Hamas’ın İsrail’e saldırılarının üzerinden 7 aydan fazla süre geçti. İsrail’de Netanyahu hükümetinin saldırılara soykırıma varan orantısız tepkisi, tarihinde görülmemiş şekilde barış ve yakınlaşma içine giren Ortadoğu’yu eski gergin ayarlarına döndürdü.
İran’ın bölgede artan angajmanının ardından Suudileri sivil amaçlı nükleer enerji programı başlatacağını açıklaması, nükleer silahların yayılması endişesinin tavan yapmasına neden oldu.
Riyad’ın nükleer programı sivil olmakla kalır mı? Suudiler nükleer silah geliştirebilir mi? Geliştirirse dünya sahnesinde neler değişir?
ABD’li üç düşünce kuruluşu üyesi Daniel Byman, Doreen Horschig ve Elizabeth Kos, Foreign Affairs dergisi için kaleme aldıkları makalede bu sorulara yanıt aradılar.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Geçen yıl, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırının her şeyi değiştirmesinden bir aydan kısa bir süre önce, İsrail ve Suudi Arabistan ilişkileri normalleştirmek için bir anlaşma üzerinde görüşüyordu. Onlarca yıllık buz gibi ilişkilerin ardından Riyad’ın barış için istediği bedel, yani ABD’nin güvenlik garantileri ve İsrail’in Filistin egemenliği konusunda en azından göstermelik tavizlerine ek olarak Suudi müzakereciler sivil nükleer teknolojiye erişim talepleri, kuşkusuz yüksekti. Biden yönetiminin yeni bir hamlesine rağmen bugün böyle bir anlaşma sadece uzak bir ihtimal olarak duruyor. İsrail-Hamas savaşı sürerken, Suudi yetkililer İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüşmek isteseler bile, kendileri de dahil olmak üzere Arap halkları İsrail’in Gazze’de yarattığı insani krize öfke duyarken kalıcı bir barışı müzakere etmeyi muhtemelen imkânsız bulacaklar.
ABD, Gazze’deki savaş sırasında ve sonrasında Ortadoğu’da istikrarı nasıl teşvik edeceğini düşünürken, Suudi nükleer programı meselesi büyük önem taşıyacak.
Şimdilik Suudi Arabistan’ın önerdiği nükleer program, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ile kapsamlı bir koruma anlaşması çerçevesinde yönetilecek sivil nükleer reaktörleri içeriyor. Ancak Riyad geçmişte bu standart sınırlamalardan bile rahatsızlık duyduğunu dile getirmişti. Ayrıca barışçıl nükleer programlar genellikle nükleer silah edinmenin ilk adımıdır. Suudi Arabistan henüz kendine ait önemli bir nükleer altyapıya sahip olmasa da Riyad’ın eteklerinde küçük bir nükleer araştırma reaktörü inşa ederken bir yandan da Çin’in yardımıyla balistik füzeler geliştiriyor.
Suudi Arabistan şimdilik sivil nükleer geliştirme çalışmalarına devam edebilir. Ancak gelecekte İran’dan gelecek bir bomba tehdidi karşısında askeri nükleerleşmeye yönelebilir. ABD bu riski azaltmak için çalışmalıdır. Bu Washington için zor bir çizgi: Çok az işbirliği yaparsa İsrail’le normalleşme için Suudi desteğini kaybedebilir ve Çin gibi rakiplerine nüfuzunu kaptırabilir. Suudi nükleer zenginleştirme kapasitesine koşulsuz destek verirse de Riyad ileride bir nükleer silah programı geliştirme fırsatını yakalayabilir.
Sivil nükleer programların araladığı kapı
Suudi Arabistan’ın mevcut nükleer hedefleri görünürde barışçıl amaçlara yönelik olsa da, sivil programlar askeri programların başlangıcı olabilir. İran, Kuzey Kore, Libya, Irak ve Suriye, güvenlik önlemlerine bağlıymış gibi davranırken gizlice nükleer silah programlarını sürdürdüler. Bu örnekler, ülkelerin sivil nükleer programlarının bir parçası olarak zenginleştirme kabiliyetlerine sahip olmaları halinde gizli nükleer yayılmayı tespit etme ve önlemenin zorluklarını ortaya koyuyor.
Sivil bir nükleer program Suudi Arabistan’a yakıt çubukları, yeniden işleme tesisleri ve gelişmiş reaktör tasarımları gibi çift kullanımlı teknolojiler sağlayarak bir nükleer silah programını kolaylaştırabilir. Reaktörler ve uranyum zenginleştirme kabiliyetleri krallığa, askeri uygulamalara yönelik malzeme veya uzmanlık aktarımı yoluyla nükleer kabiliyetlerini ilerletmek için gerekli altyapı ve bilgi tabanını sunacaktır. Riyad daha sonra gaz santrifüjleri gibi gelişmiş zenginleştirme teknolojilerini silah kalitesinde uranyum üretmek için kullanabilir, gizleme ve aldatma yoluyla uluslararası denetçiler tarafından tespit edilmekten kaçınabilir.
Suudi Arabistan ayrıca yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum için gerekli uranyum izotoplarını sivil tesislerde ayrıştırarak denetçilerin askeri bir programın varlığını tespit etmesini zorlaştırabilir.
Nükleer reaktörlere yakıt sağlamak için gerekli olan zenginleştirilmiş uranyumu da başka bir yere aktarılabilir ve nükleer patlamaya uygun seviyelere kadar zenginleştirilebilir.
Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın sivil bir nükleer programı gizli bir nükleer kapasiteye, yani istediği takdirde nükleer silahları çoğaltabilecek teknik kapasiteye sahip olduğu anlamına gelecek. Böylece Suudi Arabistan, aralarında Brezilya, Mısır, Almanya ve Japonya’nın da bulunduğu ve tarih boyunca bu statüye sahip olan 31 devlet arasına katılmış olacak.
Bir sonraki ve daha agresif adım, gecikmeden nükleer riskten korunmaya (sivil bir nükleer programın pazarlık kozu olarak stratejik kullanımı) ya da doğrudan düşmanca davranışa (örneğin Kuzey Kore’nin yaptığı gibi) geçmek olabilir. Suudi Arabistan pazarlık gücünü arttırma umuduyla uranyum zenginleştirebilir, santrifüj üretimini arttırabilir, diğer devletlerden nükleer malzeme ve ekipman satın alabilir ya da nükleer silah sahibi olmak için iç politikada destek toplayabilir.
Ateşe ateşle yanıt vermek
Suudi Arabistan’ı nükleer silah sahibi olmaya iten, ulusal güvenliğini güçlendirme, potansiyel düşmanlarını caydırma ve jeopolitik nüfuzunu arttırma arzusu da dahil olmak üzere bir dizi faktör olabilir. Ancak asıl neden muhtemelen Suudi Arabistan’ın komşusu ve rakibi olan İran’dan kaynaklanacak. 1950’lerden bu yana kendi sivil nükleer programına sahip olan Tahran, nükleer silah kapasitesine her geçen gün daha da yaklaşıyor. İran birkaç hafta içinde bir nükleer bomba için yeterli miktarda silah kalitesinde uranyum üretebilir, ancak kesin bir hedefi vurabilecek bir silah geliştirmek muhtemelen en az altı ay daha alacaktır. İran şimdilik bir sonraki adımı atıp nükleer programını silahlandırmamaya karar vermiş gibi görünse de bu potansiyel varlığını sürdürüyor ve bölgesel istikrarsızlığın arttığı ve Tahran’ın bir diğer revizyonist nükleer güç olan Rusya ile bağlarını güçlendirdiği bir ortamda daha da büyüyebilir.
Riyad kartlarını açık oynuyor
Suudi Arabistan, İran’ın nükleer yolda ilerlemesi halinde nükleer niyetlerini açıkça ortaya koymaktan kaçınmadı: Fiili lideri Veliaht Prens Muhammed bin Selman, İran’ın başarılı bir şekilde silah geliştirmesi halinde Suudi Arabistan’ın da “bir silah edinmek zorunda kalacağını” söyledi.
Bu motivasyonun bir nedeni de cesaretlenen bir İran’ın, nükleer silahın kendisine ABD ya da İsrail’in askeri müdahalesine karşı bir koruma sağlayacağını bilerek Hizbullah, Husiler ve Hamas gibi militan gruplara desteğini artırabileceği korkusu olabilir. İran ayrıca Suudi Arabistan, İsrail ya da diğer düşmanlarına karşı kendi başına askeri güç kullanabilir ve ABD ya da diğer ülkelerin İran’ın saldırganlığına karşı çıkması halinde gerilimi tırmandırmanın muhtemel sınırları olduğunu bilerek güven içinde hareket edebilir.
Suudi Arabistan da İran’ın prestijine eşdeğer bir nükleer silah peşinde olabilir; bombanın itibarına inanıyor ve bölgedeki konumunu ve otoritesini güçlendirmek istiyor olabilir.
Türkiye dahil bölge ülkeleri de silahlanmayı artırabilir
İran’ın nükleer ilerlemeleri, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) veya Türkiye gibi bölgedeki diğer ülkeleri de silahlanmaya yönelterek Suudilerin de aynı yönde hareket etmesini tetikleyebilir.
BAE sivil nükleer tesisleri hakkında bilgi vermediği için eleştirilere maruz kaldı ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan daha önce Türkiye’nin nükleer silah edinmesinin yasaklanmaması gerektiğini söylemişti. Kendisini bölgesel bir lider olarak gören Riyad, bu iki ülkenin nükleer yarışta bitiş çizgisine kendilerinden önce ulaşmasını istemeyecektir.
Ortadoğu nükleer silah deposu olursa…
Suudi Arabistan’ın bir atom bombası geliştirmesi dahil nükleer silahların yayılması birkaç büyük riski beraberinde getirecek.
İlk olarak, İran ve Suudi Arabistan istikrar-istikrarsızlık paradoksu ile karşı karşıya kalabilir. Zira nükleer silahlar, nükleer silahlı devletler arasında büyük bir savaşı caydırarak stratejik düzeyde istikrara katkıda bulunabilse de aynı zamanda daha düşük düzeyde güvensizliği ve tırmanmayı körükleyebilir. İran nükleer başlık için yeterli uranyum zenginleştirmeye devam ederse Riyad, Suudi nükleer caydırıcılığının iki hasım arasındaki ilişkileri istikrara kavuşturabileceğine inanabilir. Ancak nükleer bir silah İran’ı çatışmacı bir dış politika izlemekten alıkoymayacaktır; Tahran nükleer silahlı düşmanı İsrail’le çatışmaya ve bölgedeki diğer ülkelere karşı militan eylemleri teşvik etmeye istekli olduğunu defalarca gösterdi.
İkinci olarak, nükleer silahların İran-Suudi ilişkilerinde giderek öne çıkan rolü yanlış algılama ve dolayısıyla iki ülke arasında gerilimin tırmanması riskini doğuruyor. Suudi Arabistan, İran’ın nükleer yetenek arayışını, korunma amaçlı olsa bile, düşmanca bir niyetin işareti veya silahlanmanın öncüsü olarak yorumlayabilir. İran da Suudi Arabistan’ın programını tehdit olarak görebilir ve kendisi de silahlanmaya gidebilir. Bu yanlış yorumlama, Suudi Arabistan’ın nükleer silah sahibi bir İran’a karşı caydırıcı bir güce ihtiyacı olduğuna inanarak kendi nükleer programını hızlandırmasına yol açabilir. İki hasım arasındaki nükleer rekabetin bu kıyamet sarmalı bölgede bir silahlanma yarışına yol açarak yanlış hesaplama veya çatışma olasılığını daha da artırabilir.
ABD, Suudileri nükleer şemsiyesi altına alır mı?
Washington, Suudi Arabistan’ın nükleer silah edinip edinmeyeceği konusunda belirleyici bir rol oynayabilir, ancak ortada önemli bir soru var: ABD, Suudi Arabistan’ı Tahran’a karşı korumak için ne kadar ileri gitmeye istekli? Riyad’ın nükleer bir İran’a nasıl karşılık vereceği büyük ölçüde ABD’nin Riyad’a Suudi Arabistan’ı nükleer şemsiyesi altına alma taahhüdü gibi sağlam güvenlik garantileri verip vermeyeceğine, hatta Avrupa ya da Doğu Asya’dakine benzer resmi bir güvenlik ittifakı kurup kurmayacağına bağlı. Her ne kadar resmi bir savunma ilişkisine dair görüşmeler devam etse de, özellikle Donald Trump’ın başkanlığı kazanması halinde, bir ABD-Suudi güvenlik düzenlemesi kesin olmaktan uzak. Eski başkanın İran’ın 2019’da Suudi petrol işleme tesisine düzenlediği ve Tahran’ın uzun süredir ABD’nin kırmızı çizgisi olarak kabul edilen sınırı aştığı saldırıya karşılık vermeyi reddetmesi, Suudi yetkilileri ikinci bir Trump yönetiminin Riyad’ın arkasını kollayacağı konusunda pek ikna etmedi.
Nükleer bir İran’a dair korkuları yatıştıracak bir güvenlik ittifakının ötesinde ABD, Riyad’ı nükleer işbirliği için bir “123 Anlaşması” imzalamaya zorlayabilir. Adını ABD Atom Enerjisi Yasası’nın bir bölümünden alan bu anlaşmalar, silahlanmadan kaçınılacağına dair açık bir taahhüt karşılığında ABD’nin sivil nükleer teknolojisine erişim sağlıyor. ABD bu anlaşmaları aralarında Brezilya, Japonya ve Türkiye’nin de bulunduğu 47 ülkeyle tek tek müzakere etti. Anlaşmalar genellikle bir ülkenin IAEA’nın güvenlik önlemlerine uymasını, zenginleştirme seviyelerini kısıtlamasını ve silah malzemesi olarak yeniden işlenmesini önlemek için kullanılmış nükleer yakıtı ABD’ye iade etmesini gerektiriyor. Bir 123 Anlaşmasının altın standart versiyonu, ekstra bir koruma katmanı olarak zenginleştirmenin tamamen yasaklanmasını içerir.
Ancak böyle bir anlaşmanın önündeki engellerden biri Riyad’ın uranyumu dışarıdan zenginleştirilmiş uranyum almak yerine kontrollü nükleer fisyon reaksiyonları yoluyla elektrik üretmek için kendi ülkesinde zenginleştirmek istemesidir. Eğer ABD zenginleştirmenin tamamen yasaklanmasını müzakere edemez ve başka tavizler vermek istemezse, Suudi Arabistan nükleer teknoloji konusunda yardım almak için Çin gibi başka ülkelere yönelebilir ve bu da nükleer faaliyetler ve tesisler üzerindeki şeffaflığın kaybolmasına ve ABD’nin nüfuzunu kaybetmesine yol açabilir. Riyad, Pekin ile uzun süredir dostane ilişkiler sürdürüyor ve son yıllarda ilişkileri daha da yakınlaştı. İki güç 2019 yılında bir rafineri ve petrokimya kompleksi geliştirmeyi amaçlayan 10 milyar dolarlık bir anlaşmaya imza attı ve aynı yıl Çinli jeologlar Suudi Arabistan’ın ülkenin kuzeybatısındaki uranyum yataklarını tespit etmesine yardımcı oldu. Pekin ayrıca 2023’te Suudi-İran yakınlaşmasına aracılık ederek Riyad’a diplomatik girişimlerde de bulundu.
Nükleer enerji sektörüne sahip olmanın getireceği teknolojik uzmanlık ve kendi kendine yeterlilik, dünya petrolden vazgeçerken Suudi Arabistan’ın ekonomisini çeşitlendirme hedefiyle örtüşüyor. ABD, Suudi Arabistan’ın askeri bir program geliştirmesini önlemek için hala güçlü tedbirler alınmasında ısrar edebilir; örneğin herhangi bir zenginleştirme tesisinin ABD personeli tarafından işletilmesini talep edebilir veya fiziksel bir ele geçirme durumunda bir koruma olarak uzaktan kapatma mekanizması kurabilir. Bu önlemler Suudi nükleer silahlarının yayılması riskini kesinlikle azaltacaktır, ancak ortadan kaldırmayacaktır.
İran’ın giderek daha agresif hale gelen bölgesel duruşu göz önüne alındığında, güçlendirilmiş bir ABD-Suudi güvenlik anlaşması Suudilerin en önemli önceliği olmaya devam edecek ve Riyad’ın nükleer hırslarını sınırlandırması için güçlü bir teşvik olacaktır.
İran’ın nükleer programının Suudi Arabistan ve diğer bölgesel yayılmayı önlemek için kritik öneme sahip olduğunu unutulmalı. İran’ın programı kendi başına tehlikelidir, ancak aynı zamanda başka yerlerde yayılmanın potansiyel bir itici gücü olarak da tehlikeli. İran’ın nükleer tesislerine kısıtlamalar getiren ve dönemin Başkanı Trump’ın 2018’de çekildiği İran nükleer anlaşması yeniden canlandırılamasa bile Washington diplomasi ve devletçilik araçlarını yeniden gözden geçirmeli.
Suudi Arabistan, nükleer programına ABD’den ihtiyaç duyduğu desteği alamazsa, nükleer programını finanse etmek için başka ülkelere yönelecektir. Washington Riyad’a ikna edici bir teklifte bulunmazsa Suudi Arabistan’ın nükleer kapasitesi üzerindeki etkisini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
ABD’nin Suudi nükleer programına yönelik politikasının riskleri krallığın ve hatta Ortadoğu’nun ötesine uzanıyor. Washington’un bu seferki stratejisi, kendi sivil nükleer programlarını genişletmek isteyebilecek Güney Kore ve Almanya gibi diğer ülkeler için de geçerli olabilecek bir emsal teşkil edecektir. Bir müttefike evet demek diğerlerine hayır demeyi zorlaştırır. Suudi Arabistan’ın nükleer güç haline gelmesi küresel nükleer hesapları da değiştirebilir.”
Bu yazı ilk kez 13 Mayıs 2024’te yayımlanmıştır.