Trump dönemi dış politikanın on teması

Trump, Amerika’nın dünyaya sunduğu düzeni neden yıkmak istiyor? Uluslararası anlaşmalar, küresel liderlik, demokrasi ve hukuk—hepsi onun hedefinde mi? ABD, kurucusu olduğu sistemden çekilirken, dünya bu sarsıntıya nasıl cevap verecek?

ABD, 1945’ten bu yana uluslararası hukuk çerçevesinde açık, kurallara bağlı bir küresel sistemin önde gelen savunucusu, güvencesi ve garantörü konumundaydı. İkinci başkanlığının henüz iki ayında olan Donald Trump, ABD dış politikasında devrim yaratıyor. Trump’ın politikaları, yerleşik kurumları ve uluslararası işbirliği modellerini istikrarsızlaştırarak ve nihayetinde yok ederek dünya düzenini altüst ediyor.

Stewart Patrick, Carnegie Endowment için kaleme aldığı yazısında Trump’ın ikinci dönem dış politikasını şekillendiren 10 ana temayı ele alıyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri paylaşıyoruz:

“ABD Başkanı’nın ilk döneminde analistler bir “Trump doktrini” tanımlamakta zorlandılar. Bu aptalca bir çabaydı. Mizaç olarak kaprisli ve içgüdüsel olan ve karşılıklı alışverişe dayalı dış politika güden Trump, büyük strateji uygulamaz. Onun öncelikli amaçları maddi, hoyrat ve mirasyedi niteliktedir. Trump’ın dış politikası, her şeyi açıklayan bütünlüklü bir teoriye dayanmaz.

Yine de, Trump yönetiminin yabancı partnerlerinin karşılık vermesi gereken icra emirleri ve politika açıklamaları telaşında, toplu olarak bir dünya görüşü teşkil edebilecek bazı yinelenen gerekçeler, tercihler ve temalar göze çarpıyor.

ABD’nin küresel liderliğinden ve sorumluluklarından vazgeçmesi

İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen on yıllarda, birbirini izleyen ABD yönetimleri açık, kurallara bağlı bir uluslararası düzeni savundu, bu çerçevede yatırım yaptı ve Amerika’nın gücünü Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu, NATO ve Amerikan Devletleri Örgütü gibi çok taraflı kurumlara yerleştirdi. Bu adımlarla ABD, ortak sorunlar karşısında uluslararası işbirliğini kolaylaştırarak ve sistemi yıkmaya yönelik revizyonist çabaları caydırarak uluslararası sistemin öngörülebilirliğini, meşruiyetini ve istikrarını arttırmak istedi.

Buna karşın Trump, normların ve kuralların hiçbir şey ifade etmediği, tüm ilişkilerin karşılıklı alışverişe dayalı olduğu ve sonuçların nihayetinde doğrudan güç kullanımının bir yansıması olduğu acımasız bir dünya görüyor ve hatta bundan memnuniyet duyuyor. Amerika’nın küresel amacına dair olumlu bir vizyon, ABD’nin dünya düzenini sürdürme ve savunma sorumluluğu ve ABD’nin kendi dar ulusal çıkarları dışında herhangi bir şeyi savunması gerektiğine dair bir inancı yok. “Küresel liderlik” onun sözlüğünde yer almıyor.

Aşırı egemenlikçi bir zihniyet

ABD yönetimi, uluslararası örgütlere ve anlaşmalara şüpheyle yaklaşan, savunmacı ve çarpıtılmış bir egemenlik anlayışını benimsedi. Muhafazakâr milliyetçiler, bu anlaşmaların ABD’nin hareket özgürlüğünü kabul edilemez biçimde sınırladığına ve anayasal özyönetimi tehlikeye attığına inanıyor, aynı zamanda daha zayıf oyuncuların ABD’ye karşı birleşmesine izin verdikleri gibi yanıltıcı gerekçelerle bağlayıcı çok taraflı taahhütlere uzun zamandır karşı çıkıyorlar.

Bu görüşle tutarlı olarak ABD Başkanı Trump, Dışişleri Bakanı’na ABD’nin taraf olduğu tüm uluslararası anlaşmaları ve üye olduğu uluslararası örgütleri incelemesi ve Temmuz ayı sonuna kadar hangi yükümlülüklerin sona erdirilmesi gerektiğini önermesi talimatını verdi. Trump Paris İklim Anlaşmasını ve Dünya Sağlık Örgütünü halihazırda yürürlükten kaldırmış durumda. Teorik olarak Birleşmiş Milletler’in kendisi de dahil olmak üzere yüzlerce başka sözleşme ve organ da şu anda hedef tahtasında.

Batı’nın ve ABD müttefiklerinin küçümsenmesi

Seleflerinin tam aksine Trump, toplu olarak “Batı”yı oluşturan diğer gelişmiş serbest piyasa demokrasileriyle herhangi bir dayanışmadan yoksun.

NATO’yu düşünün. Trump, tarihin en başarılı ittifakı olan NATO’nun temelindeki kolektif kimliği görmezden geliyor; ona adeta bir haraç toplama aracı muamelesi yapıyor. NATO’yu kuran 1949 tarihli anlaşmanın giriş bölümü bu kolektif kimliğin mirasını kutluyor ve üyelerin “demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkeleri üzerine kurulu halklarının özgürlüğünü, ortak mirasını ve medeniyetini koruma kararlılığını” belirtiyor.

Trump’ın NATO, G7 ve AB’ye karşı çatışmacı yaklaşımında açıkça görülen Batı’ya yönelik saldırganlığı ABD’nin ortaklarını tedirgin etti. NATO’nun 5. Maddesi kapsamında Amerika’nın kolektif savunma garantisine güvenmeyen Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık ile nükleer silahların paylaşımı konusunda görüşmelere başladı. AB Dışişleri Bakanı Kaja Kallas, Trump’ın Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelensky ile Beyaz Saray’da yaptığı felaket toplantının ardından “Özgür dünyanın yeni bir lidere ihtiyacı var” dedi.

Nüfuz alanlarının geri dönüşü

Trump’ın güç odaklı dünya görüşü en bariz şekilde Batı Yarımküre’de ABD’ye özel bir ayrıcalık alanı arayışında ortaya çıkıyor. Grönland ve Panama Kanalı’nı ilhak etme, Kanada’yı elli birinci ABD eyaleti olarak bünyesine katma ve orduyu Meksika’ya konuşlandırma kararlılığı Monroe Doktrini’ni yeniden canlandırıyor. Trump’ın bu tutumu yalnızca komşularını ve müttefiklerini uzaklaştırmakla kalmıyor, sırasıyla Moskova ve Pekin’in Rusya’nın “yakın çevresi” üzerinde yeniden kontrol sağlama ve Güney Çin Denizi’ne hakim olma yönündeki benzer çabalarını meşrulaştırıyor.

On dokuzuncu yüzyılda açıkça ortada olmalarına rağmen, büyük güçlerin nüfuz alanları yirminci yüzyılda daha örtük hale geldi ve ülkelere müdahale edilmemesi ve egemen devletlerin eşit olduğu normlarıyla uyumlu hale geldi. 1944’ün sonlarında dönemin İngiltere Başbakanı Winston Churchill, Sovyet lider Joseph Stalin’i savaş sonrası Balkanlar’daki kontrol paylarını belirleyen meşhur yüzdeler anlaşması konusunda “Amerikalılar şok olabilir” diye sesini çıkarmaması konusunda uyarmıştı. Trump’ın bugün bu kadar ihtiyatlı davranacağından kuşku duyuluyor.

Uluslararası hukukun göz ardı edilmesi

Seleflerinin aksine Trump, dünya siyasetinde hukukun üstünlüğü yerine orman kanunlarını tercih ediyor. ABD Başkanı görevdeki ilk döneminde uluslararası hukuk düzenini zayıflatmak için büyük ölçüde beyhude bir çaba sarf etti. İktidara geri dönmesi, insan haklarından toprak kazanımına kadar pek çok alanda kendisine yeni fırsatlar sunuyor.

Daha şimdiden, Ukrayna’ya karşı yürüttüğü işgal savaşında Kremlin’in yanında yer aldı ve Rusya’nın oradaki zulmüne sessiz kaldı. Savunma Bakanı Pete Hegseth, savaş suçlarından hüküm giymiş ABD askerlerini savunurken, ulusal güvenlik danışmanı Michael Walz, Meksikalı uyuşturucu kartellerine karşı askeri güç kullanılmasını savunuyor. Önceki yönetimler bazen uluslararası yasal kısıtlamalar altında ezilmiş olsalar da – ve “hukuka dayalı” bir düzenden çok, daha esnek ve çıkar odaklı “kurallara dayalı” bir yaklaşımı benimseseler de – uluslararası hukukun istikrar sağlayıcı etkisini de kabul etmişler ve ABD’nin bundan ayrılmasını gerekçelendirmeye çalışmışlardır. Trump böyle bir kaygı duymuyor.

Zorbalık yapabilmek için ikili müzakerelerin tercihi

Diplomasi ve uluslararası anlaşma yapma konusundaki alışverişe dayalı yaklaşımı göz önüne alındığında, Trump şaşırtıcı olmayan bir şekilde diğer ülkelerle Amerikan gücünün daha az önemli olduğu çok taraflı platformlardan ziyade ikili olarak müzakere etmeyi tercih ediyor. Kolektif hareket etmenin gerekli olduğu durumlarda, uzay araştırmaları için Artemis Anlaşmalarında olduğu gibi, ABD’yi sorumlu kılan ve onu merkezde tutan düzenlemeleri tercih ediyor. Amerikan nüfuzunu güçlendirmeye yönelik bu arayış, ABD’nin defalarca “ABD’yi mahvetmek için kurulduğunu” iddia ettiği AB’ye yönelik bariz hoşnutsuzluğunu açıklar nitelikte. Genel olarak ABD başkanı müzakereleri sıfır toplamlı bir zihniyetle yürütüyor. Oysa uluslararası ilişkiler, emlak alım satımı gibi tek seferlik bir oyun değil, itibar, güven ve güvenilirliğin kazanılması ve faydaların zaman içinde dengelenmesi gereken tekrarlanan, sürekli devam eden bir oyun olduğu gerçeğini göz ardı ediyor.

Çok taraflı ticari kurumların terk edilmesi

1945 sonrası dünya düzeni, Bretton Woods kurumları, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) tarafından yönetilen açık, kurallara bağlı, çok taraflı bir ticaret ve ödemeler sisteminin ortaya çıkmasıyla şekillendi. Bu küresel ticaret rejiminin temel direkleri, bir ticaret ortağına verilen herhangi bir imtiyazın herkese verilmesi gerektiğini savunan “en çok gözetilen ulus kaydı” ile somutlaşan ayrımcılık yapmama ve karşılıklılık ilkesidir. Ancak geçtiğimiz yirmi yıl boyunca DTÖ ne ticaretin serbestleştirilmesi ne de uyuşmazlıkların çözümü işlevlerini yerine getirdi. Trump, DTÖ’nün ölüm fermanını imzalamaya kararlı görünüyor. ABD Başkanı istikrarı bozan gümrük tarifelerini benimsedi ve bu ilkeyi açık ikili mütekabiliyet lehine reddetti. Önde gelen bir ticaret uzmanının ifadesiyle, “DTÖ’nün işi bitti.”

Küresel kalkınmanın reddedilmesi

Trump yönetimi USAID’i tasfiye ederek kalıntılarını Dışişleri Bakanlığı bünyesine kattı ve bunun sadece Amerika’nın ulusal çıkarları ve itibarı açısından değil, aynı zamanda yoksulluk, açlık, hastalık, istikrarsızlık, iklim felaketleri ve daha pek çok şeyle mücadeleye yönelik küresel çabalar açısından da yıkıcı sonuçları oldu. Sadece kendi cimriliğini göstermekle yetinmeyen yönetim, Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine de fiilen savaş açmış durumda ve bu hedeflerin BM kararlarında ve belgelerinde yer almasına, ABD egemenliğini bir şekilde tehdit ettiği gerekçesiyle karşı çıkacağını duyurdu. ABD’nin Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve çok taraflı kalkınma bankalarından bile çekilebileceği korkusu giderek artıyor.

Demokrasinin desteklenmesinden vazgeçilmesi

Diktatörlere olan yakınlığıyla Trump, yurtdışında demokrasiyi desteklemeye yönelik on yıllardır süregelen ve iki partinin de desteklediği taahhüdü bozdu. Dışişleri Bakanlığı ve USAID’in demokrasiyi teşvik faaliyetlerini sona erdirmenin ötesinde, Ulusal Demokrasi Vakfı, Freedom House ve Amerika’nın Sesi’ni destekleyen ABD Küresel Medya Ajansı’nın yanı sıra hakikatin anlatıldığı diğer kurumların da içini boşalttı. Trump’ın bu eylemleri, özgürlüğün dostu olarak ABD’ye olan küresel inancı sarstı.

Küresel kurumlardan vazgeçilmesi

Son olarak Trump yönetimi, bir dizi konuda küresel çapta hizmetleri sağlamak ya da küresel krizleri hafifletmek için çok taraflı kurumlara duyulan ihtiyacı reddediyor. Beyaz Saray iklim değişikliğinin gerçekliğini inkar ediyor, biyoçeşitliliğin çöküşünü görmezden geliyor, kirliliğin zararlarını küçümsüyor ve uluslararası çevre işbirliğinin mantığını tartışıyor. Küresel sağlık yönetişimini reddederek, ABD’nin DSÖ’nün işlevlerini duruma göre, ulusal bir temelde yerine getirebileceği gibi hayali bir varsayımla DSÖ’den çekildi. ABD’nin tartışmasız hakimiyeti hedefiyle, yapay zekanın yarattığı artan güvenlik, emniyet ve jeopolitik riskleri ele almak için uluslararası güvenlik araçlarına olan ihtiyacı reddetti.

Tek söz sahibi ABD değil

Trump, Amerika’nın yarattığı dünyaya karşı devrimini başlattı. Ancak bu devrimin küresel çapta yayılıp yayılmayacağı, direnişle karşılaşıp karşılaşmayacağı ya da karşı devrime ilham verip vermeyeceği büyük ölçüde kendi elinde değil. ABD’ yönetiminin politikaları, uzun vadeli ABD çıkarlarına ve güvenilirliğine zarar vermenin ötesinde, iyi ya da kötü, başkalarının doldurmak için yarışacağı bir küresel liderlik boşluğu yaratıyor. Bu türbülansın sonunda şekillenecek yeni dünya düzeni yalnızca Amerika’nın eseri olmayacaktır.

Trump’ın 2016’da ilk kez seçilmesinin ardından pek çok ülke aniden öngörülemez hale gelen ABD’ye karşı tedbir almaya başladı. Bu içgüdü şimdi Amerika’nın en yakın müttefiklerine de yayılmış durumda. ABD’ye karşı bazı “yumuşak dengelemeler” kaçınılmaz görünüyor. Çok taraflı sistem söz konusu olduğunda, AB, Çin ve Hindistan’dan Brezilya’ya bir dizi orta güç bir hakikat ile karşı karşıya: ABD agresif milliyetçiliğe yönelirken, bu güçler ortaya çıkan küresel liderlik boşluğunu doldurmaya çalışacaklar mı ve hangi öncelikler doğrultusunda hareket edecekler?

Tarihsel kıyaslamalar her zaman tehlikelidir, ancak akla ilk gelen örnek Milletler Cemiyeti’dir. Bu, güven verici bir emsal değil. Senato’nun 1920’de Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’ni reddetmesinin ardından Amerika Birleşik Devletleri tam bir yalnızlığa çekilmese de, küresel meselelere müdahalesi dönemsel ve öngörülemez oldu ve nihayetinde revizyonist güçlerin statükoyu altüst ederek İkinci Dünya Savaşı’nı başlatmasını engelleyemedi.

Daha iyimser bir bakış açısıyla, iki dönem arasında önemli farklılıklar bulunuyor. Birincisi, Amerika Birleşik Devletleri, Güvenlik Konseyi de dahil olmak üzere BM’den (henüz) ayrılmadı. İkincisi, uluslararası sistem I. Dünya Savaşı sonrasına kıyasla çok daha fazla kurumsallaşmış durumda ve bu sayısız çok taraflı anlaşma, örgüt, sistem, ağ ve faaliyet sırf Amerika ortadan çekildi diye yok olmayacak. Üçüncüsü, dünya statükocu ve revizyonist güçler arasında daha az net bir şekilde bölünmüş durumda.”

Bu yazı ilk kez 28 Mart 2025’te yayımlanmıştır.

Stewart Patrick Carnegie Endowment web sitesinde yayınlanan “Trump Has Launched a Second American Revolution. This Time, It’s Against the World.” başlıklı yazıdan öne çıkan bazı bölümler Caner Köseler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazıların orijinaline aşağıdaki linklerden erişebilirsiniz: https://carnegieendowment.org/emissary/2025/03/trump-foreign-policy-second-american-revolution-nato-un?lang=en

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Trump dönemi dış politikanın on teması

Trump, Amerika’nın dünyaya sunduğu düzeni neden yıkmak istiyor? Uluslararası anlaşmalar, küresel liderlik, demokrasi ve hukuk—hepsi onun hedefinde mi? ABD, kurucusu olduğu sistemden çekilirken, dünya bu sarsıntıya nasıl cevap verecek?

ABD, 1945’ten bu yana uluslararası hukuk çerçevesinde açık, kurallara bağlı bir küresel sistemin önde gelen savunucusu, güvencesi ve garantörü konumundaydı. İkinci başkanlığının henüz iki ayında olan Donald Trump, ABD dış politikasında devrim yaratıyor. Trump’ın politikaları, yerleşik kurumları ve uluslararası işbirliği modellerini istikrarsızlaştırarak ve nihayetinde yok ederek dünya düzenini altüst ediyor.

Stewart Patrick, Carnegie Endowment için kaleme aldığı yazısında Trump’ın ikinci dönem dış politikasını şekillendiren 10 ana temayı ele alıyor.

Yazıdan öne çıkan bölümleri paylaşıyoruz:

“ABD Başkanı’nın ilk döneminde analistler bir “Trump doktrini” tanımlamakta zorlandılar. Bu aptalca bir çabaydı. Mizaç olarak kaprisli ve içgüdüsel olan ve karşılıklı alışverişe dayalı dış politika güden Trump, büyük strateji uygulamaz. Onun öncelikli amaçları maddi, hoyrat ve mirasyedi niteliktedir. Trump’ın dış politikası, her şeyi açıklayan bütünlüklü bir teoriye dayanmaz.

Yine de, Trump yönetiminin yabancı partnerlerinin karşılık vermesi gereken icra emirleri ve politika açıklamaları telaşında, toplu olarak bir dünya görüşü teşkil edebilecek bazı yinelenen gerekçeler, tercihler ve temalar göze çarpıyor.

ABD’nin küresel liderliğinden ve sorumluluklarından vazgeçmesi

İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen on yıllarda, birbirini izleyen ABD yönetimleri açık, kurallara bağlı bir uluslararası düzeni savundu, bu çerçevede yatırım yaptı ve Amerika’nın gücünü Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu, NATO ve Amerikan Devletleri Örgütü gibi çok taraflı kurumlara yerleştirdi. Bu adımlarla ABD, ortak sorunlar karşısında uluslararası işbirliğini kolaylaştırarak ve sistemi yıkmaya yönelik revizyonist çabaları caydırarak uluslararası sistemin öngörülebilirliğini, meşruiyetini ve istikrarını arttırmak istedi.

Buna karşın Trump, normların ve kuralların hiçbir şey ifade etmediği, tüm ilişkilerin karşılıklı alışverişe dayalı olduğu ve sonuçların nihayetinde doğrudan güç kullanımının bir yansıması olduğu acımasız bir dünya görüyor ve hatta bundan memnuniyet duyuyor. Amerika’nın küresel amacına dair olumlu bir vizyon, ABD’nin dünya düzenini sürdürme ve savunma sorumluluğu ve ABD’nin kendi dar ulusal çıkarları dışında herhangi bir şeyi savunması gerektiğine dair bir inancı yok. “Küresel liderlik” onun sözlüğünde yer almıyor.

Aşırı egemenlikçi bir zihniyet

ABD yönetimi, uluslararası örgütlere ve anlaşmalara şüpheyle yaklaşan, savunmacı ve çarpıtılmış bir egemenlik anlayışını benimsedi. Muhafazakâr milliyetçiler, bu anlaşmaların ABD’nin hareket özgürlüğünü kabul edilemez biçimde sınırladığına ve anayasal özyönetimi tehlikeye attığına inanıyor, aynı zamanda daha zayıf oyuncuların ABD’ye karşı birleşmesine izin verdikleri gibi yanıltıcı gerekçelerle bağlayıcı çok taraflı taahhütlere uzun zamandır karşı çıkıyorlar.

Bu görüşle tutarlı olarak ABD Başkanı Trump, Dışişleri Bakanı’na ABD’nin taraf olduğu tüm uluslararası anlaşmaları ve üye olduğu uluslararası örgütleri incelemesi ve Temmuz ayı sonuna kadar hangi yükümlülüklerin sona erdirilmesi gerektiğini önermesi talimatını verdi. Trump Paris İklim Anlaşmasını ve Dünya Sağlık Örgütünü halihazırda yürürlükten kaldırmış durumda. Teorik olarak Birleşmiş Milletler’in kendisi de dahil olmak üzere yüzlerce başka sözleşme ve organ da şu anda hedef tahtasında.

Batı’nın ve ABD müttefiklerinin küçümsenmesi

Seleflerinin tam aksine Trump, toplu olarak “Batı”yı oluşturan diğer gelişmiş serbest piyasa demokrasileriyle herhangi bir dayanışmadan yoksun.

NATO’yu düşünün. Trump, tarihin en başarılı ittifakı olan NATO’nun temelindeki kolektif kimliği görmezden geliyor; ona adeta bir haraç toplama aracı muamelesi yapıyor. NATO’yu kuran 1949 tarihli anlaşmanın giriş bölümü bu kolektif kimliğin mirasını kutluyor ve üyelerin “demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkeleri üzerine kurulu halklarının özgürlüğünü, ortak mirasını ve medeniyetini koruma kararlılığını” belirtiyor.

Trump’ın NATO, G7 ve AB’ye karşı çatışmacı yaklaşımında açıkça görülen Batı’ya yönelik saldırganlığı ABD’nin ortaklarını tedirgin etti. NATO’nun 5. Maddesi kapsamında Amerika’nın kolektif savunma garantisine güvenmeyen Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık ile nükleer silahların paylaşımı konusunda görüşmelere başladı. AB Dışişleri Bakanı Kaja Kallas, Trump’ın Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelensky ile Beyaz Saray’da yaptığı felaket toplantının ardından “Özgür dünyanın yeni bir lidere ihtiyacı var” dedi.

Nüfuz alanlarının geri dönüşü

Trump’ın güç odaklı dünya görüşü en bariz şekilde Batı Yarımküre’de ABD’ye özel bir ayrıcalık alanı arayışında ortaya çıkıyor. Grönland ve Panama Kanalı’nı ilhak etme, Kanada’yı elli birinci ABD eyaleti olarak bünyesine katma ve orduyu Meksika’ya konuşlandırma kararlılığı Monroe Doktrini’ni yeniden canlandırıyor. Trump’ın bu tutumu yalnızca komşularını ve müttefiklerini uzaklaştırmakla kalmıyor, sırasıyla Moskova ve Pekin’in Rusya’nın “yakın çevresi” üzerinde yeniden kontrol sağlama ve Güney Çin Denizi’ne hakim olma yönündeki benzer çabalarını meşrulaştırıyor.

On dokuzuncu yüzyılda açıkça ortada olmalarına rağmen, büyük güçlerin nüfuz alanları yirminci yüzyılda daha örtük hale geldi ve ülkelere müdahale edilmemesi ve egemen devletlerin eşit olduğu normlarıyla uyumlu hale geldi. 1944’ün sonlarında dönemin İngiltere Başbakanı Winston Churchill, Sovyet lider Joseph Stalin’i savaş sonrası Balkanlar’daki kontrol paylarını belirleyen meşhur yüzdeler anlaşması konusunda “Amerikalılar şok olabilir” diye sesini çıkarmaması konusunda uyarmıştı. Trump’ın bugün bu kadar ihtiyatlı davranacağından kuşku duyuluyor.

Uluslararası hukukun göz ardı edilmesi

Seleflerinin aksine Trump, dünya siyasetinde hukukun üstünlüğü yerine orman kanunlarını tercih ediyor. ABD Başkanı görevdeki ilk döneminde uluslararası hukuk düzenini zayıflatmak için büyük ölçüde beyhude bir çaba sarf etti. İktidara geri dönmesi, insan haklarından toprak kazanımına kadar pek çok alanda kendisine yeni fırsatlar sunuyor.

Daha şimdiden, Ukrayna’ya karşı yürüttüğü işgal savaşında Kremlin’in yanında yer aldı ve Rusya’nın oradaki zulmüne sessiz kaldı. Savunma Bakanı Pete Hegseth, savaş suçlarından hüküm giymiş ABD askerlerini savunurken, ulusal güvenlik danışmanı Michael Walz, Meksikalı uyuşturucu kartellerine karşı askeri güç kullanılmasını savunuyor. Önceki yönetimler bazen uluslararası yasal kısıtlamalar altında ezilmiş olsalar da – ve “hukuka dayalı” bir düzenden çok, daha esnek ve çıkar odaklı “kurallara dayalı” bir yaklaşımı benimseseler de – uluslararası hukukun istikrar sağlayıcı etkisini de kabul etmişler ve ABD’nin bundan ayrılmasını gerekçelendirmeye çalışmışlardır. Trump böyle bir kaygı duymuyor.

Zorbalık yapabilmek için ikili müzakerelerin tercihi

Diplomasi ve uluslararası anlaşma yapma konusundaki alışverişe dayalı yaklaşımı göz önüne alındığında, Trump şaşırtıcı olmayan bir şekilde diğer ülkelerle Amerikan gücünün daha az önemli olduğu çok taraflı platformlardan ziyade ikili olarak müzakere etmeyi tercih ediyor. Kolektif hareket etmenin gerekli olduğu durumlarda, uzay araştırmaları için Artemis Anlaşmalarında olduğu gibi, ABD’yi sorumlu kılan ve onu merkezde tutan düzenlemeleri tercih ediyor. Amerikan nüfuzunu güçlendirmeye yönelik bu arayış, ABD’nin defalarca “ABD’yi mahvetmek için kurulduğunu” iddia ettiği AB’ye yönelik bariz hoşnutsuzluğunu açıklar nitelikte. Genel olarak ABD başkanı müzakereleri sıfır toplamlı bir zihniyetle yürütüyor. Oysa uluslararası ilişkiler, emlak alım satımı gibi tek seferlik bir oyun değil, itibar, güven ve güvenilirliğin kazanılması ve faydaların zaman içinde dengelenmesi gereken tekrarlanan, sürekli devam eden bir oyun olduğu gerçeğini göz ardı ediyor.

Çok taraflı ticari kurumların terk edilmesi

1945 sonrası dünya düzeni, Bretton Woods kurumları, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) tarafından yönetilen açık, kurallara bağlı, çok taraflı bir ticaret ve ödemeler sisteminin ortaya çıkmasıyla şekillendi. Bu küresel ticaret rejiminin temel direkleri, bir ticaret ortağına verilen herhangi bir imtiyazın herkese verilmesi gerektiğini savunan “en çok gözetilen ulus kaydı” ile somutlaşan ayrımcılık yapmama ve karşılıklılık ilkesidir. Ancak geçtiğimiz yirmi yıl boyunca DTÖ ne ticaretin serbestleştirilmesi ne de uyuşmazlıkların çözümü işlevlerini yerine getirdi. Trump, DTÖ’nün ölüm fermanını imzalamaya kararlı görünüyor. ABD Başkanı istikrarı bozan gümrük tarifelerini benimsedi ve bu ilkeyi açık ikili mütekabiliyet lehine reddetti. Önde gelen bir ticaret uzmanının ifadesiyle, “DTÖ’nün işi bitti.”

Küresel kalkınmanın reddedilmesi

Trump yönetimi USAID’i tasfiye ederek kalıntılarını Dışişleri Bakanlığı bünyesine kattı ve bunun sadece Amerika’nın ulusal çıkarları ve itibarı açısından değil, aynı zamanda yoksulluk, açlık, hastalık, istikrarsızlık, iklim felaketleri ve daha pek çok şeyle mücadeleye yönelik küresel çabalar açısından da yıkıcı sonuçları oldu. Sadece kendi cimriliğini göstermekle yetinmeyen yönetim, Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine de fiilen savaş açmış durumda ve bu hedeflerin BM kararlarında ve belgelerinde yer almasına, ABD egemenliğini bir şekilde tehdit ettiği gerekçesiyle karşı çıkacağını duyurdu. ABD’nin Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve çok taraflı kalkınma bankalarından bile çekilebileceği korkusu giderek artıyor.

Demokrasinin desteklenmesinden vazgeçilmesi

Diktatörlere olan yakınlığıyla Trump, yurtdışında demokrasiyi desteklemeye yönelik on yıllardır süregelen ve iki partinin de desteklediği taahhüdü bozdu. Dışişleri Bakanlığı ve USAID’in demokrasiyi teşvik faaliyetlerini sona erdirmenin ötesinde, Ulusal Demokrasi Vakfı, Freedom House ve Amerika’nın Sesi’ni destekleyen ABD Küresel Medya Ajansı’nın yanı sıra hakikatin anlatıldığı diğer kurumların da içini boşalttı. Trump’ın bu eylemleri, özgürlüğün dostu olarak ABD’ye olan küresel inancı sarstı.

Küresel kurumlardan vazgeçilmesi

Son olarak Trump yönetimi, bir dizi konuda küresel çapta hizmetleri sağlamak ya da küresel krizleri hafifletmek için çok taraflı kurumlara duyulan ihtiyacı reddediyor. Beyaz Saray iklim değişikliğinin gerçekliğini inkar ediyor, biyoçeşitliliğin çöküşünü görmezden geliyor, kirliliğin zararlarını küçümsüyor ve uluslararası çevre işbirliğinin mantığını tartışıyor. Küresel sağlık yönetişimini reddederek, ABD’nin DSÖ’nün işlevlerini duruma göre, ulusal bir temelde yerine getirebileceği gibi hayali bir varsayımla DSÖ’den çekildi. ABD’nin tartışmasız hakimiyeti hedefiyle, yapay zekanın yarattığı artan güvenlik, emniyet ve jeopolitik riskleri ele almak için uluslararası güvenlik araçlarına olan ihtiyacı reddetti.

Tek söz sahibi ABD değil

Trump, Amerika’nın yarattığı dünyaya karşı devrimini başlattı. Ancak bu devrimin küresel çapta yayılıp yayılmayacağı, direnişle karşılaşıp karşılaşmayacağı ya da karşı devrime ilham verip vermeyeceği büyük ölçüde kendi elinde değil. ABD’ yönetiminin politikaları, uzun vadeli ABD çıkarlarına ve güvenilirliğine zarar vermenin ötesinde, iyi ya da kötü, başkalarının doldurmak için yarışacağı bir küresel liderlik boşluğu yaratıyor. Bu türbülansın sonunda şekillenecek yeni dünya düzeni yalnızca Amerika’nın eseri olmayacaktır.

Trump’ın 2016’da ilk kez seçilmesinin ardından pek çok ülke aniden öngörülemez hale gelen ABD’ye karşı tedbir almaya başladı. Bu içgüdü şimdi Amerika’nın en yakın müttefiklerine de yayılmış durumda. ABD’ye karşı bazı “yumuşak dengelemeler” kaçınılmaz görünüyor. Çok taraflı sistem söz konusu olduğunda, AB, Çin ve Hindistan’dan Brezilya’ya bir dizi orta güç bir hakikat ile karşı karşıya: ABD agresif milliyetçiliğe yönelirken, bu güçler ortaya çıkan küresel liderlik boşluğunu doldurmaya çalışacaklar mı ve hangi öncelikler doğrultusunda hareket edecekler?

Tarihsel kıyaslamalar her zaman tehlikelidir, ancak akla ilk gelen örnek Milletler Cemiyeti’dir. Bu, güven verici bir emsal değil. Senato’nun 1920’de Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’ni reddetmesinin ardından Amerika Birleşik Devletleri tam bir yalnızlığa çekilmese de, küresel meselelere müdahalesi dönemsel ve öngörülemez oldu ve nihayetinde revizyonist güçlerin statükoyu altüst ederek İkinci Dünya Savaşı’nı başlatmasını engelleyemedi.

Daha iyimser bir bakış açısıyla, iki dönem arasında önemli farklılıklar bulunuyor. Birincisi, Amerika Birleşik Devletleri, Güvenlik Konseyi de dahil olmak üzere BM’den (henüz) ayrılmadı. İkincisi, uluslararası sistem I. Dünya Savaşı sonrasına kıyasla çok daha fazla kurumsallaşmış durumda ve bu sayısız çok taraflı anlaşma, örgüt, sistem, ağ ve faaliyet sırf Amerika ortadan çekildi diye yok olmayacak. Üçüncüsü, dünya statükocu ve revizyonist güçler arasında daha az net bir şekilde bölünmüş durumda.”

Bu yazı ilk kez 28 Mart 2025’te yayımlanmıştır.

Stewart Patrick Carnegie Endowment web sitesinde yayınlanan “Trump Has Launched a Second American Revolution. This Time, It’s Against the World.” başlıklı yazıdan öne çıkan bazı bölümler Caner Köseler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazıların orijinaline aşağıdaki linklerden erişebilirsiniz: https://carnegieendowment.org/emissary/2025/03/trump-foreign-policy-second-american-revolution-nato-un?lang=en

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x