Türkiye Doğu’da mı, Batı’da mı? Hangi tarafa daha yakın? NATO üyesi, ama Rusya’ya mı yaklaşıyor? Uzun zamandır bu soruların yanıtları özellikle de Batı’da tartışılıyor.
NATO üyesi Türkiye’nin Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında söylemleri ve eylemleriyle Ukrayna’yı desteklerken, aynı zamanda Rusya ile ticari ve ekonomik ilişkilerini geliştirmesi, tahıl koridoru vb. konularda diyalog arayışı dikkat çekiyor.
Öte yandan Türkiye’nin Rusya’dan S-400 satın alması, ABD’den F35 alımı konusundaki pürüzler bir diğer sorunlu alan.
Foreign Policy yazarı Steven A. Cook ise Batı’nın Türkiye’nin gerçek konumunu ve daha esnek bir dış politika sürdürme isteğini yanlış anladığını öne sürüyor. Türkiye’nin Rusya ile artan ilişkilerinin Rusya blokunda yer alacağı anlamına gelmediğini anlatıyor.
Yazının öne çıkan bazı bölümlerini paylaşıyoruz:
“Türkiye ve ABD, iki ülkenin politikaları, hedefleri ve değerleri farklılaştığından uzun bir süredir uyuşmazlık içinde.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin geçtiğimiz Şubat ayında ordusuna Ukrayna’yı işgal etmesini emrettiğinden bu yana Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri büyük bir ilgi konusu haline geldi. Konuyla ilgili haberlerin çoğu bu ikili ilişkiyi ekonomik açıdan değerlendiriyor, ancak bundan çok daha fazlası var. Ancak bu, Türkiye’nin Batı’yı terk edip Rusya’nın yanında yer aldığı anlamına gelmiyor, aksine Ankara’nın başlı başına bir güç olmaya çalışırken başkalarının kategorilerini reddettiği anlamına geliyor.
Türkiye – Rusya yakınlaşmasının anlamı ne?
Türkiye ile ilgili haberler yanlış değil. Ekonomisinin içinde bulunduğu korkunç durum Erdoğan’ın Rusya’ya yaklaşımında önemli bir etken. ABD’nin yaptırım baskılarına direnen Ankara, 2022 yılında Moskova ile ticaretini ikiye katlayarak Türkiye’yi Rusya’nın en büyük üçüncü ticaret ortağı haline getirdi. Bu ortaklığın büyük bir kısmı enerji sektöründe. Rusya, Türkiye’ye ciddi miktarda doğalgaz, petrol ve kömür ihraç ediyor ve Türkiye bunların bir kısmını ruble ile ödüyor. Erdoğan ve Putin geçtiğimiz Ekim ayında Kazakistan’da bir araya geldi ve bu ticarete dayanarak Türkiye’yi Rus doğalgazı için bir merkez haline getirecek bir plan üzerinde anlaştı.
Türkiye uzun bir süredir bu rolü oynamak ve kendi iç ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra doğalgazı tekrar satmak istiyordu. Bunun hem gelir sağlayacağı, Ankara’nın süregelen cari açığını kapatmaya yardımcı olacağı hem de doğalgazın nihai varış noktası olan Avrupa’da Türkiye’ye daha fazla nüfuz kazandıracağı hesaplanıyordu. Türkiye halihazırda ucuz Rus ham petrolünü rafine ediyor ve yüksek fiyattan yeniden satıyor.
Enerjinin yanı sıra, Batılı şirketler Rusya’dan çekildiğinde her sektörden Türk şirketi devreye girerek piyasalardan aniden dışlanan Rus işletmelerinin ve tüketicilerinin ürünlere erişimini sağladı ve bu durum Türkler için yeni fırsatlar yarattı. Ankara ayrıca milyonlarca Rus turistin yanı sıra aşırı derecede zengin olan oligarkları da ülkede ağırladı.
Türk yetkililer, Türk ekonomisine riske atmadan Rusya’ya yaptırım uygulayamayacaklarını öne sürerek, belki de istemeden, ikili ilişkilerin ne kadar önemli hale geldiğini ortaya koyuyor.
Ucuz Rus enerjisi, turistlerden elde edilen gelir ve zengin Ruslardan gelen döviz akışı, yıllarca süregelen kötü ekonomi yönetiminin ardından Türk ekonomisini bir nebze rahatlatıyor. Her ne kadar ikili ekonomik ilişkilerin Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra geliştiği doğru olsa da, Ankara Moskova ile ekonomik, diplomatik ve güvenlik ilişkilerini Putin’in Ukrayna’ya saldırısından ve Türkiye’nin ekonomik sıkıntılarının şiddetlenmesinden çok daha önce geliştirmeye başlamıştı.
Washington yakınlaşmayı nasıl okuyor?
Washington’da Ankara tarafından fonlanmayan az sayıdaki Türkiye destekçisi bu gelişmeleri pek de ikna edici olmamakla birlikte iki şekilde değerlendiriyor.
İlk olarak, Ankara ve Moskova’nın Libya, Dağlık Karabağ ve Suriye’de karşı taraflarda yer aldığına işaret ediyorlar. Ayrıca Ukrayna’ya yapılan SİHA ve silah satışlarını, Erdoğan’ın Ukrayna’nın egemenliğinin korunmasına yönelik söylemlerini ve Türklerin aracılık ettiği ve küresel bir gıda krizinin önlenmesini sağlayan tahıl anlaşmasını da örnek gösteriyor. Bu hususta haklı olabilirler ancak Erdoğan ve Putin Libya, Suriye ve Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki çatışmalar konusunda farklılıklarını bir kenara bırakıp daha güçlü ekonomik ilişkiler ve güvenlik bağları kurmak için birlikte çalışmaya devam edebildiler.
İkinci olarak, Türkiye’nin Washington’daki dostları Ankara ile Moskova arasında yaşananların Washington’un suçu olduğunu öne sürüyor. Eski bir ABD’li yetkilinin ifadesiyle, ABD Türkiye’ye “pislik gibi” davranmasaydı, Ankara memnuniyetle Moskova’ya karşı cephe alırdı. Bu, Washington’un YPG ile olan ilişkisini eleştirmenin diplomatik olmayan bir yoluydu.
Türkiye – Rusya ilişkileri hakkında bildiklerimiz ışığında, Washington’un YPG’yi gözden çıkarması halinde Türkiye’nin Moskova’ya ekonomik yaptırımlar uygulaması ve ikili ilişkilerin diğer boyutlarını sınırlaması pek olası görünmüyor. Ne olursa olsun, Türkiye’nin destekçileri, Ankara’nın stratejik hedeflerini doğru bir şekilde değerlendiremeyecek kadar kendilerini Türkiye’yi savunmaya kaptırmış görünüyorlar. Türklerin, bir terör örgütünden farksız olduğuna inandıkları bir grup ile ABD’nin ilişkisinin bulunmasından dolayı mağdur oldukları konusunda oldukça haklılar ancak Türk yetkililerin, Türkiye’nin Batı’nın savunması için kritik öneme sahip olduğu Soğuk Savaş’a benzer bir dönemi tekrar yaşamak istemediklerini göremiyorlar.
Eğer Türkler Washington’daki destekçilerinin hayal ettiği gibi Rusya’ya karşı bir cephe olmak isteselerdi, Ankara Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın almazdı. Ayrıca durum hayal ettikleri gibi olsaydı Türkler, Rus kamu enerji şirketi Rosatom’ın sahip olacağı ve işleteceği Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin inşası için Ruslarla anlaşmazdı. Ayrıca, Akkuyu ile bağlantılı olarak Mersin Limanı’nın geliştirilmesi için Ruslarla sözleşme yapmazdı. Türkiye’yi eleştirenler, Türkiye’nin artık Batı’nın güvenilir bir ortağı olmadığını savunmak için tüm bu gelişmeleri fırsat bildiler.
Türk dış politikasını neden yanlış anlıyorlar?
Bu konuda haklılar da. Türkiye bir NATO müttefiki olabilir, ancak bir ortak olduğu söylenemez. Aynı zamanda, Türkiye’yi eleştirenlerin Ankara’nın Batı’dan uzaklaşmasını Rusya ile yakınlaşma olarak algılama eğilimi Türk dış politikasını yanlış anlamaya yol açıyor.
Ankara’da NATO’ya şüpheyle yaklaşan ve Türkiye’yi Moskova’nın yanına çekmek isteyen bir kesim olduğu sır değil. Bu grubun etkisi azalıp artma eğiliminde olsa da, daha fazla söz sahibi olduğu zamanlarda bile Erdoğan dış politikayı Avrasyacılar olarak adlandırılan gruba devretmeye direndi. Böyle bir şey yaptığı takdirde, bu muhtemelen Türkiye’nin Batı’dan kopuşu anlamına gelecektir ki Türkiye’nin Rusya ile artan bağlarına rağmen bu Türk liderin istediği bir şey değil.
Türkiye ne yapmak istiyor?
Bununla birlikte, Erdoğan bir koz istiyor ve ABD/NATO-Türkiye-Rusya arasındaki dinamikler ona Washington ve Brüksel’i manipüle etme fırsatı veriyor. Örneğin bir Türk savunma yetkilisi, ABD Kongresi üyeleri Ankara’ya F-16 satılması konusunda yaygara kopardığı için Rusya’nın Su-35 savaş uçağını satın alma olasılığını gündeme getirdiğinde, Washington’da Türkiye’nin ABD uçaklarını almaması halinde Batı’nın Ankara’yı kaybedeceği korkusunu körükledi. Böyle bir manipülasyon, ancak yabancılar Türkiye’yi Batı’da ya da Doğu’da gördüğü sürece mümkün.
Erdoğan, Türkiye’nin Rus dış politikasının bir parçası haline gelmesini istemediği gibi, ülkenin sadece ittifakın güneydoğu kanadındaki bir NATO uzantısı olarak görülmesini de istemiyor.
Türkiye, ABD ve NATO’dan uzaklaşıyor olabilir, ancak Rusya ile tam olarak aynı hizaya gelmiyor. Türkiye Doğu veya Batı değildir. Türkiye, Türkiye’dir.”
Bu yazı ilk kez 25 Ocak 2023’te yayımlanmıştır.