Donald Trump ve onun siyasi çizgisi tüm dünyada yankı buluyor. Trump ve MAGA hareketinin kullandığı dil, kimi zaman solun tarihsel devrimci söylemleriyle şaşırtıcı biçimde benzeşiyor. Sosyal adalet, elit karşıtlığı, sistem eleştirisi gibi temalar artık yalnızca solun değil, aşırı sağın da argüman setine dönüşmüş durumda. Bu durum, ideolojilerin birbirinden ödünç aldığı kavramlarla bulanıklaştığı yeni bir politik dönemi işaret ediyor. Yazar David Brooks, New York Times’daki köşe yazısında şaşırtıcı benzerlikleri sıralıyor.
Yazısından öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
Devrimciler sağda mı toplandı?
“1985 yılında, Washington Times’ın kafeteryasında öğle yemeği yediğim Sam Francis, bugün MAGA hareketinin entelektüel öncülerinden biri sayılıyor. O dönem, onun karanlık fikirlerinin bir gün muhafazakâr düşünceye egemen olacağını öngörememiştim. Francis kazandı; çünkü o bir devrimciydi, ben ise reformcuydum.
Francis’in görüşleri gerici ama yöntemleri devrimciydi. Edmund Burke’ten çok Karl Marx’a, Lenin’e yakındı. Ve yalnız değildi. Son 50 yılda solun devrimci fikirleri, İtalyan Marksist Antonio Gramsci’nin “spontane (kendiliğinden) felsefe” olarak adlandırdığı kültürel atmosferin bir parçası haline geldi. MAGA, solu yok etmek için bu fikirleri ödünç aldı.
Bu devrimci fikirler, ilk ortaya çıktıklarında, burjuva merkezin kültürel düzeni kurduğu bir döneme aitti ve amaçları da o düzeni yıkmaktı. Şimdi ise durum değişti; artık kültürel düzeni elit üniversite çevrelerindeki solcular kuruyor ve daha önce o burjuva düzenine karşı işe yarayan solcu devrimci fikirler, bu kez yeni solcu elit düzene karşı aynı şekilde işe yaramaktadır.
MAGA’nın, kaynaklarını çoğunlukla bilmeden, solun kendi fikirlerini nasıl benimsediğine dair birkaç somut örneği şimdi paylaşayım:
Postmodernizmden “alternatif gerçekler”e
Postmodernistler, “mutlak Gerçek” diye bir şeyin olmadığını savunuyordu. Gerçek, iktidar tarafından üretilen bir anlatıydı. Donald Trump bu düşünceyi neredeyse içgüdüsel biçimde sahiplendi. Kellyanne Conway’in “alternatif gerçekler” sözü, postmodernizmin politik slogana dönüşmüş halidir. Rudy Giuliani’nin “gerçek, gerçek değildir” ifadesi de aynı çizgidedir.
Solun küreselleşme karşıtlığı, sağın sloganı oldu
1999’da Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü protestolarında solcu aktivistler serbest ticarete karşı çıkıyordu. Bugün aynı sloganları, Trump ve destekçileri yükseltiyor. Küreselleşme karşıtlığı artık sağın mobilize edici bir temasına dönüştü.
“Derin devlet” solun muydu?
1950’lerde sosyolog C. Wright Mills, Güç Eliti kitabında Amerika’yı gizli bir elitin yönettiğini savunmuştu. Daha sonra bu fikir, Berkeley profesörü Peter Dale Scott tarafından “derin devlet” kavramına dönüştürüldü. MAGA, bu kavramı sahiplenip kendi siyasal mitolojisinin merkezine yerleştirdi.
Lenin’in mirası: Kültür savaşı
Marx, tarihi sınıf çatışması prizmasından görüyordu. MAGA da tarihi kitleler ve elitler arasındaki çatışma olarak görüyor. Lenin, her devletin tek bir sınıfın diktatörlüğünü kurumsallaştırdığına inanıyordu. MAGA, Amerika’nın eğitimli elitlerin diktatörlüğü tarafından yönetildiğine inanıyor. Lenin, öncü bir grubu kullanarak iktidarı ele geçirebileceğini ve eski rejimin yapılarını tamamen yok edebileceğini fark etti. MAGA, geleneksel Leninist taktikleri kullanarak bunu yapmaya çalışıyor.
Steve Bannon’un “Ben bir Leninistim, devleti yok etmek istiyorum” sözleri, sağın devrimci stratejiyi nasıl benimsediğini açıkça gösteriyor. Christopher Rufo, Lenin’in “öncücü” kavramını günümüz kültür savaşında yeniden canlandırıyor.
Eleştirel Teori kardeşliği
MAGA’nın entelektüel kökeni, Marksizm üzerine kurulu ve son iki nesil boyunca Yeni Sol’u etkileyen Frankfurt Okulu olarak adlandırılan karmaşık teoride yatıyor. Bu teorinin temel ilkelerinden biri, toplumun sözde tarafsız kurumlarının (hukuk, medya, bilim vb.) aslında elitlerin kendi iktidarlarını gizlemek için kullandıkları birer aldatmaca olduğu yönündedir.
İşte Trump da tam olarak bu fikri benimsiyor. Tarafsız bir Adalet Bakanlığı mı? Artık yok. Tarafsız bir medya mı? Bitti. Tarafsız bir Anayasa mı? Yok olmak üzere. Tarafsız bir yargı mı? Yok olmak üzere. İfade özgürlüğü mü? Yok olmak üzere. Trump’ın sürekli ‘kurumlar yalan söylüyor’ ve ‘sistem size karşı’ söylemi, solun yıllarca eleştirdiği bu teorinin güncel bir yankısıdır.”
Kimlik siyaseti: Tersine çevrilmiş bir sol strateji
Kimlik siyaseti, ilk olarak, grup kimliğinizin bireysel bilincinizden daha fazla dünya görüşünüzü açıkladığı fikrine dayanır. İkincisi, tarihin ezilen ve ezen gruplar arasındaki bir mücadele olduğu fikrine dayanır. Üçüncüsü, mağdur grupların masum, ezen grupların ise kötü olduğu fikrine dayanır. Siz, grubunuzun ne kadar ezildiği ile tanımlanırsınız.
Trump, bu fikri tersine çevirdi. Artık üniversite profesörleri “ezenler”, beyaz evanjelik Hristiyanlar “ezilenler”. MAGA, beyaz kimliği mağduriyet üzerinden yeniden tanımlayarak, kimlik siyasetini kendi silahına dönüştürdü.
Gramsci’den kültür savaşına
İtalyan Marksist Antonio Gramsci, kültürel hegemonya kavramını ortaya attı. Kültürel gücün siyasi güçle iç içe olduğunu savundu. Ona göre kapitalist kurumlar, kültürel hegemonyayla güçlerini kullanırlar. Siyasi değişimler, insanların zihninde zaten meydana gelmiş olan değer değişimlerinin somutlaşmış halidir. Sam Francis ve günümüzde Rufo gibi isimler, bu stratejiyi sağın kültür savaşında rehber olarak benimsiyor. Üniversitelerden kamu yayıncılığına kadar kültürel kurumları hedef almak, bu mücadelenin taktiklerinden biri.
Solun silahlarıyla sağın iktidarı
Trump hareketi, solun bir zamanlar sistemi dönüştürmek için geliştirdiği kavramları, bugünün kurumlarını yıkmak için kullanıyor. Postmodernizmden kimlik siyasetine, eleştirel teoriden Gramsci’ye kadar her fikir, MAGA’nın elinde yeni bir retorik araca dönüştü.
Brooks’a göre, günümüz siyaseti artık “yapıcı bir ideolojisi olmayan bir grup devrimci sağcı” ile “hareketlerini başarısız sol ideolojiye kaptıran bir grup ilerici” arasındaki mücadeleye dönüştü.
Sağ kanat şimdi, tiranlığa, Gulag’a ve Mao’nun Kültür Devrimi’ne yol açan fikirleri benimsemeye hevesli. İlginçtir ki, sağ kanat, bir şeyler inşa etmeyi amaçlayan solcu fikirleri benimsemedi; sadece yıkmayı amaçlayan fikirleri benimsedi.
Ancak sol da bu durumdan kurtulamıyor. 1848’den beri solcu entelektüeller, kısmen yukarıda sıralanan fikirlerden oluşan bir düşünce yapısı üzerinde çalışıyorlar. 2020’de, uyanık Demokratlar bu fikirleri coşkuyla benimsedi. Ta ki Donald Trump onları tamamen ele geçirip itibarsızlaştırana kadar.
Demokrat Parti’nin bu kadar zorlanmasının nedenlerinden biri, kültürel duruşunu destekleyen radikal sol ideolojilerin çökmüş olması ve henüz geriye düşebileceği daha ılımlı bir entelektüel gelenek oluşturmamış olmasıdır.
Siyasetin şu anki durumunu tek cümleyle özetlemek isterseniz, benim önerim şu: Şu anda, yapıcı bir ideolojisi olmayan bir grup devrimci sağcı, hareketlerini başarısız olan devrimci sol ideolojiye kaptıran bir grup ilericiyle karşı karşıya.”
Bu yazı ilk kez 19 Kasım 2025’te yayımlanmıştır.




