Türkiye ve Irak ortak bir gelecek kuruyor

Türkiye ve Irak ilişkileri artık ortak faydaya dayalı, bölgeyi derinden etkileyecek potansiyelde ve yepyeni bir dönem yaşıyor. Buraya nasıl gelindi, bu yeni dönemin özellikleri neler? İki ülke arasındaki su anlaşması neden milat? Bilgay Duman yazdı.

Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın gerçekleştirdiği Irak ziyareti iki ülke ilişkilerinde yeni bir dönemi de açtı. Bu yeni dönemin en önemli özelliği ortak faydaya dayalı bir geleceği inşa etme üzerine kurulu.

Bu yeni dönemde artık geçmişteki krizlerin de geride kaldığı, ilişkilerin kurumsallaştırılmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Bu noktaya gelmek kolay olmadı.

Saddam Hüseyin sonrası ilişkiler

2003 yılında Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesiyle Irak’ta başlayan yeni dönem, ülke siyasetini, toplumsal yapısını ve bölgesel dengeleri kökten değiştirdi. Bu dönüşümün ilk yılları hem içeride otorite boşluğu hem dışarıda bölgesel rekabetin derinleşmesiyle geçti. Türkiye açısından da bu süreç, güvenlik riskleriyle ekonomik fırsatların iç içe geçtiği karmaşık bir dönem oldu.

Ankara, ABD’nin askeri işgaliyle şekillenen yeni Irak düzeninde kendi güvenlik kaygılarını önceliklendirdi ama bunu hiçbir zaman tek taraflı bir stratejiye dönüştürmedi. Irak’ın toprak bütünlüğü, siyasi birliği ve egemenliği Türkiye’nin temel ilkeleri arasında yer aldı. Bu yaklaşım, 2008’de imzalanan 48 mutabakat zaptı ve 2009’da kurulan Yüksek Düzeyli Stratejik İş birliği Konseyi ile kurumsal bir zemin kazandı.

Ancak 2010 sonrası dönemde dengeler yeniden değişti. ABD askerlerinin çekilmesiyle Irak içindeki güç boşluğunu büyük ölçüde İran doldurdu, Bağdat yönetimi Tahran’a yakın bir hatta kaydı. Özellikle Suriye krizinde de Ankara ile Bağdat’ın farklı pozisyon alması ilişkileri gerdi. Türkiye bu dönemde Irak’ta etkisini daha çok yerel kanallar üzerinden sürdürmeye çalıştı; IKBY ile ilişkiler gelişti, Sünni kesimlerle temas sürdü. Türkiye böylece Irak denkleminin içerisinde kalmaya çalıştı.

Tam bu sırada 2014 yazında IŞİD’in Irak topraklarının üçte birine hâkim olmasıyla tablo yeniden değişti. Ankara hem DEAŞ karşıtı koalisyona katıldı hem de yüzbinlerce Iraklıyı barındırarak Bağdat’a “Irak’ın istikrarı Türkiye için önceliktir” mesajını verdi. 2017’de IKBY’nin bağımsızlık referandumu girişimiyle birlikte Türkiye yine merkezi hükümetle aynı paralelde hizalandı.

Bu uzun ilk dönem, Türkiye-Irak ilişkilerinin aslında yalnızca iki başkent arasındaki iradeden etkilenmediğini; Washington’un sahadaki askeri-siyasi duruşu, İran’ın Şii gruplar üzerinden kurduğu etkinlik, Suriye iç savaşının sınır güvenliğine etkisi ve Bağdat-Erbil çekişmesinin enerji dosyasını kilitlemesi gibi dış/dahili faktörlerin de Ankara-Bağdat hattını sürekli yeniden tanımladığını gösterdi. Dolayısıyla bugün gelinen noktayı “birdenbire başlayan iyi ilişkiler” diye değil, ağır ilerleyen ama giderek kurumsallaşmaya çalışan bir sürecin son halkası olarak okumak gerekir.

2019 Protestoları ve değişen dengeler

2019’da Irak genelinde patlak veren protesto dalgası, sadece iç siyaseti değil, ülkenin dış ilişkilerini de yeniden şekillendirdi. Gösteriler ilk aşamada işsizlik, kamu hizmetlerindeki yetersizlik ve yolsuzluk gibi talepler etrafında şekillense de zamanla İran’ın ülke siyasetindeki etkisine karşı güçlü bir tepki hareketine de dönüştü. Bu süreçte Türkiye’nin sergilediği dengeli ve ılımlı tutum dikkat çekti. Ankara, olayları herhangi bir mezhep eksenine oturtmadan, Irak’ın toprak bütünlüğüne ve halk iradesine saygı temelinde değerlendirdi. Bu yaklaşım, Türkiye’yi sahada kendi çıkarlarını dayatan aktörlerden ayıran, yapıcı bir komşu pozisyonuna taşıdı. Türkiye’nin bu dönemde Bağdat yönetimiyle temaslarını sürdürmesi, protestolara ilişkin tarafsız tutumu ve müdahaleci olmayan dili, kamuoyunda “denge unsuru” olarak algılanmasını sağladı. Aynı dönemde İran’a yönelik eleştirilerin artması, Türkiye’ye olan sempatiyi de güçlendirdi. Bağdat sokaklarında İran karşıtı sloganlar atılırken, Türkiye karşıtlığı neredeyse hiç duyulmadı. Bu, Ankara’nın Irak’taki meşruiyetinin sessiz bir göstergesiydi.

Eşzamanlı olarak Türkiye, Irak’ın kuzeyinde artan PKK varlığına karşı sınır ötesi Pençe operasyonlarını başlattı. Ankara’nın bu adımı yalnızca kendi sınır güvenliğini korumaya yönelik değil, Irak’ın egemenliğini zayıflatan yasa dışı silahlı yapıları da hedef alan bir stratejik hamle olarak okundu. Operasyonlar sahada dengeyi değiştirirken, Bağdat yönetiminin de PKK tehdidini kendi egemenliği açısından yeniden tanımlamasına zemin hazırladı. Türkiye’nin askeri operasyonlarıyla siyasi tutumu arasındaki bu denge hem güvenlik hem diplomasi alanında uzun vadeli iş birliğinin kapılarını araladı. Bu dönemde Irak toplumunda Türkiye’ye yönelik algı önemli ölçüde değişti; Türkiye, iç işlerine karışmayan ama gerektiğinde sorumluluk alan, bölgesel istikrarı önceleyen bir ortak olarak görülmeye başlandı. Böylece 2019-2021 arası dönem, Türkiye-Irak ilişkilerinin yeniden tanımlandığı, güvenlikten siyasete uzanan yeni bir zeminin oluştuğu bir geçiş evresine dönüştü.

2019 sonrası şekillenen bu ortamda Türkiye, Irak’taki toplumsal dinamikleri dikkatle okuyan, askeri kapasitesini diplomatik manevralarla dengeleyen bir aktör hâline geldi. Böylece Türkiye hem kuzeydeki güvenlik sahasında hem de Bağdat nezdinde yeniden “denge kurucu ülke” pozisyonuna oturdu.

Bu uzun ilk dönem, Türkiye-Irak ilişkilerinin aslında iki başkentin iradesinin dışında, Washington’un sahadaki askeri-siyasi duruşu, İran’ın Şii gruplar üzerinden kurduğu etkinlik, Suriye iç savaşının sınır güvenliğine etkisi ve Bağdat-Erbil çekişmesinin enerji dosyasını kilitlemesi gibi dış ve dahili faktörlerin de Ankara-Bağdat hattını sürekli yeniden tanımladığını gösterdi. Dolayısıyla bugün gelinen noktayı “birdenbire başlayan iyi ilişkiler” diye değil, ağır ilerleyen ama giderek kurumsallaşmaya çalışan bir sürecin son halkası olarak okumak gerekir.

Sudani Hükümeti ve sonrası

Bu ağır ilerleyen süreci hızlandıran şey Irak’ın 2021 seçimleri sonrası ortaya çıkan yeni siyasal kompozisyonu ve Muhammed Şiya es-Sudani hükümetinin hem içeride kapasiteyi toparlama hem de dış politikada dengeli ilişki kurma iradesi oldu. Sudani’nin öncelikle merkezi otoriteyi tahkim eden, devlet kurumlarını yeniden işler hâle getiren ve komşularla gerilim yerine iş birliğini önceleyen çizgisi, Türkiye’nin uzun süredir üzerinden durduğu “dönemsel ilişkiler yerine kurumsal ilişkiler” söylemi örtüştü. Mart 2023’te Sudani’nin Ankara ziyareti, ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 Nisan 2024’te 13 yıl aradan sonra Bağdat’a gitmesi ve iki ülke arasında 26 başlıkta imzalanan anlaşma ile güvenlikten enerjiye, ulaşımdan tarıma uzanan geniş bir yelpazede yeni ortaklık alanları tanımlandı.

Güvenlik alanında atılan adımlar, ilişkilerin omurgasını güçlendirdi. Irak, PKK’yı resmen “yasaklı” örgüt ilan etti, örgütle ilintili siyasi yapılar kapatıldı. 2024’te dördüncüsü yapılan Yüksek Düzeyli Güvenlik Mekanizması toplantısında “Askeri, Güvenlik İş birliği ve Terörle Mücadeleye Dair Mutabakat Zaptı” imzalandı. Başika Üssü’nün Irak ordusuna devredilmesi, ortak eğitim ve koordinasyon merkezlerinin kurulması planları da bu iş birliğini kalıcılaştırdı. PKK artık sadece Türkiye’ye değil, Irak’ın egemenliğine yönelik bir tehdit olarak tanımlanıyor. Bu, güvenlik alanını bir gerilim başlığı olmaktan çıkarıp, iki ülkenin ortak güvenlik konsepti haline getirdi.

Bu dönemde Kalkınma Yolu Projesi, iki ülke ilişkilerinin stratejik omurgasına dönüştü. Basra’dan Türkiye sınırına uzanacak kara ve demiryolu hattı, yalnızca bir ulaşım projesi değil, bölgesel bir ekonomik entegrasyon hamlesi olarak görülüyor. Proje tamamlandığında Körfez limanlarından çıkan mallar, Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak. Bu hattın enerji ile ticareti birleştiren yapısı, Türkiye’yi Ortadoğu’nun kuzey–güney ekseninde stratejik bir geçiş koridoruna dönüştürecek. Projenin ilk fazı olan Büyük Fav Limanı’nın inşası tamamlanmak üzere. Sırada, Basra’dan Musul’a ve oradan Türkiye sınırına kadar uzanacak karayolu, demiryolu ve enerji hatlarının eş zamanlı devreye alınması var. Bu devasa altyapı projesi hem Türkiye hem Irak için ekonomik olduğu kadar politik anlamlar da taşıyor. Irak’ta hükümet değişiklikleri ya da siyasi tıkanmalar yaşansa bile, Kalkınma Yolu iki ülke arasındaki stratejik bağı kurumsallaştıran bir zemin sunuyor. ABD’nin askeri etkinliğini azaltıp ekonomik diplomasiye yöneldiği, İran’ın ise kendi etkisini koruma arayışında olduğu bir dönemde, Türkiye–Irak hattı bu iki gücün arasında denge unsuru olarak öne çıkıyor. Bu durum, Ankara’nın bölgesel rekabetin dışında kalarak kendi jeoekonomik ağını örmesini mümkün kılıyor.

2025: Türkiye–Irak ilişkilerinde yeni inşa dönemi

2025 yılı, Türkiye–Irak ilişkilerinde sadece yeni bir diplomatik sayfa değil, aynı zamanda çok katmanlı bir yeniden inşa sürecinin başlangıcı oldu. Uzun yıllar boyunca güvenlik, enerji ve su alanlarında birbirinden bağımsız ilerleyen temaslar, bu kez aynı stratejik çerçevede birleşti. Ankara ve Bağdat arasındaki ilişkiler, artık geçici diyalogların ötesine geçip kurumsal bir ortaklık mimarisi kazanıyor.

Bu yeni dönemi tanımlayan temel unsur, Türkiye’nin dış politikasında giderek daha görünür hale gelen “Terörsüz Türkiye” vizyonunun Irak sahasında fiili olarak karşılık bulması. Ankara, Irak’ta kalıcı güvenliğin sadece askerî önlemlerle değil, ekonomik ve diplomatik bütünlükle sağlanabileceği anlayışını benimsiyor.

PKK varlığı nedeniyle 2023’te askıya alınan Süleymaniye’ye yönelik uçuşların yeniden başlaması, sadece ulaşımın değil, diplomasinin de normalleştiği bir dönemin sembolü. Bu adım, Türkiye’nin “Terörsüz Türkiye” yaklaşımının Irak’ta yeni bir aşamaya geçtiğini ortaya koydu. Ankara, artık sınır ötesi operasyonlarla sınırlı bir güvenlik politikasından, kalkınma odaklı güvenlik yaklaşımına geçiyor. Irak yönetimi de PKK’nın faaliyet alanlarını daraltırken, Türkiye ile koordinasyonu artırıyor. Süleymaniye’nin hava trafiğine açılması, IKBY içindeki dengeleri de Ankara lehine yumuşatıyor. Bu yeni atmosfer, güvenlik alanındaki yumuşamayı ekonomik entegrasyonla birleştiriyor.

Bu dönüşüm, sadece terörle mücadelede değil, iki ülkenin birbirine kurumsal bağımlılık üzerinden güvenlik üretmesi bakımından da önemli. Artık Irak sahasında güvenlik, Türkiye için bir ticaret ve diplomasi altyapısının parçası, Türkiye içinse Irak, güvenlikten kalkınmaya uzanan çok boyutlu bir iş birliği platformu haline geliyor.

Nitekim enerji, güvenlik ve su konusunda atılan adımlar da bunun en somut göstergesi. 1973 tarihli Kerkük–Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Anlaşması’nın 27 Temmuz 2026’da sona erecek olması, iki ülke arasındaki enerji denkleminde yeni bir dönemi başlattı. Enerji konusunda yeni bir işbirliği mekanizması ortaya çıkarması beklenen bir yeni bir anlaşma üzerinde çalışıyor. Bu haliyle Türkiye, bu bitişi bir “son” değil, çok boyutlu enerji ortaklığının başlangıcı olarak ortaya koyuyor. Yeni model yalnızca petrolü değil, doğalgaz ve elektriği de kapsayan bütüncül bir enerji ağı öngörüyor. Amaç, iki ülkeyi tek yönlü tedarik ilişkisinden çıkarıp, karşılıklı bağımlılığa dayalı bir stratejik ortaklık seviyesine taşımak. Erbil–Bağdat hattında süregelen gelir paylaşımı anlaşmazlıklarına rağmen Ankara dikkatli bir denge politikası yürütüyor. Türkiye, Erbil’i dışlamadan Bağdat’la kurumsal enerji altyapısını güçlendirilmesini öngörüyor. Zira Erbil-Bağdat dengesi kurulmadan atılan adımlar, günün sonunda problematik bir süreç ortaya çıkarabiliyor.

Ayrıca bu yaklaşım, aynı zamanda Kalkınma Yolu Projesinin enerji ayağını da besliyor. Basra’dan Türkiye sınırına uzanacak yeni boru hatları hem enerji güvenliği hem de ticaretin sürekliliği açısından bölgesel bir istikrar hattı oluşturacak. Enerji alanındaki bu yeni inşa, artık iki ülkenin ekonomik ilişkilerini değil, siyasal koordinasyon kapasitesini de tanımlıyor.

Öte yandan 2 Kasım 2025’te Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Bağdat ziyareti sırasında imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Su İşbirliği Çerçeve Anlaşması Kapsamındaki Projelerin Finansmanına İlişkin Mekanizma Belgesi” de iki ülke ilişkileri açısından bir milat niteliğinde. Zira iki ülke ilişkilerindeki en kırılgan mesele olarak adlandırılabilecek “su” konusunda oluşturulan bu mekanizma, farklı alanlardaki işbirliği olanaklarına da zemin hazırlayabilecek bir potansiyel barındırıyor. Nisan 2024’te imzalanan Su İşbirliği Çerçeve Anlaşması’nın sahaya yansıması niteliğindeki bu belge, su diplomasisinin artık sadece prensipler düzeyinde kalmadığını, uygulama safhasına geçtiğini gösteriyor.

Yeni mekanizma, Türkiye’nin Irak’tan enerji ithalatı karşılığında oluşturulacak özel bir fondaki gelirlerin Irak’taki su projelerine aktarılmasını öngörüyor. Türk firmaları baraj, arıtma ve sulama altyapılarında görev alacak. Finansman, dış borçlanma olmaksızın enerji gelirlerinden sağlanacak. Böylece iki ülke, birbirine bağlı bir kalkınma döngüsü kuruyor. Enerji gelirleri su projelerini, su yatırımları tarımı, tarımsal üretim ise yeniden enerji talebini besleyecek. Bu da klasik kaynak paylaşımından sürdürülebilir kalkınma ortaklığına geçiş anlamına geliyor. Bu yeni su iş birliği modeli, sadece teknik bir proje değil; iki ülke arasında karşılıklı güvenin kurumsal teminatı haline geliyor.

Öte yandan anlaşmanın zamanlaması da dikkat çekici. Irak’ta seçimlere sadece bir hafta kala imzalanan bu belge, Türkiye–Irak ilişkilerinin artık hükümetlerin ötesine geçtiğini gösteriyor. Çünkü Irak’ta hükümet kurma süreçleri genellikle uzun ve çetrefilli. Sudani’nin kurduğu ittifakın en fazla sandalye sayısına ulaşması bekleniyor ama tek başına hükümet kurması zor. Buna rağmen iki ülkenin bu adımı atması, ilişkilerin “devlet politikası” seviyesine çıktığının işareti.

Irak’ta seçim sonrası tablo nasıl şekillenirse şekillensin, bu iş birliği zemini iki ülkenin çıkarlarını ortaklaştıran kalıcı bir eksene dönüştü. Türkiye ve Irak artık yalnızca komşu değil; birbirinin ekonomik, güvenlik ve siyasi istikrarını tamamlayan iki stratejik ortak. Bu ortaklık, bölgesel belirsizlikler içinde istikrar üreten nadir örneklerden biri olarak öne çıkıyor. Dahası, 2025’te kurulan bu yeni inşa dönemi, iki ülkenin krizlerle tanımlanan geçmişini geride bırakarak, ortak faydaya dayalı bir gelecek tasavvuruna yöneldiğini gösteriyor. Bu tasavvuru yalnızca enerji boru hatlarıyla ya da su iş birliği mekanizmalarıyla sınırlı değil; aynı zamanda güvenliğin, kalkınmanın ve diplomatik denklemlerin birlikte şekillendiği yeni bir bölgesel mimarinin habercisi olarak da okumak mümkün.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Kasım 2025’te yayımlanmıştır.

Bilgay Duman
Bilgay Duman
Dr. Bilgay Duman, lisans ve yüksek lisans eğitimini sırasıyla 2004 ve 2007 yıllarında Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde tamamlamıştır. Doktorasını 2024 yılında Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde "2003 Sonrası Irak’ta Etnisite-Mezhep İlişkisi: Türkmenler Örneği" başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. 2004 yılında itibaren Türkiye’deki farklı düşünce kuruluşlarında araştırmacı, uzman ve koordinatör olarak görev aldı. Kasım 2024 itibari ile Anadolu Ajansı Akademi Müdür Yardımcısı olarak göreve başladı ve halen bu görevine devam ediyor. Bu görevinin yanında farklı üniversitelerde Ortadoğu üzerine dersler veriyor. Ortadoğu ve özellikle Irak çalışmalarına yoğunlaşan Dr. Duman, Türk dış politikası ve Türk dünyası üzerine de araştırmalar yapıyor. Ulusal ve uluslararası düzeyde pek çok yayını, panel, konferans ve semineri bulunan Dr. Duman, farklı medya kuruluşlarında da görüşler sunuyor. Ayrıca uluslararası gözlemci olarak farklı ülkelerde seçim gözlemlerinde bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Türkiye ve Irak ortak bir gelecek kuruyor

Türkiye ve Irak ilişkileri artık ortak faydaya dayalı, bölgeyi derinden etkileyecek potansiyelde ve yepyeni bir dönem yaşıyor. Buraya nasıl gelindi, bu yeni dönemin özellikleri neler? İki ülke arasındaki su anlaşması neden milat? Bilgay Duman yazdı.

Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın gerçekleştirdiği Irak ziyareti iki ülke ilişkilerinde yeni bir dönemi de açtı. Bu yeni dönemin en önemli özelliği ortak faydaya dayalı bir geleceği inşa etme üzerine kurulu.

Bu yeni dönemde artık geçmişteki krizlerin de geride kaldığı, ilişkilerin kurumsallaştırılmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Bu noktaya gelmek kolay olmadı.

Saddam Hüseyin sonrası ilişkiler

2003 yılında Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesiyle Irak’ta başlayan yeni dönem, ülke siyasetini, toplumsal yapısını ve bölgesel dengeleri kökten değiştirdi. Bu dönüşümün ilk yılları hem içeride otorite boşluğu hem dışarıda bölgesel rekabetin derinleşmesiyle geçti. Türkiye açısından da bu süreç, güvenlik riskleriyle ekonomik fırsatların iç içe geçtiği karmaşık bir dönem oldu.

Ankara, ABD’nin askeri işgaliyle şekillenen yeni Irak düzeninde kendi güvenlik kaygılarını önceliklendirdi ama bunu hiçbir zaman tek taraflı bir stratejiye dönüştürmedi. Irak’ın toprak bütünlüğü, siyasi birliği ve egemenliği Türkiye’nin temel ilkeleri arasında yer aldı. Bu yaklaşım, 2008’de imzalanan 48 mutabakat zaptı ve 2009’da kurulan Yüksek Düzeyli Stratejik İş birliği Konseyi ile kurumsal bir zemin kazandı.

Ancak 2010 sonrası dönemde dengeler yeniden değişti. ABD askerlerinin çekilmesiyle Irak içindeki güç boşluğunu büyük ölçüde İran doldurdu, Bağdat yönetimi Tahran’a yakın bir hatta kaydı. Özellikle Suriye krizinde de Ankara ile Bağdat’ın farklı pozisyon alması ilişkileri gerdi. Türkiye bu dönemde Irak’ta etkisini daha çok yerel kanallar üzerinden sürdürmeye çalıştı; IKBY ile ilişkiler gelişti, Sünni kesimlerle temas sürdü. Türkiye böylece Irak denkleminin içerisinde kalmaya çalıştı.

Tam bu sırada 2014 yazında IŞİD’in Irak topraklarının üçte birine hâkim olmasıyla tablo yeniden değişti. Ankara hem DEAŞ karşıtı koalisyona katıldı hem de yüzbinlerce Iraklıyı barındırarak Bağdat’a “Irak’ın istikrarı Türkiye için önceliktir” mesajını verdi. 2017’de IKBY’nin bağımsızlık referandumu girişimiyle birlikte Türkiye yine merkezi hükümetle aynı paralelde hizalandı.

Bu uzun ilk dönem, Türkiye-Irak ilişkilerinin aslında yalnızca iki başkent arasındaki iradeden etkilenmediğini; Washington’un sahadaki askeri-siyasi duruşu, İran’ın Şii gruplar üzerinden kurduğu etkinlik, Suriye iç savaşının sınır güvenliğine etkisi ve Bağdat-Erbil çekişmesinin enerji dosyasını kilitlemesi gibi dış/dahili faktörlerin de Ankara-Bağdat hattını sürekli yeniden tanımladığını gösterdi. Dolayısıyla bugün gelinen noktayı “birdenbire başlayan iyi ilişkiler” diye değil, ağır ilerleyen ama giderek kurumsallaşmaya çalışan bir sürecin son halkası olarak okumak gerekir.

2019 Protestoları ve değişen dengeler

2019’da Irak genelinde patlak veren protesto dalgası, sadece iç siyaseti değil, ülkenin dış ilişkilerini de yeniden şekillendirdi. Gösteriler ilk aşamada işsizlik, kamu hizmetlerindeki yetersizlik ve yolsuzluk gibi talepler etrafında şekillense de zamanla İran’ın ülke siyasetindeki etkisine karşı güçlü bir tepki hareketine de dönüştü. Bu süreçte Türkiye’nin sergilediği dengeli ve ılımlı tutum dikkat çekti. Ankara, olayları herhangi bir mezhep eksenine oturtmadan, Irak’ın toprak bütünlüğüne ve halk iradesine saygı temelinde değerlendirdi. Bu yaklaşım, Türkiye’yi sahada kendi çıkarlarını dayatan aktörlerden ayıran, yapıcı bir komşu pozisyonuna taşıdı. Türkiye’nin bu dönemde Bağdat yönetimiyle temaslarını sürdürmesi, protestolara ilişkin tarafsız tutumu ve müdahaleci olmayan dili, kamuoyunda “denge unsuru” olarak algılanmasını sağladı. Aynı dönemde İran’a yönelik eleştirilerin artması, Türkiye’ye olan sempatiyi de güçlendirdi. Bağdat sokaklarında İran karşıtı sloganlar atılırken, Türkiye karşıtlığı neredeyse hiç duyulmadı. Bu, Ankara’nın Irak’taki meşruiyetinin sessiz bir göstergesiydi.

Eşzamanlı olarak Türkiye, Irak’ın kuzeyinde artan PKK varlığına karşı sınır ötesi Pençe operasyonlarını başlattı. Ankara’nın bu adımı yalnızca kendi sınır güvenliğini korumaya yönelik değil, Irak’ın egemenliğini zayıflatan yasa dışı silahlı yapıları da hedef alan bir stratejik hamle olarak okundu. Operasyonlar sahada dengeyi değiştirirken, Bağdat yönetiminin de PKK tehdidini kendi egemenliği açısından yeniden tanımlamasına zemin hazırladı. Türkiye’nin askeri operasyonlarıyla siyasi tutumu arasındaki bu denge hem güvenlik hem diplomasi alanında uzun vadeli iş birliğinin kapılarını araladı. Bu dönemde Irak toplumunda Türkiye’ye yönelik algı önemli ölçüde değişti; Türkiye, iç işlerine karışmayan ama gerektiğinde sorumluluk alan, bölgesel istikrarı önceleyen bir ortak olarak görülmeye başlandı. Böylece 2019-2021 arası dönem, Türkiye-Irak ilişkilerinin yeniden tanımlandığı, güvenlikten siyasete uzanan yeni bir zeminin oluştuğu bir geçiş evresine dönüştü.

2019 sonrası şekillenen bu ortamda Türkiye, Irak’taki toplumsal dinamikleri dikkatle okuyan, askeri kapasitesini diplomatik manevralarla dengeleyen bir aktör hâline geldi. Böylece Türkiye hem kuzeydeki güvenlik sahasında hem de Bağdat nezdinde yeniden “denge kurucu ülke” pozisyonuna oturdu.

Bu uzun ilk dönem, Türkiye-Irak ilişkilerinin aslında iki başkentin iradesinin dışında, Washington’un sahadaki askeri-siyasi duruşu, İran’ın Şii gruplar üzerinden kurduğu etkinlik, Suriye iç savaşının sınır güvenliğine etkisi ve Bağdat-Erbil çekişmesinin enerji dosyasını kilitlemesi gibi dış ve dahili faktörlerin de Ankara-Bağdat hattını sürekli yeniden tanımladığını gösterdi. Dolayısıyla bugün gelinen noktayı “birdenbire başlayan iyi ilişkiler” diye değil, ağır ilerleyen ama giderek kurumsallaşmaya çalışan bir sürecin son halkası olarak okumak gerekir.

Sudani Hükümeti ve sonrası

Bu ağır ilerleyen süreci hızlandıran şey Irak’ın 2021 seçimleri sonrası ortaya çıkan yeni siyasal kompozisyonu ve Muhammed Şiya es-Sudani hükümetinin hem içeride kapasiteyi toparlama hem de dış politikada dengeli ilişki kurma iradesi oldu. Sudani’nin öncelikle merkezi otoriteyi tahkim eden, devlet kurumlarını yeniden işler hâle getiren ve komşularla gerilim yerine iş birliğini önceleyen çizgisi, Türkiye’nin uzun süredir üzerinden durduğu “dönemsel ilişkiler yerine kurumsal ilişkiler” söylemi örtüştü. Mart 2023’te Sudani’nin Ankara ziyareti, ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 Nisan 2024’te 13 yıl aradan sonra Bağdat’a gitmesi ve iki ülke arasında 26 başlıkta imzalanan anlaşma ile güvenlikten enerjiye, ulaşımdan tarıma uzanan geniş bir yelpazede yeni ortaklık alanları tanımlandı.

Güvenlik alanında atılan adımlar, ilişkilerin omurgasını güçlendirdi. Irak, PKK’yı resmen “yasaklı” örgüt ilan etti, örgütle ilintili siyasi yapılar kapatıldı. 2024’te dördüncüsü yapılan Yüksek Düzeyli Güvenlik Mekanizması toplantısında “Askeri, Güvenlik İş birliği ve Terörle Mücadeleye Dair Mutabakat Zaptı” imzalandı. Başika Üssü’nün Irak ordusuna devredilmesi, ortak eğitim ve koordinasyon merkezlerinin kurulması planları da bu iş birliğini kalıcılaştırdı. PKK artık sadece Türkiye’ye değil, Irak’ın egemenliğine yönelik bir tehdit olarak tanımlanıyor. Bu, güvenlik alanını bir gerilim başlığı olmaktan çıkarıp, iki ülkenin ortak güvenlik konsepti haline getirdi.

Bu dönemde Kalkınma Yolu Projesi, iki ülke ilişkilerinin stratejik omurgasına dönüştü. Basra’dan Türkiye sınırına uzanacak kara ve demiryolu hattı, yalnızca bir ulaşım projesi değil, bölgesel bir ekonomik entegrasyon hamlesi olarak görülüyor. Proje tamamlandığında Körfez limanlarından çıkan mallar, Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak. Bu hattın enerji ile ticareti birleştiren yapısı, Türkiye’yi Ortadoğu’nun kuzey–güney ekseninde stratejik bir geçiş koridoruna dönüştürecek. Projenin ilk fazı olan Büyük Fav Limanı’nın inşası tamamlanmak üzere. Sırada, Basra’dan Musul’a ve oradan Türkiye sınırına kadar uzanacak karayolu, demiryolu ve enerji hatlarının eş zamanlı devreye alınması var. Bu devasa altyapı projesi hem Türkiye hem Irak için ekonomik olduğu kadar politik anlamlar da taşıyor. Irak’ta hükümet değişiklikleri ya da siyasi tıkanmalar yaşansa bile, Kalkınma Yolu iki ülke arasındaki stratejik bağı kurumsallaştıran bir zemin sunuyor. ABD’nin askeri etkinliğini azaltıp ekonomik diplomasiye yöneldiği, İran’ın ise kendi etkisini koruma arayışında olduğu bir dönemde, Türkiye–Irak hattı bu iki gücün arasında denge unsuru olarak öne çıkıyor. Bu durum, Ankara’nın bölgesel rekabetin dışında kalarak kendi jeoekonomik ağını örmesini mümkün kılıyor.

2025: Türkiye–Irak ilişkilerinde yeni inşa dönemi

2025 yılı, Türkiye–Irak ilişkilerinde sadece yeni bir diplomatik sayfa değil, aynı zamanda çok katmanlı bir yeniden inşa sürecinin başlangıcı oldu. Uzun yıllar boyunca güvenlik, enerji ve su alanlarında birbirinden bağımsız ilerleyen temaslar, bu kez aynı stratejik çerçevede birleşti. Ankara ve Bağdat arasındaki ilişkiler, artık geçici diyalogların ötesine geçip kurumsal bir ortaklık mimarisi kazanıyor.

Bu yeni dönemi tanımlayan temel unsur, Türkiye’nin dış politikasında giderek daha görünür hale gelen “Terörsüz Türkiye” vizyonunun Irak sahasında fiili olarak karşılık bulması. Ankara, Irak’ta kalıcı güvenliğin sadece askerî önlemlerle değil, ekonomik ve diplomatik bütünlükle sağlanabileceği anlayışını benimsiyor.

PKK varlığı nedeniyle 2023’te askıya alınan Süleymaniye’ye yönelik uçuşların yeniden başlaması, sadece ulaşımın değil, diplomasinin de normalleştiği bir dönemin sembolü. Bu adım, Türkiye’nin “Terörsüz Türkiye” yaklaşımının Irak’ta yeni bir aşamaya geçtiğini ortaya koydu. Ankara, artık sınır ötesi operasyonlarla sınırlı bir güvenlik politikasından, kalkınma odaklı güvenlik yaklaşımına geçiyor. Irak yönetimi de PKK’nın faaliyet alanlarını daraltırken, Türkiye ile koordinasyonu artırıyor. Süleymaniye’nin hava trafiğine açılması, IKBY içindeki dengeleri de Ankara lehine yumuşatıyor. Bu yeni atmosfer, güvenlik alanındaki yumuşamayı ekonomik entegrasyonla birleştiriyor.

Bu dönüşüm, sadece terörle mücadelede değil, iki ülkenin birbirine kurumsal bağımlılık üzerinden güvenlik üretmesi bakımından da önemli. Artık Irak sahasında güvenlik, Türkiye için bir ticaret ve diplomasi altyapısının parçası, Türkiye içinse Irak, güvenlikten kalkınmaya uzanan çok boyutlu bir iş birliği platformu haline geliyor.

Nitekim enerji, güvenlik ve su konusunda atılan adımlar da bunun en somut göstergesi. 1973 tarihli Kerkük–Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Anlaşması’nın 27 Temmuz 2026’da sona erecek olması, iki ülke arasındaki enerji denkleminde yeni bir dönemi başlattı. Enerji konusunda yeni bir işbirliği mekanizması ortaya çıkarması beklenen bir yeni bir anlaşma üzerinde çalışıyor. Bu haliyle Türkiye, bu bitişi bir “son” değil, çok boyutlu enerji ortaklığının başlangıcı olarak ortaya koyuyor. Yeni model yalnızca petrolü değil, doğalgaz ve elektriği de kapsayan bütüncül bir enerji ağı öngörüyor. Amaç, iki ülkeyi tek yönlü tedarik ilişkisinden çıkarıp, karşılıklı bağımlılığa dayalı bir stratejik ortaklık seviyesine taşımak. Erbil–Bağdat hattında süregelen gelir paylaşımı anlaşmazlıklarına rağmen Ankara dikkatli bir denge politikası yürütüyor. Türkiye, Erbil’i dışlamadan Bağdat’la kurumsal enerji altyapısını güçlendirilmesini öngörüyor. Zira Erbil-Bağdat dengesi kurulmadan atılan adımlar, günün sonunda problematik bir süreç ortaya çıkarabiliyor.

Ayrıca bu yaklaşım, aynı zamanda Kalkınma Yolu Projesinin enerji ayağını da besliyor. Basra’dan Türkiye sınırına uzanacak yeni boru hatları hem enerji güvenliği hem de ticaretin sürekliliği açısından bölgesel bir istikrar hattı oluşturacak. Enerji alanındaki bu yeni inşa, artık iki ülkenin ekonomik ilişkilerini değil, siyasal koordinasyon kapasitesini de tanımlıyor.

Öte yandan 2 Kasım 2025’te Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Bağdat ziyareti sırasında imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Su İşbirliği Çerçeve Anlaşması Kapsamındaki Projelerin Finansmanına İlişkin Mekanizma Belgesi” de iki ülke ilişkileri açısından bir milat niteliğinde. Zira iki ülke ilişkilerindeki en kırılgan mesele olarak adlandırılabilecek “su” konusunda oluşturulan bu mekanizma, farklı alanlardaki işbirliği olanaklarına da zemin hazırlayabilecek bir potansiyel barındırıyor. Nisan 2024’te imzalanan Su İşbirliği Çerçeve Anlaşması’nın sahaya yansıması niteliğindeki bu belge, su diplomasisinin artık sadece prensipler düzeyinde kalmadığını, uygulama safhasına geçtiğini gösteriyor.

Yeni mekanizma, Türkiye’nin Irak’tan enerji ithalatı karşılığında oluşturulacak özel bir fondaki gelirlerin Irak’taki su projelerine aktarılmasını öngörüyor. Türk firmaları baraj, arıtma ve sulama altyapılarında görev alacak. Finansman, dış borçlanma olmaksızın enerji gelirlerinden sağlanacak. Böylece iki ülke, birbirine bağlı bir kalkınma döngüsü kuruyor. Enerji gelirleri su projelerini, su yatırımları tarımı, tarımsal üretim ise yeniden enerji talebini besleyecek. Bu da klasik kaynak paylaşımından sürdürülebilir kalkınma ortaklığına geçiş anlamına geliyor. Bu yeni su iş birliği modeli, sadece teknik bir proje değil; iki ülke arasında karşılıklı güvenin kurumsal teminatı haline geliyor.

Öte yandan anlaşmanın zamanlaması da dikkat çekici. Irak’ta seçimlere sadece bir hafta kala imzalanan bu belge, Türkiye–Irak ilişkilerinin artık hükümetlerin ötesine geçtiğini gösteriyor. Çünkü Irak’ta hükümet kurma süreçleri genellikle uzun ve çetrefilli. Sudani’nin kurduğu ittifakın en fazla sandalye sayısına ulaşması bekleniyor ama tek başına hükümet kurması zor. Buna rağmen iki ülkenin bu adımı atması, ilişkilerin “devlet politikası” seviyesine çıktığının işareti.

Irak’ta seçim sonrası tablo nasıl şekillenirse şekillensin, bu iş birliği zemini iki ülkenin çıkarlarını ortaklaştıran kalıcı bir eksene dönüştü. Türkiye ve Irak artık yalnızca komşu değil; birbirinin ekonomik, güvenlik ve siyasi istikrarını tamamlayan iki stratejik ortak. Bu ortaklık, bölgesel belirsizlikler içinde istikrar üreten nadir örneklerden biri olarak öne çıkıyor. Dahası, 2025’te kurulan bu yeni inşa dönemi, iki ülkenin krizlerle tanımlanan geçmişini geride bırakarak, ortak faydaya dayalı bir gelecek tasavvuruna yöneldiğini gösteriyor. Bu tasavvuru yalnızca enerji boru hatlarıyla ya da su iş birliği mekanizmalarıyla sınırlı değil; aynı zamanda güvenliğin, kalkınmanın ve diplomatik denklemlerin birlikte şekillendiği yeni bir bölgesel mimarinin habercisi olarak da okumak mümkün.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Kasım 2025’te yayımlanmıştır.

Bilgay Duman
Bilgay Duman
Dr. Bilgay Duman, lisans ve yüksek lisans eğitimini sırasıyla 2004 ve 2007 yıllarında Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde tamamlamıştır. Doktorasını 2024 yılında Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde "2003 Sonrası Irak’ta Etnisite-Mezhep İlişkisi: Türkmenler Örneği" başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. 2004 yılında itibaren Türkiye’deki farklı düşünce kuruluşlarında araştırmacı, uzman ve koordinatör olarak görev aldı. Kasım 2024 itibari ile Anadolu Ajansı Akademi Müdür Yardımcısı olarak göreve başladı ve halen bu görevine devam ediyor. Bu görevinin yanında farklı üniversitelerde Ortadoğu üzerine dersler veriyor. Ortadoğu ve özellikle Irak çalışmalarına yoğunlaşan Dr. Duman, Türk dış politikası ve Türk dünyası üzerine de araştırmalar yapıyor. Ulusal ve uluslararası düzeyde pek çok yayını, panel, konferans ve semineri bulunan Dr. Duman, farklı medya kuruluşlarında da görüşler sunuyor. Ayrıca uluslararası gözlemci olarak farklı ülkelerde seçim gözlemlerinde bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x