Uluslararası alanda algı operasyonu: Keskin güç

Son zamanlarda tartışılmaya başlanan ‘keskin güç’ nedir? İyi huylu ve kötü huylu kamu diplomasisi olabilir mi? Keskin güç operasyonlarını her ülke yapabilecekken neden Rusya ve Çin özellikle itham ediliyor? Bu ithamların arkasındaki güç savaşları bize ne söylüyor?

Uluslararası ilişkilerde, değişen güç ilişkilerini daha isabetli bir şekilde tarif ve tahlil edebilmek amacıyla ortaya atılan kavramların son örneklerinden biri ‘keskin güç’ kavramı oldu.

Bu kavramın mucidi sayılabilecek Christopher Walker keskin gücü, “hedef ülkelerin politik ve enformatik ortamlarını delmek, nüfuz etmek” için yapılan eylemler olarak tanımlıyor. Uluslararası ilişkiler literatüründeki bir diğer gözde güç kavramı olan ‘yumuşak güç’ kavramının fikir babası Joseph S. Nye da keskin gücü, “hasmane maksatlar için bilginin aldatıcı kullanımı” diye tarif ediyor.

Aralık 2017 tarihinde Washington merkezli Demokrasi İçin Ulusal Vakıf (National Endowment for Democracy) isimli araştırma kuruluşunun ‘Keskin Güç: Yükselen Otokratik Nüfuz’ başlıklı raporuyla tedavüle sokulan keskin güç kavramı, son üç yılda çok sayıda akademik ve güncel çalışmaya da konu oluyor.

Yapılan değerlendirmelerde, keskin güç eylemlerinin “özgür ifadeyi zayıflatma, bağımsız kurumlara zarar verme ve etkisini kırma, politik ortamı tahrif etme” gibi amaçları olduğu özellikle vurgulanıyor. The Economist dergisi de, keskin gücün üç unsurunu, yıkıcılık, taciz ve baskı olarak ifade ediyor.

Keskin güç neden otokratik devletlere atfediliyor?

Keskin güç eylemleri, en azından teorik olarak, tüm devletler tarafından icra edilebilir ama ne var ki, bu kavram hakkında öne sürülen tanımlar ve yapılan tartışmalar yalnızca otokratik devletlere atıfla yapılıyor. Otokratik yönetimler arasında da bir seçicilik göze çarpıyor ve neredeyse tüm incelemeler Rusya ve özellikle Çin Halk Cumhuriyeti’ne odaklanıyor. Örneğin, keskin güç kavramının ilk olarak kullanıldığı yukarıda bahsi geçen raporda, keskin güç eylemleri sadece Güney Amerika ve Doğu Avrupa ülkelerindeki Rusya ve Çin’in faaliyetlerine mahsus kılınmış durumda.

Bu söylemsel tercihin arkasındaki gerekçeleri tartışmadan önce, keskin güç kavramını tedavüle sokan ve gündemde tutan Demokrasi İçin Ulusal Vakıf isimli araştırma kuruluşunun, 1983 yılında ABD Kongresi tarafından tesis edildiği ve finansmanının ABD federal bütçesinden karşılandığı hatırda tutulmalı. Keskin güç eylemlerinin münhasır şekilde Rusya ve özellikle Çin dış politikasına atıfla tartışılması ise temelde üç sebebe dayanıyor.

Birincisi, küresel güç rekabetinde Rusya toparlanan bir devlet olarak, Çin ise yükselen bir devlet olarak, onları rakip, tehlike ve tehdit olarak gören kişi, kurum ve yönetimleri giderek artan bir endişeye sevk etmesi. Dolayısıyla, Rusya ve Çin’in dış politikalarında icra ettikleri güç eylemlerinin kendi devletlerinin çıkarlarına yönelik tehdit oluşturduğunu düşünen diğer devletlerin yönetimleri, kurumsal yapılar ve bireysel araştırmacılar kavrama özel bir önem atfediyor.

İkinci olarak, ABD ve onun liderliğindeki uluslararası sistemde ABD ile ittifak halindeki ülkeler, kendi tarihlerinde çok uzun zamandır ilk defa bu derece yoğun, sistematik ve etkili güç eylemlerine maruz kalıyor. ABD ve müttefikleri, giderek artan seviyede, kamuoylarını şekillendirme, ülke içi karar alma süreçlerini etkileme veya bireysel ve kitlesel algılara tesir etme tarzında kendini gösteren güç eylemlerine maruz kalıyor. Rusya’nın 2016 yılındaki ABD başkanlık seçimlerine müdahalesi bu durumun en bilinen örneği. Dolayısıyla, ABD ve müttefikleri, bu çeşit güç eylemlerinin muhatabı olma ve onlara yeterli oranda mukavemet edememe haliyle karşı karşıya.

Üçüncü olarak, keskin güç kavramını gündemde tutan çevrelerin, genelde kamu diplomasisi olarak ifade edilen güç eylemleri hakkında bir niyet okuması yaptıkları göze çarpıyor. Birçok çalışmada, keskin güç eylemlerinin muhatapları ikna etmeye veya cezbetmeye çalışmak yerine onların dikkatini dağıtmayı ve kanaatlerini manipüle etmeyi amaçladığı, bu eylemlerinin aldatma ve hileye istinat ettiği, gerekli şeffaflıktan yoksun olduğu, yanlış ve çarpık bilgilendirme gibi yolları kullandığı gibi oldukça menfi değerlendirmeler tekrar tekrar anlatılıyor. Keskin güç’ün “kötü huylu nüfuz” olduğu ısrarla vurgulanıyor.

İyi huylu ve kötü huylu kamu diplomasisi?

Bu tehlike ve tehdit söyleminin arkasında, Rusya ve Çin’in icra ettikleri dış politikalara ve özellikle de kamu diplomasilerinin uluslararası kamuoyunun kanaatlerini şekillendirmeye matuf olduğu şüphesinin bulunduğu söylenebilir.

Bu söylemsel stratejinin hedefinin, bir taraftan ABD ve müttefiklerinin kamu diplomasilerini ‘iyi huylu’ göstermek, diğer taraftan ise buna tezat teşkil edecek şekilde ABD ve müttefiklerinin rakiplerinin, özellikle Rusya ve Çin’in, kamu diplomasilerini ‘kötü huylu’ yansıtmak olduğu ileri sürülebilir.

Keskin gücün üç özelliği

Keskin güç söyleminin dikkat çeken çeşitli özellikleri var. Bu özelliklerden birincisi, keskin güç söyleminin mevcut küresel sistemi yükselen ve daha da cüretkâr hale gelen otokratik yönetimler ile gerileyen, savunmaya çekilen demokratik yönetimler olarak iki cepheye ayırması. Dolayısıyla dünya, Soğuk Savaş dönemindeki ABD dış politika söylemini hatırlatır şekilde özgür dünya ve özgür olmayan dünya olarak sınıflandırılıyor.

Bu söylem çerçevesinde, keskin güç, Rusya ve Çin gibi otokratik devletlerin, demokratik devletlere karşı kullandıkları başlıca etki aracı olarak tanımlanıyor. Christopher Walker’a göre, sistematik bir keskin güç stratejisine sahip Çin, uluslararası güç rekabetinde “özgür olmayan dünyanın liderliğini temsil etmekte.” Özgür olmayan dünyanın Rusya ve Çin gibi etkin temsilcilerinin önde gelen amaçlarından birini ise, demokratik yönetimlerin hata ve zafiyetlerinin suiistimal edilmesi ve bu şekilde uluslararası kamuoyu nezdinde özgür dünyanın itibarının ve cazibesinin sarsılması oluşturuyor.

Keskin güç söyleminin dikkat çeken ikinci özelliği, otokratik devletler ile demokratik devletler arasında süregiden rekabette, iki cephe arasında bir etki asimetrisi olduğuna dikkat çekilmesi.

Küresel nüfuz arayışlarında, göreceli olarak kapalı politik, ekonomik ve toplumsal düzene sahip otokratik yönetimler karşısında, bu alanlarda açık ve şeffaf bir idareye sahip demokratik yönetimlerin dezavantajlı konumda bulunduğu iddia ediliyor. Bu asimetrik ilişkide, demokratik yönetimlerin otokratik yönetimler altında yaşayan kamuoylarına ulaşma ve bu kamuoylarını etkileme yolları ve araçları, otokratik yönetimler tarafından sınırlandırılıyor. Örneğin, Rusya ve Çin, küresel siber alanın idaresinde öne sürdükleri ‘siber egemenlik’ yaklaşımıyla, kendi kamuoylarını uluslararası etkileşimlere kapatma hakkına sahip olduklarını savunuyorlar. Buna karşılık, demokratik yönetimlerin idaresindeki kamuoyları, Rusya ve Çin gibi devletlerin gizli veya açık nüfuz operasyon alanları olmaya açık.

Keskin güçte sivil toplum etkisi

Keskin güç söyleminin üçüncü özelliği, keskin güç politikaları izleyen Rusya ve Çin gibi devletlerin uluslararası kamuoyuna yönelik etki arayışlarında, bir sivil toplum boyutundan bahsedilemeyecek olması.

Rusya ve Çin kaynaklı olmak üzere, diğer ülkelerde faaliyet gösteren ve görünüşte sivil toplum olarak nitelenebilecek kişi ve kurumların gerçekte bu devletlerin doğrudan denetimindeki ve bu devletlerin bürokratik yapılarına organik olarak bağlı olan aktörler olduğuna özellikle işaret ediliyor.

Keskin güç politikaları, rakip devletlerin bilhassa sivil toplumlarına yönelmiş durumda. Sivil toplum alanının, kamuoylarının algı ve kanaatlerini belirli bir yönde şekillendirmede oldukça etkili olduğu düşünüldüğünde, keskin güç stratejilerinde sivil toplumların hedef alınması akla yatkın bir yöntem. Sivil toplum içerisinde ise, kültür, eğitim, medya, akademi ve yayıncılık alanları keskin güç tartışmalarında üzerinde hassasiyetle durulan alanlar. Bu sahalarda, Rusya ve Çin gibi ülkelerin yönetimlerinin uluslararası kamuoyuna ulaşma ve ülke kamuoylarında belirli bir algı ve düşünce dünyası yaratma ve yayma hedefine yönelik takip ettikleri yöntemler zaman zaman sorgulanıyor.

Örneğin, Çincenin ve Çin kültürünün öğretilmesi amacıyla dünya çapında faaliyet gösteren ve hâlihazırda sayıları 541’e ulaşan Konfüçyüs Enstitüleri keskin güç çerçevesinde eleştirilere konu oluyor. Bu kurumların, muadilleri sayılabilecek Almanya merkezli Goethe Institute veya Fransa merkezli Alliance Française’in yerel şubelerinden farklı olarak, ilgili ülkelerdeki eğitim kurumlarına entegre ve bu kurumların bünyelerinde faaliyet gösterdiklerine dikkat çekiliyor. Konfüçyüs Enstitüleri’nin işleyişinde yeterli şeffaflığın bulunmaması ve Çin Komünist Partisi’nin uluslararası ifade özgürlüğüne yönelik menfi tavrı, birçok ülkede enstitülerin kapatılması sonucu da doğurdu. Örneğin, Mayıs 2020 itibarıyla İsveç’te, ülkedeki tüm Konfüçyüs Enstitüleri kapatıldı.

Yayıncılıkta keskin güç

Akademi ve yayıncılık alanları da keskin güç stratejileri çerçevesinde ayrıntılı incelemelere konu oluyor. Keskin güç politikaları takip eden Rusya ve Çin gibi devletlerin bireysel hak ve özgürlüklere muhalif bir ideolojinin temsilcileri olarak, uluslararası kamuoylarında kendilerine yönelik eleştirilere ve elbette eleştiri sahiplerine karşı uyguladıkları baskı yöntemleri ele alınıyor.

Bu durumun son dönemdeki en tartışmalı ve dikkat çekici örneğini ise, 2017 Ağustos’unda Çin Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nün tehdidi üzerine, dünyanın ve İngiltere’nin köklü ve saygın yayınevlerinden biri olan Cambridge Üniversitesi Yayınları’nın Çince veri tabanlarından Çin yönetimine yönelik eleştirel yorumlar içeren 300’den fazla makaleyi kaldırması.

Evrensel akademik özgürlük anlayışı ile bağdaşmayan bu durumun tartışmalara yol açması üzerine, Cambridge Üniversitesi Yayınları geri adım atmış ve makaleleri tekrar sitesine yüklemiş olsa da, bu olay keskin güç politikalarının muhtelif ülkelerdeki sivil toplum aktörleri üzerindeki etkisini gösteren önemli bir olay olarak kayda geçti.

Keskin güç neden önemli?

Özetle, keskin güç kavramı, uluslararası ilişkilerde eski ve yeni yöntemlerle, gizli ve açık yollardan, devletlerin karar alma mekanizmalarını etkileme veya etkisiz hale getirme, kamuoylarının algı ve anlayışlarını yönlendirme, değiştirme veya bozma hedeflerine yönelik çok çeşitli güç politikalarını derli toplu ifade etmesi açısından önemli bir kavram.

Ne var ki, keskin güç kavramı ile ifade edilen güç stratejilerinin yalnızca otokratik yönetimler tarafından demokratik yönetimlere karşı tatbik edildiği şeklindeki söyleme karşı mesafeli durmak gerek.

Keskin güç politikaları, tüm devletlerin yine tüm devletlere karşı teorik olarak uygulayabileceği ve pratikte de fiilen uyguladıkları politikalar. Bu nedenle, keskin güç kavramı ve işaret ettiği güç stratejilerinin yakından takip edilmesi gerekiyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 25 Kasım 2020’de yayımlanmıştır.

Eyüp Ersoy
Eyüp Ersoy
Dr. Eyüp Ersoy - Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden doktorasını aldı. Çalışma alanları arasında, Orta Doğu jeopolitiği ile Türkiye-İran ilişkileri bulunuyor. Fransızca, Arapça ve Farsça biliyor. Hali hazırda, Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Uluslararası alanda algı operasyonu: Keskin güç

Son zamanlarda tartışılmaya başlanan ‘keskin güç’ nedir? İyi huylu ve kötü huylu kamu diplomasisi olabilir mi? Keskin güç operasyonlarını her ülke yapabilecekken neden Rusya ve Çin özellikle itham ediliyor? Bu ithamların arkasındaki güç savaşları bize ne söylüyor?

Uluslararası ilişkilerde, değişen güç ilişkilerini daha isabetli bir şekilde tarif ve tahlil edebilmek amacıyla ortaya atılan kavramların son örneklerinden biri ‘keskin güç’ kavramı oldu.

Bu kavramın mucidi sayılabilecek Christopher Walker keskin gücü, “hedef ülkelerin politik ve enformatik ortamlarını delmek, nüfuz etmek” için yapılan eylemler olarak tanımlıyor. Uluslararası ilişkiler literatüründeki bir diğer gözde güç kavramı olan ‘yumuşak güç’ kavramının fikir babası Joseph S. Nye da keskin gücü, “hasmane maksatlar için bilginin aldatıcı kullanımı” diye tarif ediyor.

Aralık 2017 tarihinde Washington merkezli Demokrasi İçin Ulusal Vakıf (National Endowment for Democracy) isimli araştırma kuruluşunun ‘Keskin Güç: Yükselen Otokratik Nüfuz’ başlıklı raporuyla tedavüle sokulan keskin güç kavramı, son üç yılda çok sayıda akademik ve güncel çalışmaya da konu oluyor.

Yapılan değerlendirmelerde, keskin güç eylemlerinin “özgür ifadeyi zayıflatma, bağımsız kurumlara zarar verme ve etkisini kırma, politik ortamı tahrif etme” gibi amaçları olduğu özellikle vurgulanıyor. The Economist dergisi de, keskin gücün üç unsurunu, yıkıcılık, taciz ve baskı olarak ifade ediyor.

Keskin güç neden otokratik devletlere atfediliyor?

Keskin güç eylemleri, en azından teorik olarak, tüm devletler tarafından icra edilebilir ama ne var ki, bu kavram hakkında öne sürülen tanımlar ve yapılan tartışmalar yalnızca otokratik devletlere atıfla yapılıyor. Otokratik yönetimler arasında da bir seçicilik göze çarpıyor ve neredeyse tüm incelemeler Rusya ve özellikle Çin Halk Cumhuriyeti’ne odaklanıyor. Örneğin, keskin güç kavramının ilk olarak kullanıldığı yukarıda bahsi geçen raporda, keskin güç eylemleri sadece Güney Amerika ve Doğu Avrupa ülkelerindeki Rusya ve Çin’in faaliyetlerine mahsus kılınmış durumda.

Bu söylemsel tercihin arkasındaki gerekçeleri tartışmadan önce, keskin güç kavramını tedavüle sokan ve gündemde tutan Demokrasi İçin Ulusal Vakıf isimli araştırma kuruluşunun, 1983 yılında ABD Kongresi tarafından tesis edildiği ve finansmanının ABD federal bütçesinden karşılandığı hatırda tutulmalı. Keskin güç eylemlerinin münhasır şekilde Rusya ve özellikle Çin dış politikasına atıfla tartışılması ise temelde üç sebebe dayanıyor.

Birincisi, küresel güç rekabetinde Rusya toparlanan bir devlet olarak, Çin ise yükselen bir devlet olarak, onları rakip, tehlike ve tehdit olarak gören kişi, kurum ve yönetimleri giderek artan bir endişeye sevk etmesi. Dolayısıyla, Rusya ve Çin’in dış politikalarında icra ettikleri güç eylemlerinin kendi devletlerinin çıkarlarına yönelik tehdit oluşturduğunu düşünen diğer devletlerin yönetimleri, kurumsal yapılar ve bireysel araştırmacılar kavrama özel bir önem atfediyor.

İkinci olarak, ABD ve onun liderliğindeki uluslararası sistemde ABD ile ittifak halindeki ülkeler, kendi tarihlerinde çok uzun zamandır ilk defa bu derece yoğun, sistematik ve etkili güç eylemlerine maruz kalıyor. ABD ve müttefikleri, giderek artan seviyede, kamuoylarını şekillendirme, ülke içi karar alma süreçlerini etkileme veya bireysel ve kitlesel algılara tesir etme tarzında kendini gösteren güç eylemlerine maruz kalıyor. Rusya’nın 2016 yılındaki ABD başkanlık seçimlerine müdahalesi bu durumun en bilinen örneği. Dolayısıyla, ABD ve müttefikleri, bu çeşit güç eylemlerinin muhatabı olma ve onlara yeterli oranda mukavemet edememe haliyle karşı karşıya.

Üçüncü olarak, keskin güç kavramını gündemde tutan çevrelerin, genelde kamu diplomasisi olarak ifade edilen güç eylemleri hakkında bir niyet okuması yaptıkları göze çarpıyor. Birçok çalışmada, keskin güç eylemlerinin muhatapları ikna etmeye veya cezbetmeye çalışmak yerine onların dikkatini dağıtmayı ve kanaatlerini manipüle etmeyi amaçladığı, bu eylemlerinin aldatma ve hileye istinat ettiği, gerekli şeffaflıktan yoksun olduğu, yanlış ve çarpık bilgilendirme gibi yolları kullandığı gibi oldukça menfi değerlendirmeler tekrar tekrar anlatılıyor. Keskin güç’ün “kötü huylu nüfuz” olduğu ısrarla vurgulanıyor.

İyi huylu ve kötü huylu kamu diplomasisi?

Bu tehlike ve tehdit söyleminin arkasında, Rusya ve Çin’in icra ettikleri dış politikalara ve özellikle de kamu diplomasilerinin uluslararası kamuoyunun kanaatlerini şekillendirmeye matuf olduğu şüphesinin bulunduğu söylenebilir.

Bu söylemsel stratejinin hedefinin, bir taraftan ABD ve müttefiklerinin kamu diplomasilerini ‘iyi huylu’ göstermek, diğer taraftan ise buna tezat teşkil edecek şekilde ABD ve müttefiklerinin rakiplerinin, özellikle Rusya ve Çin’in, kamu diplomasilerini ‘kötü huylu’ yansıtmak olduğu ileri sürülebilir.

Keskin gücün üç özelliği

Keskin güç söyleminin dikkat çeken çeşitli özellikleri var. Bu özelliklerden birincisi, keskin güç söyleminin mevcut küresel sistemi yükselen ve daha da cüretkâr hale gelen otokratik yönetimler ile gerileyen, savunmaya çekilen demokratik yönetimler olarak iki cepheye ayırması. Dolayısıyla dünya, Soğuk Savaş dönemindeki ABD dış politika söylemini hatırlatır şekilde özgür dünya ve özgür olmayan dünya olarak sınıflandırılıyor.

Bu söylem çerçevesinde, keskin güç, Rusya ve Çin gibi otokratik devletlerin, demokratik devletlere karşı kullandıkları başlıca etki aracı olarak tanımlanıyor. Christopher Walker’a göre, sistematik bir keskin güç stratejisine sahip Çin, uluslararası güç rekabetinde “özgür olmayan dünyanın liderliğini temsil etmekte.” Özgür olmayan dünyanın Rusya ve Çin gibi etkin temsilcilerinin önde gelen amaçlarından birini ise, demokratik yönetimlerin hata ve zafiyetlerinin suiistimal edilmesi ve bu şekilde uluslararası kamuoyu nezdinde özgür dünyanın itibarının ve cazibesinin sarsılması oluşturuyor.

Keskin güç söyleminin dikkat çeken ikinci özelliği, otokratik devletler ile demokratik devletler arasında süregiden rekabette, iki cephe arasında bir etki asimetrisi olduğuna dikkat çekilmesi.

Küresel nüfuz arayışlarında, göreceli olarak kapalı politik, ekonomik ve toplumsal düzene sahip otokratik yönetimler karşısında, bu alanlarda açık ve şeffaf bir idareye sahip demokratik yönetimlerin dezavantajlı konumda bulunduğu iddia ediliyor. Bu asimetrik ilişkide, demokratik yönetimlerin otokratik yönetimler altında yaşayan kamuoylarına ulaşma ve bu kamuoylarını etkileme yolları ve araçları, otokratik yönetimler tarafından sınırlandırılıyor. Örneğin, Rusya ve Çin, küresel siber alanın idaresinde öne sürdükleri ‘siber egemenlik’ yaklaşımıyla, kendi kamuoylarını uluslararası etkileşimlere kapatma hakkına sahip olduklarını savunuyorlar. Buna karşılık, demokratik yönetimlerin idaresindeki kamuoyları, Rusya ve Çin gibi devletlerin gizli veya açık nüfuz operasyon alanları olmaya açık.

Keskin güçte sivil toplum etkisi

Keskin güç söyleminin üçüncü özelliği, keskin güç politikaları izleyen Rusya ve Çin gibi devletlerin uluslararası kamuoyuna yönelik etki arayışlarında, bir sivil toplum boyutundan bahsedilemeyecek olması.

Rusya ve Çin kaynaklı olmak üzere, diğer ülkelerde faaliyet gösteren ve görünüşte sivil toplum olarak nitelenebilecek kişi ve kurumların gerçekte bu devletlerin doğrudan denetimindeki ve bu devletlerin bürokratik yapılarına organik olarak bağlı olan aktörler olduğuna özellikle işaret ediliyor.

Keskin güç politikaları, rakip devletlerin bilhassa sivil toplumlarına yönelmiş durumda. Sivil toplum alanının, kamuoylarının algı ve kanaatlerini belirli bir yönde şekillendirmede oldukça etkili olduğu düşünüldüğünde, keskin güç stratejilerinde sivil toplumların hedef alınması akla yatkın bir yöntem. Sivil toplum içerisinde ise, kültür, eğitim, medya, akademi ve yayıncılık alanları keskin güç tartışmalarında üzerinde hassasiyetle durulan alanlar. Bu sahalarda, Rusya ve Çin gibi ülkelerin yönetimlerinin uluslararası kamuoyuna ulaşma ve ülke kamuoylarında belirli bir algı ve düşünce dünyası yaratma ve yayma hedefine yönelik takip ettikleri yöntemler zaman zaman sorgulanıyor.

Örneğin, Çincenin ve Çin kültürünün öğretilmesi amacıyla dünya çapında faaliyet gösteren ve hâlihazırda sayıları 541’e ulaşan Konfüçyüs Enstitüleri keskin güç çerçevesinde eleştirilere konu oluyor. Bu kurumların, muadilleri sayılabilecek Almanya merkezli Goethe Institute veya Fransa merkezli Alliance Française’in yerel şubelerinden farklı olarak, ilgili ülkelerdeki eğitim kurumlarına entegre ve bu kurumların bünyelerinde faaliyet gösterdiklerine dikkat çekiliyor. Konfüçyüs Enstitüleri’nin işleyişinde yeterli şeffaflığın bulunmaması ve Çin Komünist Partisi’nin uluslararası ifade özgürlüğüne yönelik menfi tavrı, birçok ülkede enstitülerin kapatılması sonucu da doğurdu. Örneğin, Mayıs 2020 itibarıyla İsveç’te, ülkedeki tüm Konfüçyüs Enstitüleri kapatıldı.

Yayıncılıkta keskin güç

Akademi ve yayıncılık alanları da keskin güç stratejileri çerçevesinde ayrıntılı incelemelere konu oluyor. Keskin güç politikaları takip eden Rusya ve Çin gibi devletlerin bireysel hak ve özgürlüklere muhalif bir ideolojinin temsilcileri olarak, uluslararası kamuoylarında kendilerine yönelik eleştirilere ve elbette eleştiri sahiplerine karşı uyguladıkları baskı yöntemleri ele alınıyor.

Bu durumun son dönemdeki en tartışmalı ve dikkat çekici örneğini ise, 2017 Ağustos’unda Çin Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nün tehdidi üzerine, dünyanın ve İngiltere’nin köklü ve saygın yayınevlerinden biri olan Cambridge Üniversitesi Yayınları’nın Çince veri tabanlarından Çin yönetimine yönelik eleştirel yorumlar içeren 300’den fazla makaleyi kaldırması.

Evrensel akademik özgürlük anlayışı ile bağdaşmayan bu durumun tartışmalara yol açması üzerine, Cambridge Üniversitesi Yayınları geri adım atmış ve makaleleri tekrar sitesine yüklemiş olsa da, bu olay keskin güç politikalarının muhtelif ülkelerdeki sivil toplum aktörleri üzerindeki etkisini gösteren önemli bir olay olarak kayda geçti.

Keskin güç neden önemli?

Özetle, keskin güç kavramı, uluslararası ilişkilerde eski ve yeni yöntemlerle, gizli ve açık yollardan, devletlerin karar alma mekanizmalarını etkileme veya etkisiz hale getirme, kamuoylarının algı ve anlayışlarını yönlendirme, değiştirme veya bozma hedeflerine yönelik çok çeşitli güç politikalarını derli toplu ifade etmesi açısından önemli bir kavram.

Ne var ki, keskin güç kavramı ile ifade edilen güç stratejilerinin yalnızca otokratik yönetimler tarafından demokratik yönetimlere karşı tatbik edildiği şeklindeki söyleme karşı mesafeli durmak gerek.

Keskin güç politikaları, tüm devletlerin yine tüm devletlere karşı teorik olarak uygulayabileceği ve pratikte de fiilen uyguladıkları politikalar. Bu nedenle, keskin güç kavramı ve işaret ettiği güç stratejilerinin yakından takip edilmesi gerekiyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 25 Kasım 2020’de yayımlanmıştır.

Eyüp Ersoy
Eyüp Ersoy
Dr. Eyüp Ersoy - Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden doktorasını aldı. Çalışma alanları arasında, Orta Doğu jeopolitiği ile Türkiye-İran ilişkileri bulunuyor. Fransızca, Arapça ve Farsça biliyor. Hali hazırda, Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x