Tel Rıfat’a İran bayrağı neden asıldı?

Türkiye ve İran arasında, Irak – Suriye hattında nasıl bir rekabet yaşanıyor? Kerkük, Musul, Erbil neden önemli? İran’ın planı ne? Türkiye ile nerelerde kesişiyor? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

12 Temmuz günü, Halep’in kuzeyinde YPG kontrolündeki ve Türkiye’ye 24 km uzaklıktaki Tel Rifat kasabasında, yüksekçe bir elektrik direğine İran bayrağı asıldı. Bayrağı asan, bölgedeki İran’a yakın milis gruplardan birisiydi. Doğrusu, üç hafta kadar önce Tel Rifat’ın en yüksek bayrak direğine Suriye Hükümeti’nin bayrağı asıldığı için pek dikkat çekmedi. Hatta, bu bayrak kısa bir süre sonra oradan indirildi. Ancak, son dört yılda Irak ve Suriye’de Türkiye ve İran arasında yaşanan rekabetin anatomisini çıkarmak için epey kullanışlı bir sembol sundu.

İran, bu hamleyle, Suriye’de kendi çıkarları için kullandığı bir silahlı milis grup aracılığıyla Türkiye’nin operasyon yapacağını ilan ettiği bir bölgeye bayrağını çekerek; “…burası benim etki alanım buraya giremezsin…” mesajını veriyordu. Bu olay Türkiye-İran arasında uzun soluklu bir rekabetin en belirgin yansımalarından birisi olduğundan, olan biteni anlamak için biraz geriye gitmeliyiz. 2017’nin sonu, 2018’in başlarına…

IŞİD sonrası stratejik mücadele

Aslında süreci on yıllar öncesine götürmek mümkün. Fakat böyle bir analiz yazısında 40 yılın incelenmesine gerek yok. Tek bir varsayımı akılda tutmak yeterli. Türkiye ve İran, on yıllardır Orta Doğu başta olmak üzere, Kafkasya ve diğer yakın çevrelerinde birbirine rakip olan ülkelerdir. İki ülke arasında ortak çıkarlar ve ortak tehdit algılamalarının zaman zaman ilişkilerde ön plana çıktığı doğru olsa da ilişkileri yönlendiren esas olarak rekabet unsuru olmuştur. Bunu akılda tutarak 2017 yılı sonlarına dönelim.

2017 sonlarında IŞİD terör örgütünün Irak ve Suriye’de kontrol ettiği yerlerden çıkarıldığı dönemlerde İran, her iki ülkede de büyük bir atılım başlatmıştı. Basitçe söylemek gerekirse, İran’dan Akdeniz’e ulaşan kesintisiz bir etki alanı ve lojistik hat kurabilmek için Irak ve Suriye’nin stratejik düğüm noktalarındaki kritik kentleri Şii milis gruplar aracılığıyla denetimi altına alma stratejisini hayata geçirdi. Doğrusu, bu dönemde Türkiye-İran ilişkileri başlangıçta bu durumdan olumsuz etkilenmedi. Hatta, bazı konularda iki ülke tam bir ortak duruş sergiledi.

Bu ortak duruşun en belirgin örneği, 2017 yılı Eylül ayında Kuzey Irak’taki bağımsızlık referandumuydu. Her iki ülke de Irak’ın parçalanmasına neden olacak bu referandumun karşısında ciddi olarak durdu. Bu ortak duruş, hemen akabinde Ekim 2017’de, IKBY’nin sınırlarının yeniden çizilmesi için Irak hükümetinin yaptığı operasyonda da devam etti. IKBY, başta Kerkük ve Musul olmak üzere anayasaya aykırı bir biçimde kontrol ettiği bölgelerden çekilirken Bağdat’ın askerı hamlesini Ankara ve Tahran ortaklaşa destekliyordu.

Benzer bir biçimde, Suriye’de IŞİD’in çıkarıldığı yerlere PYD’nin girmesine de Türkiye ve İran ortaklaşa karşı çıkıyordu. Ancak 2018 başlarından itibaren tablo değişmeye başladı.

Değişen tablo: Kerkük

Irak’tan başlayalım. Kerkük’te 2003’ten itibaren KDP ve KYB’nin baskıcı politikalarına maruz kalan Türkmenler ve Araplar için IKBY’nin şehirden çıkarılması büyük bir fırsat olarak görülmüştü. Ancak kısa süre içinde, İran, Türkmenler içindeki mezhep farklılığını politik hale getirerek yeni bir ayrımcı ve baskıcı süreci başlattı. Bir kısmı güneyden gelen Haşdi Şabi gruplarına, Kerkük’ün ilçelerinde yaşayan Şii Türkmenlerden eklemeler yaparak şehirde hâkimiyet kurmaya çalışan İran bu hedefinde büyük ölçüde başarılı oldu.

İran yanlısı gruplar, bir zamanlar kendi içlerinde herhangi bir ayrım bulunmayan Türkmenlerin aralarındaki mezhep farklılıklarını politik bir kimliğe dönüştürerek araçsallaştırdılar. Aynı gruplar, Kerkük’te Türkiye’nin varlığının ana sembolü olarak gördükleri milli bilince sahip Türkmenleri de bir önceki dönemdekine benzer biçimde baskı altına aldılar. Bununla birlikte 2021 seçiminin de gösterdiği üzere hâlâ Kerkük’te Türkmenler arasında milli bilince sahip olanlar daha kalabalık ve politik olarak daha güçlü durumdadır. Ancak önceki dönemlerle karşılaştırıldığında İran’ın, Kerkük’ü kontrol etmek için uyguladığı politikanın hafife alınamayacağı söylenmeli.

Peki neden Kerkük? İki basit nedeni var: Devasa ve son derece zengin petrol kaynağı ile Türkiye’nin Irak’taki etki sahasının en uç noktası olduğu gerçeği.

Musul’daki durum

Buradan Musul’a geçmeliyiz. Musul, IŞİD’in kontrolü altına girmeden önce ABD’nin askerî varlığı ve İran’ın tüm etkileme çabalarına rağmen tarihsel, ekonomik ve toplumsal bağları nedeniyle Türkiye’nin etkisinin en çok hissedildiği şehirlerin başında geliyordu.

Peki, IŞİD’den sonra Musul’da ne oldu? İran, Musul’da üç grup üzerinden etkinlik sağladı. Bunlar, şehrin kuzeyinde yaşayan çoğunluğu Şii olan Şebekler, Telafer’e geri dönüşleri engelleyen ve ilçeyi kontrolü altına alan Şii Türkmen milis grupları ve Sincar bölgesinde PKK’nın uzantılarıyla yakın işbirliği yapan çoğunluğu Irak’ın güney vilayetlerinden gelen kişilerden oluşan Haşdi Şabi milisleri.

IŞİD’in neden olduğu yıkımın gölgesinde şehrin orijinal sakinleri üzerinde korku yönetimi kuran bu grupların baştan itibaren en çok karşı olduğu şey ise Musul’un kuzeyinde Başika’da yer alan Türk askerî üssü oldu. 2018’in sonlarından itibaren başta tek tük, sonraları neredeyse iki ayda bir, 2022’de ise Temmuz ayına kadar 9 (en azından benim sayabildiğim) saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırıların failleri ise nadiren PKK’nın Sincar’daki kolu olurken çoğu kez kendilerine farklı isimler veren ancak Haşdi Şabi’ye tabi birimlerdi.

2021’de yapılan seçimde Irak’ta toparlanan Sünni Arapların Musul’da yeniden canlanmasının önüne geçmek için ciddi çaba harcayan bu milis grupların seçim sonuçlarından memnun olmaması nedeniyle şehri tekrar baskı altına aldıklarını da not etmeliyiz.

Son dört yıllık dönem zarfında İran’ın gücünün en belirgin olarak azaldığı yerlerden birisi Musul olunca, bu güç azalmasına paralel olarak, PKK’nın Sincar’daki yerleşik kolu olarak adlandırılabilecek YBŞ’ye (PKK’nın Sincar’daki Yezidiler arasından örgütlediği Sincar Direniş Birlikleri adlı kolu) Şii milis grupların kalkan olma rolü o kadar arttı.

Erbil’de de rekabet var

Irak’taki rekabetin son durağı ise Erbil. 1990’lı yıllardan bu yana Türkiye ile İran, Irak’ın kuzeyinde etki mücadelesi vermekteler. 90’lardaki denge, Türkiye ile KDP’nin işbirliğine karşılık İran ile KYB’nin işbirliği yaptığı bir zemin üzerine kurulmuştu. 2003’ten sonra bu tablo IKBY’deki iç siyasete bağlı olarak farklılık gösterdi. 2003-09 arası Türkiye ile Iraklı Kürtlerin arasındaki ilişkilerin kötü olduğu dönemde ABD’nin etkisiyle İran bölgede gücünü tam olarak artıramadı. Ancak, Talabani sonrası liderlik için KYB içinde yapılan güç mücadelesi sayesinde, İran, Süleymaniye üzerinden IKBY’ye giriş için açık kapı bulabildi. Yukarıda belirtilen referandum ve Bağdat’ın Kerkük’e yönelik harekâtı dışında Türkiye ve İran açık bir rekabete giriştiler. Fakat bu rekabetin doruk noktası 2022’nin ilk ayları oldu.

İran’ın İsrail bahanesiyle doğalgaz hatlarına düzenlediği saldırı

2022’in başlarından itibaren İran, açık bir biçimde KDP’nin üzerine gidiyor. Bu politikanın iki aracı oldu. Birincisi, Irak cumhurbaşkanlığına KDP’li bir ismin getirilmesine açıkça direnç göstermesi. İkincisi de Türkiye-IKBY arasında inşasına başlanan doğal gaz nakil hatlarına yönelik saldırı. Yanlış anlaşılmasın, boru hatlarının vurulmasından bahsetmiyorum.

Yılın ilk haftalarında İran, İsrail’in Kuzey Irak’ta üs bölgesi olarak kullandığı bir evi vurduğunu iddia ettiğinde vurulan ev, doğal gaz boru hattının inşaatını yapan şirketin sahibinin eviydi. Daha sonra aynı şirketin rafineri ve diğer tesislerine en az üç büyük çaplı saldırı daha gerçekleştirdi.

Kuzey Irak’tan çıkan gazın uluslararası enerji piyasalarını ne kadar etkileyeceğini bilemem; ancak bu gazın Türkiye’ye taşınmasıyla IKBY-Türkiye ilişkilerinin bambaşka bir safhaya geçeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İsrail’e misilleme yaptığını söyleyen İran’ın, Türkiye’nin Irak’taki çıkarlarını ve stratejik girişimlerini hedef alması, iki ülke arasındaki rekabetin can damarlarından birisini oluşturuyor.

Suriye boyutu

Gelelim Suriye’ye… 2018’de ABD, PKK/YPG terör örgütüyle birlikte IŞİD’in kontrolündeki bölgeleri teker teker ele geçirirken İran da aynı şeyi yapıyordu.

2016 sonunda Halep’in Rejim güçlerinin eline geçmesinde önemli rol oynayan İranlı milisler, bu tarihten itibaren diğer bölgelere daha rahat kaydılar. Rusya-Rejim işbirliği Hama, Homs doğusu ve Halep-Şam otoyolu üzerinde sonuç verirken, İran, Orta Fırat Vadisi’nin güneyinde bulduğu her fırsatı değerlendirdi. 2019’un başlarından itibaren neredeyse hiçbir Şii Arap’ın yaşamadığı Deir ez Zor’un orta ve güney kesimlerinden Ürdün sınırına kadar olan bölgede Irak, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerden getirdiği militanlardan bir şebeke oluşturdu.

Bu şebekenin bir ucu Suriye-Lübnan sınırına bir ucu İsrail-Suriye sınırına uzanırken, kuzeyde Halep’e kadar parçalı halde yayılan bir İran etki sahası ortaya çıktı. Bu durum, İsrail, ABD ve Rusya’yı da endişelendirdiğinden her bir ülke İran’ın bu alandaki etki sahalarını doğrudan hedef aldı. ABD ve İsrail doğrudan veya vekilleri aracılığıyla İran’ı bu bölgelerde vururken, Rusya Şam’daki etkinliği yoluyla İran’a yakın grupların Suriye içindeki hareket kabiliyetini sınırladı. Ancak, açıkçası, Halep kuşatması ve İdlib’e yapılan operasyonlarda bu grupların ön cephede yer almasına da ses çıkarmadı. Artık bunu İran yanlısı milisler zayıflasın diye mi yaptı yoksa sahadaki insan gücü açığının zorunlu bir sonucu muydu bilemiyorum. İran ile Türkiye’nin yolları 2016’daki Halep kuşatmasından sonra iki kez çok ciddi olarak kesişti.

YPG’ye şemsiye olma çabası

Bu kesişmelerin ilki, 2018 yılında, Zeytin Dalı Operasyonu sırasında gerçekleşti. Umarım hatırlarsınız; Afrin’e Suriye Hükümeti bayrağını çekme iddiasıyla Nübbul ve Zehra köylerinden milis gruplar silahları ve teçhizatlarıyla birlikte yola çıkmışlardı. Operasyonun Afrin’in kuzey batısındaki dağlık bölgede sürdüğü günlerde Afrin’e Rejim’in bayrağını çekerek operasyonu durdurmak isteyen İran yanlısı milis gruplar yola çıktıktan kısa bir süre sonra TSK’dan ağır bir darbe aldı. Bu nedenle hemen geri dönmek zorunda kaldılar. Böylece bu grupların Afrin’de YPG’ye şemsiye tutma çabası o günlerde taktik ve yerinde bir hamleyle durduruldu.

İkinci kesişmeyi 2020 başında Rusya’nın İdlib Operasyonu sırasında yaşadık. Serakib bölgesindeki çatışmalar sırasında Halep’in batısında doğrudan TSK’yı hedef alan saldırılar yaşanınca bu bölgede SİHA taarruzuyla İran destekli milislerin komuta merkezinin yıkılması ve aralarında liderlerin de bulunduğu çok sayıda milisin etkisiz hale getirilmesi hâlâ akıllarda.

İran ile Suriye’de üçüncü çatışma ihtimali

Şimdilerde ise üçüncü kesişmeye doğru sürükleniyoruz. Türkiye’nin Tel Rifat ve Menbiç’e operasyon yapacağı haberleri çıkınca İran yanlısı milis gruplar ile Suriye ordusuna İran kontenjanından eklemlenen yerel birimlerden yüzlercesi Tel Rifat’a konuşlandırıldı.

Diplomatik temsilcileri aracılığıyla defalarca operasyona karşı olduğunu açıkça belirten İran’ın son hamlesi de silahlı adamlarını operasyon bölgelerine getirmek oldu. Yani, İran bayrağının Tel Rifat’ta asılmasının hikâyesi kısaca budur.

Neden?

Irak ve Suriye’de yaşanan Türkiye-İran rekabetini kültürel, tarihsel veya jeopolitik kodlarla açıklamak isteyebilirsiniz. Eminim bunu benden çok daha iyi yapacak İran uzmanları veya iki ülke ilişkileri çalışan akademisyenler vardır. Benim açıklamam çok daha basit ve somut.

2018’de IŞİD’in ortadan kaldırılmasıyla birlikte İran terörle mücadele söylemi çerçevesinde Kerkük, Musul, Selahaddin ve Anbar gibi “Şiilik” kartını politik bir araç olarak kullanamayacağı şehirlerde milis grupların gücü aracılığıyla büyük bir etkinlik sağladı. Bunun uzantısı olarak, Suriye’de Deir ez Zor, Rakka, Halep ve Şam kırsalı Akdeniz’e uzanan yolun ayrılmaz bir parçası olacaktı. Ancak, Rusya’nın varlığı bunu engelledi. Irak’ta gösterdiği “başarıyı” Suriye’de yakalayamayan İran, Ukrayna Savaşı’nın etkisiyle Rusya’nın Suriye’deki kabiliyetinin azalmasını yeni bir fırsata çevirdi. Bu fırsatla Deir ez Zor’daki Meyadin kasabasından Halep’in kuzeyindeki Nübbül ve Zehra’ya kadar Suriye’deki etkinliğini doruğa çıkaracak ortamı yakaladı.

Tam da bu sırada Türkiye de Tel Rifat ve Menbiç’e operasyondan bahsetmeye başladı. Hatırlatayım, Tel Rifat ile Nübbül ve Zehra köyleri neredeyse komşu yerleşim birimleri arasındaki mesafe birkaç kilometre civarında. Böyle bir ortamda İran, Suriye’de tam stratejik hedefleri için atağa kalkmışken Türkiye’nin operasyonuyla karşılaşınca buna büyük bir inatla ayak diriyor. Elbette, bunun yansımaları Irak’ta etkisini gösterecek. Çünkü, Kerkük’ten Halep’e kadar olan bölgeye Türkiye nasıl bir stratejik kuşak olarak bakıyorsa, İran da aynı gözle bakıyor. Bunun sonucunda her iki ülkenin karşı karşıya gelmek kaçınılmaz. Ancak bu karşılaşma hangi araçlarla olur sorusunun yanıtı için bir başka analizi beklemeniz gerekecek…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Temmuz 2022’de yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Notify of
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Tel Rıfat’a İran bayrağı neden asıldı?

Türkiye ve İran arasında, Irak – Suriye hattında nasıl bir rekabet yaşanıyor? Kerkük, Musul, Erbil neden önemli? İran’ın planı ne? Türkiye ile nerelerde kesişiyor? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

12 Temmuz günü, Halep’in kuzeyinde YPG kontrolündeki ve Türkiye’ye 24 km uzaklıktaki Tel Rifat kasabasında, yüksekçe bir elektrik direğine İran bayrağı asıldı. Bayrağı asan, bölgedeki İran’a yakın milis gruplardan birisiydi. Doğrusu, üç hafta kadar önce Tel Rifat’ın en yüksek bayrak direğine Suriye Hükümeti’nin bayrağı asıldığı için pek dikkat çekmedi. Hatta, bu bayrak kısa bir süre sonra oradan indirildi. Ancak, son dört yılda Irak ve Suriye’de Türkiye ve İran arasında yaşanan rekabetin anatomisini çıkarmak için epey kullanışlı bir sembol sundu.

İran, bu hamleyle, Suriye’de kendi çıkarları için kullandığı bir silahlı milis grup aracılığıyla Türkiye’nin operasyon yapacağını ilan ettiği bir bölgeye bayrağını çekerek; “…burası benim etki alanım buraya giremezsin…” mesajını veriyordu. Bu olay Türkiye-İran arasında uzun soluklu bir rekabetin en belirgin yansımalarından birisi olduğundan, olan biteni anlamak için biraz geriye gitmeliyiz. 2017’nin sonu, 2018’in başlarına…

IŞİD sonrası stratejik mücadele

Aslında süreci on yıllar öncesine götürmek mümkün. Fakat böyle bir analiz yazısında 40 yılın incelenmesine gerek yok. Tek bir varsayımı akılda tutmak yeterli. Türkiye ve İran, on yıllardır Orta Doğu başta olmak üzere, Kafkasya ve diğer yakın çevrelerinde birbirine rakip olan ülkelerdir. İki ülke arasında ortak çıkarlar ve ortak tehdit algılamalarının zaman zaman ilişkilerde ön plana çıktığı doğru olsa da ilişkileri yönlendiren esas olarak rekabet unsuru olmuştur. Bunu akılda tutarak 2017 yılı sonlarına dönelim.

2017 sonlarında IŞİD terör örgütünün Irak ve Suriye’de kontrol ettiği yerlerden çıkarıldığı dönemlerde İran, her iki ülkede de büyük bir atılım başlatmıştı. Basitçe söylemek gerekirse, İran’dan Akdeniz’e ulaşan kesintisiz bir etki alanı ve lojistik hat kurabilmek için Irak ve Suriye’nin stratejik düğüm noktalarındaki kritik kentleri Şii milis gruplar aracılığıyla denetimi altına alma stratejisini hayata geçirdi. Doğrusu, bu dönemde Türkiye-İran ilişkileri başlangıçta bu durumdan olumsuz etkilenmedi. Hatta, bazı konularda iki ülke tam bir ortak duruş sergiledi.

Bu ortak duruşun en belirgin örneği, 2017 yılı Eylül ayında Kuzey Irak’taki bağımsızlık referandumuydu. Her iki ülke de Irak’ın parçalanmasına neden olacak bu referandumun karşısında ciddi olarak durdu. Bu ortak duruş, hemen akabinde Ekim 2017’de, IKBY’nin sınırlarının yeniden çizilmesi için Irak hükümetinin yaptığı operasyonda da devam etti. IKBY, başta Kerkük ve Musul olmak üzere anayasaya aykırı bir biçimde kontrol ettiği bölgelerden çekilirken Bağdat’ın askerı hamlesini Ankara ve Tahran ortaklaşa destekliyordu.

Benzer bir biçimde, Suriye’de IŞİD’in çıkarıldığı yerlere PYD’nin girmesine de Türkiye ve İran ortaklaşa karşı çıkıyordu. Ancak 2018 başlarından itibaren tablo değişmeye başladı.

Değişen tablo: Kerkük

Irak’tan başlayalım. Kerkük’te 2003’ten itibaren KDP ve KYB’nin baskıcı politikalarına maruz kalan Türkmenler ve Araplar için IKBY’nin şehirden çıkarılması büyük bir fırsat olarak görülmüştü. Ancak kısa süre içinde, İran, Türkmenler içindeki mezhep farklılığını politik hale getirerek yeni bir ayrımcı ve baskıcı süreci başlattı. Bir kısmı güneyden gelen Haşdi Şabi gruplarına, Kerkük’ün ilçelerinde yaşayan Şii Türkmenlerden eklemeler yaparak şehirde hâkimiyet kurmaya çalışan İran bu hedefinde büyük ölçüde başarılı oldu.

İran yanlısı gruplar, bir zamanlar kendi içlerinde herhangi bir ayrım bulunmayan Türkmenlerin aralarındaki mezhep farklılıklarını politik bir kimliğe dönüştürerek araçsallaştırdılar. Aynı gruplar, Kerkük’te Türkiye’nin varlığının ana sembolü olarak gördükleri milli bilince sahip Türkmenleri de bir önceki dönemdekine benzer biçimde baskı altına aldılar. Bununla birlikte 2021 seçiminin de gösterdiği üzere hâlâ Kerkük’te Türkmenler arasında milli bilince sahip olanlar daha kalabalık ve politik olarak daha güçlü durumdadır. Ancak önceki dönemlerle karşılaştırıldığında İran’ın, Kerkük’ü kontrol etmek için uyguladığı politikanın hafife alınamayacağı söylenmeli.

Peki neden Kerkük? İki basit nedeni var: Devasa ve son derece zengin petrol kaynağı ile Türkiye’nin Irak’taki etki sahasının en uç noktası olduğu gerçeği.

Musul’daki durum

Buradan Musul’a geçmeliyiz. Musul, IŞİD’in kontrolü altına girmeden önce ABD’nin askerî varlığı ve İran’ın tüm etkileme çabalarına rağmen tarihsel, ekonomik ve toplumsal bağları nedeniyle Türkiye’nin etkisinin en çok hissedildiği şehirlerin başında geliyordu.

Peki, IŞİD’den sonra Musul’da ne oldu? İran, Musul’da üç grup üzerinden etkinlik sağladı. Bunlar, şehrin kuzeyinde yaşayan çoğunluğu Şii olan Şebekler, Telafer’e geri dönüşleri engelleyen ve ilçeyi kontrolü altına alan Şii Türkmen milis grupları ve Sincar bölgesinde PKK’nın uzantılarıyla yakın işbirliği yapan çoğunluğu Irak’ın güney vilayetlerinden gelen kişilerden oluşan Haşdi Şabi milisleri.

IŞİD’in neden olduğu yıkımın gölgesinde şehrin orijinal sakinleri üzerinde korku yönetimi kuran bu grupların baştan itibaren en çok karşı olduğu şey ise Musul’un kuzeyinde Başika’da yer alan Türk askerî üssü oldu. 2018’in sonlarından itibaren başta tek tük, sonraları neredeyse iki ayda bir, 2022’de ise Temmuz ayına kadar 9 (en azından benim sayabildiğim) saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırıların failleri ise nadiren PKK’nın Sincar’daki kolu olurken çoğu kez kendilerine farklı isimler veren ancak Haşdi Şabi’ye tabi birimlerdi.

2021’de yapılan seçimde Irak’ta toparlanan Sünni Arapların Musul’da yeniden canlanmasının önüne geçmek için ciddi çaba harcayan bu milis grupların seçim sonuçlarından memnun olmaması nedeniyle şehri tekrar baskı altına aldıklarını da not etmeliyiz.

Son dört yıllık dönem zarfında İran’ın gücünün en belirgin olarak azaldığı yerlerden birisi Musul olunca, bu güç azalmasına paralel olarak, PKK’nın Sincar’daki yerleşik kolu olarak adlandırılabilecek YBŞ’ye (PKK’nın Sincar’daki Yezidiler arasından örgütlediği Sincar Direniş Birlikleri adlı kolu) Şii milis grupların kalkan olma rolü o kadar arttı.

Erbil’de de rekabet var

Irak’taki rekabetin son durağı ise Erbil. 1990’lı yıllardan bu yana Türkiye ile İran, Irak’ın kuzeyinde etki mücadelesi vermekteler. 90’lardaki denge, Türkiye ile KDP’nin işbirliğine karşılık İran ile KYB’nin işbirliği yaptığı bir zemin üzerine kurulmuştu. 2003’ten sonra bu tablo IKBY’deki iç siyasete bağlı olarak farklılık gösterdi. 2003-09 arası Türkiye ile Iraklı Kürtlerin arasındaki ilişkilerin kötü olduğu dönemde ABD’nin etkisiyle İran bölgede gücünü tam olarak artıramadı. Ancak, Talabani sonrası liderlik için KYB içinde yapılan güç mücadelesi sayesinde, İran, Süleymaniye üzerinden IKBY’ye giriş için açık kapı bulabildi. Yukarıda belirtilen referandum ve Bağdat’ın Kerkük’e yönelik harekâtı dışında Türkiye ve İran açık bir rekabete giriştiler. Fakat bu rekabetin doruk noktası 2022’nin ilk ayları oldu.

İran’ın İsrail bahanesiyle doğalgaz hatlarına düzenlediği saldırı

2022’in başlarından itibaren İran, açık bir biçimde KDP’nin üzerine gidiyor. Bu politikanın iki aracı oldu. Birincisi, Irak cumhurbaşkanlığına KDP’li bir ismin getirilmesine açıkça direnç göstermesi. İkincisi de Türkiye-IKBY arasında inşasına başlanan doğal gaz nakil hatlarına yönelik saldırı. Yanlış anlaşılmasın, boru hatlarının vurulmasından bahsetmiyorum.

Yılın ilk haftalarında İran, İsrail’in Kuzey Irak’ta üs bölgesi olarak kullandığı bir evi vurduğunu iddia ettiğinde vurulan ev, doğal gaz boru hattının inşaatını yapan şirketin sahibinin eviydi. Daha sonra aynı şirketin rafineri ve diğer tesislerine en az üç büyük çaplı saldırı daha gerçekleştirdi.

Kuzey Irak’tan çıkan gazın uluslararası enerji piyasalarını ne kadar etkileyeceğini bilemem; ancak bu gazın Türkiye’ye taşınmasıyla IKBY-Türkiye ilişkilerinin bambaşka bir safhaya geçeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İsrail’e misilleme yaptığını söyleyen İran’ın, Türkiye’nin Irak’taki çıkarlarını ve stratejik girişimlerini hedef alması, iki ülke arasındaki rekabetin can damarlarından birisini oluşturuyor.

Suriye boyutu

Gelelim Suriye’ye… 2018’de ABD, PKK/YPG terör örgütüyle birlikte IŞİD’in kontrolündeki bölgeleri teker teker ele geçirirken İran da aynı şeyi yapıyordu.

2016 sonunda Halep’in Rejim güçlerinin eline geçmesinde önemli rol oynayan İranlı milisler, bu tarihten itibaren diğer bölgelere daha rahat kaydılar. Rusya-Rejim işbirliği Hama, Homs doğusu ve Halep-Şam otoyolu üzerinde sonuç verirken, İran, Orta Fırat Vadisi’nin güneyinde bulduğu her fırsatı değerlendirdi. 2019’un başlarından itibaren neredeyse hiçbir Şii Arap’ın yaşamadığı Deir ez Zor’un orta ve güney kesimlerinden Ürdün sınırına kadar olan bölgede Irak, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerden getirdiği militanlardan bir şebeke oluşturdu.

Bu şebekenin bir ucu Suriye-Lübnan sınırına bir ucu İsrail-Suriye sınırına uzanırken, kuzeyde Halep’e kadar parçalı halde yayılan bir İran etki sahası ortaya çıktı. Bu durum, İsrail, ABD ve Rusya’yı da endişelendirdiğinden her bir ülke İran’ın bu alandaki etki sahalarını doğrudan hedef aldı. ABD ve İsrail doğrudan veya vekilleri aracılığıyla İran’ı bu bölgelerde vururken, Rusya Şam’daki etkinliği yoluyla İran’a yakın grupların Suriye içindeki hareket kabiliyetini sınırladı. Ancak, açıkçası, Halep kuşatması ve İdlib’e yapılan operasyonlarda bu grupların ön cephede yer almasına da ses çıkarmadı. Artık bunu İran yanlısı milisler zayıflasın diye mi yaptı yoksa sahadaki insan gücü açığının zorunlu bir sonucu muydu bilemiyorum. İran ile Türkiye’nin yolları 2016’daki Halep kuşatmasından sonra iki kez çok ciddi olarak kesişti.

YPG’ye şemsiye olma çabası

Bu kesişmelerin ilki, 2018 yılında, Zeytin Dalı Operasyonu sırasında gerçekleşti. Umarım hatırlarsınız; Afrin’e Suriye Hükümeti bayrağını çekme iddiasıyla Nübbul ve Zehra köylerinden milis gruplar silahları ve teçhizatlarıyla birlikte yola çıkmışlardı. Operasyonun Afrin’in kuzey batısındaki dağlık bölgede sürdüğü günlerde Afrin’e Rejim’in bayrağını çekerek operasyonu durdurmak isteyen İran yanlısı milis gruplar yola çıktıktan kısa bir süre sonra TSK’dan ağır bir darbe aldı. Bu nedenle hemen geri dönmek zorunda kaldılar. Böylece bu grupların Afrin’de YPG’ye şemsiye tutma çabası o günlerde taktik ve yerinde bir hamleyle durduruldu.

İkinci kesişmeyi 2020 başında Rusya’nın İdlib Operasyonu sırasında yaşadık. Serakib bölgesindeki çatışmalar sırasında Halep’in batısında doğrudan TSK’yı hedef alan saldırılar yaşanınca bu bölgede SİHA taarruzuyla İran destekli milislerin komuta merkezinin yıkılması ve aralarında liderlerin de bulunduğu çok sayıda milisin etkisiz hale getirilmesi hâlâ akıllarda.

İran ile Suriye’de üçüncü çatışma ihtimali

Şimdilerde ise üçüncü kesişmeye doğru sürükleniyoruz. Türkiye’nin Tel Rifat ve Menbiç’e operasyon yapacağı haberleri çıkınca İran yanlısı milis gruplar ile Suriye ordusuna İran kontenjanından eklemlenen yerel birimlerden yüzlercesi Tel Rifat’a konuşlandırıldı.

Diplomatik temsilcileri aracılığıyla defalarca operasyona karşı olduğunu açıkça belirten İran’ın son hamlesi de silahlı adamlarını operasyon bölgelerine getirmek oldu. Yani, İran bayrağının Tel Rifat’ta asılmasının hikâyesi kısaca budur.

Neden?

Irak ve Suriye’de yaşanan Türkiye-İran rekabetini kültürel, tarihsel veya jeopolitik kodlarla açıklamak isteyebilirsiniz. Eminim bunu benden çok daha iyi yapacak İran uzmanları veya iki ülke ilişkileri çalışan akademisyenler vardır. Benim açıklamam çok daha basit ve somut.

2018’de IŞİD’in ortadan kaldırılmasıyla birlikte İran terörle mücadele söylemi çerçevesinde Kerkük, Musul, Selahaddin ve Anbar gibi “Şiilik” kartını politik bir araç olarak kullanamayacağı şehirlerde milis grupların gücü aracılığıyla büyük bir etkinlik sağladı. Bunun uzantısı olarak, Suriye’de Deir ez Zor, Rakka, Halep ve Şam kırsalı Akdeniz’e uzanan yolun ayrılmaz bir parçası olacaktı. Ancak, Rusya’nın varlığı bunu engelledi. Irak’ta gösterdiği “başarıyı” Suriye’de yakalayamayan İran, Ukrayna Savaşı’nın etkisiyle Rusya’nın Suriye’deki kabiliyetinin azalmasını yeni bir fırsata çevirdi. Bu fırsatla Deir ez Zor’daki Meyadin kasabasından Halep’in kuzeyindeki Nübbül ve Zehra’ya kadar Suriye’deki etkinliğini doruğa çıkaracak ortamı yakaladı.

Tam da bu sırada Türkiye de Tel Rifat ve Menbiç’e operasyondan bahsetmeye başladı. Hatırlatayım, Tel Rifat ile Nübbül ve Zehra köyleri neredeyse komşu yerleşim birimleri arasındaki mesafe birkaç kilometre civarında. Böyle bir ortamda İran, Suriye’de tam stratejik hedefleri için atağa kalkmışken Türkiye’nin operasyonuyla karşılaşınca buna büyük bir inatla ayak diriyor. Elbette, bunun yansımaları Irak’ta etkisini gösterecek. Çünkü, Kerkük’ten Halep’e kadar olan bölgeye Türkiye nasıl bir stratejik kuşak olarak bakıyorsa, İran da aynı gözle bakıyor. Bunun sonucunda her iki ülkenin karşı karşıya gelmek kaçınılmaz. Ancak bu karşılaşma hangi araçlarla olur sorusunun yanıtı için bir başka analizi beklemeniz gerekecek…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 27 Temmuz 2022’de yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Notify of
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x
()
x