?

Batılı ülkelerin, Türkiye ya da Rusya’nın veri tabanında yer almayan, Irak, Suriye ve Kuzey Afrika’daki terör grupları ile bağlantıları olmayan, dijital dünyada da iz bırakmayan bu teröristlerin nereden çıktıkları, kimler tarafından eğitildikleri tam anlamıyla muamma. Nitekim, ABD’nin Şubat ayından itibaren Moskova’da terör eylemi olacağı yönündeki uyarıları da büyük ihtimalle bu nedenle işlevsiz kaldı. Rusya elindeki veri tabanından yola çıkarak bu çapta eylem yapabilecek olağan şüphelileri Şubat ayının son günlerinden itibaren Dağıstan ve çevresinde aramaya başladı. Hatta bazı şüpheliler ölü bazıları da sağ ele geçirilmişti. Ancak daha önce haklarında hiçbir bilgi olmayan bir başka terörist grubunun Moskova’daki konser salonuna ulaşması engellenemedi.

Rusya saldırıdan Ukrayna’yı ve onu destekleyen Batılı ülkelerin istihbarat servislerini sorumlu tuttu. Muhtemeldir ki önümüzdeki aylarda Rusya, DEAŞ-Horasan adıyla güncellenen terör örgütünün peşine Tacikistan, Özbekistan ve Afganistan topraklarında düşecek. Donbas ve Kırım cephelerinde inisiyatifi ele geçiren Rusya’nın önümüzdeki aylarda daha fazla asimetrik saldırıya maruz kalması da sürpriz olmayacaktır.

Netanyahu uluslararası hukukla alay ediyor

Ve gelelim Gazze cephesine…

Ne Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde onaylanan karar tasarıları, ne Lahey Uluslararası Adalet Divanı’nda alınan tedbir kararları, ne de ABD yönetiminin İsrail Başbakanı Netanyahu ile Karagöz-Hacivat gösterilerini andıran didişmeleri Gazze’deki katliamı durdurmak için etkili olabiliyor.

Netanyahu ve hükümetindeki Siyonist suç ortakları, 7 Ekim’in ardından başlattıkları Gazze Şeridi’ni “Filistinsizleştirme” politikalarını hayata geçirmekte kararlılar. Dahası, Netanyahu İsrail ordusuna, Ramazan ayının hürmetine ateşkes bekleyenlere aptallık derecesinde saf olduklarını ifade edecek şekilde, Refah kentine yönelik saldırıların sürmesi yönünde emir verdi.

29 Mart itibarıyla Gazze’de hayatını kaybedenlerin sayısı 32 bin 623. Yetersiz beslenme ve açlık sebebiyle yaşamını yitiren bebeklerin, çocukların ve yaşlıların sayısı giderek artıyor. Uluslararası toplum ise paraşütleri açılmayan ya da denize düşen yardımları Gazze halkının üzerine yağdırıp yeni ölümlere sebep olmak suretiyle adeta bu insanlarla alay ediyor.

İsrail hükümeti ve ordusu soykırım tanımının içerdiği neredeyse tüm suçları hayata geçirirken ABD ve G-7 ülkeleri Gazze kıyılarına rıhtım inşa edip Filistinlilere günde üç öğün yemek dağıtmaktan bahsediyorlar. ABD yönetimi ise bunun gerçekleşmesi için İsrail’den yemek alacak insanlara ateş etmemesini “rica ediyor”.

Peki, seçimlere hazırlanan ABD Başkanı Biden’ın geride bıraktığımız ay Gazze meselesine dair basına yansıyan en önemli eylemi ne oldu? Beyaz Saray’daki kurmaylarının, Gazze’deki katliamlara ilişkin uygulanan politikanın Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerinde kendisine oy kaybettireceği yönündeki uyarılarına küfür ederek karşılık verdi ve İsrail’e yardımı sürdüreceğini söyledi. Bu vesileyle ABD Başkanlık seçiminde gelinen noktayı da hatırlatalım.

ABD’de seçmenler yeniden Trump ile Biden arasında tercih yapmaya mahkum edildi

13 Mart itibarıyla, gelecek Kasım ayında uluslararası toplumun bir Trump-Biden rövanşı izleyeceği kesinleşti.

Demokrat Parti’nin 82 yaşındaki Biden haricinde ön seçimlere etkili tek bir isim dahi sürememiş olması herhalde ABD siyasi tarihine unutulmaz bir dram olarak kaydedilecektir. Cumhuriyeti Parti’de ise Donald Trump’ın rakipleri erken havlu atmak zorunda kaldı. Normal şartlarda Haziran ayında resmiyet kazanacak başkanlık adayları, Mart ayındaki iki “Süper Salı” neticesinde netleşti.

Ancak şunu da dikkate almak lazım. ABD’nin çok sayıda eyaletinde her iki adaya da oy vermek istemeyen hatırı sayılır miktarda seçmen var. Biden yönetiminin Filistin politikaları ile her iki adaya yönelik memnuniyetsizlik, seçime katılım oranlarının düşmesine yol açabilir.

Trump’ın başkan yardımcılığı görevini yürütmüş olan Mike Pence’in dahi, kendisini anayasadan üstün gördüğü gerekçesiyle Trump’ı desteklemeyeceğini açıklamış olması, Cumhuriyetçi Parti içerisindeki bölünmenin boyutunu da gözler önüne seriyor. Yine de Donald Trump anketlerde önde görünüyor ve gerek piyasalar gerek Avrupa hükümetleri Trump’ın yeni başkanlık dönemi gerçeğini kabullenmiş durumdalar.

Dahası, piyasalar daha şimdiden 2032 yılına kadar sürebilecek Trump başkanlığını tartışmaya başladı. Trump’ın başkanlık süreci ile ilgili olarak Ortadoğu bölgesinin en olumlu beklentisi ise ABD askerlerinin Irak ve Suriye’yi terk etmesi olabilir. Eski ABD Başkanı Nixon gibi ABD’nin küresel çatışmalardaki rolünü azaltarak ülke içerisinde ekonomik kalkınmayı öncelemek isteyen Trump, ilk başkanlık döneminde Suriye’deki ABD askerlerini çekmenin eşiğine gelmişti. Ne tesadüftür ki bu söylemindeki ısrarını devam ettiren Trump, Kasım ayında bir seçim zaferine yaklaşırken, birileri DEAŞ-Horasan üzerinden DEAŞ tehdidini yeniden parlatmaya başladı. Tam da Irak ve ABD hükümetleri arasında, DEAŞ tehdidinin artık kalmadığına ve koalisyon güçlerine ihtiyaç olmadığı gerekçesiyle, yabancı askerlerin çekilmesine dair müzakereler başlamışken.

Türkiye’nin Irak ve Suriye’de yeni hamle hazırlıkları

İşte bu ortamda Türkiye de bir yandan Washington’dan Ankara’ya giderek sıklaşan ziyaretler eşliğinde Suriye ve Irak’ta yeni adımlar atmaya hazırlanıyor. Bağdat yönetimi ile de “Basra Kalkınma Yolu Projesi”ni bir kaldıraç olarak kullanmak suretiyle PKK tehdidinin ortadan kaldırılmasına yönelik planlamalar yürürlüğe girmek üzere.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Nisan ayında Irak’a, Mayıs ayında ise ABD’ye yapması beklenen ziyaretler, sonuçları itibarıyla iç politikadaki çalkantılı gündemin ötesine geçebilir. Yerel seçimler nedeniyle hem kamuoyunun hem de Türkiye’deki medyanın yeterince üzerine eğilemediği ABD Kongresi Silahlı Hizmetler Komitesi üyelerinin ya da Irak’tan gelen çeşit çeşit heyetlerin Ankara’daki temaslarının sonuçları muhalefette de sürpriz etkisi yapabilir.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, geçen ay katıldığı bir televizyon programında, 2024 yılında Ukrayna-Rusya Savaşı’nın sonlanmasının beklenmemesi gerektiği ve Gazze için de ufukta barış görünmediği yönündeki açıklamalarını referans kabul edecek olursak, yerel seçimlerin ardından bölgemizdeki her türlü tatsız sürprize hazır olmamız gerekiyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 1 Nisan 2024’te yayımlanmıştır.

Mehmet Kancı
Mehmet Kancı
Mehmet A. Kancı – Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 1994 yılında ATV Siyaset Meydanı ile başladığı meslek hayatını sırasıyla ATV’de Haberci, NTV Haber Merkezi, CNN Türk’te Editör programı ve Haber Merkezi, TRT Türk ve TRT Haber’de sürdürdü. TRT’de görevine devam eden Kancı dış politika analizleri de kaleme alıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Seçim sandığı dünyayı durdurmuyor

Türkiye yerel seçimlere odaklanmışken dünyada neler oldu? Rusya-Ukrayna Savaşı’nda 20 Mayıs neden kritik? Kullanışlı bir dış politika aracı olarak “DEAŞ” nasıl ortaya çıktı? Netanyahu nasıl uluslararası hukukla dalga geçiyor? Mehmet Kancı yazdı.

Türkiye 1 yıldan kısa sürede, serbest seçimlerin başladığı 1950 yılından bugüne rastlanmamış yoğunlukta gündemleriyle iki seçimi geride bıraktı. Enflasyon, emekli maaşları ve ekonominin durumunun şaşırtıcı bir şekilde ön plana çıktığı yerel seçim kampanyalarının hakim olduğu son 1 aylık süreçte, her zaman olduğu gibi kamuoyu Türkiye dışında olan bitenlerle ilgilenme fırsatı bulamadı. Bu makalenin konusu da, gözden kaçan o gelişmeleri siz Fikir Turu okuyucularının dikkatine sunmak.

Ancak bir hususun da altını çizmekte fayda var. Türk dış politikası bu seçim sürecinde Türkiye-ABD ve Türkiye-Irak ilişkileri alanlarında yoğun bir mesai yürüttü. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından Brüksel’de düzenlenen 1. Nükleer Enerji Zirvesi ise yine ulusal kamuoyunda yeterince değerlendirilmeyen bir gelişme oldu. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bu zirvede, Ukrayna-Rusya Savaşı’nın hassas noktalarından biri haline gelen Zaporijya Nükleer Santrali’ne ilişkin yaptığı uyarı ve bölgenin yeni bir “Çernobil Faciası”nı kaldıramayacağını ifade etmesi de, seçim gündeminin içerisinde üzerinde konuşamadığımız önemli bir başlıktı.

Türkiye’nin ABD ve Irak ile yürüttüğü müzakereler haricinde seçim gündemiyle yoğrulan geride bıraktığımız 1 aylık süreçte, 2023’ten 2024 yılına taşınan krizler manşetlere hakim oldu. Ukrayna-Rusya Savaşı’nın değişen doğası, Afrika ve Hint-Pasifik bölgesinden tasfiye edilen Fransa’nın Karadeniz ve Kafkaslar havzasında kendisine alan yaratmaya çabası, İsrail’in Gazze’ye yönelik durdurulamayan saldırılarının hem Filistin topraklarında hem de uluslararası hukuk alanında yarattığı yıkım ve ABD’deki seçim süreci sandıktan başımızı kaldırıp dünyaya baktığımızda karşımıza çıkacak başlıca konular olacak.

Ukrayna-Rusya Savaşı’nda kritik tarih 20 Mayıs mı?

Önce Ukrayna’daki savaşın değişen doğası ile ne kast edildiği üzerinde duralım. Ukrayna’nın 2023 yılının Haziran ayında başlattığı karşı saldırının başarısızlığı sağır sultan tarafından dahi tasdik edildikten sonra mühimmat ve insan kaynağı krizi Ukrayna yönetimini köşeye sıkıştırdı.

Rusya ise endüstrisini savaş şartlarına uyarlamayı başararak maruz kaldığı ekonomik ambargolardan etkilenmediği gibi, Ukrayna’ya destek veren NATO ülkelerinin 3 katı kadar topçu mühimmatı üretmeye başladı. Dahası, Kuzey Kore ve İran da Rusya’ya topçu mühimmatı, balistik füze ve kamikaze dron temin ediyor. Cephe gerisinde dengeleri kendi lehine çeviren Rusya, Donbas cephesinde Ukrayna karşı saldırısını savuşturduğu gibi toprak kazanımları da elde etti. Harkiv ve Odesa kentleri istikametinde Rus ordusunun başlatacağı karşı saldırı için artık gün sayılmakta.

Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky, ihtiyaç duydukları miktarda mühimmatın kendilerine ulaşmaması durumunda, Rus saldırısıyla Haziran ayında yaşanacak drama dikkat çekti Mart ayının son haftasında. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise 28 Mart günü itibarıyla şu cümleyi sarf ederek olası gelişmelere ışık tuttu: “20 Mayıs itibarıyla Zelensky’nin meşruiyetini tartışmamıza gerek kalmayacak”.

İki taraf arasında tehlikeli enerji savaşı

Tünelin ucundaki ışığın azalması, 15-17 Mart tarihlerinde yani tam da Rusya’da devlet başkanlığı seçimi için sandık başına gidildiği günlerde, Kiev yönetimini umutsuz bir çabaya yöneltti. Ukrayna ordusu, saman alevi misali Kırım Yarımadası ve Karadeniz’deki Rus donanmasını hedef alan operasyonların ötesinde, Rusya toprakları içerisinde ilk kez kapsamlı bir saldırıya girişti.

Rusya’nın savaşı sürdürmesi için önemli gelir kaynağı olan petrol satışına darbe vurmak için yüzlerce kamikaze dron ve füze ile 12 petrol rafinerisi vuruldu. Ukrayna saldırısı Rusya topraklarının 900 kilometre kadar içlerine uzandı. Rusya’nın buna yanıtı başkent Kiev’i hipersonik füzelerle vururken, Ukrayna’nın tüm enerji altyapısını felç edecek eylemlere girişmek oldu. Çok sayıda termik santral devre dışı bırakılırken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Brüksel’deki uyarısının üzerinden 24 saat geçmeden, Zaporijya Nükleer Santrali’ne su ve elektrik temin eden Dinyeper Hidroelektrik Santrali de hedefler arasındaydı.

ABD, başlattığı enerji savaşı nedeniyle Ukrayna’yı uyarmak zorunda kaldı ve petrol fiyatlarında artışa yol açacak bu eylem tarzına nokta konmasını istedi. Ancak pandoranın kutusu açılmıştı ve Rusya Harkiv kentini aylarca elektriksiz bırakacak intikam saldırıları da dahil olmak üzere, Ukrayna’nın enerji altyapısına yönelik yıkıcı hamlelerini sürdürdü.

Fransa’nın Rusya-Ukrayna Savaşı’na daha fazla müdahil olması

Bu saldırılar bir süredir Karadeniz ve Kafkaslar bölgesine artan silah satışları ile dikkat çeken Fransa’nın da savaşa daha fazla müdahil olmasını gündeme getirdi.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Afrika ve Hint-Pasifik bölgesinde ülkesinin yitirdiği nüfuz alanlarının yerine yenilerini koymak için bir süredir girişimler yürütüyordu. Bu girişimler Romanya, Moldova ve Ermenistan’a silah satışları ile kendisini gösterirken, Macron bir ileri adım daha attı. Ukrayna topraklarına Fransız askerlerinin gönderilebileceğini söyledi.

Dinyeper Nehri boylarına ve Karadeniz kıyısındaki liman kenti Odesa’ya asker göndermeyi gündeme getiren Fransız Cumhurbaşkanı’na, Kremlin yönetiminin her seviyesinden sert mesajlar geldiğini tahmin etmeniz zor olmayacaktır. Fransız askerlerinin Ukrayna topraklarına gönderilmesinin olası sonuçları tartışılırken, bir kez daha nükleer çatışma ihtimali de gündeme geldi. 22 Mart günü ise gündemi tamamen değiştirecek gelişmeler Moskova’da yankılanan silah sesleri ile yaşandı.

Kullanışlı bir dış politika aracı olarak “DEAŞ” markası

Rusya’nın başkentindeki bir konser salonunu basan silahlı bir grup, sivilleri kurşuna dizerken binayı da ateşe verdi. 29 Mart itibarıyla yangın nedeniyle çöken salonun enkazında naaşları bulunanların sayısı 144’e ulaştı. Saldırıyı 2017 yılından bu yana adını daha sık duyduğumuz DEAŞ-Horasan örgütünün üstlendiği iddia edildi.

Ancak sıradışı bir şekilde terör eyleminin 4 zanlısı Ukrayna sınırı istikametinde kaçmaya çalışırken ele geçirildi. Neden sıradışı diyoruz; el Kaide ya da DEAŞ örgütlerinin hatta 2008 yılında Hindistan’ın Mumbai kentine saldıran Leşker-i Tayyibe gibi örgütlerin mensuplarının kaçmaya çalıştıkları görülmemiş hatta ölene kadar çatıştıkları, son kertede ise üzerlerindeki patlayıcıları havaya uçurdukları pek çok örneğe rastlanmıştı.

Yakalanan şüphelilerle ilgili kayda değer bir bilgi ise DEAŞ-Horasan’ın yakın geçmişte Türkiye, İran, Afganistan ve Pakistan’da düzenlenen saldırılara karışan mensupları gibi Tacikistan kökenli olmalarıydı. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Afganistan ve Pakistan’daki ekonomik çıkarlarını ve diplomatik misyonlarını hedef alan teröristlerin Tacikistan’ın yanı sıra Özbekistan’dan devşiriliyor olmaları dikkat çekici bir husus.

Rusya uyarılara rağmen saldırıyı neden önleyemedi?

Batılı ülkelerin, Türkiye ya da Rusya’nın veri tabanında yer almayan, Irak, Suriye ve Kuzey Afrika’daki terör grupları ile bağlantıları olmayan, dijital dünyada da iz bırakmayan bu teröristlerin nereden çıktıkları, kimler tarafından eğitildikleri tam anlamıyla muamma. Nitekim, ABD’nin Şubat ayından itibaren Moskova’da terör eylemi olacağı yönündeki uyarıları da büyük ihtimalle bu nedenle işlevsiz kaldı. Rusya elindeki veri tabanından yola çıkarak bu çapta eylem yapabilecek olağan şüphelileri Şubat ayının son günlerinden itibaren Dağıstan ve çevresinde aramaya başladı. Hatta bazı şüpheliler ölü bazıları da sağ ele geçirilmişti. Ancak daha önce haklarında hiçbir bilgi olmayan bir başka terörist grubunun Moskova’daki konser salonuna ulaşması engellenemedi.

Rusya saldırıdan Ukrayna’yı ve onu destekleyen Batılı ülkelerin istihbarat servislerini sorumlu tuttu. Muhtemeldir ki önümüzdeki aylarda Rusya, DEAŞ-Horasan adıyla güncellenen terör örgütünün peşine Tacikistan, Özbekistan ve Afganistan topraklarında düşecek. Donbas ve Kırım cephelerinde inisiyatifi ele geçiren Rusya’nın önümüzdeki aylarda daha fazla asimetrik saldırıya maruz kalması da sürpriz olmayacaktır.

Netanyahu uluslararası hukukla alay ediyor

Ve gelelim Gazze cephesine…

Ne Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde onaylanan karar tasarıları, ne Lahey Uluslararası Adalet Divanı’nda alınan tedbir kararları, ne de ABD yönetiminin İsrail Başbakanı Netanyahu ile Karagöz-Hacivat gösterilerini andıran didişmeleri Gazze’deki katliamı durdurmak için etkili olabiliyor.

Netanyahu ve hükümetindeki Siyonist suç ortakları, 7 Ekim’in ardından başlattıkları Gazze Şeridi’ni “Filistinsizleştirme” politikalarını hayata geçirmekte kararlılar. Dahası, Netanyahu İsrail ordusuna, Ramazan ayının hürmetine ateşkes bekleyenlere aptallık derecesinde saf olduklarını ifade edecek şekilde, Refah kentine yönelik saldırıların sürmesi yönünde emir verdi.

29 Mart itibarıyla Gazze’de hayatını kaybedenlerin sayısı 32 bin 623. Yetersiz beslenme ve açlık sebebiyle yaşamını yitiren bebeklerin, çocukların ve yaşlıların sayısı giderek artıyor. Uluslararası toplum ise paraşütleri açılmayan ya da denize düşen yardımları Gazze halkının üzerine yağdırıp yeni ölümlere sebep olmak suretiyle adeta bu insanlarla alay ediyor.

İsrail hükümeti ve ordusu soykırım tanımının içerdiği neredeyse tüm suçları hayata geçirirken ABD ve G-7 ülkeleri Gazze kıyılarına rıhtım inşa edip Filistinlilere günde üç öğün yemek dağıtmaktan bahsediyorlar. ABD yönetimi ise bunun gerçekleşmesi için İsrail’den yemek alacak insanlara ateş etmemesini “rica ediyor”.

Peki, seçimlere hazırlanan ABD Başkanı Biden’ın geride bıraktığımız ay Gazze meselesine dair basına yansıyan en önemli eylemi ne oldu? Beyaz Saray’daki kurmaylarının, Gazze’deki katliamlara ilişkin uygulanan politikanın Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerinde kendisine oy kaybettireceği yönündeki uyarılarına küfür ederek karşılık verdi ve İsrail’e yardımı sürdüreceğini söyledi. Bu vesileyle ABD Başkanlık seçiminde gelinen noktayı da hatırlatalım.

ABD’de seçmenler yeniden Trump ile Biden arasında tercih yapmaya mahkum edildi

13 Mart itibarıyla, gelecek Kasım ayında uluslararası toplumun bir Trump-Biden rövanşı izleyeceği kesinleşti.

Demokrat Parti’nin 82 yaşındaki Biden haricinde ön seçimlere etkili tek bir isim dahi sürememiş olması herhalde ABD siyasi tarihine unutulmaz bir dram olarak kaydedilecektir. Cumhuriyeti Parti’de ise Donald Trump’ın rakipleri erken havlu atmak zorunda kaldı. Normal şartlarda Haziran ayında resmiyet kazanacak başkanlık adayları, Mart ayındaki iki “Süper Salı” neticesinde netleşti.

Ancak şunu da dikkate almak lazım. ABD’nin çok sayıda eyaletinde her iki adaya da oy vermek istemeyen hatırı sayılır miktarda seçmen var. Biden yönetiminin Filistin politikaları ile her iki adaya yönelik memnuniyetsizlik, seçime katılım oranlarının düşmesine yol açabilir.

Trump’ın başkan yardımcılığı görevini yürütmüş olan Mike Pence’in dahi, kendisini anayasadan üstün gördüğü gerekçesiyle Trump’ı desteklemeyeceğini açıklamış olması, Cumhuriyetçi Parti içerisindeki bölünmenin boyutunu da gözler önüne seriyor. Yine de Donald Trump anketlerde önde görünüyor ve gerek piyasalar gerek Avrupa hükümetleri Trump’ın yeni başkanlık dönemi gerçeğini kabullenmiş durumdalar.

Dahası, piyasalar daha şimdiden 2032 yılına kadar sürebilecek Trump başkanlığını tartışmaya başladı. Trump’ın başkanlık süreci ile ilgili olarak Ortadoğu bölgesinin en olumlu beklentisi ise ABD askerlerinin Irak ve Suriye’yi terk etmesi olabilir. Eski ABD Başkanı Nixon gibi ABD’nin küresel çatışmalardaki rolünü azaltarak ülke içerisinde ekonomik kalkınmayı öncelemek isteyen Trump, ilk başkanlık döneminde Suriye’deki ABD askerlerini çekmenin eşiğine gelmişti. Ne tesadüftür ki bu söylemindeki ısrarını devam ettiren Trump, Kasım ayında bir seçim zaferine yaklaşırken, birileri DEAŞ-Horasan üzerinden DEAŞ tehdidini yeniden parlatmaya başladı. Tam da Irak ve ABD hükümetleri arasında, DEAŞ tehdidinin artık kalmadığına ve koalisyon güçlerine ihtiyaç olmadığı gerekçesiyle, yabancı askerlerin çekilmesine dair müzakereler başlamışken.

Türkiye’nin Irak ve Suriye’de yeni hamle hazırlıkları

İşte bu ortamda Türkiye de bir yandan Washington’dan Ankara’ya giderek sıklaşan ziyaretler eşliğinde Suriye ve Irak’ta yeni adımlar atmaya hazırlanıyor. Bağdat yönetimi ile de “Basra Kalkınma Yolu Projesi”ni bir kaldıraç olarak kullanmak suretiyle PKK tehdidinin ortadan kaldırılmasına yönelik planlamalar yürürlüğe girmek üzere.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Nisan ayında Irak’a, Mayıs ayında ise ABD’ye yapması beklenen ziyaretler, sonuçları itibarıyla iç politikadaki çalkantılı gündemin ötesine geçebilir. Yerel seçimler nedeniyle hem kamuoyunun hem de Türkiye’deki medyanın yeterince üzerine eğilemediği ABD Kongresi Silahlı Hizmetler Komitesi üyelerinin ya da Irak’tan gelen çeşit çeşit heyetlerin Ankara’daki temaslarının sonuçları muhalefette de sürpriz etkisi yapabilir.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, geçen ay katıldığı bir televizyon programında, 2024 yılında Ukrayna-Rusya Savaşı’nın sonlanmasının beklenmemesi gerektiği ve Gazze için de ufukta barış görünmediği yönündeki açıklamalarını referans kabul edecek olursak, yerel seçimlerin ardından bölgemizdeki her türlü tatsız sürprize hazır olmamız gerekiyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 1 Nisan 2024’te yayımlanmıştır.

Mehmet Kancı
Mehmet Kancı
Mehmet A. Kancı – Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 1994 yılında ATV Siyaset Meydanı ile başladığı meslek hayatını sırasıyla ATV’de Haberci, NTV Haber Merkezi, CNN Türk’te Editör programı ve Haber Merkezi, TRT Türk ve TRT Haber’de sürdürdü. TRT’de görevine devam eden Kancı dış politika analizleri de kaleme alıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x