Suriye’de sıkışıklık nasıl aşılır? Gordion’un düğümü İskender’in çözümü

Suriye’de toprak bütünlüğünden siyasal yapıya, terör örgütlerinin varlığından ekonomik şartlara nasıl bir düğüm var? Şam ne yapmaya çalışıyor? Türkiye düğümü kesmek ve şartları kendi lehine dönüştürmek için ne yapmalı? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

Çoğumuzun duyduğu bir efsane vardır. Yüzyıllar önce Frig Kralı Gordios yoksul bir köylü iken kendisine ait olan öküz arabasını, kral olduktan sonra bir Frig tanrısının tapınağına adar. Araba, tapınağa kızılcık dallarıyla öylesine güçlü bir düğümle bağlanmıştır ki; bu düğümü çözecek kişinin Asya’nın hakimi olacağına inanılır. Deneyeni çok olsa da düğüm çözülmez. Büyük İskender de Gordion’a geldiğinde düğümü çözmeye çalışır, başaramaz. Sonunda kılıcını çeker ve düğümü keser. İskender, bilinen dünyanın en büyük imparatorluğunu kurar. Kimileri genç yaşta ölmesini düğümün lanetine bağlar. Modern çağlarda İskender’in düğümü çözmekle uğraşmak yerine kesip atması bir metafor olarak kullanılır. Günümüzdeyse karmaşık bir sorunu, kısa yoldan ve gerekirse kuvvet kullanarak çözmeyi anlatan bir problem çözme yöntemi olarak anılır.

Suriye’de düğüm

Yaklaşık iki aydır Türkiye ile Suriye arasında üst düzey görüşmelerin yeniden başlayacağı konuşuluyor. Bu süreçte gündem yoğunluğundan gözden kaçmış olabilecek birçok önemli toplantı, ziyaret ve ikili görüşme yapıldı. Bilebildiğim kadarıyla henüz herhangi bir konuda somut bir uzlaşı yok. İlk etapta Türkiye için öncelikli hedef, güven inşa edici bir sürecin başlaması ve bu sürecin sağlıklı bir zemine oturtularak, uzun vadede Suriye’de kalıcı bir istikrarın sağlanabilmesi için bir yol haritası çıkarılması.

Türkiye’nin Suriye’deki hedefleri şu ana kadar resmî makamlar tarafından defalarca belirtildi: Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve siyasal birliğinin korunması; terör örgütlerinin Suriye topraklarındaki varlığının sona erdirilmesi; Suriye’de demokratik bir yönetimin kurulması ve ülkelerini terk eden Suriye vatandaşlarının güvenli bir biçimde ülkelerine dönüşlerinin sağlanması. Ancak dürüst olmak gerekirse bu hedeflerin her birinin önünde çok güçlü engeller var. Bu engellerin bir araya gelmesi Gordion’un düğümünü oluşturuyor.

Suriye’nin toprak bütünlüğü

Bugün ülkenin üçte ikisine yakını Suriye Hükümeti’nin kontrolünde olsa da Suriye dört etki alanına bölünmüş durumda. Ülkenin batısında Lazkiye’den Suweyda’ya kadar olan bölge Rus etki alanı, yani Suriye Hükümeti’nin doğrudan kontrol ettiği bölge olarak tanımlanabilir.

Halep ve Şam’ın doğusundan kaba birer çizgi çekilerek Fırat’ın batısına kadar olan büyük ancak nüfus yoğunluğu az olan bölge İran etkisi sahası. Haritalarda bu bölge Suriye Hükümeti’nin denetiminde görünse de gerçekte milis gruplar aracılığıyla İran tarafından kontrol ediliyor.

Ülkenin kuzey doğusunda PYD’nin kontrol ettiği bölge ABD etki sahası olarak nitelenebilir. Ayn El Arap’tan Rakka’ya oradan Cezire ve Fırat’ın doğusu boyunca uzanan bu bölge, ülkenin yaklaşık dörtte birini kapsayacak kadar büyük.

Suriye’deki dördüncü etki alanı ise Türkiye’ye ait. Afrin’den Cerablus ve El Bab’a kadar uzanan alan ile Tel Abyad ve Ras El Ayn gibi yerler yüz ölçüm olarak küçük olsa da nüfus yoğunluğu yüksek bir bölge.

Aslında Suriye’de bir bölge daha var. İdlib olarak bildiğimiz yer hiçbir devletin doğrudan etki alanı değil, fakat burası tam bir güç mücadelesi sahası.

Suriye’nin siyasi birliği

Yeri gelmişken ülkenin siyasi birliğinden de bahsetmemiz gerekiyor. 9 ay önce PYD kendi kendine yeni bir anayasa yazma ve yasal düzen oluşturma girişiminde bulunmuştu. Bu girişimi yerel seçimlerle yeni bir evreye getirme amacındaydı. Şimdilik vazgeçmek zorunda kalsa da PYD kontrolündeki bölgede yerel meclisler, parlamento gibi çalışan bir kurum ve ona bağlı bir kamu idaresi inşa edildi. Yani yerel seçim yapılmasa da PYD kontrolündeki bölgede farklı bir siyasi düzen mevcut. Ancak Suriye Hükümeti’nin dışındaki tek siyasi kurum PYD’ye bağlı yapılar değil.

Suriye muhalefetinin kontrolündeki Türkiye etki sahasında Suriye Geçici Hükümeti (SGH) bulunuyor. Bu hükümet Suriyeli muhaliflerin siyasi temsilcisi ve yürütme organı. Şam, Suriye Geçici Hükümeti’ni kabul etmediğini ileri sürse de uluslararası müzakerelerde onunla masaya oturuyor. Yani siyaseten yok saydığı Suriye Geçici Hükümeti’ni pratikte çoktan kabullenmiş durumda.

Bu iki örneğin yanı sıra İdlib’de Kurtuluş Hükümeti adı altında başka bir hükümet daha var. HTŞ’nin Suriyeli ılımlı muhalifleri İdlib’den çıkarmasının ardından kurduğu ve bu sözde hükümetin kontrolü altında 3 milyondan fazla insan yaşıyor.

Elbette bir de Suriye Hükümeti var. Yakın zamana kadar Rejim veya Esad Yönetimi denilen fakat uluslararası alanda Suriye devletinin resmî temsilcisi olan yapıya artık Suriye Hükümeti deniliyor.

Özetle Suriye’de 4 etki alanı, bir mücadele sahası ve 4 ayrı siyasi yapı bulunuyor. Gördüğünüz gibi Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliği kâğıt üzerinde bile sağlanabilmiş olmaktan çok uzak.

Terör örgütlerinin Suriye’deki varlığı

İç savaşla birlikte Suriye devlet dışı silahlı aktörler ve terör örgütleri için tam bir yaşam alanı hale geldi. Zaman içinde birçok grup zayıfladı, bazıları yok oldu, ancak birkaçı hâlâ hayatta. Bunların en önemlisi PKK/PYD terör örgütü.

PYD 2003’te kuruldu fakat 2011’e kadar doğru dürüst bir organizasyonu dahi yoktu. 2011’de iç savaş başladığında başta Kuzey Irak ve daha sonra Türkiye’den PKK’nın talimatıyla bölgeye giden militanlar burada yeni bir organizasyon kurdular. Bu yapıya 2014’ten itibaren ABD’den gelen açık destek örgütü başka bir aşamaya taşıdı. Günümüzde PYD, PKK’nın sahip olmadığı kadar çok paraya, silaha, militana, örgütlenmeye ve uluslararası alanda tanınırlığa sahip olan bir örgüt haline geldi. Bu örgüt zaman geçtikçe zayıflamıyor, tersine güçleniyor. Petrol gelirleriyle beslediği bir siyasal organizasyona ek olarak ağır silahlarla donatılmış kalabalık bir militan grubu bulunuyor. Üstelik kontrol ettiği topraklarda geleceğe dair uzun vadeli bir yeni devlet projeksiyonuna sahip. (Yoksa neden sözde anayasa taslağında olmayan bir Suriye devletine bağlılığını ilan etsin.)

Elbette terör örgütleri deyince IŞİD, El Kaide ve HTŞ’yi de unutmamak lazım. IŞİD ve El Kaide Suriye’deki eski günlerinden çok uzakta. Uluslararası medyada Suriye’de IŞİD tehdidi bitmedi şeklinde raporlar yayımlansa da bildiğimiz IŞİD ortadan kalkalı çok oldu. Suriye’deki IŞİD çöl bölgelerine sıkışmış, hareketli, yerel ve bazen taşeronluk yapan bir örgüte dönüşmüş durumda. Bu IŞİD, Ebubekir Bağdadi ve ekibinin örgütü değil. Bir terör örgütü olarak her zaman istikrarsızlık kaynağı olsa da stratejik tehdit olmaktan operasyonel bir tehdide dönüştü.

El Kaide’nin de ondan farkı yok. Bir iki isim hariç Suriye’deki El Kaideci liderlerin hepsi öldürüldü. Örgütün devamı olduğunu iddia eden Hurraseddin İdlib’de köşesine çekildi. Hayatta kalıp, uzun vadede geri dönmeyi hedefliyor. Tüm bunlardan daha güçlü olan örgüt ise HTŞ. HTŞ, El Kaide’nin içinden ayrılanlarla pragmatik radikallerin bir araya gelmesiyle kurulmuştu. Bölgedeki diğer terör örgütleri gibi HTŞ de dönüşüme uğradı. Bugün milyonlarca kişiyi yöneten, on milyonlarca dolar gelire ve on binlerce militana hükmeden bir örgüt oldu. Yeri gelmişken HTŞ konusunda bir kafa karışıklığını aşmak gerekiyor. Batı ülkelerinde bazı organizasyonlar HTŞ’yi İdlib üzerinden Suriye’de yürüttükleri operasyonları sürdürebilmek için meşrulaştırma arayışına giriyorlar. HTŞ 29 Ağustos 2018 tarihli ve 50 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile El Nusra’nın devamı olarak güncellenen terör örgütleri çerçevesinde terör örgütleri listesine alınmıştır. Kafa karıştırmaya çalışanlara duyurulur.

Diğer silahlı gruplar

Suriye’de devletin dışında silahlı yapı denilince akla sadece terör örgütleri gelmiyor. Ülkenin dışından gelenler ve ayaklanmaya ülke içinden silahlı olarak katılanlar olmak üzere iki ayrı grup daha bulunuyor.

Ülkenin dışından gelenler denilince akla İran’ın Pakistan, Irak, Afganistan ve Lübnan’dan getirdiği milis gruplar gelmeli. Bu grupların farklı farklı adları var; detaya girmeyeceğim. Fakat İran’ın Suriye’ye getirdiği bu on binlerce militan gerçek bir istikrarsızlık kaynağı. Bunlar sadece IŞİD’e veya ABD’ye karşı çatışmalara girdiler sanmayın. Geçmişte İran’ın Suriye’den devşirdiği gruplar ve dışarıdan getirdikleri hem Zeytin Dalı Operasyonu’nda hem de İdlib’de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de saldırılarda bulundular.

Son olarak Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) unutmayalım. 2011’den sonra çoğunlukla yerel liderler çerçevesinde hükümete karşı ayaklananların kurduğu Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yıllar içinde farklılaştı. Her ne kadar SMO’nun özünü hâlâ ÖSO oluşturuyor olsa bugün SMO farklı bir organizasyon. İdlib’den Ras El Ayn’a kadar farklı muhaliflerin silahlı grupları bulunuyor. On binlerce silahlı kişinin oluşturduğu bu gruplar Suriye devletinin yetkilendirilmesiyle örgütlenmediği için devlet dışı silahlı aktör olarak nitelenmeli. Sonuçta emirlerini herhangi bir ordudan almıyorlar. Hatta bazıları bir parçası oldukları Suriye Geçici Hükümeti’ni bile dinlemiyor, kendi çıkarları çerçevesinde hareket ederek istikrarsızlık yaratıyor.

Özetle bir devletin sahip olması gereken en önemli özelliklerinden birisi olan “meşru şiddet tekeli” Suriye’de mevcut değil. Terör örgütleri de devlet dışı silahlı aktörler de Suriye’de halen son derece güçlü ve hatta toplam sayı olarak bakıldığında Suriye Hükümeti’ne bağlı ordudan daha kalabalık olarak varlıklarını sürdürüyor.

Suriye vatandaşlarının ülkelerine dönüşü

Normalde bir devletin ve onun hükümetinin kendi vatandaşlarının ülkesine dönmesini istemesinden daha doğal bir göç beklentisi olamaz. Fakat Suriye Hükümeti’nin ülkeden çıkanların dönmesini istediğini sanmıyorum. Bu sadece bir istek meselesi değil ülkedeki şartlar gönüllü geri dönüşe uygun bir atmosfer sunmuyor. Göç benim uzmanlık alanım değil, bu nedenle detaylara girmiyorum. Yine de önemli notları aktarmam gerekiyor.

Suriye’de iç savaşın ülke ekonomisine maliyeti birkaç yıl önce 1.2 trilyon dolar olarak açıklanmıştı. O tarihten beri Suriye’de ekonomik bir düzelme olmadı. Tersine Suriye Hükümeti’nin kontrol ettiği alanlarda ekonomik koşullar diğer bölgelerden daha kötü. Büyük çaplı bir dış yardım olmadan ve milyarlarca dolarlık projeler hayata geçirilmeden Suriye’de herhangi bir ekonomik iyileşme mümkün görünmüyor. Birleşmiş Milletler’e göre Suriye’nin mevcut nüfusu 23.4 milyon. Bu nüfusun 16.7 milyonu ihtiyaç sahibi statüsünde. Üstelik yardıma ihtiyaç duyan insan sayısı 2020 yılından beri sürekli artıyor. Böylesine bir ekonomik durumda mevcut nüfusun ihtiyaçlarını bile karşılamakta güçlük çeken Suriye hükümetinin kendi vatandaşlarını kabul etmesini beklemek yanılsamadan ibaret. Bir adım daha ileri gideyim, son dönemde ülkenin güneyinden muhaliflerin yaşadığı bölgelere doğru kaçak geçişler yaşanıyor. Bunun nedeni ekonomik şartların iyice kötüleşmesi.

Suriye hükümeti dışındaki alanlarda da durum farklı değil. 3.1 milyonluk İdlib’de yardıma ihtiyaç duyanların sayısı 2.6 milyon kişi. 4.750 milyon kişilik Halep’in 3.5 milyonu, 1.4 milyonluk Haseke’nin 1.2 milyonu, 1.2 milyonluk Deyrizor’un 900 bini, 1.5 milyonluk Hama’nın 1 milyonu bu kategoride yer alıyor. “Bu veriler çok önemli değil, insanlar Suriye hükümeti dışındaki alanlara geri dönebilirler…” diyebilirsiniz. Onu da söyleyeyim; HTŞ ve Suriye Geçici Hükümeti’nin kontrolündeki bölgelerdeki toplam nüfus 5.1 milyon ve bunun 4.2 milyonu yardıma ihtiyaç duyan insan kategorisinde bulunuyor.

Olumsuzluklar ekonomik sorunlarla sınırlı değil. Bölgedeki güvenlik durumunun kötülüğünü, ayaklanmaya katıldığı için geri dönmesi halinde tutuklanacağına inananları, topraklarını başkalarına kaptırdığı veya geri dönmeyeceğine inanarak evlerini/arazilerini orada kalanlara satanları düşündüğünüzde sorunlar yumağı içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Tüm bunları toparlayacak olursak karşımızdaki tablo şöyle tasvir edilebilir: Suriye Hükümeti uluslararası alanda meşruiyetini geri kazanma konusunda önemli adımlar attı. Suriye Arap Birliği’ne geri döndü. Şam’da yeni elçilikler açılıyor, bazı Avrupa ülkelerinden temsilciler başkenti ziyaret ediyor. Fakat Suriye Hükümetî askerî ve ekonomik olarak eski gücünden çok uzak. Sahada Suriye’nin toprak bütünlüğünden, siyasi birliğinden, Suriye güvenlik güçlerinin ülke içinde otoritesinden ve Suriye vatandaşlarının ülkelerine dönebilecekleri bir ortam olmasından söz etmek imkansız.

O halde akla şu soru geliyor: Türkiye ve Suriye arasında görüşmeler başlasa bile bundan ne çıkar? Yanıtlayayım kısa vadede sadece güven inşa etmek üzere bir iyi niyet mekanizması kurulabilir. Onun dışında bir çiçekle bahar olmasını beklemeyin.

Türkiye ne yapmalı?

Şimdi gelelim yazının başlığına… Sorunlar böylesine bir yumak oluşturduysa ve teker teker çözülmüyorsa ne yapmak gerekir?

Suriye Hükümeti’ni bilmem ancak Türkiye’nin atması gereken bir adım var. Bu adım Türkiye’nin kendi önceliklerinden ve ihtiyaçlarından kaynaklanıyor.

Hatırlarsanız 1 Temmuz günü Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin varlığına yönelik protestolar başlamış ve aynı gün bu protestolar şiddet olaylarına dönüşmüştü. Takip eden günlerde aynı ölçekte bir gelişme yaşanmadı. Fakat saha kaynıyor.

Suriye Geçici Hükümeti kontrolündeki bölgelerde uzun süredir biriken ekonomik ve sosyal sorunlara çözüm getirilememesi zaten belirgin bir gerginlik yaratmıştı. Şimdiler bu gerginlik bölge içinden ve dışından provoke edilerek yeni olaylar silsilesine dönüştürülmeye çalışılıyor. Bu süreçte Türkiye’nin Suriye Hükümeti ile üst düzey temasları, bölgedeki insanlara Türkiye’nin kendilerinden vazgeçmesi olarak anlatılıyor. Türkiye bu durumun farkında olduğu için üst düzey yetkililer muhalefeti ve muhalefet bölgelerinde yaşayan insanları kendi kaderine terk etmeyeceğini birkaç kez ilan etti.

Ancak Şam Cephesi El Bab’da ortalığı germek için onlarca silahlı araçtan oluşan bir konvoyla gövde gösterisi yaparken eş zamanlı olarak YPG’li teröristler saldırı başlatıyorsa; sahada sadece öfkeli ve endişeli insanların protestosunun ötesinde dışarıdan müdahaleler vardır.

Öte yandan Suriye Geçici Hükümeti kontrolündeki bölgelerde hali hazırda ekonomik şartlar kötüleşmeye devam ediyor. Dışarıdan gelen yardımlarda azalma olacağını birkaç ay önce söylemiştim. Yardımların azalmasına gıda fiyatlarındaki enflasyon ve bölge ekonomisinin kısıtlı imkânları eklenince toplumsal ve ekonomik gerginliğin artması kaçınılmaz. Bu durumu Türkiye’de yaşayan Suriyeliler akrabaları aracılığıyla öğreniyorlar. Bu nedenle Türkiye’deki Suriye vatandaşlarının ülkelerine gönüllü geri dönüşünü özendirmeye yönelik tüm girişimler istenilen etkiyi üretmekten çok uzak kalıyor. Verili coğrafi alanın mevcut alt yapı şartlarıyla ne kadar ek nüfusu kaldırabileceği de ayrı bir tartışma konusu.

Tüm bunlar yaşanırken PYD’nin gerilemek bir yana imkanlarını artırdığına tanık oluyoruz. Yeni silahlar, yeni eğitimler, yeni birimlerle askerî kabiliyetlerini artıran YPG kendisini Suriye Ordusu’na karşı garantide hissediyor. Her gün Irak’ın kuzeyindeki sınır kapılarından tırlarla yardım alan PYD’nin petrol kaynaklarından elde ettiği gelirde de bir azalma görünmüyor. Türkiye’den gelen tehditten sonra yerel seçim yapmayı ertelemiş olsa da şartların uygunlaşması halinde (örneğin ABD’deki seçim sonuçlarının kendi lehine gelişebilecek şekilde sonuçlanması) siyasi adımlarını canlandırması işten bile değil. Bütün bunlara olarak ABD korumasını kaybetse dahi Rusya’nın korumasında Suriye Hükümeti’ne eklemlenebileceğini düşünerek el altından adımlar atmaya devam ediyor.

Özetle, biz Türkiye-Suriye görüşmelerinin hangi sorunlara çözüm bulabileceğini düşünürken önemli bir noktayı gözden kaçırıyoruz. Suriye Hükümeti’nin masaya oturması için acelesi yok. Zamanın lehine işlediğini Türkiye’nin Suriye kaynaklı açmazlarının azımsanamayacak seviyede olduğunu düşünüyor. Dahası Türkiye ile bir angajman sürecine girecek olursa verdiği sözleri tutabilme gücü de yok. Suriye Ordusu PKK/PYD’ye karşı operasyon yapabilecek bir güce sahip değil. Vatandaşlarını ülkesine kabul edebilecek ekonomik kapasitesi olmadığı gibi herhangi bir yasal ve toplumsal düzenleme yapmadı. Demokratik bir çözüme ulaşılması için gerekli siyasal adımları atmaya niyeti olduğu da görülmüyor. Tüm bunların nedeni Türkiye’nin barış masasına davetinin Türkiye’nin sorunlarından kaynaklandığını düşünmesi. Bu algı tamamen yanlış değil. Suriye’deki gelişmelerin bazıları Türkiye’yi toplumsal, siyasal ve güvenlik açılarından tehdit ediyor. Fakat bu gelişmeleri aşmanın bir yolu var: Düğümü çözmektense kesmek.

İskender’in çözümü

Hatırlarsanız Ekim 2019’da Barış Pınarı Operasyonu başladığında temel hedef Türkiye’nin güneyinde kesintisiz bir güvenlik kuşağı oluşturmak ve Suriye vatandaşlarının ülkelerine dönüşü için daha geniş bir coğrafi alan sağlamaktı. Bu iki temel hedefe ek olarak muhaliflerin su ve elektrik kaynakları üzerindeki kontrolünün bölgede daha güçlü bir tarım ve iskan politikasının hayata geçirilmesine katkı sağlayacağı dile getiriliyordu. O günün şartlarında operasyon Tel Abyad ve Ras El Ayn kontrol edilince durdurulmak durumunda kalmıştı. Operasyonun durdurulmasında ABD ve Rusya’nın yoğun girişimlerinin etkisi unutulmamalı. Fakat o günün Orta Doğu’sunda bugünkü kadar çatışma dinamikleri olmadığı gibi; Ukrayna ile meşgul bir Rusya ve seçim öncesi kargaşa istemeyen bir ABD Yönetimi de yoktu.

Düğümü kesmek ve şartları Türkiye’nin lehine dönüştürmek için gerekli olan durdurulan operasyonu sınırlı hedeflerle yeniden başlatmak. Dengeyi stratejik olarak Türkiye’nin lehine çevirmedikçe Suriye Hükümeti’yle yapılacak tüm görüşmelerde bir yanımız eksik kalacaktır.

Suriye ile müzakerelere karşı değilim, tersine Türkiye ile Suriye arasında uzlaşı olmaksızın Suriye’de iç savaşın bitmeyeceğine, ülkenin siyasal bütünlüğünün korunamayacağına ve terörizmle mücadele sürecinde başarıya ulaşılamayacağına inanıyorum. Fakat görüşme masasına otururken daha güçlü olabilmek için yapılması gerekenler olduğunu düşünüyorum.

Harita, yer, hedef bilgisi önermek istemiyorum. Çok merak eden internette haritaları açar; kendince yollar, bölgeler, hatlar çizer. Ancak Barış Pınarı Bölgesi ile Fırat Kalkanı Bölgesini birbirine bağlayan, PYD’nin kontrol alanını bölen, Türkiye’nin kendi toprağı olan Süleyman Şah Türbesi’ni eski yerine döndüren bir alan oluşturmanın stratejik faydaları olacağına inanıyorum. Bu sayede karşımızda çok daha zayıf bir PKK/PYD bulabiliriz; Suriye vatandaşlarının geri dönüşü için alan ve kaynak sağlayabiliriz; Suriye Hükümeti’ne Türkiye’nin gerektiğinde şartları değiştirecek kadar güçlü ve stratejik hamleleri yaptığını hatırlatabiliriz; Suriye Geçici Hükümeti bölgelerinde karmaşa çıkarmak isteyenlerin girişimlerini boşa çıkarabiliriz. Bölge konjonktürü ve uluslararası dengeler bu türden bir girişimin karşısında değil.

Ancak bu sadece bir fikir. Mantıksız, gereksiz, yanlış, anlamsız, olumsuz bulabilirsiniz. Burası Fikir Turu, deli saçması olmadığı sürece farklı görüşlerin konuşulmasına olanak tanıyan bir platform. O yüzden önerimi yazdım, zaman neyi ve kimi haklı çıkaracak birlikte göreceğiz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Suriye’de sıkışıklık nasıl aşılır? Gordion’un düğümü İskender’in çözümü

Suriye’de toprak bütünlüğünden siyasal yapıya, terör örgütlerinin varlığından ekonomik şartlara nasıl bir düğüm var? Şam ne yapmaya çalışıyor? Türkiye düğümü kesmek ve şartları kendi lehine dönüştürmek için ne yapmalı? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

Çoğumuzun duyduğu bir efsane vardır. Yüzyıllar önce Frig Kralı Gordios yoksul bir köylü iken kendisine ait olan öküz arabasını, kral olduktan sonra bir Frig tanrısının tapınağına adar. Araba, tapınağa kızılcık dallarıyla öylesine güçlü bir düğümle bağlanmıştır ki; bu düğümü çözecek kişinin Asya’nın hakimi olacağına inanılır. Deneyeni çok olsa da düğüm çözülmez. Büyük İskender de Gordion’a geldiğinde düğümü çözmeye çalışır, başaramaz. Sonunda kılıcını çeker ve düğümü keser. İskender, bilinen dünyanın en büyük imparatorluğunu kurar. Kimileri genç yaşta ölmesini düğümün lanetine bağlar. Modern çağlarda İskender’in düğümü çözmekle uğraşmak yerine kesip atması bir metafor olarak kullanılır. Günümüzdeyse karmaşık bir sorunu, kısa yoldan ve gerekirse kuvvet kullanarak çözmeyi anlatan bir problem çözme yöntemi olarak anılır.

Suriye’de düğüm

Yaklaşık iki aydır Türkiye ile Suriye arasında üst düzey görüşmelerin yeniden başlayacağı konuşuluyor. Bu süreçte gündem yoğunluğundan gözden kaçmış olabilecek birçok önemli toplantı, ziyaret ve ikili görüşme yapıldı. Bilebildiğim kadarıyla henüz herhangi bir konuda somut bir uzlaşı yok. İlk etapta Türkiye için öncelikli hedef, güven inşa edici bir sürecin başlaması ve bu sürecin sağlıklı bir zemine oturtularak, uzun vadede Suriye’de kalıcı bir istikrarın sağlanabilmesi için bir yol haritası çıkarılması.

Türkiye’nin Suriye’deki hedefleri şu ana kadar resmî makamlar tarafından defalarca belirtildi: Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve siyasal birliğinin korunması; terör örgütlerinin Suriye topraklarındaki varlığının sona erdirilmesi; Suriye’de demokratik bir yönetimin kurulması ve ülkelerini terk eden Suriye vatandaşlarının güvenli bir biçimde ülkelerine dönüşlerinin sağlanması. Ancak dürüst olmak gerekirse bu hedeflerin her birinin önünde çok güçlü engeller var. Bu engellerin bir araya gelmesi Gordion’un düğümünü oluşturuyor.

Suriye’nin toprak bütünlüğü

Bugün ülkenin üçte ikisine yakını Suriye Hükümeti’nin kontrolünde olsa da Suriye dört etki alanına bölünmüş durumda. Ülkenin batısında Lazkiye’den Suweyda’ya kadar olan bölge Rus etki alanı, yani Suriye Hükümeti’nin doğrudan kontrol ettiği bölge olarak tanımlanabilir.

Halep ve Şam’ın doğusundan kaba birer çizgi çekilerek Fırat’ın batısına kadar olan büyük ancak nüfus yoğunluğu az olan bölge İran etkisi sahası. Haritalarda bu bölge Suriye Hükümeti’nin denetiminde görünse de gerçekte milis gruplar aracılığıyla İran tarafından kontrol ediliyor.

Ülkenin kuzey doğusunda PYD’nin kontrol ettiği bölge ABD etki sahası olarak nitelenebilir. Ayn El Arap’tan Rakka’ya oradan Cezire ve Fırat’ın doğusu boyunca uzanan bu bölge, ülkenin yaklaşık dörtte birini kapsayacak kadar büyük.

Suriye’deki dördüncü etki alanı ise Türkiye’ye ait. Afrin’den Cerablus ve El Bab’a kadar uzanan alan ile Tel Abyad ve Ras El Ayn gibi yerler yüz ölçüm olarak küçük olsa da nüfus yoğunluğu yüksek bir bölge.

Aslında Suriye’de bir bölge daha var. İdlib olarak bildiğimiz yer hiçbir devletin doğrudan etki alanı değil, fakat burası tam bir güç mücadelesi sahası.

Suriye’nin siyasi birliği

Yeri gelmişken ülkenin siyasi birliğinden de bahsetmemiz gerekiyor. 9 ay önce PYD kendi kendine yeni bir anayasa yazma ve yasal düzen oluşturma girişiminde bulunmuştu. Bu girişimi yerel seçimlerle yeni bir evreye getirme amacındaydı. Şimdilik vazgeçmek zorunda kalsa da PYD kontrolündeki bölgede yerel meclisler, parlamento gibi çalışan bir kurum ve ona bağlı bir kamu idaresi inşa edildi. Yani yerel seçim yapılmasa da PYD kontrolündeki bölgede farklı bir siyasi düzen mevcut. Ancak Suriye Hükümeti’nin dışındaki tek siyasi kurum PYD’ye bağlı yapılar değil.

Suriye muhalefetinin kontrolündeki Türkiye etki sahasında Suriye Geçici Hükümeti (SGH) bulunuyor. Bu hükümet Suriyeli muhaliflerin siyasi temsilcisi ve yürütme organı. Şam, Suriye Geçici Hükümeti’ni kabul etmediğini ileri sürse de uluslararası müzakerelerde onunla masaya oturuyor. Yani siyaseten yok saydığı Suriye Geçici Hükümeti’ni pratikte çoktan kabullenmiş durumda.

Bu iki örneğin yanı sıra İdlib’de Kurtuluş Hükümeti adı altında başka bir hükümet daha var. HTŞ’nin Suriyeli ılımlı muhalifleri İdlib’den çıkarmasının ardından kurduğu ve bu sözde hükümetin kontrolü altında 3 milyondan fazla insan yaşıyor.

Elbette bir de Suriye Hükümeti var. Yakın zamana kadar Rejim veya Esad Yönetimi denilen fakat uluslararası alanda Suriye devletinin resmî temsilcisi olan yapıya artık Suriye Hükümeti deniliyor.

Özetle Suriye’de 4 etki alanı, bir mücadele sahası ve 4 ayrı siyasi yapı bulunuyor. Gördüğünüz gibi Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliği kâğıt üzerinde bile sağlanabilmiş olmaktan çok uzak.

Terör örgütlerinin Suriye’deki varlığı

İç savaşla birlikte Suriye devlet dışı silahlı aktörler ve terör örgütleri için tam bir yaşam alanı hale geldi. Zaman içinde birçok grup zayıfladı, bazıları yok oldu, ancak birkaçı hâlâ hayatta. Bunların en önemlisi PKK/PYD terör örgütü.

PYD 2003’te kuruldu fakat 2011’e kadar doğru dürüst bir organizasyonu dahi yoktu. 2011’de iç savaş başladığında başta Kuzey Irak ve daha sonra Türkiye’den PKK’nın talimatıyla bölgeye giden militanlar burada yeni bir organizasyon kurdular. Bu yapıya 2014’ten itibaren ABD’den gelen açık destek örgütü başka bir aşamaya taşıdı. Günümüzde PYD, PKK’nın sahip olmadığı kadar çok paraya, silaha, militana, örgütlenmeye ve uluslararası alanda tanınırlığa sahip olan bir örgüt haline geldi. Bu örgüt zaman geçtikçe zayıflamıyor, tersine güçleniyor. Petrol gelirleriyle beslediği bir siyasal organizasyona ek olarak ağır silahlarla donatılmış kalabalık bir militan grubu bulunuyor. Üstelik kontrol ettiği topraklarda geleceğe dair uzun vadeli bir yeni devlet projeksiyonuna sahip. (Yoksa neden sözde anayasa taslağında olmayan bir Suriye devletine bağlılığını ilan etsin.)

Elbette terör örgütleri deyince IŞİD, El Kaide ve HTŞ’yi de unutmamak lazım. IŞİD ve El Kaide Suriye’deki eski günlerinden çok uzakta. Uluslararası medyada Suriye’de IŞİD tehdidi bitmedi şeklinde raporlar yayımlansa da bildiğimiz IŞİD ortadan kalkalı çok oldu. Suriye’deki IŞİD çöl bölgelerine sıkışmış, hareketli, yerel ve bazen taşeronluk yapan bir örgüte dönüşmüş durumda. Bu IŞİD, Ebubekir Bağdadi ve ekibinin örgütü değil. Bir terör örgütü olarak her zaman istikrarsızlık kaynağı olsa da stratejik tehdit olmaktan operasyonel bir tehdide dönüştü.

El Kaide’nin de ondan farkı yok. Bir iki isim hariç Suriye’deki El Kaideci liderlerin hepsi öldürüldü. Örgütün devamı olduğunu iddia eden Hurraseddin İdlib’de köşesine çekildi. Hayatta kalıp, uzun vadede geri dönmeyi hedefliyor. Tüm bunlardan daha güçlü olan örgüt ise HTŞ. HTŞ, El Kaide’nin içinden ayrılanlarla pragmatik radikallerin bir araya gelmesiyle kurulmuştu. Bölgedeki diğer terör örgütleri gibi HTŞ de dönüşüme uğradı. Bugün milyonlarca kişiyi yöneten, on milyonlarca dolar gelire ve on binlerce militana hükmeden bir örgüt oldu. Yeri gelmişken HTŞ konusunda bir kafa karışıklığını aşmak gerekiyor. Batı ülkelerinde bazı organizasyonlar HTŞ’yi İdlib üzerinden Suriye’de yürüttükleri operasyonları sürdürebilmek için meşrulaştırma arayışına giriyorlar. HTŞ 29 Ağustos 2018 tarihli ve 50 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile El Nusra’nın devamı olarak güncellenen terör örgütleri çerçevesinde terör örgütleri listesine alınmıştır. Kafa karıştırmaya çalışanlara duyurulur.

Diğer silahlı gruplar

Suriye’de devletin dışında silahlı yapı denilince akla sadece terör örgütleri gelmiyor. Ülkenin dışından gelenler ve ayaklanmaya ülke içinden silahlı olarak katılanlar olmak üzere iki ayrı grup daha bulunuyor.

Ülkenin dışından gelenler denilince akla İran’ın Pakistan, Irak, Afganistan ve Lübnan’dan getirdiği milis gruplar gelmeli. Bu grupların farklı farklı adları var; detaya girmeyeceğim. Fakat İran’ın Suriye’ye getirdiği bu on binlerce militan gerçek bir istikrarsızlık kaynağı. Bunlar sadece IŞİD’e veya ABD’ye karşı çatışmalara girdiler sanmayın. Geçmişte İran’ın Suriye’den devşirdiği gruplar ve dışarıdan getirdikleri hem Zeytin Dalı Operasyonu’nda hem de İdlib’de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de saldırılarda bulundular.

Son olarak Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) unutmayalım. 2011’den sonra çoğunlukla yerel liderler çerçevesinde hükümete karşı ayaklananların kurduğu Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yıllar içinde farklılaştı. Her ne kadar SMO’nun özünü hâlâ ÖSO oluşturuyor olsa bugün SMO farklı bir organizasyon. İdlib’den Ras El Ayn’a kadar farklı muhaliflerin silahlı grupları bulunuyor. On binlerce silahlı kişinin oluşturduğu bu gruplar Suriye devletinin yetkilendirilmesiyle örgütlenmediği için devlet dışı silahlı aktör olarak nitelenmeli. Sonuçta emirlerini herhangi bir ordudan almıyorlar. Hatta bazıları bir parçası oldukları Suriye Geçici Hükümeti’ni bile dinlemiyor, kendi çıkarları çerçevesinde hareket ederek istikrarsızlık yaratıyor.

Özetle bir devletin sahip olması gereken en önemli özelliklerinden birisi olan “meşru şiddet tekeli” Suriye’de mevcut değil. Terör örgütleri de devlet dışı silahlı aktörler de Suriye’de halen son derece güçlü ve hatta toplam sayı olarak bakıldığında Suriye Hükümeti’ne bağlı ordudan daha kalabalık olarak varlıklarını sürdürüyor.

Suriye vatandaşlarının ülkelerine dönüşü

Normalde bir devletin ve onun hükümetinin kendi vatandaşlarının ülkesine dönmesini istemesinden daha doğal bir göç beklentisi olamaz. Fakat Suriye Hükümeti’nin ülkeden çıkanların dönmesini istediğini sanmıyorum. Bu sadece bir istek meselesi değil ülkedeki şartlar gönüllü geri dönüşe uygun bir atmosfer sunmuyor. Göç benim uzmanlık alanım değil, bu nedenle detaylara girmiyorum. Yine de önemli notları aktarmam gerekiyor.

Suriye’de iç savaşın ülke ekonomisine maliyeti birkaç yıl önce 1.2 trilyon dolar olarak açıklanmıştı. O tarihten beri Suriye’de ekonomik bir düzelme olmadı. Tersine Suriye Hükümeti’nin kontrol ettiği alanlarda ekonomik koşullar diğer bölgelerden daha kötü. Büyük çaplı bir dış yardım olmadan ve milyarlarca dolarlık projeler hayata geçirilmeden Suriye’de herhangi bir ekonomik iyileşme mümkün görünmüyor. Birleşmiş Milletler’e göre Suriye’nin mevcut nüfusu 23.4 milyon. Bu nüfusun 16.7 milyonu ihtiyaç sahibi statüsünde. Üstelik yardıma ihtiyaç duyan insan sayısı 2020 yılından beri sürekli artıyor. Böylesine bir ekonomik durumda mevcut nüfusun ihtiyaçlarını bile karşılamakta güçlük çeken Suriye hükümetinin kendi vatandaşlarını kabul etmesini beklemek yanılsamadan ibaret. Bir adım daha ileri gideyim, son dönemde ülkenin güneyinden muhaliflerin yaşadığı bölgelere doğru kaçak geçişler yaşanıyor. Bunun nedeni ekonomik şartların iyice kötüleşmesi.

Suriye hükümeti dışındaki alanlarda da durum farklı değil. 3.1 milyonluk İdlib’de yardıma ihtiyaç duyanların sayısı 2.6 milyon kişi. 4.750 milyon kişilik Halep’in 3.5 milyonu, 1.4 milyonluk Haseke’nin 1.2 milyonu, 1.2 milyonluk Deyrizor’un 900 bini, 1.5 milyonluk Hama’nın 1 milyonu bu kategoride yer alıyor. “Bu veriler çok önemli değil, insanlar Suriye hükümeti dışındaki alanlara geri dönebilirler…” diyebilirsiniz. Onu da söyleyeyim; HTŞ ve Suriye Geçici Hükümeti’nin kontrolündeki bölgelerdeki toplam nüfus 5.1 milyon ve bunun 4.2 milyonu yardıma ihtiyaç duyan insan kategorisinde bulunuyor.

Olumsuzluklar ekonomik sorunlarla sınırlı değil. Bölgedeki güvenlik durumunun kötülüğünü, ayaklanmaya katıldığı için geri dönmesi halinde tutuklanacağına inananları, topraklarını başkalarına kaptırdığı veya geri dönmeyeceğine inanarak evlerini/arazilerini orada kalanlara satanları düşündüğünüzde sorunlar yumağı içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Tüm bunları toparlayacak olursak karşımızdaki tablo şöyle tasvir edilebilir: Suriye Hükümeti uluslararası alanda meşruiyetini geri kazanma konusunda önemli adımlar attı. Suriye Arap Birliği’ne geri döndü. Şam’da yeni elçilikler açılıyor, bazı Avrupa ülkelerinden temsilciler başkenti ziyaret ediyor. Fakat Suriye Hükümetî askerî ve ekonomik olarak eski gücünden çok uzak. Sahada Suriye’nin toprak bütünlüğünden, siyasi birliğinden, Suriye güvenlik güçlerinin ülke içinde otoritesinden ve Suriye vatandaşlarının ülkelerine dönebilecekleri bir ortam olmasından söz etmek imkansız.

O halde akla şu soru geliyor: Türkiye ve Suriye arasında görüşmeler başlasa bile bundan ne çıkar? Yanıtlayayım kısa vadede sadece güven inşa etmek üzere bir iyi niyet mekanizması kurulabilir. Onun dışında bir çiçekle bahar olmasını beklemeyin.

Türkiye ne yapmalı?

Şimdi gelelim yazının başlığına… Sorunlar böylesine bir yumak oluşturduysa ve teker teker çözülmüyorsa ne yapmak gerekir?

Suriye Hükümeti’ni bilmem ancak Türkiye’nin atması gereken bir adım var. Bu adım Türkiye’nin kendi önceliklerinden ve ihtiyaçlarından kaynaklanıyor.

Hatırlarsanız 1 Temmuz günü Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin varlığına yönelik protestolar başlamış ve aynı gün bu protestolar şiddet olaylarına dönüşmüştü. Takip eden günlerde aynı ölçekte bir gelişme yaşanmadı. Fakat saha kaynıyor.

Suriye Geçici Hükümeti kontrolündeki bölgelerde uzun süredir biriken ekonomik ve sosyal sorunlara çözüm getirilememesi zaten belirgin bir gerginlik yaratmıştı. Şimdiler bu gerginlik bölge içinden ve dışından provoke edilerek yeni olaylar silsilesine dönüştürülmeye çalışılıyor. Bu süreçte Türkiye’nin Suriye Hükümeti ile üst düzey temasları, bölgedeki insanlara Türkiye’nin kendilerinden vazgeçmesi olarak anlatılıyor. Türkiye bu durumun farkında olduğu için üst düzey yetkililer muhalefeti ve muhalefet bölgelerinde yaşayan insanları kendi kaderine terk etmeyeceğini birkaç kez ilan etti.

Ancak Şam Cephesi El Bab’da ortalığı germek için onlarca silahlı araçtan oluşan bir konvoyla gövde gösterisi yaparken eş zamanlı olarak YPG’li teröristler saldırı başlatıyorsa; sahada sadece öfkeli ve endişeli insanların protestosunun ötesinde dışarıdan müdahaleler vardır.

Öte yandan Suriye Geçici Hükümeti kontrolündeki bölgelerde hali hazırda ekonomik şartlar kötüleşmeye devam ediyor. Dışarıdan gelen yardımlarda azalma olacağını birkaç ay önce söylemiştim. Yardımların azalmasına gıda fiyatlarındaki enflasyon ve bölge ekonomisinin kısıtlı imkânları eklenince toplumsal ve ekonomik gerginliğin artması kaçınılmaz. Bu durumu Türkiye’de yaşayan Suriyeliler akrabaları aracılığıyla öğreniyorlar. Bu nedenle Türkiye’deki Suriye vatandaşlarının ülkelerine gönüllü geri dönüşünü özendirmeye yönelik tüm girişimler istenilen etkiyi üretmekten çok uzak kalıyor. Verili coğrafi alanın mevcut alt yapı şartlarıyla ne kadar ek nüfusu kaldırabileceği de ayrı bir tartışma konusu.

Tüm bunlar yaşanırken PYD’nin gerilemek bir yana imkanlarını artırdığına tanık oluyoruz. Yeni silahlar, yeni eğitimler, yeni birimlerle askerî kabiliyetlerini artıran YPG kendisini Suriye Ordusu’na karşı garantide hissediyor. Her gün Irak’ın kuzeyindeki sınır kapılarından tırlarla yardım alan PYD’nin petrol kaynaklarından elde ettiği gelirde de bir azalma görünmüyor. Türkiye’den gelen tehditten sonra yerel seçim yapmayı ertelemiş olsa da şartların uygunlaşması halinde (örneğin ABD’deki seçim sonuçlarının kendi lehine gelişebilecek şekilde sonuçlanması) siyasi adımlarını canlandırması işten bile değil. Bütün bunlara olarak ABD korumasını kaybetse dahi Rusya’nın korumasında Suriye Hükümeti’ne eklemlenebileceğini düşünerek el altından adımlar atmaya devam ediyor.

Özetle, biz Türkiye-Suriye görüşmelerinin hangi sorunlara çözüm bulabileceğini düşünürken önemli bir noktayı gözden kaçırıyoruz. Suriye Hükümeti’nin masaya oturması için acelesi yok. Zamanın lehine işlediğini Türkiye’nin Suriye kaynaklı açmazlarının azımsanamayacak seviyede olduğunu düşünüyor. Dahası Türkiye ile bir angajman sürecine girecek olursa verdiği sözleri tutabilme gücü de yok. Suriye Ordusu PKK/PYD’ye karşı operasyon yapabilecek bir güce sahip değil. Vatandaşlarını ülkesine kabul edebilecek ekonomik kapasitesi olmadığı gibi herhangi bir yasal ve toplumsal düzenleme yapmadı. Demokratik bir çözüme ulaşılması için gerekli siyasal adımları atmaya niyeti olduğu da görülmüyor. Tüm bunların nedeni Türkiye’nin barış masasına davetinin Türkiye’nin sorunlarından kaynaklandığını düşünmesi. Bu algı tamamen yanlış değil. Suriye’deki gelişmelerin bazıları Türkiye’yi toplumsal, siyasal ve güvenlik açılarından tehdit ediyor. Fakat bu gelişmeleri aşmanın bir yolu var: Düğümü çözmektense kesmek.

İskender’in çözümü

Hatırlarsanız Ekim 2019’da Barış Pınarı Operasyonu başladığında temel hedef Türkiye’nin güneyinde kesintisiz bir güvenlik kuşağı oluşturmak ve Suriye vatandaşlarının ülkelerine dönüşü için daha geniş bir coğrafi alan sağlamaktı. Bu iki temel hedefe ek olarak muhaliflerin su ve elektrik kaynakları üzerindeki kontrolünün bölgede daha güçlü bir tarım ve iskan politikasının hayata geçirilmesine katkı sağlayacağı dile getiriliyordu. O günün şartlarında operasyon Tel Abyad ve Ras El Ayn kontrol edilince durdurulmak durumunda kalmıştı. Operasyonun durdurulmasında ABD ve Rusya’nın yoğun girişimlerinin etkisi unutulmamalı. Fakat o günün Orta Doğu’sunda bugünkü kadar çatışma dinamikleri olmadığı gibi; Ukrayna ile meşgul bir Rusya ve seçim öncesi kargaşa istemeyen bir ABD Yönetimi de yoktu.

Düğümü kesmek ve şartları Türkiye’nin lehine dönüştürmek için gerekli olan durdurulan operasyonu sınırlı hedeflerle yeniden başlatmak. Dengeyi stratejik olarak Türkiye’nin lehine çevirmedikçe Suriye Hükümeti’yle yapılacak tüm görüşmelerde bir yanımız eksik kalacaktır.

Suriye ile müzakerelere karşı değilim, tersine Türkiye ile Suriye arasında uzlaşı olmaksızın Suriye’de iç savaşın bitmeyeceğine, ülkenin siyasal bütünlüğünün korunamayacağına ve terörizmle mücadele sürecinde başarıya ulaşılamayacağına inanıyorum. Fakat görüşme masasına otururken daha güçlü olabilmek için yapılması gerekenler olduğunu düşünüyorum.

Harita, yer, hedef bilgisi önermek istemiyorum. Çok merak eden internette haritaları açar; kendince yollar, bölgeler, hatlar çizer. Ancak Barış Pınarı Bölgesi ile Fırat Kalkanı Bölgesini birbirine bağlayan, PYD’nin kontrol alanını bölen, Türkiye’nin kendi toprağı olan Süleyman Şah Türbesi’ni eski yerine döndüren bir alan oluşturmanın stratejik faydaları olacağına inanıyorum. Bu sayede karşımızda çok daha zayıf bir PKK/PYD bulabiliriz; Suriye vatandaşlarının geri dönüşü için alan ve kaynak sağlayabiliriz; Suriye Hükümeti’ne Türkiye’nin gerektiğinde şartları değiştirecek kadar güçlü ve stratejik hamleleri yaptığını hatırlatabiliriz; Suriye Geçici Hükümeti bölgelerinde karmaşa çıkarmak isteyenlerin girişimlerini boşa çıkarabiliriz. Bölge konjonktürü ve uluslararası dengeler bu türden bir girişimin karşısında değil.

Ancak bu sadece bir fikir. Mantıksız, gereksiz, yanlış, anlamsız, olumsuz bulabilirsiniz. Burası Fikir Turu, deli saçması olmadığı sürece farklı görüşlerin konuşulmasına olanak tanıyan bir platform. O yüzden önerimi yazdım, zaman neyi ve kimi haklı çıkaracak birlikte göreceğiz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x