Türkiye–Almanya ilişkilerinde yeni dönem

Federal Almanya’nın Türkiye politikasının rotası nasıl şekillenecek? Berlin ile Ankara’nın çıkarları hangi alanlarda örtüşüyor, nerelerde birbirinden ayrılıyor? İkili ilişkiler hangi taşıyıcı sütunlar üzerine oturacak? Dr. Yaşar Aydın yazdı.

Önce 17 Ekim’de Dışişleri Bakanı Johann Wadephul’un, 30 Ekim’de ise Başbakan Friedrich Merz’in Türkiye’ye yaptığı ilk resmî ziyaret, Berlin’in Ankara ile yakın iş birliğine yöneldiğinin göstergeleridir. Alman ana akım medyası, Dışişleri Bakanı’nın Türkiye ziyaretiyle ilgili haberleri “Almanya ve Türkiye arasında iş birliği arayışı” çerçevesinde sunarken, yorum yazıları da genel olarak olumlu bir ton taşıdı. Donald Trump’ın övgüleri kadar olmasa da Wadephul da Ankara ziyaretinin ardından Türkiye’yi “iyi bir dost” olarak nitelendirdi ve Gazze’deki rolünü övdü.

Almanya, Türkiye ile iş birliğini güçlendirme niyetini ortaya koyuyor. Friedrich Merz, Türkiye’nin jeopolitik önemini daha önce de vurgulamış, ilişkilerin geliştirilmesini savunmuştu. Örneğin, Mayıs 2025’te hükümetin göreve başlamasının ardından yapılan açıklamalarda Merz şunları söylemişti:

“Türkiye, bizim için son derece değerli ve önemli bir NATO ortağıdır ve bu ortaklığı NATO çerçevesinde sürdürmek, daha da geliştirmek için elimden geleni yapacağım” (Friedrich Merz, Stern, 9.5.2025).

Koalisyon Anlaşması’nda da Türkiye’nin önemi ayrıca vurgulanıyor:

“Türkiye, NATO içinde önemli bir stratejik ortak, AB’nin komşusu ve Orta Doğu’da etkili bir aktördür; güvenlik politikası ve göçten, ortak jeopolitik zorluklarla başa çıkmaya kadar birçok alanda birlikte hareket etmek istiyoruz. Demokratik, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanında temel bir iyileşme sağlamak ise bizim için merkezi bir unsur oluşturmaktadır.” (CDU, CSU ve SPD Koalisyon Anlaşması, 2025)

Dip noktadan yeni döneme: Dönüşümün dinamikleri

Bu noktaya gelinmiş olması, ikili ilişkiler açısından kuşkusuz önemli. Henüz başlıca pürüzler giderilememiş olsa da ilişkilerin üzerine yükselebileceği sağlam bir zemin mevcut. Oysa Almanya–Türkiye ilişkileri, 2016 yılında tarihî bir dip noktasına ulaşmıştı. Bunun başlıca nedenleri arasında, Almanya Federal Meclisi’nin “Ermeni Soykırım Tasarısı”, Türkiye’deki darbe girişimi ve sonrasında muhalefete yönelik baskılar ile Türk kara birliklerinin Kuzey Suriye’ye girişi (Fırat Kalkanı Harekâtı) yer alıyordu.

Sonrasında çok şey değişti. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, NATO’yu büyük zorluklarla karşı karşıya bıraktı ve Türkiye’nin Karadeniz’deki önemini artırdı. Türkiye, daha önce Libya’da Rus etkisini başarıyla geriletmiş, Kafkasya’da ise Azerbaycan’a, Ermenistan’ın işgali altındaki Dağlık Karabağ’ı geri alması sürecinde destek vererek Rus nüfuzunu zayıflatmıştı. Suriye’de ise HTŞ milisleri aracılığıyla Esad rejiminin devrilmesinde önemli bir rol üstlendi ve ülkenin yeniden şekillendirilme sürecinde bu rolünü sürdürmek istiyor. Bu başarılar sonucu Türkiye’nin bölgesel güç konumu, Almanya’nın iş birliği arayışında önemli bir etken.

2016 yılı, aynı zamanda ilişkilerde yeni bir dönemin başlangıcına işaret eden bir dönüm noktası niteliğindeydi. Türkiye-AB mülteci anlaşmasıyla birlikte, Almanya’nın değer temelli bir yaklaşımla Türkiye’nin AB’ye dâhil edilmesine yönelik politikası geri plana itildi; yerine, duruma bağlı çıkar ve etkileşim ihtiyaçlarına dayalı, daha transaksiyonel bir ilişki modeli benimsendi. Bu açıklamalar, ilişkilerin değer temelli bir anlayıştan uzaklaşarak, daha az transaksiyonel fakat jeopolitik çıkarlar ve güvenlik kaygıları etrafında şekillenen bir çerçeveye yöneldiğine işaret ediyor.

Ortak çıkarlar, ortak hedefler

Doğu Avrupa ve Orta Doğu’daki çatışma ve savaşlar, Berlin ile Ankara arasındaki mesafeyi daralttı. Almanya’nın Türkiye ilişkileri yeniden değerlendirmesi artık sadece diplomatik bir seçenek değil, güvenlik açısından da kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Jeopolitik ve güvenlik alanındaki ortak çıkarlar, bu zorunluluğun önemini teyit ediyor. Bu çerçevede, Suriye meselesi iki ülkenin ortak hareket edebileceği en somut alanlardan biri olarak öne çıkıyor.

Örneğin, Ankara ve Berlin, Suriye’de barışçıl ve düzenli bir iktidara geçişi hedefliyor ve ülkenin yeniden yapılanması ile yeniden inşasına katkıda bulunmak istiyor. Her iki taraf da göç hareketlerini sınırlamayı ve Suriyeli iç savaş mültecilerinin güvenli bir şekilde geri dönüşünü amaçlıyor. Geri dönenlerin topluma yeniden kazandırılmasına yönelik ortak insani yardım ve yeniden inşa projeleri, halihazırda iş birliği yapılan alanlardan birini oluşturuyor.

Bir diğer iş birliği alanı ise Suriye güvenlik güçlerinin yeniden yapılandırılmasına destek sağlamak, milislerin silahsızlandırılması ve kimyasal silahların güvence altına alınarak imha edilmesini kapsıyor. Bu bağlamda, Almanya ile Türkiye’nin askerî, polis ve istihbarat kurumlarının iş birliği içinde olması, iki ülkenin Suriye’deki ortak çabalarını daha etkin kılacaktır. Her iki ülke de özellikle Suriye’de İran’ın bölgesel nüfuz arayışını sınırlama ve Çin’e karşı dengeli bir tutum izleme konusunda ortak çıkarlara sahip. Zira Çin, son dönemde İran ile Suudi Arabistan arasındaki arabuluculuk girişimleriyle bölgedeki etkisini artırdı.

Almanya’nın Türkiye’den beklentileri arasında göç hareketlerinin kontrol altına alınması, gerektiğinde 2016 AB-Türkiye mülteci anlaşmasının yenilenmesi ve Almanya’da iltica başvurusu kabul edilmeyen Türkiye vatandaşlarının geri gönderilmesi konularında yakın iş birliği bulunuyor. Ayrıca Almanya, Türkiye’nin Filistin konusunda yapıcı bir politika izlemesini bekliyor. Bu bağlamda Ankara’nın Hamas’ın silahsızlandırılmasına ve Filistin ile İsrail arasında uzlaşı sağlanmasına katkıda bulunmasını umuyor ve Ukrayna’ya yönelik desteğin sürdürülmesini önemsiyor. Bu talepler, Almanya’nın hem bölgesel istikrar hem de güvenlik politikaları çerçevesinde Türkiye ile ilişkilerini daha ileri bir boyuta taşımaya yönelik yaklaşımını yansıtıyor.

Güvenlik ve savunma iş birliği

Güvenlik alanında Berlin’in hedefi açık: Almanya, Türkiye ile savunma iş birliğini güçlendirmek. Bu çerçevede Eurofighter[i] alımına yönelik anlaşma sürecinde bu tedarike ilişkin vetosunu kaldırırken ve bu yönde yoğun bir lobi faaliyeti yürütürken, Türkiye’nin Avrupa savunma girişimi SAFE’e[ii] katılımını da destekliyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye’nin SAFE’e olası katılımını “kritik önemde bir adım” olarak nitelendirip AB’ye dar siyasi hesapların gölgesindeki önyargılı tutumları bir kenara bırakma çağrısı yaparak, iki ülkenin Avrupa güvenliği ve savunma sanayi iş birliğine bağlılığını vurguladı. Bakan, Almanya’nın Türkiye’nin SAFE’e katılımı konusundaki olumlu adımlarını memnuniyetle karşıladığını belirtirken, Ankara’nın ortak projeleri ilerletmeyi ve SAFE mekanizmasını güçlendirmeyi hedeflediğini de ifade etti. Ayrıca, Türk savunma sanayi ürünlerinin uygun fiyatlı ve kaliteli oluşu, bu iş birliği açısından somut bir avantaj sağlıyor.

Alman-Türk ekonomik ve tedarik zinciri entegrasyonu

İkili ilişkilerde güvenlik ve göçün yanı sıra ekonomik iş birliği de önemli başlıklardan biri olarak karşımıza çıkıyor.

Almanya ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler, ticaret, yatırımlar, tedarik zinciri entegrasyonu ve teknoloji transferi alanlarında yoğunlaşarak ikili ilişkilerin temel sütunlarından birini oluşturuyor. Bu güçlü ekonomik bağ, siyasi gerilimlere rağmen dayanıklılığını koruyor: Türkiye-Almanya ticaret hacmi 2024’te 47,5 milyar dolara yükselerek rekor kırdı. Türkiye’nin Almanya’ya ihracatı Gümrük Birliği’nden bu yana sürekli artarken, Almanya 2023 itibarıyla Türkiye’nin en büyük ihracat pazarı ve Rusya ile Çin’in ardından üçüncü büyük ithalat ortağı oldu. Yıllardır ekonomik bir durgunluğun girdabında bulunan ve enerji maliyetleri, Çin’in artan rekabet baskısı ile ABD ile yaşanan gümrük tarifeleri tartışmaları gibi sınamalarla karşı karşıya olan Alman ekonomisi için, özellikle ihracat sanayisi açısından, Türkiye önemli bir pazar konumunda.

Almanya, Türkiye’deki doğrudan yabancı yatırımların da başlıca kaynağı konumunda. 1980’den bu yana Alman yatırımlarının toplamı yaklaşık 14,5 milyar doları buluyor. 2023’te 687 milyon dolar yatırım yapılırken, ülkede 8 binden fazla Alman sermayeli şirket faaliyet gösteriyor ve 100 binden fazla kişiye istihdam sağlıyor. Bu yatırımların çoğu yerel üretim kapasitesini artıran ve istihdam yaratan “dönüştürücü” nitelikte.

Türk tedarikçilerinin Almanya ile tedarik zinciri entegrasyonunu derinleştirmesi, ticaret hacmi ve karşılıklı yatırımların arzu edilen düzeye ulaşması, Almanya ile yapıcı ilişkiler ve Türkiye’de istikrarlı bir yatırım ortamı ile hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve yapısal reformların hayata geçirilmesine bağlı.

Almanya’nın Türkiye politikasında değişim

2016’dan itibaren, özellikle 2022 sonrası Almanya’nın Türkiye politikası yön değiştirdi; demokrasi ve insan haklarından çok, transaksiyonel çıkarlar, güç siyaseti ve jeopolitik öncelik kazandı. Türkiye’de bir kesim tarafından muhalefete yönelik baskı olarak yorumlanan eylemler, hukukun araçsallaştırılması – İBB Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ve CHP’ye yönelik baskılar –, kayyum uygulamaları ve AİHM kararlarına rağmen Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın tutukluluklarının sürmesi, AB ülkelerinde tepki görmemesi Türk sivil toplumunun bazı kesimlerinde rahatsızlık yaratıyor.

Toparlayacak olursak, Merz’in Türkiye ziyareti Türk–Alman ilişkilerinde yeni bir ivme yaratabilir, ancak büyük bir atılım beklemek gerçekçi görünmüyor. Almanya’da Türkiye’ye yönelik olumsuz algılar hâlen güçlü. Nitekim Alman Dışişleri Bakanlığı da AB–Türkiye ilişkilerinde, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve vize serbestisinde ilerleme isteğini dile getirirken, “İlerlemenin temeli demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğüdür” ifadesiyle de koşulları ortaya koyuyor. Türkiye’de ise siyasi ve hukuki koşullarda olumlu bir değişim beklenmediğinden, kısa vadede Türk–Alman ilişkilerinde köklü bir dönüşüm değil, mevcut pragmatik ve çıkar temelli yaklaşımın sürmesi olası görünüyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 30 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

[i] Türkiye, savunma kapasitesini artırmak amacıyla hava filosunu yenileme çalışmalarını uzun süredir yürütüyordu. Bu kapsamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Britanya Başbakanı Keir Starmer’ın Ankara’daki görüşmesinin ardından, Türkiye ile Birleşik Krallık arasında Eurofighter Typhoon savaş uçakları konusunda iş birliği anlaşması imzaladılar. Anlaşma kapsamında Türkiye, İngiltere’den 20 uçak satın alacak; Katar ve Umman’dan temin edileceklerle birlikte toplam Eurofighter envanteri 44’e ulaşacak. (Bkz. “Erdoğan ve Starmer anlaşmayı imzaladı…”, T24, 27 Ekim 2025)

[ii] AB Konseyi’nin 27 Mayıs 2025’te kabul ettiği SAFE (Security Action for Europe) programı, üye devletlerin savunma kapasitesini hızla güçlendirmeyi amaçlayan yeni bir mali mekanizmadır. Avrupa savunma sanayisini destekleyerek kritik kabiliyet açıklarını kapatmayı hedefleyen SAFE, toplam 150 milyar avroya kadar uzun vadeli, düşük faizli kredi imkânı sunmaktadır. Mevcut jeopolitik koşullar nedeniyle, program bireysel tedarikleri de geçici olarak destekleyecektir. Türkiye’nin programa katılma isteği, savunma sanayiinin finansman ve teknolojiye erişim konusundaki ihtiyacını ortaya koymaktadır (European Commission, “SAFE – Security Action for Europe”).

Yaşar Aydın
Yaşar Aydın
Yaşar Aydın - Sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve yüksek lisans eğitimini Hamburg ve Lancaster Üniversitelerinde tamamladı. Doktorasını Hamburg Üniversitesi’nden aldı. Uluslararası ilişkiler, jeopolitik, Türk ekonomisi ve dış politikası, milliyetçilik, göç ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. Halen, German Institute for International and Security Affairs (SWP)/ Centre for Applied Turkey Studies (CATS) bölümünde görev yapmakta, Alman ve Türk gazetelerine yorumlar yazmaktadır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Türkiye–Almanya ilişkilerinde yeni dönem

Federal Almanya’nın Türkiye politikasının rotası nasıl şekillenecek? Berlin ile Ankara’nın çıkarları hangi alanlarda örtüşüyor, nerelerde birbirinden ayrılıyor? İkili ilişkiler hangi taşıyıcı sütunlar üzerine oturacak? Dr. Yaşar Aydın yazdı.

Önce 17 Ekim’de Dışişleri Bakanı Johann Wadephul’un, 30 Ekim’de ise Başbakan Friedrich Merz’in Türkiye’ye yaptığı ilk resmî ziyaret, Berlin’in Ankara ile yakın iş birliğine yöneldiğinin göstergeleridir. Alman ana akım medyası, Dışişleri Bakanı’nın Türkiye ziyaretiyle ilgili haberleri “Almanya ve Türkiye arasında iş birliği arayışı” çerçevesinde sunarken, yorum yazıları da genel olarak olumlu bir ton taşıdı. Donald Trump’ın övgüleri kadar olmasa da Wadephul da Ankara ziyaretinin ardından Türkiye’yi “iyi bir dost” olarak nitelendirdi ve Gazze’deki rolünü övdü.

Almanya, Türkiye ile iş birliğini güçlendirme niyetini ortaya koyuyor. Friedrich Merz, Türkiye’nin jeopolitik önemini daha önce de vurgulamış, ilişkilerin geliştirilmesini savunmuştu. Örneğin, Mayıs 2025’te hükümetin göreve başlamasının ardından yapılan açıklamalarda Merz şunları söylemişti:

“Türkiye, bizim için son derece değerli ve önemli bir NATO ortağıdır ve bu ortaklığı NATO çerçevesinde sürdürmek, daha da geliştirmek için elimden geleni yapacağım” (Friedrich Merz, Stern, 9.5.2025).

Koalisyon Anlaşması’nda da Türkiye’nin önemi ayrıca vurgulanıyor:

“Türkiye, NATO içinde önemli bir stratejik ortak, AB’nin komşusu ve Orta Doğu’da etkili bir aktördür; güvenlik politikası ve göçten, ortak jeopolitik zorluklarla başa çıkmaya kadar birçok alanda birlikte hareket etmek istiyoruz. Demokratik, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanında temel bir iyileşme sağlamak ise bizim için merkezi bir unsur oluşturmaktadır.” (CDU, CSU ve SPD Koalisyon Anlaşması, 2025)

Dip noktadan yeni döneme: Dönüşümün dinamikleri

Bu noktaya gelinmiş olması, ikili ilişkiler açısından kuşkusuz önemli. Henüz başlıca pürüzler giderilememiş olsa da ilişkilerin üzerine yükselebileceği sağlam bir zemin mevcut. Oysa Almanya–Türkiye ilişkileri, 2016 yılında tarihî bir dip noktasına ulaşmıştı. Bunun başlıca nedenleri arasında, Almanya Federal Meclisi’nin “Ermeni Soykırım Tasarısı”, Türkiye’deki darbe girişimi ve sonrasında muhalefete yönelik baskılar ile Türk kara birliklerinin Kuzey Suriye’ye girişi (Fırat Kalkanı Harekâtı) yer alıyordu.

Sonrasında çok şey değişti. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, NATO’yu büyük zorluklarla karşı karşıya bıraktı ve Türkiye’nin Karadeniz’deki önemini artırdı. Türkiye, daha önce Libya’da Rus etkisini başarıyla geriletmiş, Kafkasya’da ise Azerbaycan’a, Ermenistan’ın işgali altındaki Dağlık Karabağ’ı geri alması sürecinde destek vererek Rus nüfuzunu zayıflatmıştı. Suriye’de ise HTŞ milisleri aracılığıyla Esad rejiminin devrilmesinde önemli bir rol üstlendi ve ülkenin yeniden şekillendirilme sürecinde bu rolünü sürdürmek istiyor. Bu başarılar sonucu Türkiye’nin bölgesel güç konumu, Almanya’nın iş birliği arayışında önemli bir etken.

2016 yılı, aynı zamanda ilişkilerde yeni bir dönemin başlangıcına işaret eden bir dönüm noktası niteliğindeydi. Türkiye-AB mülteci anlaşmasıyla birlikte, Almanya’nın değer temelli bir yaklaşımla Türkiye’nin AB’ye dâhil edilmesine yönelik politikası geri plana itildi; yerine, duruma bağlı çıkar ve etkileşim ihtiyaçlarına dayalı, daha transaksiyonel bir ilişki modeli benimsendi. Bu açıklamalar, ilişkilerin değer temelli bir anlayıştan uzaklaşarak, daha az transaksiyonel fakat jeopolitik çıkarlar ve güvenlik kaygıları etrafında şekillenen bir çerçeveye yöneldiğine işaret ediyor.

Ortak çıkarlar, ortak hedefler

Doğu Avrupa ve Orta Doğu’daki çatışma ve savaşlar, Berlin ile Ankara arasındaki mesafeyi daralttı. Almanya’nın Türkiye ilişkileri yeniden değerlendirmesi artık sadece diplomatik bir seçenek değil, güvenlik açısından da kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Jeopolitik ve güvenlik alanındaki ortak çıkarlar, bu zorunluluğun önemini teyit ediyor. Bu çerçevede, Suriye meselesi iki ülkenin ortak hareket edebileceği en somut alanlardan biri olarak öne çıkıyor.

Örneğin, Ankara ve Berlin, Suriye’de barışçıl ve düzenli bir iktidara geçişi hedefliyor ve ülkenin yeniden yapılanması ile yeniden inşasına katkıda bulunmak istiyor. Her iki taraf da göç hareketlerini sınırlamayı ve Suriyeli iç savaş mültecilerinin güvenli bir şekilde geri dönüşünü amaçlıyor. Geri dönenlerin topluma yeniden kazandırılmasına yönelik ortak insani yardım ve yeniden inşa projeleri, halihazırda iş birliği yapılan alanlardan birini oluşturuyor.

Bir diğer iş birliği alanı ise Suriye güvenlik güçlerinin yeniden yapılandırılmasına destek sağlamak, milislerin silahsızlandırılması ve kimyasal silahların güvence altına alınarak imha edilmesini kapsıyor. Bu bağlamda, Almanya ile Türkiye’nin askerî, polis ve istihbarat kurumlarının iş birliği içinde olması, iki ülkenin Suriye’deki ortak çabalarını daha etkin kılacaktır. Her iki ülke de özellikle Suriye’de İran’ın bölgesel nüfuz arayışını sınırlama ve Çin’e karşı dengeli bir tutum izleme konusunda ortak çıkarlara sahip. Zira Çin, son dönemde İran ile Suudi Arabistan arasındaki arabuluculuk girişimleriyle bölgedeki etkisini artırdı.

Almanya’nın Türkiye’den beklentileri arasında göç hareketlerinin kontrol altına alınması, gerektiğinde 2016 AB-Türkiye mülteci anlaşmasının yenilenmesi ve Almanya’da iltica başvurusu kabul edilmeyen Türkiye vatandaşlarının geri gönderilmesi konularında yakın iş birliği bulunuyor. Ayrıca Almanya, Türkiye’nin Filistin konusunda yapıcı bir politika izlemesini bekliyor. Bu bağlamda Ankara’nın Hamas’ın silahsızlandırılmasına ve Filistin ile İsrail arasında uzlaşı sağlanmasına katkıda bulunmasını umuyor ve Ukrayna’ya yönelik desteğin sürdürülmesini önemsiyor. Bu talepler, Almanya’nın hem bölgesel istikrar hem de güvenlik politikaları çerçevesinde Türkiye ile ilişkilerini daha ileri bir boyuta taşımaya yönelik yaklaşımını yansıtıyor.

Güvenlik ve savunma iş birliği

Güvenlik alanında Berlin’in hedefi açık: Almanya, Türkiye ile savunma iş birliğini güçlendirmek. Bu çerçevede Eurofighter[i] alımına yönelik anlaşma sürecinde bu tedarike ilişkin vetosunu kaldırırken ve bu yönde yoğun bir lobi faaliyeti yürütürken, Türkiye’nin Avrupa savunma girişimi SAFE’e[ii] katılımını da destekliyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye’nin SAFE’e olası katılımını “kritik önemde bir adım” olarak nitelendirip AB’ye dar siyasi hesapların gölgesindeki önyargılı tutumları bir kenara bırakma çağrısı yaparak, iki ülkenin Avrupa güvenliği ve savunma sanayi iş birliğine bağlılığını vurguladı. Bakan, Almanya’nın Türkiye’nin SAFE’e katılımı konusundaki olumlu adımlarını memnuniyetle karşıladığını belirtirken, Ankara’nın ortak projeleri ilerletmeyi ve SAFE mekanizmasını güçlendirmeyi hedeflediğini de ifade etti. Ayrıca, Türk savunma sanayi ürünlerinin uygun fiyatlı ve kaliteli oluşu, bu iş birliği açısından somut bir avantaj sağlıyor.

Alman-Türk ekonomik ve tedarik zinciri entegrasyonu

İkili ilişkilerde güvenlik ve göçün yanı sıra ekonomik iş birliği de önemli başlıklardan biri olarak karşımıza çıkıyor.

Almanya ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler, ticaret, yatırımlar, tedarik zinciri entegrasyonu ve teknoloji transferi alanlarında yoğunlaşarak ikili ilişkilerin temel sütunlarından birini oluşturuyor. Bu güçlü ekonomik bağ, siyasi gerilimlere rağmen dayanıklılığını koruyor: Türkiye-Almanya ticaret hacmi 2024’te 47,5 milyar dolara yükselerek rekor kırdı. Türkiye’nin Almanya’ya ihracatı Gümrük Birliği’nden bu yana sürekli artarken, Almanya 2023 itibarıyla Türkiye’nin en büyük ihracat pazarı ve Rusya ile Çin’in ardından üçüncü büyük ithalat ortağı oldu. Yıllardır ekonomik bir durgunluğun girdabında bulunan ve enerji maliyetleri, Çin’in artan rekabet baskısı ile ABD ile yaşanan gümrük tarifeleri tartışmaları gibi sınamalarla karşı karşıya olan Alman ekonomisi için, özellikle ihracat sanayisi açısından, Türkiye önemli bir pazar konumunda.

Almanya, Türkiye’deki doğrudan yabancı yatırımların da başlıca kaynağı konumunda. 1980’den bu yana Alman yatırımlarının toplamı yaklaşık 14,5 milyar doları buluyor. 2023’te 687 milyon dolar yatırım yapılırken, ülkede 8 binden fazla Alman sermayeli şirket faaliyet gösteriyor ve 100 binden fazla kişiye istihdam sağlıyor. Bu yatırımların çoğu yerel üretim kapasitesini artıran ve istihdam yaratan “dönüştürücü” nitelikte.

Türk tedarikçilerinin Almanya ile tedarik zinciri entegrasyonunu derinleştirmesi, ticaret hacmi ve karşılıklı yatırımların arzu edilen düzeye ulaşması, Almanya ile yapıcı ilişkiler ve Türkiye’de istikrarlı bir yatırım ortamı ile hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve yapısal reformların hayata geçirilmesine bağlı.

Almanya’nın Türkiye politikasında değişim

2016’dan itibaren, özellikle 2022 sonrası Almanya’nın Türkiye politikası yön değiştirdi; demokrasi ve insan haklarından çok, transaksiyonel çıkarlar, güç siyaseti ve jeopolitik öncelik kazandı. Türkiye’de bir kesim tarafından muhalefete yönelik baskı olarak yorumlanan eylemler, hukukun araçsallaştırılması – İBB Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ve CHP’ye yönelik baskılar –, kayyum uygulamaları ve AİHM kararlarına rağmen Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın tutukluluklarının sürmesi, AB ülkelerinde tepki görmemesi Türk sivil toplumunun bazı kesimlerinde rahatsızlık yaratıyor.

Toparlayacak olursak, Merz’in Türkiye ziyareti Türk–Alman ilişkilerinde yeni bir ivme yaratabilir, ancak büyük bir atılım beklemek gerçekçi görünmüyor. Almanya’da Türkiye’ye yönelik olumsuz algılar hâlen güçlü. Nitekim Alman Dışişleri Bakanlığı da AB–Türkiye ilişkilerinde, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve vize serbestisinde ilerleme isteğini dile getirirken, “İlerlemenin temeli demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğüdür” ifadesiyle de koşulları ortaya koyuyor. Türkiye’de ise siyasi ve hukuki koşullarda olumlu bir değişim beklenmediğinden, kısa vadede Türk–Alman ilişkilerinde köklü bir dönüşüm değil, mevcut pragmatik ve çıkar temelli yaklaşımın sürmesi olası görünüyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 30 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

[i] Türkiye, savunma kapasitesini artırmak amacıyla hava filosunu yenileme çalışmalarını uzun süredir yürütüyordu. Bu kapsamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Britanya Başbakanı Keir Starmer’ın Ankara’daki görüşmesinin ardından, Türkiye ile Birleşik Krallık arasında Eurofighter Typhoon savaş uçakları konusunda iş birliği anlaşması imzaladılar. Anlaşma kapsamında Türkiye, İngiltere’den 20 uçak satın alacak; Katar ve Umman’dan temin edileceklerle birlikte toplam Eurofighter envanteri 44’e ulaşacak. (Bkz. “Erdoğan ve Starmer anlaşmayı imzaladı…”, T24, 27 Ekim 2025)

[ii] AB Konseyi’nin 27 Mayıs 2025’te kabul ettiği SAFE (Security Action for Europe) programı, üye devletlerin savunma kapasitesini hızla güçlendirmeyi amaçlayan yeni bir mali mekanizmadır. Avrupa savunma sanayisini destekleyerek kritik kabiliyet açıklarını kapatmayı hedefleyen SAFE, toplam 150 milyar avroya kadar uzun vadeli, düşük faizli kredi imkânı sunmaktadır. Mevcut jeopolitik koşullar nedeniyle, program bireysel tedarikleri de geçici olarak destekleyecektir. Türkiye’nin programa katılma isteği, savunma sanayiinin finansman ve teknolojiye erişim konusundaki ihtiyacını ortaya koymaktadır (European Commission, “SAFE – Security Action for Europe”).

Yaşar Aydın
Yaşar Aydın
Yaşar Aydın - Sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve yüksek lisans eğitimini Hamburg ve Lancaster Üniversitelerinde tamamladı. Doktorasını Hamburg Üniversitesi’nden aldı. Uluslararası ilişkiler, jeopolitik, Türk ekonomisi ve dış politikası, milliyetçilik, göç ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. Halen, German Institute for International and Security Affairs (SWP)/ Centre for Applied Turkey Studies (CATS) bölümünde görev yapmakta, Alman ve Türk gazetelerine yorumlar yazmaktadır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x