Almanya’nın yeni başbakanı Şansölye Friedrich Merz ve hükümeti, 6 Mayıs 2025’te, bazı beklenti ve olumsuz senaryoları doğrular biçimde, ilk turda 310 oyda kalarak gerekli olan 316 çoğunluğa ulaşamadı. Ancak öğleden sonra gerçekleştirilen ikinci turda 289’a karşılık 325 milletvekilinin desteğini alarak ipi göğüsledi. Merz, Konrad Adenauer (1949–1963), Willy Brandt (1969–1974) ve Angela Merkel (2005–2021) gibi isimlerin ardından Almanya’nın onuncu şansölyesi oldu.
Kasım 2024’te, Şansölye Olaf Scholz’un (2021–2025) liderliğindeki koalisyon hükümeti dağılmış ve Almanya, planlanandan yedi ay önce erken seçime gitmek zorunda kalmıştı. 23 Şubat’ta yapılan seçimleri, Merz’in başbakan adayı olduğu Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) oyların yüzde 28,6’sını alarak kazanmış, Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ise yaklaşık yüzde dokuz oranında oy kaybederek, Federal Meclis’te (Bundestag) – tarihinde ilk kez – üçüncü parti konumuna gerilemişti. Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) ile Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) Federal Meclis’te sahip olduğu toplam 328 sandalye, hükümet kurmak için gereken salt çoğunluk olan 316’yı aşsa da Merz’in partisindeki hoşnutsuzluk nedeniyle ilk turda seçilip seçilemeyeceği konusunda soru işaretleri vardı.
Seçim sürecinde, örneğin borç frenine sadık kalacağı yönünde verdiği sözden geri dönmesi, Merz’i parti tabanında sorgulanan bir konuma düşürmüş; bakanların açıklanmasının ardından ise milletvekilleri arasında da memnuniyetsizlik dile getirilmeye başlanmıştı.
Peki, aslında yeni Şansölye Friedrich Merz kim? Hakkında ne biliyoruz?
Halkın adamı mı yoksa büyük sermayenin temsilcisi mi?
Merz, Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletine bağlı Sauerland bölgesinde Katolik bir ailede dünyaya geldi. Hukuk eğitiminin ardından genç yaşta siyasete atıldı; ancak avukatlık mesleğini de sürdürdü. 1989 yılında Avrupa Parlamentosu’na seçilen CDU’lu siyasetçi, 1994–2009 yılları arasında Almanya Federal Meclisi’nde milletvekili olarak görev yaptı.
2000–2002 yılları arasında CDU/CSU Meclis Grup Başkanlığı görevini yürüttü; ancak 2002 yılında Genel Başkan Merkel tarafından bu görevden alınmasının ardından bir süre siyasetten uzaklaştı. 2005–2021 yılları arasında uluslararası hukuk firması Mayer Brown LLP’de kıdemli danışman olarak çalıştı. 2016–2020 yılları arasında, dünyanın en büyük yatırım yönetim şirketlerinden olan BlackRock’ın Almanya yönetim kurulunda yer alması sayesinde finans sektöründe önemli bir deneyim edindi.
Ocak 2022’de CDU Genel Başkanı seçilen muhafazakâr siyasetçi Merz, daha önce Angela Merkel’e karşı parti içinde liderlik mücadelesine girişmiş ve iki kez genel başkanlık yarışını kaybetmişti. Merkel sonrası dönemde ise partinin yeniden yapılanmasında kilit rol oynayarak partisini iktidara taşıdı.
Merz, ekonomik liberalizm ve Hristiyan değerleri savunuyor, selefi Merkel’in merkezci çizgisine kıyasla daha sağda konumlanan bir siyaset izliyor. Göçmen politikalarında daha sert bir yaklaşımı benimseyen Merz, Almanya’nın sanayi altyapısına büyük önem veriyor. Dış politikada ise Avrupa Birliği ve NATO’nun güçlü bir savunucusu olarak öne çıkıyor.
Büyük sermaye kesimiyle yakın ilişkileri bulunan ve varlıklı biri olan Merz, popülist söylemlerle geniş halk kitlelerine ulaşabiliyor. Siyasetin çoğunlukla şehirli elitlere yönelik yapıldığını vurgulayan, göçmen kökenli gençlerin entegrasyon sorunlarına sıkça değinen ve onları «küçük paşalar» olarak tanımlıyor. Zaman zaman mültecileri tartışmaların odağına yerleştirerek bir kesimde tepki yaratan Merz diğer bir kesimin ise onayını kazandı. Merz’in kutuplaştırıcı söylemleriyle kültürel zıtlıklar üzerinden yürüttüğü siyaset, politik gündemi şekillendirme becerisi ve tartışma yaratma kapasitesi, seçimleri kazanmasında etkili oldu.
Merz’in popüler söylemlerle halka yakın bir siyasetçi imajı oluşturma çabası, yıllarca dünyanın en büyük varlık yönetim şirketlerinden biri olan BlackRock’ta çalışmış olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Zira bu şirket, bazı gözlemciler tarafından yoğun şekilde eleştiriliyor. Örneğin, serbest rekabeti engellediği, emeklilik sistemini kâr amacıyla özel sektöre devrettiği ve finansal düzenlemeler üzerinde etkili olduğu iddia ediliyor. 2018 yılında Tagesspiegel gazetesi, BlackRock’un küresel ölçekte piyasa temelli rekabeti zayıflattığını öne sürmüş; ayrıca çeşitli uzmanlar, şirketin iklim korumasına zarar veren yatırımlara ortak olduğuna dikkat çekmişti.
Ayrıca, Merz’in 2021 yılına kadar Mayer Brown hukuk bürosunda kıdemli danışman olarak görev yapmış olması da eleştirilen bir diğer konu oldu. Zira söz konusu hukuk bürosunun, Almanya’daki Cum-Ex vergi kaçırma skandalına dolaylı olarak katkı sağladığı iddia ediliyor.
Merz’in, kabinesinde siyasetçi kimliğinden çok özel sektör tecrübesiyle öne çıkan isimlere yer vermesi, sermaye çevrelerine yakın bir ekonomi politikası izleyeceği yönündeki beklentileri güçlendiriyor. İş insanı, VKU–Belediye İşletmeleri Derneği İcra Kurulu Başkanlığı ve innogy Westenergie şirketinin Yönetim Kurulu başkanlığını yapmış Katherina Reiche’in Ekonomi ve Enerji Bakanlığına; iş insanı Ceconomy ve Media–Saturn-Holding Genel Müdürlüğü yapmış Karsten Wildberger’in Dijitalleşme ve Devlet Modernizasyonu Bakanlığının başına getirilmesi bu durumu açıkça ortaya koyuyor.
Parti lideri olarak girdiği ilk seçimi nasıl kazandı?
23 Şubat 2025 seçimleri, siyasal çalkantıların, istikrarsızlığın ve ekonomik durgunluğun hâkim olduğu bir dönemde gerçekleşmişti. Almanya ekonomisinin, son üç yılda Kovid-19 salgınıyla başlayıp Rusya–Ukrayna Savaşı’yla derinleşen durgunluktan bir türlü çıkamaması, önceki Şansölye Olaf Scholz liderliğindeki hükümete olumsuz yansımıştı. Ekonomik durgunluğa çözüm olarak sunulan kalkınma paketinin nasıl finanse edileceği — dijitalleşme ve yeşil dönüşüm gibi alanlar için vergi artışı mı yoksa borçlanma mı tercih edileceği sorusu — hükümet içinde ciddi bir görüş ayrılığına yol açtı. Bu belirsizlik, kamuoyunda hükümete yönelik güvensizliği derinleştirirken, Merz’in eleştirilerini daha etkili kılmasına zemin hazırladı. Merz, ekonomi yönetimindeki bu tutarsızlıkları sert bir dille hedef alarak iktidarın plansızlığını ve yönetişim krizini öne çıkardı.
Merz, 2025 seçim kampanyasında üç temel başlığa odaklandı. İlk olarak, vergi indirimleri, bürokrasinin azaltılması ve geleceğin teknolojilerine yatırımlarla ekonomik bir atılım vadetti.
İkinci olarak, işsiz ve muhtaç kimselere verilen vatandaşlık parasının – çalışmamayı, devlet yardımıyla geçinmeyi teşvik ettiği gerekçesiyle –kaldırılması, sınır kontrollerinin sıkılaştırılması ve göç politikasında daha sert önlemler alınması yönünde mesajlar verdi.
Üçüncü olarak ise, askerlik hizmetinin yeniden getirilmesi ve bir Ulusal Güvenlik Konseyi kurulması gibi önerilerle güvenlik politikalarını sertleştirmeyi amaçladı. Merz’in bu söylemleri, güçlü ekonomi, sıkı güvenlik ve uluslararası etkinlik vaadiyle şekillense de; uygulamaya dair detayların belirsizliği ve sosyal etkileri konusundaki eleştiriler gündemdeki yerini koruyor.
Ekonomik krizden ve siyasi istikrarsızlıktan çıkış mümkün mü?
Merz liderliğindeki yeni Alman hükümetinden üç büyük sorunu çözmesi bekleniyor.
Bunlardan ilki, ekonomik büyüme ve sanayinin yeniden canlandırılması. Merz hükümeti, ekonomiyi yeniden harekete geçirmek için vergi indirimleri, yatırım teşvikleri ve dijitalleşme gibi reformlarla çözüm arayacak.
İkinci olarak, Almanya’nın bürokratik yapısı, gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında belirgin bir şekilde geri kalıyor. Bu durum, devlet hizmetlerinin verimliliğini ve vatandaşlara sunulan hizmetlerin hızını olumsuz etkiliyor. Merz hükümeti, bürokrasinin modernleşmesi ve devletin dijitalleşmesi için kapsamlı bir strateji benimsemeyi planlıyor.
Üçüncü olarak, Alman hükümeti giderek artan aşırı sağcı hareketlerin etkisini kırmak zorunda. Alman iç istihbaratının, AfD’yi «kesinleşmiş aşırı sağcı» bir oluşum olarak tanımlaması, partinin yasaklanmasına yönelik hukuki bir zemin oluşturuyor. Ancak CDU Genel Sekreteri Carsten Linnemann, AfD’ye yönelik bir yasaktan ziyade, seçmenlerinin çoğunun protesto amacıyla oy verdiğini savunarak, bu partiyle mücadelede politik rekabet ve somut çözümler üretmenin daha etkili bir yaklaşım olacağını dile getiriyor. Bu tutum, Merz’in AfD ile mücadelede yeterince kararlı olmayacağı yönündeki şüpheleri güçlendirebilir. Dolayısıyla yeni hükümet, yalnızca siyasi rakiplerle değil, giderek artan toplumsal hoşnutsuzlukla da başa çıkmak zorunda kalacaktır.
Ancak Federal Meclis’in savunma ve altyapı için büyük harcamalara olanak tanıyan tarihi tasarısı, borç frenini savunma harcamalarına esnetmesi ve altyapı yatırımları için 500 milyar Euro’luk fon ayırması (Mart 2025), hükümetin ekonomik sorunlarla mücadelede elini güçlendirdi.
Başbakanlığı Türk-Alman ilişkileri için ne ifade ediyor?
Merz başkanlığındaki hükümetin, Türkiye politikasında — daha somut olarak, Türkiye’deki siyasi baskılara karşı nasıl bir tavır takınılacağı konusunda — iç anlaşmazlıklar yaşaması muhtemel.
Örneğin, hükümet ortağı SPD, Türkiye ile diyaloğun sürdürülmesini savunmakla birlikte, ülkedeki otoriterleşme eğilimlerine, siyasal baskılara ve özellikle Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına karşı sert eleştirilerde bulunuyor. SPD Genel Başkanı Lars Klingbeil, İmamoğlu’na uygulanan siyasi yasağın «orantısız» olduğunu belirterek, bu hükmün kaldırılmasını talep etmişti. Scholz hükümeti ise son dönemlerinde, İmamoğlu’nun tutuklanmasına tepki olarak Türkiye’ye yönelik Eurofighter ihracatını askıya almıştı.
CDU ise bu konuda daha pragmatik bir tutum benimseyerek, Türk hükümetini açıkça eleştirmekten kaçınıyor. CDU Genel Başkanı Friedrich Merz, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı olsa da ülkenin jeostratejik öneminin farkında. Bu nedenle Türkiye ile iyi ilişkiler kurulması, ticaretin geliştirilmesi ve güvenlik alanında daha yakın iş birliği yapılması gerektiği yönünde bir yaklaşım sergilemesi bekleniyor.
Türkiye kökenli Devlet Bakanı
Türkiye’nin, yeni hükümet ve Şansölye Merz açısından taşıdığı stratejik önem hem kabine atamalarında hem de hükümet programında açıkça görülüyor.
İlk olarak, Türkiye kökenli CDU’lu siyasetçi Serap Güler’in Dışişlerine bağlı Devlet Bakanlığı’na getirilmesi, Türkiye ile daha yapıcı ve çıkar temelli bir ilişki kurulacağının bir işareti olarak değerlendirilebilir. Güler’in geçmişte de Türkiye ile diyalog ve iş birliğini savunan pragmatik bir çizgiye sahip olduğu biliniyor.
İkinci olarak, hükümet programında Türkiye’nin Avrupa ve Almanya’nın stratejik ortağı olarak tanımlanması, yalnızca göç ve güvenlik politikalarında değil, enerji ve ticaret gibi alanlarda da Ankara ile daha yakın iş birliği hedeflendiğini ortaya koyuyor. Bu yaklaşım, Merz yönetiminin Türkiye ile ideolojik mesafeyi korurken, jeopolitik gerçekçiliği önceleyen bir dış politika izleyeceğine işaret ediyor.
Türkiye-Almanya ilişkilerinin önümüzdeki dönemde ekonomi, güvenlik ve göç politikaları ekseninde şekillenmesi bekleniyor. Artan ticaret hacmine ve süren yatırımlara rağmen, Almanya’daki ekonomik durgunluk bu ticari ivmeyi yavaşlatabilir. Türkiye’nin artan savunma kapasitesi, Alman şirketlerinin teknoloji transferi ve askeri iş birliklerine ilgisini artırdı. Almanya Genelkurmay Başkanı Breuer’in TUSAŞ ve ASELSAN ziyaretleri bu çerçevede önemli. Ortadoğu’daki gelişmeler ve Ukrayna savaşı, iki ülke arasında savunma iş birliğini derinleştirebilir.
Özetle, Federal Meclis’te 6 Mayıs günü şekillenen tablo, Almanya’daki siyasi sürecin iç dinamiklerini açığa çıkardı ve mevcut koalisyonun istikrarı konusunda ciddi kuşkular doğurdu. İlk turda alınan sonuç, Merz ve partisi açısından Meclis desteğinin ne denli kırılgan olduğunu ortaya koyarken, önümüzdeki dönemde zorlu bir hükümet sürecine işaret ediyor. Bu gelişmeler, mevcut hükümetin başarı şansı ve koalisyonun dayanıklılığına dair de soru işaretleri yarattı.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 7 Mayıs 2025’te yayımlanmıştır.