“Türk Armin”in başbakanlığı Almanya ve Türkiye’ye ne getirir?

Almanya Şansölyesi Merkel’in partisi CDU’nun yeni lideri ‘Türk’ lakaplı Armin Laschet kimdir? Siyasi çizgisi ne? Başbakan olabilir mi? Olursa Türk-Alman ilişkilerinin seyri nasıl olabilir? Dr. Yaşar Aydın yazdı.

Geçtiğimiz hafta sonu (16 Ocak 2021) Almanya’nın Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU) Partisi tarihinde bir ilki gerçekleştirdi: Delegeler, adayların konuşmalarını evlerinden izledi, seçimlere online bir sistemle katıldı ve dijital ortamda yeni genel başkan ve yönetim kurulu üyelerini seçti. Üç adayın katıldığı seçim yarışında ikinci ve son turda ipi Armin Laschet göğüsledi.

Oysa ilk turda toplam 1001 delegenin 380’inin oyunu alan Laschet, yarışı Friedrich Merz’in gerisinde (385 oy) tamamlamıştı. Üçüncü aday Norbert Röttgen ise sadece 224 delegenin oyunu alabilmişti. Ancak ikinci turda delegelerin 521’inin oylarını alarak yarışı 465 oyda kalan Merz’in önünde tamamladı. Seçimin yasal olarak tescillenebilmesi için önümüzdeki günlerde oylar bir kez de mektupla parti merkezine yollanacak, burada sayılarak resmiyet kazanacak.

Bu seçim sadece bir genel başkanlık yarışı olmanın ötesinde. Zira iktidar partisinin delegeleri aslında muhafazakâr-liberal anlayış ile muhafazakâr-milliyetçi anlayış arasında seçim yaptı ve ilkini tercih etti. Yani Laschet’in seçimi aynı zamana Şansölye Merkel’in muhafazakâr-liberal çizgisinin de bir zaferi. Zaten Laschet, Merkel’in çizgisini devam ettireceğini bizzat belirtmişti.

Toparlayıcı ve bütünleştirici bir takım oyuncusu

Laschet’in seçilmesinin halk nezdinde de olumlu bir karşılığı var. Forsa anketine göre, halkın yüzde 41’i Laschet’in CDU genel başkanlığına seçilmesini isabetli görüyor. En çok takdir uyandıran özelliği ise toparlayıcı ve bütünleştirici olması. Yine halkın yüzde 56’sı Laschet’in farklı kanat ve grupları bir arada tutabileceği, partiyi bütünleştireceği kanısında. Bu oranlar CDU seçmenlerinde daha da yüksek. CDU seçmeninin yüzde 71’i de Laschet’in partiyi bir arada tutup bütünleştireceği kanaatinde. Bu oran Merz söz konusu olunca yüzde 17’de kalıyor. Merz’e yöneltilen eleştirilerin başında onun bir ‘takım oyuncusu’ olmadığı değerlendirmesi geliyor.

Ancak Merz’in ilk turu önde bitirmesi, ikinci turda ise oyların yarısına yakınını alması, onun temsil ettiği daha muhafazakâr-milliyetçi çizginin parti içindeki gücünü ortaya koyuyor. Dolayısıyla muhafazakâr-liberal çizgiye karşı güçlü bir muhalefetin olduğunu da gösteriyor. Bu durumdan hareketle önümüzdeki haftalar ve aylarda parti içinde çetin tartışmaların yaşanacağı, hatta partiden kopma tehlikesinin de oluşabileceği tahmininde bulunabiliriz. muhafazakâr-liberal çizgiden rahatsız CDU seçmeninin ne oranda daha sağdaki milliyetçi, AB ve göçmen karşıtı AfD (Almanya İçin Alternatif) partisine yöneleceğini önümüzdeki süreçte anketlerde ve eylüldeki seçimlerde göreceğiz.

‘Türk Armin’ lakaplı Laschet kimdir?

Gazeteci kökenli olan Laschet, aynı zamanda çekirdekten yetişme bir siyasetçi.

1989 yılında, 18 yaşındayken, CDU’ya üye olmuş, sırasıyla belediye meclisi üyeliği, federal parlamento milletvekilliği ve Avrupa Parlamentosu milletvekilliği yapmış birisi. Avrupa Parlamentosu’nda daha çok dış politika, güvenlik politikaları, uluslararası iş birliği ve bütçe politikası konularıyla ilgilenen Laschet, halen Almanya’nın en kalabalık nüfuslu eyaleti olan Kuzey Ren Vestfalya başbakanlığını yürütüyor.

Laschet’in Şansölye Merkel’den iki bakımdan ayrıştığını söylemek mümkün: Ren bölgesinden (Rheinländer) ve Katolik. Oysa Merkel hem Doğu Almanya kökenli hem de Protestan. Bu durum Laschet için Protestan ağırlıklı Kuzey ve Doğu Almanya’da bir dezavantaj yaratabilir.

Kuzey Ren Vestfalya eyaleti aynı zamanda Almanya’nın en çok Türk nüfusu – bir milyon civarında – barındıran eyaleti.

Daha önceleri aile ve entegrasyondan sorumlu eyalet bakanı (2005–2010) olarak da görev yapmış olan Alman politikacı, 2008 yılında Almanya’da yaşayan Müslümanlarla ilişkilerde daha hoşgörülü, saygılı ve diyalog temelli bir ilişkiyi savundu. Göçmenlerle ilgili ise daha fazla fırsat eşitliğinden, eğitimin başlıca entegrasyon aracı alarak değerlendirilmesinden yana politikaları öne çıkarttı. Eğitimin, aileden ve sosyal tabakadan bağımsız herkes için bir hak olduğunu, başarılı bireylere mesleki yükselme ve sosyal mobilite imkânı sağlaması gerektiğini dile getirdi. Fransız gazetesi Le Figaro’ya verdiği bir demeçte ise Almanya’nın bir göç ülkesi olduğu fikrini sahiplendi.

Onun ‘Türk Armin’ lakabını almasında göçmenlerin sorunlarına duyarlı olmasının yanında Kuzey Ren Vestfalya’da yaşayan Türklerle iyi ilişkiler içinde olmasının da payı oldu. Ayrıca birçok Türk gencini politikaya kazandırdı, onların siyasi kariyer yapmasına olanak sağladı. Bunların başında 2013–2017 yılları arasında federal meclis (Bundestag) milletvekilliği yapmış olan Türk kökenli Cemile Yusuf ve halen uyum politikalarından sorumlu müsteşar olan Serap Güler de var.

‘Türk Armin’ lakabı, Türkler nezdinde bir sevgi ve saygı göstergesi, ancak milliyetçi ve aşırı sağcı kesimlerde onu eleştirmek ve itibarsızlaştırmak için kullanılıyor. Dolayısıyla kendisinin bu lakaptan çok hoşnut olduğu söylenemez.

Laschet’in başbakanlık şansı ne?

Başbakan adayı olup olmayacağı önümüzdeki aylarda netlik kazanacak olan Laschet’in önümüzdeki yıllarda her halükârda siyasette aktif bir rol oynaması bekleniyor. Her ne kadar teamüllere göre seçimlerde genel başkan aynı zamanda başbakan adayı olsa da birçok istisnai durum da mevcut.

Dolayısıyla Almanya’nın en çok oy alan partisi olagelmiş olan CDU’nun genel başkanlığı, başbakanlığa çıkan bir otoyol değil. Tersine bazen sayısız engellerle dolu bir çıkmaz sokak da olabiliyor. Örneğin Almanya tarihinde girdiği ilk seçimde başbakanlık ipini göğüsleyen tek CDU genel başkanı var, o da Almanya’nın ilk şansölyesi Konrad Adenauer (1949–1963). Eski Şansölye Helmut Kohl (1983–1998) ise genel başkan olduktan (1973) sonra girdiği ilk seçimi (1976) kaybetmiş, bir sonraki seçimde (1980) ise aday dahi gösterilmemişti. 1980 seçimlerinde CDU/CSU birlik partilerinin başbakan adayı Josef Strauss idi. (CSU, yani Hristiyan Sosyal Birlik Partisi, CDU’nun örgütlü olmadığı, dolayısıyla seçimlere girmediği Bavyera’da faaliyet gösteriyor, iki parti genel seçimlere birlikte giriyor, federal mecliste (Bundestag) ortak fraksiyon kuruyor, her ikisinin ortaklığına Hıristiyan Birlik Partileri deniliyor). Şansölye Merkel de genel başkan olarak girdiği ilk genel seçimlerde (2002) başbakan adayı değildi. Onun yerine CSU’dan Edmund Steuber aday çıkarılmıştı.

2021’in Eylül ayında yapılacak olan federal meclis seçimlerine Hıristiyan Birlik partilerinin CSU’lu bir politikacının başbakan adaylığında girme olasılığı bir hayli yüksek. Bu bağlamda öne çıkan isim Bavyera eyaleti başbakanı Markus Söder.

Sağlık Bakanı Jens Spahn ise siyasi çevrelerde adı geçen bir başka isim. Ancak şansı son dönemde Almanya’nın Korona salgının ikinci dalgasını çok zor geçirmesinden dolayı bir hayli zayıflamış durumda. Ayrıca parti yönetimine bir hayli düşük bir oy sayısıyla seçilebildi Spahn. Popülaritesinin önümüzdeki aylarda daha da düşeceğini söyleyebiliriz.

Başbakan adayı olup olmayacağı konusunda net bir tavır takınmayan Laschet, bunu ileriki aylarda CSU ile müzakere yoluyla kararlaştıracaklarını söylemekle yetiniyor. Laschet’in en büyük dezavantajı, popülaritesinin Bavyera Başbakanı Söder’in popülaritesinden düşük olması.

Alman devlet televizyon kanalı ZDF’in yaptırmış olduğu bir ankete göre, Almanların yüzde 54’ü Söder’i başbakanlık için doğru bir siyasetçi olarak görüyor. Laschet’ten yana olanların oranı ise yüzde 28. Forsa anketine göre ise yüzde 36’lık bir kesim Söder’in adaylığını desteklerken, sadece yüzde 21’lik bir kesim Laschet’ten yana. İki siyasetçi arasındaki destek farkı CDU seçmenlerinde daha da belirgin. Söder yüzde 51’lik, Laschet ise sadece yüzde 25’lik bir desteğe sahip.

Ayrıca Laschet’in Hıristiyan Birlik partilerince başbakan adayı gösterilmesi durumunda da işlerin kolay olacağı söylenemez. Bunun başlıca nedeni, Almanya’nın pandemi sürecinin ikinci dalgasında salgının bir türlü kontrol altına alınamaması. İlk dalgayı başarıyla atlatan Almanya’da hükümet partisi CDU oylarını ciddi biçimde artırmıştı. Şimdi ise tersi bir durum söz konusu ve oyları yeniden bir gerileme trendine girdi. Merkel’in siyaseti bırakıyor olmasının da CDU’nun oylarını olumsuz yönde etkileyeceğini öngörmek gerçekçi olacak.

Şu an itibariyle CDU yüzde 35 oyla açık ara birinci parti. Onu yüzde 19 ile Yeşiller (Die Grünen), yüzde 15 ile Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) takip ediyor.

CDU’nun seçimlerde yüzde 30’lara gerilemesi, Yeşiller’in ise yüzde 25’leri zorlaması, olası bir CDU Yeşiller koalisyon hükümetini denk güçler arası bir ortaklık şekline büründürecektir. Bu, başbakan olması durumunda Laschet’in manevra alınını bir hayli daraltacaktır.

Almanya’nın Türkiye politikasına olası etkileri

Laschet’in başbakan olması durumunda, Türkiye’nin Almanya ve Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerinde neler beklenebilir?

Laschet Türkiye ile ilişkilerin önemini kavramış biri. Dolayısıyla Türkiye’ye yönelik gerilimleri azaltma ve diyalog çabası içinde olacağını öngörebiliriz. Ancak Almanya’nın ve AB’nin Türkiye ile ilişkilerinin seyrini tek başına – AB’nin en güçlü ülkesi Almanya’nın başbakanı da olsa – Laschet belirleyemeyecek. Bu konuda üç faktörün dikkate alınması gerekiyor.

Birincisi, seçim sonrası nasıl bir meclis yapısının ortaya çıkacağı. Zira bu ikili ilişkilerin seyrinde önemli olacaktır. Radikal sağ, milliyetçi, AB ve göçmen karşıtı AfD’nin ve radikal sol Die Linke’nin güçlenmesi Türkiye ile ilişkilerde hükümetin elini zayıflatacaktır. Çünkü iki parti de Türkiye’ye olumlu bakmıyor. AfD kültüralist (dinsel) ve milliyetçi saiklerden ötürü, diğeri ise hem Atlantikçiliğe (dolayısıyla da ABD’ye ve NATO’ya) mesafeli. Die Linke ayrıca milliyetçi Kürt hareketine bir hayli yakın duruyor ve bünyesinde birçok aşırı sol kökenli aktörü barındırıyor. Örneğin federal meclis Milletvekili Sevim Dağdelen yıllardır ısrarla Almanya’daki PKK yasağının kaldırılması yönünde çalışmalar yürütüyor. Ayrıca öyle gözüküyor ki Yeşiller, ki Türk hükümetine bakışları bir hayli eleştirel, meclise çok güçlü bir şekilde girecekler ve muhtemelen de iktidar ortağı olacaklar.

İkincisi, Yunanistan ile Türkiye arasındaki sorunların ve Doğu Akdeniz’deki gerilimin devam etmesi durumunda ikili ve çoklu ilişkilerde ilerleme beklememek lazım. Çünkü buna en başında Fransa itiraz edecektir ki Paris ile bu konuda anlaşmazlığa düşmek Berlin’in işine gelmeyecektir.

Üçüncüsü, Türkiye’de insan hakları ve hukukun üstünlüğü konularında ilerleme kaydedilmemesi durumda Berlin, Ankara ile ilişkilerin geliştirilmesinden imtina edecektir.

Bundan başka, Laschet örneğin geçmişte Suriye konusunda Ankara’dan çok farklı pozisyonları savunmuştu. Başlangıçta Esad yanlısı bir tavır takınmış, 2014 yılında ise Suriye ile ilgili yeni bir değerlendirme yapmayı önermişti Alman hariciyesine. IŞİD konusunda ise Amerikan yönetimini eleştirmiş, Esad’a karşı IŞİD’i desteklemekle suçlamıştı. Bazen Esad’ın kullandığı, ‘Suriye muhalefeti eşittir IŞİD’ denklemine yakın söylemleri olmuştu. Suriye’de çözümün ancak Rusya ile birlikte olabileceği tezi ise Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikasıyla uyumlu. Laschet, Rusya konusunda zaman zaman Alman kamuoyundaki genel eğilimle ters düşmeyi göze alarak, Almanya’da Putin karşıtı bir popülizmin varlığından yakınmıştı. Rusya ile enerji ticareti kapsamında ise Nord Stream (Kuzey Akımı) projesini savunuyor.

Özetle, Laschet’in başbakanlık koltuğuna oturması, Almanya’daki Türkler ve Türkiye açısından gerek Merz’in gerekse Söder’in olası başbakanlığından daha avantajlı. Zira, Kuzey Ren Vestfalya başbakanının göç, Türkler ve Türkiye hakkındaki düşünceleri Hıristiyan Birlik partilerindeki diğer aday ve rakiplere nazaran daha olumlu.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 21 Ocak 2021’de yayımlanmıştır.

Yaşar Aydın
Yaşar Aydın
Yaşar Aydın - Sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve yüksek lisans eğitimini Hamburg ve Lancaster Üniversitelerinde tamamladı. Doktorasını Hamburg Üniversitesi’nden aldı. Uluslararası ilişkiler, jeopolitik, Türk ekonomisi ve dış politikası, milliyetçilik, göç ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. Halen, German Institute for International and Security Affairs (SWP)/ Centre for Applied Turkey Studies (CATS) bölümünde görev yapmakta, Alman ve Türk gazetelerine yorumlar yazmaktadır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

“Türk Armin”in başbakanlığı Almanya ve Türkiye’ye ne getirir?

Almanya Şansölyesi Merkel’in partisi CDU’nun yeni lideri ‘Türk’ lakaplı Armin Laschet kimdir? Siyasi çizgisi ne? Başbakan olabilir mi? Olursa Türk-Alman ilişkilerinin seyri nasıl olabilir? Dr. Yaşar Aydın yazdı.

Geçtiğimiz hafta sonu (16 Ocak 2021) Almanya’nın Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU) Partisi tarihinde bir ilki gerçekleştirdi: Delegeler, adayların konuşmalarını evlerinden izledi, seçimlere online bir sistemle katıldı ve dijital ortamda yeni genel başkan ve yönetim kurulu üyelerini seçti. Üç adayın katıldığı seçim yarışında ikinci ve son turda ipi Armin Laschet göğüsledi.

Oysa ilk turda toplam 1001 delegenin 380’inin oyunu alan Laschet, yarışı Friedrich Merz’in gerisinde (385 oy) tamamlamıştı. Üçüncü aday Norbert Röttgen ise sadece 224 delegenin oyunu alabilmişti. Ancak ikinci turda delegelerin 521’inin oylarını alarak yarışı 465 oyda kalan Merz’in önünde tamamladı. Seçimin yasal olarak tescillenebilmesi için önümüzdeki günlerde oylar bir kez de mektupla parti merkezine yollanacak, burada sayılarak resmiyet kazanacak.

Bu seçim sadece bir genel başkanlık yarışı olmanın ötesinde. Zira iktidar partisinin delegeleri aslında muhafazakâr-liberal anlayış ile muhafazakâr-milliyetçi anlayış arasında seçim yaptı ve ilkini tercih etti. Yani Laschet’in seçimi aynı zamana Şansölye Merkel’in muhafazakâr-liberal çizgisinin de bir zaferi. Zaten Laschet, Merkel’in çizgisini devam ettireceğini bizzat belirtmişti.

Toparlayıcı ve bütünleştirici bir takım oyuncusu

Laschet’in seçilmesinin halk nezdinde de olumlu bir karşılığı var. Forsa anketine göre, halkın yüzde 41’i Laschet’in CDU genel başkanlığına seçilmesini isabetli görüyor. En çok takdir uyandıran özelliği ise toparlayıcı ve bütünleştirici olması. Yine halkın yüzde 56’sı Laschet’in farklı kanat ve grupları bir arada tutabileceği, partiyi bütünleştireceği kanısında. Bu oranlar CDU seçmenlerinde daha da yüksek. CDU seçmeninin yüzde 71’i de Laschet’in partiyi bir arada tutup bütünleştireceği kanaatinde. Bu oran Merz söz konusu olunca yüzde 17’de kalıyor. Merz’e yöneltilen eleştirilerin başında onun bir ‘takım oyuncusu’ olmadığı değerlendirmesi geliyor.

Ancak Merz’in ilk turu önde bitirmesi, ikinci turda ise oyların yarısına yakınını alması, onun temsil ettiği daha muhafazakâr-milliyetçi çizginin parti içindeki gücünü ortaya koyuyor. Dolayısıyla muhafazakâr-liberal çizgiye karşı güçlü bir muhalefetin olduğunu da gösteriyor. Bu durumdan hareketle önümüzdeki haftalar ve aylarda parti içinde çetin tartışmaların yaşanacağı, hatta partiden kopma tehlikesinin de oluşabileceği tahmininde bulunabiliriz. muhafazakâr-liberal çizgiden rahatsız CDU seçmeninin ne oranda daha sağdaki milliyetçi, AB ve göçmen karşıtı AfD (Almanya İçin Alternatif) partisine yöneleceğini önümüzdeki süreçte anketlerde ve eylüldeki seçimlerde göreceğiz.

‘Türk Armin’ lakaplı Laschet kimdir?

Gazeteci kökenli olan Laschet, aynı zamanda çekirdekten yetişme bir siyasetçi.

1989 yılında, 18 yaşındayken, CDU’ya üye olmuş, sırasıyla belediye meclisi üyeliği, federal parlamento milletvekilliği ve Avrupa Parlamentosu milletvekilliği yapmış birisi. Avrupa Parlamentosu’nda daha çok dış politika, güvenlik politikaları, uluslararası iş birliği ve bütçe politikası konularıyla ilgilenen Laschet, halen Almanya’nın en kalabalık nüfuslu eyaleti olan Kuzey Ren Vestfalya başbakanlığını yürütüyor.

Laschet’in Şansölye Merkel’den iki bakımdan ayrıştığını söylemek mümkün: Ren bölgesinden (Rheinländer) ve Katolik. Oysa Merkel hem Doğu Almanya kökenli hem de Protestan. Bu durum Laschet için Protestan ağırlıklı Kuzey ve Doğu Almanya’da bir dezavantaj yaratabilir.

Kuzey Ren Vestfalya eyaleti aynı zamanda Almanya’nın en çok Türk nüfusu – bir milyon civarında – barındıran eyaleti.

Daha önceleri aile ve entegrasyondan sorumlu eyalet bakanı (2005–2010) olarak da görev yapmış olan Alman politikacı, 2008 yılında Almanya’da yaşayan Müslümanlarla ilişkilerde daha hoşgörülü, saygılı ve diyalog temelli bir ilişkiyi savundu. Göçmenlerle ilgili ise daha fazla fırsat eşitliğinden, eğitimin başlıca entegrasyon aracı alarak değerlendirilmesinden yana politikaları öne çıkarttı. Eğitimin, aileden ve sosyal tabakadan bağımsız herkes için bir hak olduğunu, başarılı bireylere mesleki yükselme ve sosyal mobilite imkânı sağlaması gerektiğini dile getirdi. Fransız gazetesi Le Figaro’ya verdiği bir demeçte ise Almanya’nın bir göç ülkesi olduğu fikrini sahiplendi.

Onun ‘Türk Armin’ lakabını almasında göçmenlerin sorunlarına duyarlı olmasının yanında Kuzey Ren Vestfalya’da yaşayan Türklerle iyi ilişkiler içinde olmasının da payı oldu. Ayrıca birçok Türk gencini politikaya kazandırdı, onların siyasi kariyer yapmasına olanak sağladı. Bunların başında 2013–2017 yılları arasında federal meclis (Bundestag) milletvekilliği yapmış olan Türk kökenli Cemile Yusuf ve halen uyum politikalarından sorumlu müsteşar olan Serap Güler de var.

‘Türk Armin’ lakabı, Türkler nezdinde bir sevgi ve saygı göstergesi, ancak milliyetçi ve aşırı sağcı kesimlerde onu eleştirmek ve itibarsızlaştırmak için kullanılıyor. Dolayısıyla kendisinin bu lakaptan çok hoşnut olduğu söylenemez.

Laschet’in başbakanlık şansı ne?

Başbakan adayı olup olmayacağı önümüzdeki aylarda netlik kazanacak olan Laschet’in önümüzdeki yıllarda her halükârda siyasette aktif bir rol oynaması bekleniyor. Her ne kadar teamüllere göre seçimlerde genel başkan aynı zamanda başbakan adayı olsa da birçok istisnai durum da mevcut.

Dolayısıyla Almanya’nın en çok oy alan partisi olagelmiş olan CDU’nun genel başkanlığı, başbakanlığa çıkan bir otoyol değil. Tersine bazen sayısız engellerle dolu bir çıkmaz sokak da olabiliyor. Örneğin Almanya tarihinde girdiği ilk seçimde başbakanlık ipini göğüsleyen tek CDU genel başkanı var, o da Almanya’nın ilk şansölyesi Konrad Adenauer (1949–1963). Eski Şansölye Helmut Kohl (1983–1998) ise genel başkan olduktan (1973) sonra girdiği ilk seçimi (1976) kaybetmiş, bir sonraki seçimde (1980) ise aday dahi gösterilmemişti. 1980 seçimlerinde CDU/CSU birlik partilerinin başbakan adayı Josef Strauss idi. (CSU, yani Hristiyan Sosyal Birlik Partisi, CDU’nun örgütlü olmadığı, dolayısıyla seçimlere girmediği Bavyera’da faaliyet gösteriyor, iki parti genel seçimlere birlikte giriyor, federal mecliste (Bundestag) ortak fraksiyon kuruyor, her ikisinin ortaklığına Hıristiyan Birlik Partileri deniliyor). Şansölye Merkel de genel başkan olarak girdiği ilk genel seçimlerde (2002) başbakan adayı değildi. Onun yerine CSU’dan Edmund Steuber aday çıkarılmıştı.

2021’in Eylül ayında yapılacak olan federal meclis seçimlerine Hıristiyan Birlik partilerinin CSU’lu bir politikacının başbakan adaylığında girme olasılığı bir hayli yüksek. Bu bağlamda öne çıkan isim Bavyera eyaleti başbakanı Markus Söder.

Sağlık Bakanı Jens Spahn ise siyasi çevrelerde adı geçen bir başka isim. Ancak şansı son dönemde Almanya’nın Korona salgının ikinci dalgasını çok zor geçirmesinden dolayı bir hayli zayıflamış durumda. Ayrıca parti yönetimine bir hayli düşük bir oy sayısıyla seçilebildi Spahn. Popülaritesinin önümüzdeki aylarda daha da düşeceğini söyleyebiliriz.

Başbakan adayı olup olmayacağı konusunda net bir tavır takınmayan Laschet, bunu ileriki aylarda CSU ile müzakere yoluyla kararlaştıracaklarını söylemekle yetiniyor. Laschet’in en büyük dezavantajı, popülaritesinin Bavyera Başbakanı Söder’in popülaritesinden düşük olması.

Alman devlet televizyon kanalı ZDF’in yaptırmış olduğu bir ankete göre, Almanların yüzde 54’ü Söder’i başbakanlık için doğru bir siyasetçi olarak görüyor. Laschet’ten yana olanların oranı ise yüzde 28. Forsa anketine göre ise yüzde 36’lık bir kesim Söder’in adaylığını desteklerken, sadece yüzde 21’lik bir kesim Laschet’ten yana. İki siyasetçi arasındaki destek farkı CDU seçmenlerinde daha da belirgin. Söder yüzde 51’lik, Laschet ise sadece yüzde 25’lik bir desteğe sahip.

Ayrıca Laschet’in Hıristiyan Birlik partilerince başbakan adayı gösterilmesi durumunda da işlerin kolay olacağı söylenemez. Bunun başlıca nedeni, Almanya’nın pandemi sürecinin ikinci dalgasında salgının bir türlü kontrol altına alınamaması. İlk dalgayı başarıyla atlatan Almanya’da hükümet partisi CDU oylarını ciddi biçimde artırmıştı. Şimdi ise tersi bir durum söz konusu ve oyları yeniden bir gerileme trendine girdi. Merkel’in siyaseti bırakıyor olmasının da CDU’nun oylarını olumsuz yönde etkileyeceğini öngörmek gerçekçi olacak.

Şu an itibariyle CDU yüzde 35 oyla açık ara birinci parti. Onu yüzde 19 ile Yeşiller (Die Grünen), yüzde 15 ile Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) takip ediyor.

CDU’nun seçimlerde yüzde 30’lara gerilemesi, Yeşiller’in ise yüzde 25’leri zorlaması, olası bir CDU Yeşiller koalisyon hükümetini denk güçler arası bir ortaklık şekline büründürecektir. Bu, başbakan olması durumunda Laschet’in manevra alınını bir hayli daraltacaktır.

Almanya’nın Türkiye politikasına olası etkileri

Laschet’in başbakan olması durumunda, Türkiye’nin Almanya ve Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerinde neler beklenebilir?

Laschet Türkiye ile ilişkilerin önemini kavramış biri. Dolayısıyla Türkiye’ye yönelik gerilimleri azaltma ve diyalog çabası içinde olacağını öngörebiliriz. Ancak Almanya’nın ve AB’nin Türkiye ile ilişkilerinin seyrini tek başına – AB’nin en güçlü ülkesi Almanya’nın başbakanı da olsa – Laschet belirleyemeyecek. Bu konuda üç faktörün dikkate alınması gerekiyor.

Birincisi, seçim sonrası nasıl bir meclis yapısının ortaya çıkacağı. Zira bu ikili ilişkilerin seyrinde önemli olacaktır. Radikal sağ, milliyetçi, AB ve göçmen karşıtı AfD’nin ve radikal sol Die Linke’nin güçlenmesi Türkiye ile ilişkilerde hükümetin elini zayıflatacaktır. Çünkü iki parti de Türkiye’ye olumlu bakmıyor. AfD kültüralist (dinsel) ve milliyetçi saiklerden ötürü, diğeri ise hem Atlantikçiliğe (dolayısıyla da ABD’ye ve NATO’ya) mesafeli. Die Linke ayrıca milliyetçi Kürt hareketine bir hayli yakın duruyor ve bünyesinde birçok aşırı sol kökenli aktörü barındırıyor. Örneğin federal meclis Milletvekili Sevim Dağdelen yıllardır ısrarla Almanya’daki PKK yasağının kaldırılması yönünde çalışmalar yürütüyor. Ayrıca öyle gözüküyor ki Yeşiller, ki Türk hükümetine bakışları bir hayli eleştirel, meclise çok güçlü bir şekilde girecekler ve muhtemelen de iktidar ortağı olacaklar.

İkincisi, Yunanistan ile Türkiye arasındaki sorunların ve Doğu Akdeniz’deki gerilimin devam etmesi durumunda ikili ve çoklu ilişkilerde ilerleme beklememek lazım. Çünkü buna en başında Fransa itiraz edecektir ki Paris ile bu konuda anlaşmazlığa düşmek Berlin’in işine gelmeyecektir.

Üçüncüsü, Türkiye’de insan hakları ve hukukun üstünlüğü konularında ilerleme kaydedilmemesi durumda Berlin, Ankara ile ilişkilerin geliştirilmesinden imtina edecektir.

Bundan başka, Laschet örneğin geçmişte Suriye konusunda Ankara’dan çok farklı pozisyonları savunmuştu. Başlangıçta Esad yanlısı bir tavır takınmış, 2014 yılında ise Suriye ile ilgili yeni bir değerlendirme yapmayı önermişti Alman hariciyesine. IŞİD konusunda ise Amerikan yönetimini eleştirmiş, Esad’a karşı IŞİD’i desteklemekle suçlamıştı. Bazen Esad’ın kullandığı, ‘Suriye muhalefeti eşittir IŞİD’ denklemine yakın söylemleri olmuştu. Suriye’de çözümün ancak Rusya ile birlikte olabileceği tezi ise Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikasıyla uyumlu. Laschet, Rusya konusunda zaman zaman Alman kamuoyundaki genel eğilimle ters düşmeyi göze alarak, Almanya’da Putin karşıtı bir popülizmin varlığından yakınmıştı. Rusya ile enerji ticareti kapsamında ise Nord Stream (Kuzey Akımı) projesini savunuyor.

Özetle, Laschet’in başbakanlık koltuğuna oturması, Almanya’daki Türkler ve Türkiye açısından gerek Merz’in gerekse Söder’in olası başbakanlığından daha avantajlı. Zira, Kuzey Ren Vestfalya başbakanının göç, Türkler ve Türkiye hakkındaki düşünceleri Hıristiyan Birlik partilerindeki diğer aday ve rakiplere nazaran daha olumlu.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 21 Ocak 2021’de yayımlanmıştır.

Yaşar Aydın
Yaşar Aydın
Yaşar Aydın - Sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve yüksek lisans eğitimini Hamburg ve Lancaster Üniversitelerinde tamamladı. Doktorasını Hamburg Üniversitesi’nden aldı. Uluslararası ilişkiler, jeopolitik, Türk ekonomisi ve dış politikası, milliyetçilik, göç ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. Halen, German Institute for International and Security Affairs (SWP)/ Centre for Applied Turkey Studies (CATS) bölümünde görev yapmakta, Alman ve Türk gazetelerine yorumlar yazmaktadır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x