Sosyal ve siyasal mesajlar iletmek, taraftarları canlandırıp, hasımları caydırmak temel motivasyonuyla bedeni feda ederek gerçekleştirilen tepkisel intihar vakalarının tarihte de pek çok örneği var.
MS 45 – 73 arasında Roma’ya isyan eden Yahudi Sikârîler, MS 11. ve 13. yüzyıllar arasında Selçuklu otoritesine başkaldıran Nizârî-İsmâilî Haşhâşîler, Rusya’da,1881’de bir Rus devrimcisinin üzerindeki bombaları Çar II. Alexander’a yakın mesafede patlatması, 1944-45’te Pasifik’teki Japon Kamikazeler, Çin hükümetinin Tibet halkına uyguladığı politikaları protesto etmek için Budist rahiplerin 1963 sonrası kendilerini yakma eylemleri… Bütün bu örnekler “ölerek öldürmenin” kültürler arası bir fenomen olduğunu da gösteriyor.
Günümüzün ilk canlı bomba eyleminin 1981’de Beyrut’ta gerçekleştiğini söyleyebiliriz. İran-Irak Savaşı’nın devam ettiği o yıllarda İran destekli ed-Dava’nın Beyrut’taki Irak Büyükelçiliği’ne bomba yüklü araçla yaptığı bu saldırı Şii kendini feda etme kültü etrafında şekillenmişti. 1983’de yine Beyrut’ta başka bir Şii hareket olan Hizbullah’ın canlı bomba saldırısı da 241 Amerikan, 58 Fransız askeri personelin hayatına mal oldu. Bu eylem II. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleştirilen en büyük non-nükleer saldırı olarak tanımlandı.
Orta Doğu’da Güney Lübnan Şii havzası, bölgesel çatışmaların etkisinde, canlı bomba eylemlerinin mayalandığı bir bölgeydi. Bir dönem canlı bomba eylemlerinin seri hale geldiği Çeçenistan, Filistin, Irak ve Suriye ile de sınırlı kalmadı, zamanla seküler ve Marksist gruplar tarafından da (PKK’nın Türkiye’deki ya da Tamil Gerillalarının Sri Lanka’daki eylemleri gibi) kullanılan global bir taktik haline geldi.
Bölgeler ve ideolojiler değişse de etnik, mezhepsel ve dini çatlakların otorite boşluklarına eşlik ettiği her yerde canlı bomba eylemi görülebiliyor. Dünya ekonomik sistemindeki bölüşüm ve paylaşım temelli çatışmaların yanı sıra taktiksel başarısı, örgütler arası temaslar ve eylemsel taklitler canlı bomba eylemini modern bir fenomen olarak yeniden üretiyor.
İntihar eylemlerinin teorisi
İntihar eylemi, aslında, Durkheim’in “tercihi diğergâm intihar” dediği, toplumsal ideallerin içinde kaybolmuş bireyin başkaları için kendini feda etme niteliğinin siyasal bağlamda yeniden üretilmesi olarak görülebilir.
Nitekim çocuğunu kurtarmak için kendini ateşe atan anne, batan gemide can yeleğini kızına veren baba, terslik anında arkadaşlarını kurtarmak için ipin sonundaki dağcının kendini bırakması gibi davranışlar, zahiren intihar olmasına rağmen, insanî ve ahlakî olarak “normalleşen” kendini feda etme pratikleri. Bu “normal” intiharla canlı bomba eylemleri arasında, kendini feda etme açısından ontolojik geçişler olmasına rağmen, farklar da elbette var.
Canlı bomba eylemi, temelde, ölmek ve yaşatmak için değil, iradi bir biçimde öldürmek ve zarar vermek için yapılır. Refleks olarak gelişmez; bilinçli bir şekilde önceden planlanmış bir ölme ve öldürme davranışıdır. Gönüllülük ve kendini kurban etme isteğine dayalı fakat daima küçük hücreler şeklinde örgütsel destek ve planlamanın sonucudurlar.
Saldırılar genelde kendi toprağına ve toplumuna karşı girişilen ya da girişildiğine inanılan tecavüzlerin asimetrik bir karşılığı olarak ortaya çıkar. Ucuz, etkili, yakalanma riski düşük, deşifre ihtimali olduğunda kolay vazgeçilebilen, ulaşılmaz hedefleri savunmasız halde yakalayabilen, döngüsel ve seri zincirler şeklinde genel bir korku havası yaratan taktiksel bir mantığa hitap eder.
Etnik, dinsel veya ideolojik anlatılara dayalı meşrulaştırmalarla rasyonalize edilir fakat daima siyasi motivasyona sahiptir. Eylemlerde bir taraftan işe yaramazlık, çaresizlik ancak var olanı da sessizce kabul edememe ve intikam duyguları; diğer taraftan toplumsal/örgütsel zeminde kahramanlaşma ve efsaneleşme hisleri etkilidir.
Düşmana karşı mutlak başarı kazanmadan ziyade caydırma ve maliyeti artırma güdüsü hâkimdir. Bulaşıcıdır; başarılı saldırılar örgütlerce taklit edilir. Ailede ya da çevrede umumiyetle “vahim” bir tetikleyici olay öyküsüne rastlanır.
Eylemcilerin profili
Canlı bomba eylemcilerinin sosyal profiliyse genelleme yapılamayacak kadar farklı özellikler taşır. Fakat Filistin ve Çeçenistan örneklerinden hareketle, ana hatlarıyla da olsa, eylemcilerin genel profili hakkında söylenebilecekler var.
Önemli bir kısmı erkek olmakla birlikte kadınların da aralarında bulunduğu eylemcilerin çoğunluğu bekar. Az da olsa 50’li yaşlarda eylemciye de rastlanmakla birlikte, yaşları ortalama 16-28 arasında değişiyor. 9-10 kişilik geniş ailelerden geliyorlar. Ekonomik durumları ait oldukları toplumunun genelini yansıtmakla birlikte, bazı eylemciler ortalamanın üzerinde ekonomik güce de sahip.
Eylemcilerin eğitim durumları da farklı ve karşıt özellikler gösteriyor. İlkokul terk olanlar da üniversitelerin prestijli bölümlerinden mezun olanlar da var. Eylemciler toplumunun dışında, uyumsuz kişiler de değildir, genelde, eylemiyle çevresini şaşırtan halkın içinde normal ilişkileriyle tanınan karakterlerdir.
Eyleme hazırlık
Eylemcilerin neredeyse tamamı gönüllülük esasına dayalı olarak eylemlerini gerçekleştirirler; bazen ilaç ya da uyuşturucu hikayesi görülür, fakat bunlar eyleme zaten hazırlanmış kişinin eylem öncesinde soğuk kanlı olması için kullanılır. Yine eylemcilerin neredeyse tamamının aile ya da yakın çevrelerinde bazen ölümle sonuçlanan şiddet ve dengesiz güç kullanımı göze çarpar.
Birçoğunun örgüt hayatlarınınsa o kadar uzun olmadığı yani örgüte yeni girdikleri söylenebilir. Eylemcinin birkaç hafta ya da birkaç ay içinde hazırlandığı saldırılar olduğu gibi, ihtiyaca göre birkaç saatte hazırlanıp gerçekleştirdiği eylemlere rastlanır.
Eylem öncesi, örgütle irtibat okul ya da mahalle gibi çevrelerden arkadaşlar vasıtasıyla sağlanır. Bazı durumlarda da, takip edilen potansiyel eylemciye örgüt kendi adamlarını göndererek yaklaşır.
Eylemci, genellikle, travmatik bir olay ya da olay silsilelerinden sonra eyleme karar verir. Üstesinden gelinemeyen dünyevi süreçler “kutsal” bir yok oluşla sanki sona erdirilmek istenir.
Canlı bomba eylemcisinde incinmiş kişilik yapısı, ümitsizlik ve öfke duyguları egemendir. İç dünyasını durağanlaştırmaya çalışan eylemci mantıklı ya da mantıksız dış temsil araçları geliştirir.
Eylemcilerin neredeyse tümünde görülen aile ve yakın çevrelerindeki ölüm ve tutuklamalar dikkate alındığında, canlı bomba eylemi ile intikam duygusu arasında bir bağ olduğu da söylenebilir.
Aile fertlerinin, özellikle babanın, çocuk ve gençlerin önünde şiddete maruz kalması otoriteyi ve gücü temsil eden baba imajının yıkımına sebep olur. İşgalle gelen ölüm ve işkenceler kişisel sarsıntıları; sarsıntılar intikam duygusunun gelişimini, intikam duygusu ise eylemleri tetikleyebilir.
Eylemci kendi gerçek ölümünü, psikolojik ölümüne sebep olduğunu düşündüğü bir dinleyici kitlesi üzerine fırlatarak, âdeta psikolojik ölümünün intikamını alır. Dışarda düzenin, içerde hayallerin parçalanmasıyla oluşan kaos ortamında, intihar eylemi, zaten “ölmüş” hisseden bireyin gerçek ölümü tercih etmesi gibidir.
İç içe geçen süreçler
Eylemler, eylemcinin ölme arzusu ile örgütlerin öldürme isteğinin kesiştiği noktada gerçekleşir.
Bireysel motivasyon, örgütsel destek ve toplumsal kahramanlaştırma bu süreçte iç içe geçer. Zaten var olan siyasal gerekçelerle, eylem çevresinde yaratılan ölüm ve şehitlik kültürü paralel süreçler olarak ilerler.
Bireysel motivasyonun önemli parçası olarak, dini meşrulaştırmalar çatışmayı kutsallaştırarak karmaşık politik realiteleri basitleştirir, militarizmi şeffaflaştırır, şiddeti normalleştirir.
İntihar saldırılarında dinin işlevi
Bununla birlikte, şehitlik ve cihad kültürü zemininde öldürmenin çok yönlü değer haline gelmesi ancak işgal, sömürü ve temel hakların gasp edilmesiyle meşrulaştırılmaya çalışılır.
Saldırıların Marksist ve etnik ayrılıkçı gruplar tarafından da gerçekleştirilmesi, eylemler ile dinî fanatizm arasında kurulan doğrusal bağı kırılgan hale getirir.
Din doğrudan saldırıların değil; saldırıların doğduğu sosyal zeminin ortaya çıkardığı karşı koyma biçimlerinin, bir anlamda baskı, işgal ve sömürü anlatılarından beslenen reaksiyoner dinî zihniyetin sebebidir. Temeli yorum olan bu zihniyet yeri geldiğinde eylemlere de kapı aralar.
Burada dinin temel işlevinin motive etme ve rasyonalleştirme olduğu söylenebilir. Özellikle işgal ve askerî müdahale, eylemlerin ihtiyaç duyduğu teolojik meşruiyet zeminidir. Bu teolojik meşruiyet zemini, zorlanarak ve özellikle “sivil fetvalar” kullanılarak, -karşılıklılık prensibi, topyekün savaşta olma, asker-sivil ayrımının imkansızlaşması, sivillerin de çatışmaya destek vermesi gibi argümanlarla- askerî hedefler dışında masum insanları da kapsayan intihar terörizmine doğru genişletilir.
Canlı bombanın özellikle çatışmanın tarafı olmayan sivilleri kapsayacak şekilde kullanılması eylemlerin intihar terörizmi kapsamında tartışılmasını sağlar.
Hücrelerdeki hazırlık
Saldırılarda, eylemciler, kendisine rehberlik eden bir örgüt tarafından seçilir, eğitilir ve hedefe kilitlenir.
Saldırılar, eylemi organize eden ana ünite olan “şehitlik hücresi” (el-hâliyyâtü’l istişhâdiyye) aracılığıyla gerçekleştirilir.
Eylem kararı alındığında oluşturulan şehitlik hücreleri, bir hücre lideri ile iki-üç yardımcıdan oluşur.
Hücreler yoğun telkin ve motivasyonun gerçekleştirildiği yerlerdir. Her hücre birbirinden ayrı ve gizli çalışır; hücre liderleri dışında hiç kimse diğer hücre üyelerini tanımaz. Hücreye alınan kişi aile ve diğer yakınları dâhil hiç kimseye hücreyle ilgili bilgi vermemesi için tembihlenir ve sadece hedeflenen misyona odaklanması istenir.
Şehitlik hücresine alınan aday, eğitim ve hazırlanma süreci boyunca “yaşayan şehit” (eş-şehîdü’l hay) ünvanını alır. Liderler hariç, yaşayan şehitler ve diğer hücre üyeleri, eylemin yerini ve zamanını bilmez. Operasyondan hemen sonra da şehitlik hücresi dağıtılır.
Şehitlik hücrelerinde, adayların, çiğnenmesi güç bir tür sosyal mukaveleyle birbirlerine söz verdikleri, telkin süreci sonucunda, eylemcinin âdeta “geri dönüşü olmayan bir noktaya” ulaştığı ifade edilir. Benzer sözleşmeler Japon kamikaze pilotlarında ve İrlandalı açlık eylemcilerinde de görülmüştür. Bu yolla, eylemcinin, tereddüt etme ya da meseleyi tekrar düşünme olasılığı minimalize edilir, karar aşaması ve telkin sürecinden sonra, sözden dönme ya da âni değişiklik, sadece kötü ve çelişkili olma değil, aynı zamanda döneklik ve utanç kaynağı olur.
Saldırıdan hemen önce
Eylemden birkaç gün önce, aday eylemci umumiyetle mektup, ses kaydı, video ya da her üçüyle son sözlerini söyler. Bu tarz kayıtlarla, aday, “bu benim hür kararımdır” diyerek kendi ağzından “şehitlik” misyonunda gönüllülük prensibine vurgu yapar ki, bu durum, ailelerden gelebilecek muhtemel ithamların önlenmesi anlamına da gelir.
İkinci olarak, aday, tüm gençlere kendi yolundan gitmeleri konusunda çok canlı; fakat bir o kadar da buruk sosyal mesaj vererek duygu yoğunluğu ve sempati oluşturur.
Üçüncü olarak, aday, kendi videosunu tekrar tekrar izleyerek eylemle bütünleşir ve ölüm duygusuna alışarak yok olmayı kanıksamaya başlar.
Son olarak, eylem sonrası, medyaya gönderilen kayıtlar küresel çapta sansasyon yaratır. Böylece, bir taraftan dünya kamuoyunun dikkati bölgedeki problemlere çekilir, diğer taraftan sponsor örgüt reklamını yapma imkanı bulur.
Eylemden önce hedef ve taşıyacağı düzenekle ilgili teknik ve taktiksel bilgi sahibi olan aday, âdeta ruhani bir hava içinde yoğun spiritüel bir arınma da yaşayarak artık eyleme hazırdır. Eylem anında korku, endişe veya deşifre olma riskiyle vazgeçen eylemcilere rastlanmakla birlikte, iyi motive edilmiş bir eylemciyi yine de durdurabilecek çok az şeyin olduğu söylenebilir.
Sonuç olarak, canlı bomba eylemi “bütün sosyal katmanlardan gelebilen, dinin ideolojik yorumuna dayalı meşrulaştırma anlatılarından gücünü alan; fakat daima siyasî hedefi olan, bir örgütsel yapının desteğine dayalı, askerî ya da sivil hedefler kullanmak suretiyle; işgal, baskı ve zulüm kavramlarıyla tanımlanan düşmana karşı, kendi yok oluşunu kendi eliyle şiddete dönüştürerek varlık mesajı veren saldırı tipi” olarak karşımıza çıkar.
Saldırılar, özellikle muhtemel çözümler açısından, dünya ekonomik sistemindeki bölüşüm problemleri, bölgesel çatışma ve otorite boşlukları, hukuk ve vatandaşlık ekseninde adalet dağıtan kamusal mekanizmalar, post-seküler bir dünyada planlı din eğitimi ve dini kültür politikaları, bölgesel istihbarat paylaşım imkanları, bireysel rehabilitasyon ve topluma kazandırma süreçleriyle birlikte düşünülmesi gereken bir problemdir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 11 Mayıs 2022’de yayımlanmıştır.