Tunus’ta büyük bir kopuşa doğru mu?

Cumhurbaşkanı Kays Said’in, başbakanı görevden aldığı ve Meclis’in yetkilerini dondurduğu Tunus bu noktaya nasıl geldi? Demokrasiye dönebilecek mi? Said’in Tunus için planı ne? Nebahat Tanrıverdi Yaşar yazdı.

On yıl önce Tunuslular hem otokratik liderlerini iktidardan indirmeyi hem de Arap Baharı’nın diğer başarısız dönüşüm örneklerinde şahit olduğumuz şiddet sarmalından kaçınabilmeyi başardılar. Fakat bugün ülkedeki güç mücadelesi, Arap coğrafyasının tek ve kırılgan demokrasisini tehdit ediyor.

25 Temmuz akşamı Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, askerî komuta kademesi ve güvenlik yetkilileri ile gerçekleştirdiği toplantının ardından anayasalarının 80’inci maddesine dayanarak başbakanı görevden aldığını ve meclisin yetkilerini dondurduğunu açıkladı. Önümüzdeki 30 gün boyunca ülkeyi kararnameler ile yönetecek olan Said, aynı zamanda başsavcı yetkilerini de üstleneceğini belirtti. Bu, Kays Said’in yasama, yargı ve yürütme yetkileri ile tüm güvenlik kurumlarının kontrolünü elinde tutacağı anlamına geliyor.

Cumhurbaşkanı Kays Said’in bu hamlesi, Tunus’un genç demokrasisi için 2013’teki ilk geçişi neredeyse rayından çıkaran protestolar kadar ciddi ve hatta daha derin bir sınavı temsil ediyor. Gelişmelerin seyri, Tunuslu ve uluslararası aktörlerin bu gelişmelere nasıl tepki vereceği, ülkenin demokrasi olarak mı kalacağını, yoksa siyasi bir kopuşa doğru mu evrileceğini şekillendirecek.

Şimdilik Said’in bu politika hamlesine yönelik tepkiler çeşitli. Halk Hareketi, Özgür Anayasa Partisi gibi siyasi partiler memnuniyetlerini ifade ederken, sivil toplum örgütleri ve diğer partiler daha ılımlı bir pozisyon benimseyerek anayasal çerçevenin ve yol haritasının daha net çizilmesine yönelik taleplerini açıkladılar. Gelişmelerin kendi siyasi geleceğini hedef alacağından kaygılanan Nahda Hareketi ise Said’in açıklamasını bir darbe girişimi olarak tanımladı. Bir yandan parlamentoda siyasi partileri bir araya getirerek, diğer yandan da sokaktan destek talep ederek Said’in meşruiyetini tartışmalı hale getirmeye çalıştı. Fakat Kays Said’in hamlesini kutlayan Tunuslular da var.

Tunus halkının tepkisinin sebebi ne?

Bir süredir toplumsal muhalefet, ülkedeki ekonomik ve yönetişim krizlerinden siyasi partileri suçluyor. Tunuslular 2018 yerel seçimlerinde partilere yönelik hoşnutsuzluklarını ve güvensizliklerini net bir şekilde seçim sandığında ifade etmişlerdi. Seçmen katılım oranlarının yüzde 35’e gerilediği bu seçimlerde, bağımsız adaylar yüzde 33,7 oranında oy alarak Nahda Hareketi Partisi’ne (%28,6) ve Nida Tunus’a (% 22,8) karşı seçimlerin gizli galibi olmuştu.

2019 seçimlerinde de bu eğilim devam ederek partili siyasetten gelmeyen bağımsız aday Kays Said, partili siyaset karşıtı vizyon ve reform vaadiyle 2,7 milyon oy alıp, pek çok partinin oy oranını aşarak cumhurbaşkanı seçildi. 2019 seçimleri aynı zamanda meclisteki güç dinamiklerini de büyük oranda değiştirdi. 2014 seçimlerinde mecliste temsil edilen tüm partiler ciddi oy kaybına uğramış ve yüzde 20 bandını hiçbir parti aşamamıştı. Bu da 2019 sonrası hükümet krizine neden olmuştu.

Fakat Tunus’un içinde bulunduğu politik açmazlar, sadece bu siyasi partiler arasında bir süredir süregelen kutuplaşma ve rekabet ile sınırlı değil. 2011’den bu yana Tunus’taki gençler, Yasemin Devrimi’nin1 yıldönümü olan ocak ayı başta olmak üzere her fırsatta protesto geleneğini sürdürüyor. Protesto hareketlerinin hepsinde sosyal adalet, yolsuzluğun ortadan kaldırılması ve kalkınma politikalarının değiştirilmesi ortak talep olmaya devam ediyor.

Ekonomiden yargıya, siyasi partilerden kamu kurumlarına geniş bir işlevsizlik, yozlaşma ve başarısızlık içeren bu çok boyutlu kriz, Covid kaynaklı sağlık kriz paralelinde artan toplumsal isyan ile derinleşti. Covid-19 önlemleri nedeniyle binlerce kişi işini kaybetti. Tunus Ulusal İstatistik Enstitüsü’ne göre işsizlik oranı salgın öncesi yüzde 15,3’ten yüzde 17,4’e yükseldi. Sağlık sektörü pandemi ile mücadelede yetersiz kalırken, aşı konusunda da etkin bir politika izlenemedi. Bu nedenle de Tunus 10 binden fazla can kaybı ile nüfusa oranla en çok kayıp veren ülkelerden biri oldu.

Son dönemde protestolar neden arttı?

Pandemi nedeniyle derinleşen ekonomik ve sağlık krizine yönelik öfke, siyasilere yönelik yolsuzluk iddialarının daha da şiddetlenmesine neden oldu. Pandemiyle birlikte yasaklara rağmen protestolarda ve sivil itaatsizlik eylemlerinde ciddi bir ivme yaşandı. Tunus Ekonomik ve Sosyal Haklar Forumu’nun verilerine göre, bu yılın ilk çeyreğinde yaklaşık 3 bin 865 protesto gerçekleşti. Bu, 2010 yılının ilk çeyreğindeki eylemlerin yaklaşık üç katı. Bu derinleşen krizi kontrol altında tutmak için hükümet artan bir şekilde güvenlikçi politikalara yönelmeyi tercih etti. Batı Tunus’ta polis müdahalesi ile başlayan bu sert bastırma girişimlerini Susa, Kasserin, Bizerte ve Silyana gibi diğer şehirlerde ordu müdahalesine dönüştü.

Her bakımdan 2021, protestocuların güvenlik güçlerince son on yılda gördüğü en sert baskıyla karşılandığı yıl oldu. Nisan ayında ülke geneline yayılan eylemlerde Bin 600’den fazla sivil tutuklandı. Gençlerin çoğunluğunu oluşturduğu eylemciler arasında çocuklara yönelik polis şiddeti ve bazıları çocuk olan tutuklulara karşı işlenen “ağır hak ihlalleri” belgeledi. Bu eylemlerin hemen ardından Mayıs ayında, çeşitli gençlik grupları bağımsızlığın 65’inci yılına denk gelen 25 Temmuz’da ülke genelinde bir eylem hazırlığına girdiler. Sosyal medya üzerinden örgütlenen bu eylemlerde öne çıkan talep mevcut hükümetin istifası ve erken seçimdi. Tunus Başbakanı Hişam el-Meşişi’nin bazı bakanlar ile birlikte beş yıldızlı bir otelde tatil yapmaları ve sağlık krizine ilişkin toplantılarını iptal etmeleri ise eylemlere katılımı arttıran son gelişmelerden biri oldu.

Ekonomik kriz ve kamu hizmetlerine erişimde ciddi sıkıntılarla karşılaşan Tunuslular, siyasi partilerin yolsuzlukla mücadele ve hesap verebilirliğe dayalı demokratik bir ülke yaratmadaki başarısızlığına yönelik derin bir öfke içindeler. Bu nedenle bir süredir eylemlerde öne çıkan hükümetin istifası, siyasilere ve bürokratlara yönelik yolsuzluk iddialarının soruşturması taleplerinin Cumhurbaşkanı Kays Said’in son politik hamlesi ile gerçekleşeceği umudunu taşıyorlar.

Nahda neden hedefte?

Nahda ise toplumsal muhalefetin mevcut krizlerden sorumlu tuttuğu siyasi aktörlerin başında geliyor. Ülkenin bağımsızlık gününde ülke çapında organize edilen bu eylemlerde Nahda’nın ofislerinin hedef alınması, ülkede bir süredir devam eden ve Tunus Özgür Anayasa Partisi lideri Abir Musi’nin başını çektiği Nahda karşıtı propaganda savaşları ile sınırlı değil. Yukarıda bahsettiğim ve katlanarak artan hoşnutsuzluğun rolü de oldukça büyük.

Nahda’nin meclisteki diğer partilere kıyasla toplumsal muhalefetin hedefinde olmasının en temel nedenlerinden biri, 2011 sonrası parlamenter sistemde kesintisiz bir şekilde ve yüksek oranda temsil elde eden ve neredeyse tüm koalisyon hükümetlerinde yer alan tek parti olmasında yatıyor. Hem 2011 sonrasında hem de 2014 sonrasında koalisyon hükümetlerini birlikte kurduğu siyasi partiler seçmenleri tarafından ciddi oranda cezalandırılsa da, Nahda oy oranlarındaki gerilemeye rağmen meclisin en büyük partisi olarak kalmaya devam etti. Bu süreklilik de seçmen nezdinde Nahda’yı 2011 sonrası iyi yönetişim, sosyal adalet, yolsuzlukla mücadele ve yapısal reformlar alanlarındaki başarısızlıkta en sorumlu aktör olarak görülmesine neden oldu. Fakat Nahda Partisi düşen oy oranlarına ve kendisine yönelen toplumsal muhalefete rağmen bu sorumluluğu yeterince üzerine alamadı.

Siyasi başarısızlığa dair Nahda’ya kesilen faturaya ek olarak, yozlaşma, yolsuzluk ve devlet kurumlarında kadrolaşma konularında giderek artan bir şekilde pay sahibi olduğu kanaati yerleşti. 2011 yılında Nahda seçimlere girerken pek çok Tunuslunun gözünde yozlaşmış siyasi yapıda yeni ve sicili temiz bir aktördü. Ancak son on yılını sürekli iktidar partisi olarak geçiren Nahda Hareketinin imajı bir sistem partisine dönüştü. Sadece seçmeni nezdinde değil, muhalifleri için de Nahda’nın imajı son yılda dönüştü. 2013’te muhalif siyasetçiler Şükri Belaid ve Muhammed Brahimi’nin siyasi suikastlere kurban gitmeleri, ardından ülkede 2015 yılında Bardo Müzesi ve Suse saldırıları ile birlikte Nahda Hareketi kendini güvenlik ve yargı kurumları etrafında şekillenen radikalizm ve terörizm suçlamalarının ortasında buldu.

Nahda Hareketine yönelik muhalif partilerin daha sert bir söylem benimsemesine neden olan bu gelişmeler, Arap Baharı’na kadar ülkeyi demir yumrukla yöneten Zeynel Bin Abidin Ali’nin partisi Demokratik Anayasal Birlik’in (RCD) yerel ağlarını ve üyelerini de harekete geçirdi.

Tunus’un kurucusu ve ilk devlet başkanı Burgiba döneminin önemli ve son temsilcilerinden olan Baci Kaid es-Sibsi’nin siyaset sahnesine Nida Tunus Partisi çatısı altında Nahda karşıtlığı üzerinden yeniden taşıdığı Bin Ali döneminde tasfiye edilen Düsturcuların ardılları olan Düsturcu sosyalistleri, 2011 sonrası kapatılan rejim partisi Demokratik Anayasal Birlik Partisi üyelerini, 2011-2014 tarihleri arasında kurulan koalisyon hükümetlerinden hoşnut olmayan liberal ve sol siyasi isimleri bir araya getirdi.

Nida Tunus, hem 2014 genel seçimlerinde oyların yüzde 37’sini alarak mecliste 85 sandalyeyle birinci parti oldu; hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sibsi, Munsif Marzuki’yi yenerek başkanlık seçimlerini kazandı. Pragmatik bir siyasi lider olarak “alt edilmesi gereken odak” ilan ettiği Nahda Hareketi Partisi ile koalisyon hükümetleri kurulmasını sağlasa da siyasi stratejisi, diğer partiler tarafından benimsendi.

Bugün kapatılan rejim partisi Demokratik Anayasal Birlik Partisi üyelerinin büyük kısmını temsil eden Tunus Özgür Anayasa Partisi daha şahin bir politik söylemin en belirgin taşıyıcısı. Bu siyasi dönüşüm, Nahda’ya yönelik sistematik ve sürekli bir muhalefetin canlı kalmasına da neden olmakla kalmadı, aynı zamanda muhalefet dilinin de sertleşmesi ve şahinleşmesiyle de sonuçlandı.

Büyük bir kopuşa doğru mu?

Kamu kaynaklarının yağmalanması, adam kayırma, yolsuzluk ve bunlarla mücadele, seçim kampanyası da dâhil olmak üzere Said’in nerdeyse bütün konuşmalarının tekrarlanan anahtar kelimeleri. Her ne kadar detaylı bir tarif vermese de bir ucunda güçlendirilmiş başkanlık sistemi diğer ucunda ise halk meclisleri üzerinden tesis edilecek bir güçlendirilmiş yerel yönetim sistemi tasarısına sahip olan Said’in bu değişimi mevcut siyasi yapı içinde gerçekleştirme ihtimali yoktu.

2019 sonrası derinleşen ve hükümetler krizi, siyasi partiler gerilimi, ekonomik kriz ve sağlık krizi gibi değişik seviyelerde süregelen çoklu krizler, bu nedenle Said’e sözünü verdiği köklü siyasi kopuş için bir fırsat tanımış oldu.

Mevcut yetkileri sözünü verdiği adımları atmasına yetmeyen Said, elde ettiği olaganüstü yetkilerle birtakım adımlar atmak niyetinde görünüyor. Herhangi bir parti ile organik bağı olmayan cumhurbaşkanının bu adımları atabilmesi için polis teşkilatı ve ordunun desteğini garanti altına almaya çalıştığını görüyoruz. 25 Temmuz açıklamasını güvenlik kurumları temsilcileri ile yaptığı görüşmenin ardından ve onlarla birlikte yapması ve başkent başta olmak üzere aldığı kararları başta Başkanlık Muhafızları olmak üzere güvenlik kurumları ile uyguladığı düşünülürse şimdilik bu desteği aldığı anlaşılıyor. Ancak toplumsal rıza ve meşruiyetin devam ettirilmesi için, daha da önemlisi toplumsal muhalefetin hedefi haline gelmemek için cumhurbaşkanının önemli sivil toplum temsilcileri, Genel Sendikalar Birliği (UGTT), ve İşverenler Derneği (UTICA) gibi önemli toplumsal ve ekonomik aktörlerin desteğini alması gerekiyor. 26 Temmuz’daki görüşmelerin en önemli önceliği de bu oldu.

Yapılan açıklamalar ve basına sızan iddialar ise cumhurbaşkanın, ilk iş olarak uzun süredir gündemde olan, ancak siyasi pazarlıklar yardımı ve dokunulmaz zırhı ile korunan milletvekillerinin yolsuzluk davalarına eğileceği yönünde. Yargının bu konudaki başarısızlığı, Said’in savcılık yetkilerini kullanmasına zemin hazırladı. Ayrıca yeni anayasanın kabul edilmesinin üzerinden 5 yıl geçmesine rağmen, halen mevcut anayasa krizinde arabuluculuk yapacak bir anayasa mahkemesi bulunmuyor. Bu nedenle de anayasal kontrol mekanizmasının yokluğunda çoklu krizleri derinleştirme olasığını da beraberinde getiriyor.

Ancak en iyimser olasılık, toplumsal rıza ve meşruiyetin devam ettirilmesi için cumhurbaşkanın desteğine ihtiyaç duyduğu aktörlerin Ulusal Diyolog görüşmelerinin ve erken seçimin yolunu açması olacaktır. 2013-2014 tarihleri arasında siyasi krizden çıkışı sağlayan ve bu çalışmaları nedeniyle iki yıl sonra Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Tunus sivil toplum örgütleri demokrasi lehine yumuşak geçişi sağlayarak yeniden tarihi bir rol üstlenebilirler. Sivil toplum örgütleri başta olmak üzere Tunus’un farklı siyasi, ekonomik ve toplumsal aktörleri Tunus’ta yeni bir siyasi mimari kurmak adına kritik bir rol üstlenecekler ve iyi ya da kötü bu krizin sonucunu pekâlâ şekillendirecekler.

Dış aktörler bu gelişmelerin neresinde?

Said’in anayasal darbesinin tartışılan bir diğer yönü ise dış desteğin bu siyasi hamlede nasıl bir rol oynadığı.

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ülke siyasetini şekillendirme hatta olası bir darbe çabası ilk kez 2018 yılında, merhum Cumhurbaşkanı Sibsi seçimleri ertelemek için uzlaşı ararken dillendirilmişti. O dönem bu iki Körfez ülkesi ile Tunus arasında diplomasi trafiğinin yoğunlaşması, bu tartışmaların yoğun bir şekilde gündeme gelmesine neden olmuştu.

Nahda da dahil olmak üzere Tunus siyasi aktörlerinin dış destek ile ülke siyasetini dizayn etmeye çalıştığı iddiaları hep konuşulmaya devam etti. Körfez ülkelerinin Tunus’a ve Kuzey Afrika’ya yönelik ilgileri, BAE ve Suudi Arabistan’ın Müslüman Kardeşlerin yasaklanmasına yönelik benimsediği politika da bu kuşkular için yeterli zemin oluşturuyor. Tunus siyaseti özelinde Tunus Özgür Anayasa Partisi de benzer bir çizgide olduğunu saklama gereği duymadığı gibi, aksine siyasi söyleminin merkezine yerleştirmiş durumda.

Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır medyası Said’in son kararları karşısında memnuniyetlerini ifade ediyorlar. Tunus’un Müslüman Kardeşlere karşı ayaklandığı söylemi sosyal medya hesaplarında dolaşıma sokuluyor. Buna rağmen, yakın ülkelerdeki benzer olayların aksine, bu darbede gerçek bir rol oynadığına dair net bir veriye henüz sahip değiliz. Eğer varsa kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmalardan haberdar olamayız ancak somut gelişmelere bakarak akıl yürütebiliriz.
Gelişmelerin seyri, şimdilik 2013 Mısır’da yaşanan süreçten farklılıklar içeriyor. Özellikle ekonomik yardımlarının ve siyasi desteğin hemen açıklandığı Mısır örneğine benzer bölgesel düzlemi Tunus örneğinde henüz görmüyoruz.

Öte yandan uluslararası finans piyasaları da coşkuyla karşılamadı gelişmeleri. Cumhurbaşkanının parlementoyu askıya alma ve başbakanı görevden alma kararı sonrasında uluslararası kredi derecelendirme kurumu Fitch Rating, ülkenin kredi notunun düşebileceğini ve IMF ile yeni kredi anlaşmasının şartlarını zorlaştıracağını açıkladı. Tunus’un derecelendirme-IMF-borçlanma döngüsü, alternatif finans desteğini oldukça önemli hale getiriyor. IMF borçlanmasının beraberinde getirdiği toplumsal ekonomik yükten kurtulmak isteyecek Cumhurbaşkanı Kays Said’in yanı sıra uzun süredir IMF ile yapılan anlaşmalara karşı muhalefetini üst perdeden dile getiren Genel Sendikalar Birliği de Körfez yardımına daha sıcak bakabilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 28 Temmuz 2021’de yayımlanmıştır.

  1. Yasemin Devrimi, halkın ayaklanması üzerine 23 yıldır Tunus’u yöneten Zeynel Abidin Bin Ali’nin ülkeden kaçmasıyla sonuçlanan durumun genel adı.

Nebahat Tanrıverdi Yaşar
Nebahat Tanrıverdi Yaşar
Nebahat Tanrıverdi Yaşar - Tunus, Libya ve Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika ülkeleriyle ve Türkiye'nin Afrika ile ilişkileri üzerine çalışmalar yapan Nebahat Tanrıverdi Yaşar, Berlin ve Ankara merkezli serbest bir araştırmacıdır. 2015 yılından itibaren bağımsız araştırmacı olarak çalışmalarına devam eden Tanrıverdi Yaşar, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde (ORSAM) araştırmacı (2010-2015), Berlin'deki Alman düşünce kuruluşu SWP’nin Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Çalışmaları (CATS) Programında IPC-Stiftung Mercator misafir araştırmacı (2020-2021) ve CATS konuk araştırmacısı (2022-2023) olarak çok sayıda çalışmalar gerçekleştirmiştir.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Tunus’ta büyük bir kopuşa doğru mu?

Cumhurbaşkanı Kays Said’in, başbakanı görevden aldığı ve Meclis’in yetkilerini dondurduğu Tunus bu noktaya nasıl geldi? Demokrasiye dönebilecek mi? Said’in Tunus için planı ne? Nebahat Tanrıverdi Yaşar yazdı.

On yıl önce Tunuslular hem otokratik liderlerini iktidardan indirmeyi hem de Arap Baharı’nın diğer başarısız dönüşüm örneklerinde şahit olduğumuz şiddet sarmalından kaçınabilmeyi başardılar. Fakat bugün ülkedeki güç mücadelesi, Arap coğrafyasının tek ve kırılgan demokrasisini tehdit ediyor.

25 Temmuz akşamı Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, askerî komuta kademesi ve güvenlik yetkilileri ile gerçekleştirdiği toplantının ardından anayasalarının 80’inci maddesine dayanarak başbakanı görevden aldığını ve meclisin yetkilerini dondurduğunu açıkladı. Önümüzdeki 30 gün boyunca ülkeyi kararnameler ile yönetecek olan Said, aynı zamanda başsavcı yetkilerini de üstleneceğini belirtti. Bu, Kays Said’in yasama, yargı ve yürütme yetkileri ile tüm güvenlik kurumlarının kontrolünü elinde tutacağı anlamına geliyor.

Cumhurbaşkanı Kays Said’in bu hamlesi, Tunus’un genç demokrasisi için 2013’teki ilk geçişi neredeyse rayından çıkaran protestolar kadar ciddi ve hatta daha derin bir sınavı temsil ediyor. Gelişmelerin seyri, Tunuslu ve uluslararası aktörlerin bu gelişmelere nasıl tepki vereceği, ülkenin demokrasi olarak mı kalacağını, yoksa siyasi bir kopuşa doğru mu evrileceğini şekillendirecek.

Şimdilik Said’in bu politika hamlesine yönelik tepkiler çeşitli. Halk Hareketi, Özgür Anayasa Partisi gibi siyasi partiler memnuniyetlerini ifade ederken, sivil toplum örgütleri ve diğer partiler daha ılımlı bir pozisyon benimseyerek anayasal çerçevenin ve yol haritasının daha net çizilmesine yönelik taleplerini açıkladılar. Gelişmelerin kendi siyasi geleceğini hedef alacağından kaygılanan Nahda Hareketi ise Said’in açıklamasını bir darbe girişimi olarak tanımladı. Bir yandan parlamentoda siyasi partileri bir araya getirerek, diğer yandan da sokaktan destek talep ederek Said’in meşruiyetini tartışmalı hale getirmeye çalıştı. Fakat Kays Said’in hamlesini kutlayan Tunuslular da var.

Tunus halkının tepkisinin sebebi ne?

Bir süredir toplumsal muhalefet, ülkedeki ekonomik ve yönetişim krizlerinden siyasi partileri suçluyor. Tunuslular 2018 yerel seçimlerinde partilere yönelik hoşnutsuzluklarını ve güvensizliklerini net bir şekilde seçim sandığında ifade etmişlerdi. Seçmen katılım oranlarının yüzde 35’e gerilediği bu seçimlerde, bağımsız adaylar yüzde 33,7 oranında oy alarak Nahda Hareketi Partisi’ne (%28,6) ve Nida Tunus’a (% 22,8) karşı seçimlerin gizli galibi olmuştu.

2019 seçimlerinde de bu eğilim devam ederek partili siyasetten gelmeyen bağımsız aday Kays Said, partili siyaset karşıtı vizyon ve reform vaadiyle 2,7 milyon oy alıp, pek çok partinin oy oranını aşarak cumhurbaşkanı seçildi. 2019 seçimleri aynı zamanda meclisteki güç dinamiklerini de büyük oranda değiştirdi. 2014 seçimlerinde mecliste temsil edilen tüm partiler ciddi oy kaybına uğramış ve yüzde 20 bandını hiçbir parti aşamamıştı. Bu da 2019 sonrası hükümet krizine neden olmuştu.

Fakat Tunus’un içinde bulunduğu politik açmazlar, sadece bu siyasi partiler arasında bir süredir süregelen kutuplaşma ve rekabet ile sınırlı değil. 2011’den bu yana Tunus’taki gençler, Yasemin Devrimi’nin1 yıldönümü olan ocak ayı başta olmak üzere her fırsatta protesto geleneğini sürdürüyor. Protesto hareketlerinin hepsinde sosyal adalet, yolsuzluğun ortadan kaldırılması ve kalkınma politikalarının değiştirilmesi ortak talep olmaya devam ediyor.

Ekonomiden yargıya, siyasi partilerden kamu kurumlarına geniş bir işlevsizlik, yozlaşma ve başarısızlık içeren bu çok boyutlu kriz, Covid kaynaklı sağlık kriz paralelinde artan toplumsal isyan ile derinleşti. Covid-19 önlemleri nedeniyle binlerce kişi işini kaybetti. Tunus Ulusal İstatistik Enstitüsü’ne göre işsizlik oranı salgın öncesi yüzde 15,3’ten yüzde 17,4’e yükseldi. Sağlık sektörü pandemi ile mücadelede yetersiz kalırken, aşı konusunda da etkin bir politika izlenemedi. Bu nedenle de Tunus 10 binden fazla can kaybı ile nüfusa oranla en çok kayıp veren ülkelerden biri oldu.

Son dönemde protestolar neden arttı?

Pandemi nedeniyle derinleşen ekonomik ve sağlık krizine yönelik öfke, siyasilere yönelik yolsuzluk iddialarının daha da şiddetlenmesine neden oldu. Pandemiyle birlikte yasaklara rağmen protestolarda ve sivil itaatsizlik eylemlerinde ciddi bir ivme yaşandı. Tunus Ekonomik ve Sosyal Haklar Forumu’nun verilerine göre, bu yılın ilk çeyreğinde yaklaşık 3 bin 865 protesto gerçekleşti. Bu, 2010 yılının ilk çeyreğindeki eylemlerin yaklaşık üç katı. Bu derinleşen krizi kontrol altında tutmak için hükümet artan bir şekilde güvenlikçi politikalara yönelmeyi tercih etti. Batı Tunus’ta polis müdahalesi ile başlayan bu sert bastırma girişimlerini Susa, Kasserin, Bizerte ve Silyana gibi diğer şehirlerde ordu müdahalesine dönüştü.

Her bakımdan 2021, protestocuların güvenlik güçlerince son on yılda gördüğü en sert baskıyla karşılandığı yıl oldu. Nisan ayında ülke geneline yayılan eylemlerde Bin 600’den fazla sivil tutuklandı. Gençlerin çoğunluğunu oluşturduğu eylemciler arasında çocuklara yönelik polis şiddeti ve bazıları çocuk olan tutuklulara karşı işlenen “ağır hak ihlalleri” belgeledi. Bu eylemlerin hemen ardından Mayıs ayında, çeşitli gençlik grupları bağımsızlığın 65’inci yılına denk gelen 25 Temmuz’da ülke genelinde bir eylem hazırlığına girdiler. Sosyal medya üzerinden örgütlenen bu eylemlerde öne çıkan talep mevcut hükümetin istifası ve erken seçimdi. Tunus Başbakanı Hişam el-Meşişi’nin bazı bakanlar ile birlikte beş yıldızlı bir otelde tatil yapmaları ve sağlık krizine ilişkin toplantılarını iptal etmeleri ise eylemlere katılımı arttıran son gelişmelerden biri oldu.

Ekonomik kriz ve kamu hizmetlerine erişimde ciddi sıkıntılarla karşılaşan Tunuslular, siyasi partilerin yolsuzlukla mücadele ve hesap verebilirliğe dayalı demokratik bir ülke yaratmadaki başarısızlığına yönelik derin bir öfke içindeler. Bu nedenle bir süredir eylemlerde öne çıkan hükümetin istifası, siyasilere ve bürokratlara yönelik yolsuzluk iddialarının soruşturması taleplerinin Cumhurbaşkanı Kays Said’in son politik hamlesi ile gerçekleşeceği umudunu taşıyorlar.

Nahda neden hedefte?

Nahda ise toplumsal muhalefetin mevcut krizlerden sorumlu tuttuğu siyasi aktörlerin başında geliyor. Ülkenin bağımsızlık gününde ülke çapında organize edilen bu eylemlerde Nahda’nın ofislerinin hedef alınması, ülkede bir süredir devam eden ve Tunus Özgür Anayasa Partisi lideri Abir Musi’nin başını çektiği Nahda karşıtı propaganda savaşları ile sınırlı değil. Yukarıda bahsettiğim ve katlanarak artan hoşnutsuzluğun rolü de oldukça büyük.

Nahda’nin meclisteki diğer partilere kıyasla toplumsal muhalefetin hedefinde olmasının en temel nedenlerinden biri, 2011 sonrası parlamenter sistemde kesintisiz bir şekilde ve yüksek oranda temsil elde eden ve neredeyse tüm koalisyon hükümetlerinde yer alan tek parti olmasında yatıyor. Hem 2011 sonrasında hem de 2014 sonrasında koalisyon hükümetlerini birlikte kurduğu siyasi partiler seçmenleri tarafından ciddi oranda cezalandırılsa da, Nahda oy oranlarındaki gerilemeye rağmen meclisin en büyük partisi olarak kalmaya devam etti. Bu süreklilik de seçmen nezdinde Nahda’yı 2011 sonrası iyi yönetişim, sosyal adalet, yolsuzlukla mücadele ve yapısal reformlar alanlarındaki başarısızlıkta en sorumlu aktör olarak görülmesine neden oldu. Fakat Nahda Partisi düşen oy oranlarına ve kendisine yönelen toplumsal muhalefete rağmen bu sorumluluğu yeterince üzerine alamadı.

Siyasi başarısızlığa dair Nahda’ya kesilen faturaya ek olarak, yozlaşma, yolsuzluk ve devlet kurumlarında kadrolaşma konularında giderek artan bir şekilde pay sahibi olduğu kanaati yerleşti. 2011 yılında Nahda seçimlere girerken pek çok Tunuslunun gözünde yozlaşmış siyasi yapıda yeni ve sicili temiz bir aktördü. Ancak son on yılını sürekli iktidar partisi olarak geçiren Nahda Hareketinin imajı bir sistem partisine dönüştü. Sadece seçmeni nezdinde değil, muhalifleri için de Nahda’nın imajı son yılda dönüştü. 2013’te muhalif siyasetçiler Şükri Belaid ve Muhammed Brahimi’nin siyasi suikastlere kurban gitmeleri, ardından ülkede 2015 yılında Bardo Müzesi ve Suse saldırıları ile birlikte Nahda Hareketi kendini güvenlik ve yargı kurumları etrafında şekillenen radikalizm ve terörizm suçlamalarının ortasında buldu.

Nahda Hareketine yönelik muhalif partilerin daha sert bir söylem benimsemesine neden olan bu gelişmeler, Arap Baharı’na kadar ülkeyi demir yumrukla yöneten Zeynel Bin Abidin Ali’nin partisi Demokratik Anayasal Birlik’in (RCD) yerel ağlarını ve üyelerini de harekete geçirdi.

Tunus’un kurucusu ve ilk devlet başkanı Burgiba döneminin önemli ve son temsilcilerinden olan Baci Kaid es-Sibsi’nin siyaset sahnesine Nida Tunus Partisi çatısı altında Nahda karşıtlığı üzerinden yeniden taşıdığı Bin Ali döneminde tasfiye edilen Düsturcuların ardılları olan Düsturcu sosyalistleri, 2011 sonrası kapatılan rejim partisi Demokratik Anayasal Birlik Partisi üyelerini, 2011-2014 tarihleri arasında kurulan koalisyon hükümetlerinden hoşnut olmayan liberal ve sol siyasi isimleri bir araya getirdi.

Nida Tunus, hem 2014 genel seçimlerinde oyların yüzde 37’sini alarak mecliste 85 sandalyeyle birinci parti oldu; hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sibsi, Munsif Marzuki’yi yenerek başkanlık seçimlerini kazandı. Pragmatik bir siyasi lider olarak “alt edilmesi gereken odak” ilan ettiği Nahda Hareketi Partisi ile koalisyon hükümetleri kurulmasını sağlasa da siyasi stratejisi, diğer partiler tarafından benimsendi.

Bugün kapatılan rejim partisi Demokratik Anayasal Birlik Partisi üyelerinin büyük kısmını temsil eden Tunus Özgür Anayasa Partisi daha şahin bir politik söylemin en belirgin taşıyıcısı. Bu siyasi dönüşüm, Nahda’ya yönelik sistematik ve sürekli bir muhalefetin canlı kalmasına da neden olmakla kalmadı, aynı zamanda muhalefet dilinin de sertleşmesi ve şahinleşmesiyle de sonuçlandı.

Büyük bir kopuşa doğru mu?

Kamu kaynaklarının yağmalanması, adam kayırma, yolsuzluk ve bunlarla mücadele, seçim kampanyası da dâhil olmak üzere Said’in nerdeyse bütün konuşmalarının tekrarlanan anahtar kelimeleri. Her ne kadar detaylı bir tarif vermese de bir ucunda güçlendirilmiş başkanlık sistemi diğer ucunda ise halk meclisleri üzerinden tesis edilecek bir güçlendirilmiş yerel yönetim sistemi tasarısına sahip olan Said’in bu değişimi mevcut siyasi yapı içinde gerçekleştirme ihtimali yoktu.

2019 sonrası derinleşen ve hükümetler krizi, siyasi partiler gerilimi, ekonomik kriz ve sağlık krizi gibi değişik seviyelerde süregelen çoklu krizler, bu nedenle Said’e sözünü verdiği köklü siyasi kopuş için bir fırsat tanımış oldu.

Mevcut yetkileri sözünü verdiği adımları atmasına yetmeyen Said, elde ettiği olaganüstü yetkilerle birtakım adımlar atmak niyetinde görünüyor. Herhangi bir parti ile organik bağı olmayan cumhurbaşkanının bu adımları atabilmesi için polis teşkilatı ve ordunun desteğini garanti altına almaya çalıştığını görüyoruz. 25 Temmuz açıklamasını güvenlik kurumları temsilcileri ile yaptığı görüşmenin ardından ve onlarla birlikte yapması ve başkent başta olmak üzere aldığı kararları başta Başkanlık Muhafızları olmak üzere güvenlik kurumları ile uyguladığı düşünülürse şimdilik bu desteği aldığı anlaşılıyor. Ancak toplumsal rıza ve meşruiyetin devam ettirilmesi için, daha da önemlisi toplumsal muhalefetin hedefi haline gelmemek için cumhurbaşkanının önemli sivil toplum temsilcileri, Genel Sendikalar Birliği (UGTT), ve İşverenler Derneği (UTICA) gibi önemli toplumsal ve ekonomik aktörlerin desteğini alması gerekiyor. 26 Temmuz’daki görüşmelerin en önemli önceliği de bu oldu.

Yapılan açıklamalar ve basına sızan iddialar ise cumhurbaşkanın, ilk iş olarak uzun süredir gündemde olan, ancak siyasi pazarlıklar yardımı ve dokunulmaz zırhı ile korunan milletvekillerinin yolsuzluk davalarına eğileceği yönünde. Yargının bu konudaki başarısızlığı, Said’in savcılık yetkilerini kullanmasına zemin hazırladı. Ayrıca yeni anayasanın kabul edilmesinin üzerinden 5 yıl geçmesine rağmen, halen mevcut anayasa krizinde arabuluculuk yapacak bir anayasa mahkemesi bulunmuyor. Bu nedenle de anayasal kontrol mekanizmasının yokluğunda çoklu krizleri derinleştirme olasığını da beraberinde getiriyor.

Ancak en iyimser olasılık, toplumsal rıza ve meşruiyetin devam ettirilmesi için cumhurbaşkanın desteğine ihtiyaç duyduğu aktörlerin Ulusal Diyolog görüşmelerinin ve erken seçimin yolunu açması olacaktır. 2013-2014 tarihleri arasında siyasi krizden çıkışı sağlayan ve bu çalışmaları nedeniyle iki yıl sonra Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Tunus sivil toplum örgütleri demokrasi lehine yumuşak geçişi sağlayarak yeniden tarihi bir rol üstlenebilirler. Sivil toplum örgütleri başta olmak üzere Tunus’un farklı siyasi, ekonomik ve toplumsal aktörleri Tunus’ta yeni bir siyasi mimari kurmak adına kritik bir rol üstlenecekler ve iyi ya da kötü bu krizin sonucunu pekâlâ şekillendirecekler.

Dış aktörler bu gelişmelerin neresinde?

Said’in anayasal darbesinin tartışılan bir diğer yönü ise dış desteğin bu siyasi hamlede nasıl bir rol oynadığı.

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ülke siyasetini şekillendirme hatta olası bir darbe çabası ilk kez 2018 yılında, merhum Cumhurbaşkanı Sibsi seçimleri ertelemek için uzlaşı ararken dillendirilmişti. O dönem bu iki Körfez ülkesi ile Tunus arasında diplomasi trafiğinin yoğunlaşması, bu tartışmaların yoğun bir şekilde gündeme gelmesine neden olmuştu.

Nahda da dahil olmak üzere Tunus siyasi aktörlerinin dış destek ile ülke siyasetini dizayn etmeye çalıştığı iddiaları hep konuşulmaya devam etti. Körfez ülkelerinin Tunus’a ve Kuzey Afrika’ya yönelik ilgileri, BAE ve Suudi Arabistan’ın Müslüman Kardeşlerin yasaklanmasına yönelik benimsediği politika da bu kuşkular için yeterli zemin oluşturuyor. Tunus siyaseti özelinde Tunus Özgür Anayasa Partisi de benzer bir çizgide olduğunu saklama gereği duymadığı gibi, aksine siyasi söyleminin merkezine yerleştirmiş durumda.

Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır medyası Said’in son kararları karşısında memnuniyetlerini ifade ediyorlar. Tunus’un Müslüman Kardeşlere karşı ayaklandığı söylemi sosyal medya hesaplarında dolaşıma sokuluyor. Buna rağmen, yakın ülkelerdeki benzer olayların aksine, bu darbede gerçek bir rol oynadığına dair net bir veriye henüz sahip değiliz. Eğer varsa kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmalardan haberdar olamayız ancak somut gelişmelere bakarak akıl yürütebiliriz.
Gelişmelerin seyri, şimdilik 2013 Mısır’da yaşanan süreçten farklılıklar içeriyor. Özellikle ekonomik yardımlarının ve siyasi desteğin hemen açıklandığı Mısır örneğine benzer bölgesel düzlemi Tunus örneğinde henüz görmüyoruz.

Öte yandan uluslararası finans piyasaları da coşkuyla karşılamadı gelişmeleri. Cumhurbaşkanının parlementoyu askıya alma ve başbakanı görevden alma kararı sonrasında uluslararası kredi derecelendirme kurumu Fitch Rating, ülkenin kredi notunun düşebileceğini ve IMF ile yeni kredi anlaşmasının şartlarını zorlaştıracağını açıkladı. Tunus’un derecelendirme-IMF-borçlanma döngüsü, alternatif finans desteğini oldukça önemli hale getiriyor. IMF borçlanmasının beraberinde getirdiği toplumsal ekonomik yükten kurtulmak isteyecek Cumhurbaşkanı Kays Said’in yanı sıra uzun süredir IMF ile yapılan anlaşmalara karşı muhalefetini üst perdeden dile getiren Genel Sendikalar Birliği de Körfez yardımına daha sıcak bakabilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 28 Temmuz 2021’de yayımlanmıştır.

  1. Yasemin Devrimi, halkın ayaklanması üzerine 23 yıldır Tunus’u yöneten Zeynel Abidin Bin Ali’nin ülkeden kaçmasıyla sonuçlanan durumun genel adı.

Nebahat Tanrıverdi Yaşar
Nebahat Tanrıverdi Yaşar
Nebahat Tanrıverdi Yaşar - Tunus, Libya ve Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika ülkeleriyle ve Türkiye'nin Afrika ile ilişkileri üzerine çalışmalar yapan Nebahat Tanrıverdi Yaşar, Berlin ve Ankara merkezli serbest bir araştırmacıdır. 2015 yılından itibaren bağımsız araştırmacı olarak çalışmalarına devam eden Tanrıverdi Yaşar, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde (ORSAM) araştırmacı (2010-2015), Berlin'deki Alman düşünce kuruluşu SWP’nin Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Çalışmaları (CATS) Programında IPC-Stiftung Mercator misafir araştırmacı (2020-2021) ve CATS konuk araştırmacısı (2022-2023) olarak çok sayıda çalışmalar gerçekleştirmiştir.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x