Başlığa bakıp da yanılmayınız, çok kısa süre içinde Suriye’de tüm dengeleri değiştirecek bir çatışma ufukta görünmüyor. Ancak, artık haber bültenlerine bile konu olmayan, dışarıdan izleyenler için ise sıradanlaşmış Suriye’nin rutin çatışma haberleri bir süredir farklı özellikler içermeye başladı. Bu nedenle, bu yazı birkaç ay sonra, “yahu ne oldu da bu noktaya geldik” diyecekler için bir arşiv yazısı olarak kabul edilmeli.
Suriye’deki ayaklanmanın fitili 10 yıl önce ülkenin güneyinde, Dera’da ateşlenmişti. 6 yıl boyunca Rejim’in kontrol edemediği bu şehir 2017’nin sonlarında muhaliflerin büyük kayıplarına sahne olduktan sonra 2018’de tamamen Şam’ın denetimine geçti.
Bu süreçte Rusya, Dera’daki muhalifleri doğrudan Rejim’in ve İran yanlısı grupların denetimine bırakmaktansa kendi inisiyatifi altında yeniden örgütledi. Eski Rejim muhaliflerinin bir kısmı Ruslar tarafından 5’inci Kolordu denilen bir yapı çerçevesinde silahlandırıldı ve eğitildi. 2019’dan itibaren bu birimler bazen İdlib’te, bazen Libya’da, ama hep Rusya’nın güdümünde sahneye çıktı. Bu süre zarfında Şam’daki yöneticiler Dera’yı tekrar kontrol altına aldıklarını düşünerek Rejim’in sembollerini ve eski yönetme tarzını bu bölgede dayatmaya kalkınca küçük çaplı rahatsızlıklar yerini kargaşaya bırakmaya başladı. Bu kargaşa birkaç kez Rusya’nın araya girmesiyle çatışmalar kontrolden çıkmadan “tatlıya bağlandı”. Ancak bir ay kadar önce, daha evvel ulaşılmamış boyutta bir çatışmanın fitili ateşlendi.
Dera’da sönmeyen ateşi, Rusya-İran rekabeti nasıl tetikledi?
Unutmayalım ki, Suriye’de her şey “büyük güçler ne derse o olur” şeklinde ilerlemiyor. 10 yıllık iç savaşta ülke ekonomisi harap oldu. İşsizlik ve üretimin çökmesi bir yana, ambargo altında olan ülkede yakıt ve gıda sorunu sık sık baş gösteriyor. Dera’da bir türlü düzelmeyen sorunlara, Rejim’in isyan ateşi sönmemiş olan şehri eski kurallarla yönetmeye kalkma arzusu eklenince bu sefer kavga büyük oldu.
Haziran sonlarına doğru şehrin içinde küçük bazı muhalif gruplar silahlı direniş sergilemeye başladı. Ayın 24’ünde Rejim içinde İran’a yakınlığıyla bilinen isimlerin denetimindeki 4’üncü Tümen’e bağlı unsurların bu gruplara operasyon yaparak olayları bastırmaya çalışması için ateşe benzin dökülmesine benzer bir etki yarattı. Hem bu müdahale başarısız oldu, hem de Rusya, İran’ın bu bölgede etkinlik göstermesini engellemek için bir süredir yürüttüğü politikanın yeni bir örneğini sergileyerek olayları müzakereyle bitirme yoluna gitmedi.
Dera Vilayeti’nde küçük bir kısım Rejim tarafından ablukaya alındı. Bunu gösteriler ve ablukaya alınanlara yardıma giden gruplara ilişkin görüntüler izledi. Rejim, bir ay kadar süren ablukanın ardından şehirdeki eski Özel Suriye Ordusu’nun (ÖSO) kontrol ettiği yere yönelik kontrol amaçlı bir operasyon başlatınca kıyamet koptu. Çatışmalar sonucunda Rejim güçleri çekilmek zorunda kaldı. Eskiden ÖSO’ya bağlı olan birimler bazı kasabaları ve ilçeleri ele geçirdiler. Ancak, buraları uzun süre ellerinde tutmaları mümkün değil. Binlerce sivil kuşatma altında kaldı ve kötü hava koşullarına rağmen yiyecek ve ilaç başta olmak üzere temel ihtiyaç ürünlerinden yoksunlar. Nihayetinde Rusya devreye girdi; şimdiler müzakereler yapılıyor. Muhtemelen, çatışmaya girenler ile ailelerinin İdlib’e gönderilmesi, diğerlerine yönelik bir yaptırım uygulanmaması karşılığında geçici bir ateşkes daha sağlanacak.
Dera’dan alınacak üç ders
Peki, bu olay bize ne öğretti? Bence üç önemli ders çıkarmamız lazım; ilki Rejim’in ülkeyi 2011 öncesinde yönettiği gibi yönetme düşüncesinin tamamen bir hayal olduğu. Esad Yönetimi savaşı büyük ölçüde kazandı; buna şüphe yok. Fakat ülkeyi iç savaştan önceki kurallar, koşullar ve uygulamalarla yönetmesi halinde neler olabileceğinin bir örneği daha çok kısa süre önce yaşandı. Bu Suriye’nin geleceğine dair kafa yoran herkes için bir ders olmalı.
İkinci ders, çatışmaların gidişatına ilişkin taktik bir ders. Rus desteği olmadan Şam Yönetimi hâlâ çok etkisiz. Tüm eğitim programları, yeni silahlar ve danışmanlık hizmetleri bir yere kadar fayda sağlıyor. İran’a güvenerek Rejim’in içinde ayakta kalmaya çalışanların işi zor. Hizbullah, Suriye’de eski gücünden uzak, muhtemelen büyük bir çatışmaya girmek dahi istemiyor. İran yanlısı militan gruplar ise tüm silahlı gruplar arasında en zayıfları. Kalabalık olsalar da bu etkin olacakları anlamına gelmiyor.
Üçüncü ders ise Rusya-İran ilişkilerine dair. Rusya, İran’ı sadece Şam’da değil, özellikle Suriye’nin güneyinde istemiyor. Ona yakın grupların hiçbir hamlesine destek yok. Bunu da not edelim. Çünkü bu faktör Rusya-İsrail ilişkilerinden, Halep’teki dengelere, hatta kuzeydoğu Suriye’deki PYD varlığına kadar pek çok konuda karşımıza çıkacak.
Gelelim İdlib’e
İdlib’i uzun süredir unuttuk. Keşke yanı başımızda milyonlarca insana ev sahipliği yapan bu şehirde güvenlik meseleleri ve insani sorunlar çözülse de, İdlib tartışılacak bir sorun olmaktan tamamen çıksa. Ancak, gelişmeler tersini işaret ediyor. İdlib için endişelenmemize neden olan birkaç önemli gelişme var.
Bunlardan ilki, Rusya’nın çok ağır bir bombardımanla geri dönmesi. 6 Mart 2020’de yürürlüğe giren ateşkesten beri Rusya ara ara İdlib’i vuruyordu. Ancak bu hava saldırıları büyük bir etki yaratmaktan uzaktı. Ayda bazen 2 bazen 3 saldırı gerçekleşiyor, bunların da çoğu etki üretmiyordu. Fakat Mayıs’tan beri önemli bir değişim var. Önce Mayıs ayının sonunda Rusya bölgeye gelişmiş ağır bombardıman uçakları gönderdi. Sonra hava saldırılarının sayısı Haziran’da önceki aylara göre bir miktar tırmandı. Ancak, Temmuz’da çok ciddi bir değişim görüldü. Olan biteni açık kaynaklardan izleyen bir gözlemci olarak 19 hava akını saydığımı söyleyebilirim. Bunların büyük bir kısmı Al Bara, İhsem, Maraan gibi Cebel Zawiye’deki yerleşim yerlerinin kırsal arazileri ile Kıbbene çevresine yoğunlaşmış durumda. Çok büyük bir kısmı nöbet kuleleri, cephanelikler ve siperlere yönelik bu akınlar aslında taktik amaçlı görünüyor. Yani, 2019’da gördüğümüz gibi sivillerin bölgeyi terk etmesi amacıyla sivil hedeflere gelişigüzel düzenlenen bir bombardıman değil. Fakat ikinci gelişme, tam da bu nokta ile bağlantılı.
Suriye Ordusu ve ona bağlı milis gruplar İdlib’te belli bir bölgedeki yerleşim bölgelerine yönelik tam bir saldırı furyası başlatmış durumda. Bu saldırılar 1,5 yıldan beri devam ediyor diyebilirsiniz. Fakat bu sefer farklı. Önceleri göreli etkisiz roketler ve füzeler ile düzenlenen saldırıların yerini Rusya’nın güdümlü mermiler atan Krasnopol top sistemleri aldı. Bu silahlar son derece yıkıcı özelliklere sahip, hedefleri vurma oranları epey yüksek ve vurduğu yerlerde çok ağır etkiler yaratıyor. Özellikle son bir aydır İdlib’te sivil kayıpların artmasının nedeni bu silahların yoğun olarak kullanılmaya başlaması. Bunun yanı sıra Rejim’in sivil araçlara dahi güdümlü roketler atarak köyüne, tarlasına gitmek isteyenleri dahi hedef alması dikkat çekici.
Tüm bunlar şu anlama geliyor: Rusya ve Rejim, tüm silahlı grupların ve bölgede geride kalmış tek tük sivilin Türkiye-Suriye sınırına paralel ilerleyen ve doğu-batı eksenide Lazkiye’ye kadar giden M4 yolunun güneyini tamamen boşaltması için eşgüdümlü bir süreç başlatmış durumda. Karadan Rejim, havadan Rusya yaklaşan bir operasyonun altyapısını hazırlamak üzere bölgeye ciddi bir saldırı başlatmış durumda.
Peki, bu sürecin öncekilerden farkı ne?
Süpürme harekâtı mı?
Fark şu; önceki operasyonlarda Rejim yaptığı operasyonlara büyük büyük isimler vererek, tüm İdlib’i geri alacağını ileri sürerek fiyakalı bir medya kampanyası yürütüyordu. Büyük çaplı bir süpürme harekâtı uygulamaya çalışan Rejim 2019 ve 2020 bunda kısmen başarılı oldu. Ancak o dönemde karşısında dağınık biçimde örgütlenmiş, hatta birbirleriyle güç mücadelesi içinde olan silahlı muhalif gruplar vardı. Şimdi ise durum farklı. Türkiye’nin İdlib’te barışı sağlamak ve insani dramı engellemek için inşa ettiği askeri varlığı olası bir süpürme harekâtını engelliyor. Yoksa çoğu HTŞ’nin1 güdümüne girmiş ya da ondan ayrı hayatta kalmayan çalışan silahlı gruplar için durum önceki operasyonlardan çok farklı değil. Rusya ve Rejim’in bu kadar yoğun ateş gücü altında coğrafyayı kullanarak ilerlemeyi yavaşlatma dışında şansları yok denecek kadar az. Bu nedenle süpürme harekâtı yapamayacak olan Rejim karadan M42 civarını siviller için yaşanamaz hale getirirken, Rusya ise olası bir çatışma durumu için taktik hedefleri çok sert vuruyor.
Yani, şimdi adı konulmamış olsa bile Rusya’nın bir yandan diplomatik diğer yandan askeri olarak M4 civarını kontrol etme girişiminin başladığı söylenebilir. Sorun tam da bu noktada düğümleniyor. Bu süreç başladığı gibi sessiz bir biçimde ve belli bir uzlaşıyla mı sona erecek, yoksa 2020’nin başlarında, Rejim ve Rusya’nın İdlib’e yönelik operasyonu sırasında Türkiye’nin de kısmen dahil olduğu benzer bir çatışmayı yeniden mi yaşayacağız, işte bu sorunun yanıtı İdlib’te değil, Türkiye-ABD-Rusya ilişkilerinde yatıyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 3 Ağustos 2021’de yayımlanmıştır.