Almanya’nın Çin kaygıları ve Türkiye’nin önündeki fırsat

Çin’in küresel bir güç olarak yükselişi, Almanya’nın da Çin politikasında değişikliğe gitmesine neden oldu. Almanya’da bu konudaki iki farklı görüş ne? Almanya neden Çin’den vazgeçemez? Berlin’in yeni politikasının dünya ve Türkiye için anlamı ne? Dr. Yaşar Aydın yazdı.

Alman hükümeti yeni bir Çin politikası üzerinde çalışırken, kamuoyu da bu ülkeye karşı nasıl bir strateji izlenilmesi gerektiği konusunda ikiye ayrılmış durumda. Bir tarafta pragmatik bir yaklaşımın savunucuları, diğer tarafta ise daha normatif, insan hakları, demokrasi ve (uluslararası) hukuk temelli bir siyaset yanlıları. Almanya’nın Çin kaygıları da bu durumla ilişkili.

Çin’e yönelik strateji tartışmalarını alevlendirense yakın zamanda yaşanan iki gelişme.

Birincisi, Asya–Pasifik’te yükselen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Çin arasındaki gerilim içerisinde Çin’in Tayvan’ı kuşatan dev bir askerî tatbikat gerçekleştirerek, ‘Çin, Tayvan’ı işgal edecek mi’ kaygısını beslemesi.

İkincisi ise, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Nisan ortalarındaki Çin gezisinde Avrupa’nın stratejik özerkliğine vurgu yaparak, “Avrupa Birliği (AB) Tayvan sorununda ABD’nin takipçisi olmamalı” şeklindeki uyarısı.[efn_note]Örnek olarak ana akım medyada yer alan aşağıdaki yorumlara bkz. “Die Höflinge des Xi Jinping” (editoryal), Der Spiegel, sayı 16/15.4.2023, s.6; Paul-Anton Krüger / Lea Sahay, “Die ‘Anti-China-Ministerin’ kommt”, Süddeutsche Zeitung, 13.4.2023, s. 5; Jochen Stahnke / Matthias Wyssuwa, “Auf der Suche nach einer Chinastrategie”, Frankfurter Allgemeine Zeitung, 13.4.2023, s. 2; Daniel Friedrich Sturm, “Michael Roth über Macrons Ideen: ‘Er tappte abermals in Chinas Falle’ ”, Der Tagesspiegel, 13.3.2023, s. 9.[/efn_note]

Almanya’nın Çin algısı

Almanya geride kalan iki on yılda Çin’i stratejik ortak olarak tanımlamıştı. Öyle ki, Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Temmuz 2017 yılında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile düzenlediği basın toplantısında, hükümetinin Çin politikasını şu şekilde özetliyordu: “Artık sadece stratejik değil, kapsamlı bir stratejik ortaklığımız var. Toplumun tüm kesimleri bu iş birliğinin kapsamı dahilinde.”[efn_note]Angela Merkel, „Pressestatements von Bundeskanzlerin Merkel und dem chinesischen Staatspräsidenten Xi Jinping“, Die Bundesregierung, 5.7.2017 (https://bit.ly/41OkGyM).[/efn_note]

Bu yaklaşım, Çin’in Batı ile yoğun ticaret ve artan ekonomik ilişkiler yoluyla kendisini liberal bir devlete dönüştüreceği varsayımına dayanıyordu. Ancak Berlin’in Pekin ile iş birliği politikasının başka bir amacı daha vardı: Amerikan dolarının uluslararası rezerv ve yedek para birimi olarak rolünü sınırlandırmak. Merkel’in ortaklık politikası, aynı zamanda Almanya’nın ABD karşısındaki manevra alanını genişletmeyi de hedefliyordu.[efn_note]Bkz. Lea Sahay / Kai Strittmatter, “Die Fronten klären sich. Und China ist auf der anderen Seite” (Mikko Huotari ile röportaj), 29.3.2022, Süddeutsche Zeitung, 29.3.2022, (www.sueddeutsche.de/1.5556872); Andreas Rinke, “EU und China sollten die Rolle des Dollars begrenzen”, Reuters, 22.5.2018 (https://reut.rs/40T2DGi).[/efn_note]

Şansölye Merkel’in “kapsamlı stratejik ortaklık” ilkesine dayalı Çin politikası özellikle 2018 sonrasında artan eleştirilere maruz kaldı. Kamuoyunda ve uzman çevrelerdeki değişimi tetikleyen başlıca gelişmeler olarak Uygurlara yönelik artan insan hakları ihlallerini, Hong Kong’un siyasi özerkliğinin ortadan kaldırılarak protesto gösterilerinin orantısız bir şiddetle bastırılmasını sıralayabiliriz.

Günümüzde Çin; içeride baskıcı, ikili ilişkilerde son derece özgüvenli, hatta saldırgan bir tutum takınan, komşuları üzerinde hegemonya kurma iddiası taşıyan, dünya siyasetini ve uluslararası sistemi kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeyi amaçlayan küresel bir güç olarak algılanıyor Almanya’da. Aynı zamanda iklim değişikliği, salgın hastalıklarla mücadele, gıda krizlerinin çözümü, silahsızlanma ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi gibi küresel sorunların onsuz çözülemeyeceğine inanılan son derece önemli bir jeopolitik aktör olarak görülüyor.

Almanya’nın Çin kaygıları

Özetle, Almanya’nın Çin’e yönelik kaygılarını üç başlık altında toparlayabiliriz:

Birincisi: Çin yönetimin giderek otoriterleşmesi, sivil toplum üzerindeki baskıyı artırması, insan haklarını ihlal etmesi ve temel özgürlükleri sınırlandırması. Almanya’da, Çin’deki otoriter sistemin diğer ülkelere de örnek teşkil edeceği, liberal demokratik düzen için bir tehdit oluşturduğu düşünülüyor. Çin algısının olumsuz yönde değişmesinde Çin yönetiminin küresel düzlemde mevcut kurumlara alternatif kurumlar, ikili ilişkilerde ise bağımlılık oluşturma stratejisinin de payı var.

İkincisi: Çin’in küreselleşme sürecinden en çok faydalanan ülkelerin başında gelmesine rağmen, serbest ticaret kurallarına riayet etmemesi, iç pazarda rekabet koşulları sağlamamakla kalmayıp yabancı şirketlere yönelik ayrımcılık yapması.

Üçüncüsü: Uluslararası ilişkilerde agresif bir tutum içinde olması. Örneğin Güney Çin Denizi’ndeki tek taraflı hak iddiaları, inşa ettiği adacıkları silahlandırması ve Tayvan üzerinde askeri baskı oluşturması dünya kamuoyunda olduğu gibi Almanya’da eleştiriliyor. Çin’in Rusya ile ilişkileri ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına karşı çıkmaması da eleştirilen konular arasında.

Almanya’nın tüm kaygı ve endişelerine rağmen, Çin iktisadi bakımdan kolayca vazgeçilebilen bir ülke değil.

Ticari ilişkiler

Çin, 2022 yılında da – 298,6 milyar Euro hacimle – Almanya’nın en büyük ticaret partneri konumunu korudu.

Almanya’ya 191,8 milyar Euro değerinde ihracat gerçekleşirken, Almanya’nın Çin’e ihracatı 106,8 milyar Euro olarak gerçekleşti. Çin ayrıca Alman firmalarının en çok yatırım yaptığı ülkelerden – 2022 yılında gerçekleştirilen doğrudan yatırım hacmi 11,5 milyar Euro.[efn_note]Bkz. “Deutsche Firmen investieren mehr als je zuvor in China”, Handelsblatt, 29.3.2023; DeStatis, “Die Volksrepublik China ist erneut Deutschlands wichtigster Handelspartner” (https://bit.ly/3LfXzGc, son erişim: 29.4.2023)[/efn_note]

Çinli şirketler özellikle son yıllarda Almanya’da büyük yatırımlar gerçekleştirdi. Makine, tüketim malları, otomotiv, elektrik ürünleri ve sağlık, Çin’li yatırımcıların en çok ilgi gösterdiği sektörler olarak sıralanabilir. Örneğin makine üreten 68 şirketin tamamı ya da çoğunluğu, tüketim malları üreten 43, otomotiv üreten 38 ve elektrik üreten 33 şirket Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşlarının mülkiyetinde. Bunların yanı sıra gastronomi-turizm, bilişim danışmanlığı, taşımacılık, kimya ve çelik gibi sektörler de Çin sermayeli/katılımlı birçok şirket bulunuyor. Bunların arasında makine yapımcısı Kuka gibi dünya pazarının liderleri de var.[efn_note]Bkz. Bundesministerium für Wirtschaft und Klimaschutz, “China – Wirtschaftliche Beziehungen”, (https://bit.ly/3VdQtXn, son erişim: 29.4.2023); tagesschau, “Abhängigkeit von China so groß wie nie”, 10.2.2023 (https://bit.ly/41NzhdP).[/efn_note]

Almanya’nın Çin’e bağımlılığı

Pandemi ve Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırı savaşı, Alman ekonomisinin Çin’e olan bağımlılığı konusunda daha yaygın bir farkındalık yarattı. Örnek verecek olursak: DAX şirketlerinin toplam grup cirolarının üçte birinden fazlasını Çin’de üretmelerinin yanısıra, Çin’den ara mal ve hammadde ithalatının kısıtlanması durumunda Almanya’da sanayii üretimi durma noktasına gelebilir, rüzgâr türbinleri ve güneş panelleri ithal edilmeksizin Almanya’da enerji dönüşümü gerçekleştirilemez. Alman kimya endüstrisinin de Çin’den gelen hammaddeler olmaksızın üretimini sürdürmesi imkânsız. Almanya, sağlık ve yenilenebilir enerji sektöründe birçok ürünü Çin’den tedarik ediyor.

Bu gelişmeler Almanya’da, Çin’e olan bağımlılığın azaltılması gerektiği kanısını güçlendirdi. Son olarak Çin’li şirket Cosco’nun Hamburg Limanı’ndaki hisse alımına Alman hükümeti tarafından üst sınır getirilerek ancak yüzde 24,9 oranında hisse satın almasına izin verildi. Bu kaygıların temelsiz olduğu söylenemez, zira Çin dış ticarette – özellikle güvenlikle ilgili alanlarda – kendisini olabildiğince bağımsız kılma stratejisi izliyor. Diğer taraftan ise, uluslararası üretim zincirlerinin Çin’e bağımlılığını arttırmak suretiyle Çin’e tedariki kısıtlayabilecek ülkelere karşı güçlü bir caydırıcılık kapasitesi oluşturmaya çabalıyor.[efn_note]Bkz. Seeheimer Kreis, “Seeheimer Strategiepapier: Für einen mehrdimensionalen wirtschaftspolitischen Umgang mit China”, 4/2023, s. 2–4 (https://bit.ly/3LjapU1).[/efn_note]

İki strateji

İş dünyasında önceleri Çin ile ekonomik iş birliğini devam ettirme düşüncesi hakimken, son yıllarda – Made in China 2025 stratejisinin yarattığı kaygının da etkisiyle – hava tersine döndü.

Ocak 2019’da Alman Sanayi Birliği (BDI), Çin’i “sistemik bir rakip” olarak tanımlayan politika belgesinde endişelerini özetledi.[efn_note]Bkz. BDI, “Partner und systemischer Wettbewerber – Wie gehen wir mit Chinas staatlich gelenkter Volkswirtschaft um?” 9/2019 (https://bit.ly/3HmlLpj).[/efn_note] Pekin’in Litvanya’nın Tayvan politikasına kızarak orada üretim yapan Alman şirketlerine de ekonomik yaptırımlar uygulaması, Alman Sanayi Birliği’nde alarm zillerinin çalmasına neden olmuştu.

2019’un başında AB, bir strateji belgesinde Çin’in aynı zamanda bir ortak, rakip ve sistemik hasım olduğunu açıkladı. Bu triad, Olaf Scholz başkanlığındaki yeşil-sol-liberal koalisyonunun hükümet sözleşmesinde de yer buldu. Mevcut hükümetin büyük ortağı SPD – Almanya Sosyal Demokrat Partisi parlamento grubu 2020 yılında yayınladığı bir pozisyon belgesinde şu ifadelere yer veriyordu: “Sistem rekabeti nihayetinde Çin ile ortaklığın somut olarak ne ölçüde şekillendirilebileceğini ve Çin ile ekonomik rekabetin nasıl yürütüleceğini de belirlemektedir”.[efn_note]Bkz. SPD-Bundestagsfraktion, “Souverän, regelbasiert und transparent. Eine sozialdemokratische China-Politik”, 30.6.2020 (https://bit.ly/3Hom2bi).[/efn_note]

Çin’e karşı nasıl bir siyaset izleneceği konusunda iki strateji öne çıkıyor: a) kopuş ve b) riskten arındırma.

Ağırlıklı olarak ABD’de tartışılan kopuş stratejisi, Çin ile karşılıklı ekonomik bağımlılıktan ve Çin’in küresel bir güç olmasından dolayı doğru bir seçenek olarak görülemez. Almanya’da medyada, siyasette, hükümet ve iktidar partileri saflarında riskleri azaltma stratejisi öne çıkıyor.

Almanya’nın yeni Çin politikası

Alman hükümeti tarafından geliştirilmekte olan yeni Çin stratejisine ilişkin ayrıntılar bilinmiyor. Ancak karar vericilerin açıklama ve bildirileri, üzerinde çalışılmakta olan stratejinin ana hatlarını ortaya koyuyor:

  • Transatlantik ittifak ve AB ile koordineli, çok yönlü bir Çin politikası;
  • Çin ile mevcut ekonomik ve stratejik bağımlılıkların azaltılması;
  • Çin’in dış politikada komşularıyla barış temelli ve istikrarı tahkim edici, bölgesinde sorumlu bir rol oynamaya davet ve teşvik edilmesi;
  • Güney ve Doğu Çin Denizlerindeki anlaşmazlıkların uluslararası deniz hukuku temelinde barışçıl bir şekilde çözülmesinden yana tavır takınılması; Tayvan Boğazı’ndaki statükonun değişmesinin ancak barışçıl bir şekilde ve karşılıklı mutabakatla gerçekleşmesi;
  • Almanya ve Çin iç pazarlarının karşılıklı olarak açılması, adil rekabet koşullarının ve şirketlere eşit muamelenin takibi;
  • Uzakdoğu bölgesinde kural temelli düzenin korunması, istikrar ve barışın sürdürülmesi.[efn_note]Die Bundesregierung, “Stand der China-Strategie der Bundesregierung”, (soru önergesine cevap), 11.11.2022 (https://bit.ly/3nec8lM).[/efn_note]

Bu bağlamda tartışılan Avrupa Yatırım Yasası ile örneğin güneş enerjisi tesislerinin kurulması ve yenilenebilir enerji, yarı iletken, çip ve pil gibi önemli kilit teknolojiler için teşvikler öngörülüyor. Tedarik zincirlerinin çeşitlendirilmesi ve güvenilir ülkelerin buna dahil edilmesi, LNG tesislerinin yapılması ve güvenli taşıma için devlet mülkiyeti ve kontrolünde bir tanker filosunun, enerji ve hammadde tedariki için ise gerekli altyapının oluşturulması ve Çin’in kritik Alman altyapısına yatırım yapmasının önlenmesi gibi maddeleri de içermesi öngörülüyor tasarlanan yasanın.

Çin politikasını transatlantik ortaklarla koordine etme isteğine rağmen, Almanya ve ABD’nin Çin konusundaki çıkarları aynı değil. ABD – Almanya’nın aksine – Çin ile ilişkilerinde kurallara dayalı bir küresel düzeni korumanın yanında kendi hegemonyasını da sürdürmeyi amaçlıyor.

ABD, Çin’i çevreleme politikası güderken, Almanya’nın Çin’in küresel yükselişini sorun ettiği söylenemez; hatta bu yükselişten ekonomik olarak faydalanıyor.

Almanya’nın temel sorunu, Çin’in liberal uluslararası düzenin kurallarına riayet etmemesi.

Türkiye açısından fırsatlar

Özetle, Almanya’nın Çin’i güvenlik politikası açısından sistemik bir rakip olarak algılayacağını ve – transatlantik ve Avrupalı ortaklarıyla birlikte – Çin’e karşı inandırıcı bir caydırıcılık oluşturmaya çalışacağını söyleyebiliriz.

Aynı zamanda Çin ile olan sistemik rekabetin sıcak bir savaşa dönüşmemesine de dikkat edecektir.

Almanya’nın yeni Çin politikası Türkiye Almanya ikili ilişkileri ve güvenlik alanında da yeni fırsat pencereleri açıyor – örneğin tedarik zincirlerinin çeşitlendirilmesi noktasında ya da Doğu Akdeniz, Orta Doğu, Hint Okyanusu ve Orta Asya gibi bölgelerde.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Mayıs 2023’te yayımlanmıştır.

Yaşar Aydın
Yaşar Aydın
Dr. Yaşar Aydın - Göç araştırmaları, Almanya ve Türk dış politikası uzmanı, Hamburg Protestan Yüksekokulu’nda görev yapıyor. Aydın, sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve mastır eğitimini Hamburg (Almanya) ve Lancaster (İngiltere) üniversitelerinde tamamladı, sonrasında ise Hamburg Üniversitesi’nden doktorasını aldı. Uluslararası İlişkiler, Türk dış politikası, milliyetçilik ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. (Türkei, 2017). Aydın Alman ve Türk gazetelerine de yorumlar yazıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Almanya’nın Çin kaygıları ve Türkiye’nin önündeki fırsat

Çin’in küresel bir güç olarak yükselişi, Almanya’nın da Çin politikasında değişikliğe gitmesine neden oldu. Almanya’da bu konudaki iki farklı görüş ne? Almanya neden Çin’den vazgeçemez? Berlin’in yeni politikasının dünya ve Türkiye için anlamı ne? Dr. Yaşar Aydın yazdı.

Alman hükümeti yeni bir Çin politikası üzerinde çalışırken, kamuoyu da bu ülkeye karşı nasıl bir strateji izlenilmesi gerektiği konusunda ikiye ayrılmış durumda. Bir tarafta pragmatik bir yaklaşımın savunucuları, diğer tarafta ise daha normatif, insan hakları, demokrasi ve (uluslararası) hukuk temelli bir siyaset yanlıları. Almanya’nın Çin kaygıları da bu durumla ilişkili.

Çin’e yönelik strateji tartışmalarını alevlendirense yakın zamanda yaşanan iki gelişme.

Birincisi, Asya–Pasifik’te yükselen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Çin arasındaki gerilim içerisinde Çin’in Tayvan’ı kuşatan dev bir askerî tatbikat gerçekleştirerek, ‘Çin, Tayvan’ı işgal edecek mi’ kaygısını beslemesi.

İkincisi ise, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Nisan ortalarındaki Çin gezisinde Avrupa’nın stratejik özerkliğine vurgu yaparak, “Avrupa Birliği (AB) Tayvan sorununda ABD’nin takipçisi olmamalı” şeklindeki uyarısı.[efn_note]Örnek olarak ana akım medyada yer alan aşağıdaki yorumlara bkz. “Die Höflinge des Xi Jinping” (editoryal), Der Spiegel, sayı 16/15.4.2023, s.6; Paul-Anton Krüger / Lea Sahay, “Die ‘Anti-China-Ministerin’ kommt”, Süddeutsche Zeitung, 13.4.2023, s. 5; Jochen Stahnke / Matthias Wyssuwa, “Auf der Suche nach einer Chinastrategie”, Frankfurter Allgemeine Zeitung, 13.4.2023, s. 2; Daniel Friedrich Sturm, “Michael Roth über Macrons Ideen: ‘Er tappte abermals in Chinas Falle’ ”, Der Tagesspiegel, 13.3.2023, s. 9.[/efn_note]

Almanya’nın Çin algısı

Almanya geride kalan iki on yılda Çin’i stratejik ortak olarak tanımlamıştı. Öyle ki, Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Temmuz 2017 yılında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile düzenlediği basın toplantısında, hükümetinin Çin politikasını şu şekilde özetliyordu: “Artık sadece stratejik değil, kapsamlı bir stratejik ortaklığımız var. Toplumun tüm kesimleri bu iş birliğinin kapsamı dahilinde.”[efn_note]Angela Merkel, „Pressestatements von Bundeskanzlerin Merkel und dem chinesischen Staatspräsidenten Xi Jinping“, Die Bundesregierung, 5.7.2017 (https://bit.ly/41OkGyM).[/efn_note]

Bu yaklaşım, Çin’in Batı ile yoğun ticaret ve artan ekonomik ilişkiler yoluyla kendisini liberal bir devlete dönüştüreceği varsayımına dayanıyordu. Ancak Berlin’in Pekin ile iş birliği politikasının başka bir amacı daha vardı: Amerikan dolarının uluslararası rezerv ve yedek para birimi olarak rolünü sınırlandırmak. Merkel’in ortaklık politikası, aynı zamanda Almanya’nın ABD karşısındaki manevra alanını genişletmeyi de hedefliyordu.[efn_note]Bkz. Lea Sahay / Kai Strittmatter, “Die Fronten klären sich. Und China ist auf der anderen Seite” (Mikko Huotari ile röportaj), 29.3.2022, Süddeutsche Zeitung, 29.3.2022, (www.sueddeutsche.de/1.5556872); Andreas Rinke, “EU und China sollten die Rolle des Dollars begrenzen”, Reuters, 22.5.2018 (https://reut.rs/40T2DGi).[/efn_note]

Şansölye Merkel’in “kapsamlı stratejik ortaklık” ilkesine dayalı Çin politikası özellikle 2018 sonrasında artan eleştirilere maruz kaldı. Kamuoyunda ve uzman çevrelerdeki değişimi tetikleyen başlıca gelişmeler olarak Uygurlara yönelik artan insan hakları ihlallerini, Hong Kong’un siyasi özerkliğinin ortadan kaldırılarak protesto gösterilerinin orantısız bir şiddetle bastırılmasını sıralayabiliriz.

Günümüzde Çin; içeride baskıcı, ikili ilişkilerde son derece özgüvenli, hatta saldırgan bir tutum takınan, komşuları üzerinde hegemonya kurma iddiası taşıyan, dünya siyasetini ve uluslararası sistemi kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeyi amaçlayan küresel bir güç olarak algılanıyor Almanya’da. Aynı zamanda iklim değişikliği, salgın hastalıklarla mücadele, gıda krizlerinin çözümü, silahsızlanma ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi gibi küresel sorunların onsuz çözülemeyeceğine inanılan son derece önemli bir jeopolitik aktör olarak görülüyor.

Almanya’nın Çin kaygıları

Özetle, Almanya’nın Çin’e yönelik kaygılarını üç başlık altında toparlayabiliriz:

Birincisi: Çin yönetimin giderek otoriterleşmesi, sivil toplum üzerindeki baskıyı artırması, insan haklarını ihlal etmesi ve temel özgürlükleri sınırlandırması. Almanya’da, Çin’deki otoriter sistemin diğer ülkelere de örnek teşkil edeceği, liberal demokratik düzen için bir tehdit oluşturduğu düşünülüyor. Çin algısının olumsuz yönde değişmesinde Çin yönetiminin küresel düzlemde mevcut kurumlara alternatif kurumlar, ikili ilişkilerde ise bağımlılık oluşturma stratejisinin de payı var.

İkincisi: Çin’in küreselleşme sürecinden en çok faydalanan ülkelerin başında gelmesine rağmen, serbest ticaret kurallarına riayet etmemesi, iç pazarda rekabet koşulları sağlamamakla kalmayıp yabancı şirketlere yönelik ayrımcılık yapması.

Üçüncüsü: Uluslararası ilişkilerde agresif bir tutum içinde olması. Örneğin Güney Çin Denizi’ndeki tek taraflı hak iddiaları, inşa ettiği adacıkları silahlandırması ve Tayvan üzerinde askeri baskı oluşturması dünya kamuoyunda olduğu gibi Almanya’da eleştiriliyor. Çin’in Rusya ile ilişkileri ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına karşı çıkmaması da eleştirilen konular arasında.

Almanya’nın tüm kaygı ve endişelerine rağmen, Çin iktisadi bakımdan kolayca vazgeçilebilen bir ülke değil.

Ticari ilişkiler

Çin, 2022 yılında da – 298,6 milyar Euro hacimle – Almanya’nın en büyük ticaret partneri konumunu korudu.

Almanya’ya 191,8 milyar Euro değerinde ihracat gerçekleşirken, Almanya’nın Çin’e ihracatı 106,8 milyar Euro olarak gerçekleşti. Çin ayrıca Alman firmalarının en çok yatırım yaptığı ülkelerden – 2022 yılında gerçekleştirilen doğrudan yatırım hacmi 11,5 milyar Euro.[efn_note]Bkz. “Deutsche Firmen investieren mehr als je zuvor in China”, Handelsblatt, 29.3.2023; DeStatis, “Die Volksrepublik China ist erneut Deutschlands wichtigster Handelspartner” (https://bit.ly/3LfXzGc, son erişim: 29.4.2023)[/efn_note]

Çinli şirketler özellikle son yıllarda Almanya’da büyük yatırımlar gerçekleştirdi. Makine, tüketim malları, otomotiv, elektrik ürünleri ve sağlık, Çin’li yatırımcıların en çok ilgi gösterdiği sektörler olarak sıralanabilir. Örneğin makine üreten 68 şirketin tamamı ya da çoğunluğu, tüketim malları üreten 43, otomotiv üreten 38 ve elektrik üreten 33 şirket Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşlarının mülkiyetinde. Bunların yanı sıra gastronomi-turizm, bilişim danışmanlığı, taşımacılık, kimya ve çelik gibi sektörler de Çin sermayeli/katılımlı birçok şirket bulunuyor. Bunların arasında makine yapımcısı Kuka gibi dünya pazarının liderleri de var.[efn_note]Bkz. Bundesministerium für Wirtschaft und Klimaschutz, “China – Wirtschaftliche Beziehungen”, (https://bit.ly/3VdQtXn, son erişim: 29.4.2023); tagesschau, “Abhängigkeit von China so groß wie nie”, 10.2.2023 (https://bit.ly/41NzhdP).[/efn_note]

Almanya’nın Çin’e bağımlılığı

Pandemi ve Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırı savaşı, Alman ekonomisinin Çin’e olan bağımlılığı konusunda daha yaygın bir farkındalık yarattı. Örnek verecek olursak: DAX şirketlerinin toplam grup cirolarının üçte birinden fazlasını Çin’de üretmelerinin yanısıra, Çin’den ara mal ve hammadde ithalatının kısıtlanması durumunda Almanya’da sanayii üretimi durma noktasına gelebilir, rüzgâr türbinleri ve güneş panelleri ithal edilmeksizin Almanya’da enerji dönüşümü gerçekleştirilemez. Alman kimya endüstrisinin de Çin’den gelen hammaddeler olmaksızın üretimini sürdürmesi imkânsız. Almanya, sağlık ve yenilenebilir enerji sektöründe birçok ürünü Çin’den tedarik ediyor.

Bu gelişmeler Almanya’da, Çin’e olan bağımlılığın azaltılması gerektiği kanısını güçlendirdi. Son olarak Çin’li şirket Cosco’nun Hamburg Limanı’ndaki hisse alımına Alman hükümeti tarafından üst sınır getirilerek ancak yüzde 24,9 oranında hisse satın almasına izin verildi. Bu kaygıların temelsiz olduğu söylenemez, zira Çin dış ticarette – özellikle güvenlikle ilgili alanlarda – kendisini olabildiğince bağımsız kılma stratejisi izliyor. Diğer taraftan ise, uluslararası üretim zincirlerinin Çin’e bağımlılığını arttırmak suretiyle Çin’e tedariki kısıtlayabilecek ülkelere karşı güçlü bir caydırıcılık kapasitesi oluşturmaya çabalıyor.[efn_note]Bkz. Seeheimer Kreis, “Seeheimer Strategiepapier: Für einen mehrdimensionalen wirtschaftspolitischen Umgang mit China”, 4/2023, s. 2–4 (https://bit.ly/3LjapU1).[/efn_note]

İki strateji

İş dünyasında önceleri Çin ile ekonomik iş birliğini devam ettirme düşüncesi hakimken, son yıllarda – Made in China 2025 stratejisinin yarattığı kaygının da etkisiyle – hava tersine döndü.

Ocak 2019’da Alman Sanayi Birliği (BDI), Çin’i “sistemik bir rakip” olarak tanımlayan politika belgesinde endişelerini özetledi.[efn_note]Bkz. BDI, “Partner und systemischer Wettbewerber – Wie gehen wir mit Chinas staatlich gelenkter Volkswirtschaft um?” 9/2019 (https://bit.ly/3HmlLpj).[/efn_note] Pekin’in Litvanya’nın Tayvan politikasına kızarak orada üretim yapan Alman şirketlerine de ekonomik yaptırımlar uygulaması, Alman Sanayi Birliği’nde alarm zillerinin çalmasına neden olmuştu.

2019’un başında AB, bir strateji belgesinde Çin’in aynı zamanda bir ortak, rakip ve sistemik hasım olduğunu açıkladı. Bu triad, Olaf Scholz başkanlığındaki yeşil-sol-liberal koalisyonunun hükümet sözleşmesinde de yer buldu. Mevcut hükümetin büyük ortağı SPD – Almanya Sosyal Demokrat Partisi parlamento grubu 2020 yılında yayınladığı bir pozisyon belgesinde şu ifadelere yer veriyordu: “Sistem rekabeti nihayetinde Çin ile ortaklığın somut olarak ne ölçüde şekillendirilebileceğini ve Çin ile ekonomik rekabetin nasıl yürütüleceğini de belirlemektedir”.[efn_note]Bkz. SPD-Bundestagsfraktion, “Souverän, regelbasiert und transparent. Eine sozialdemokratische China-Politik”, 30.6.2020 (https://bit.ly/3Hom2bi).[/efn_note]

Çin’e karşı nasıl bir siyaset izleneceği konusunda iki strateji öne çıkıyor: a) kopuş ve b) riskten arındırma.

Ağırlıklı olarak ABD’de tartışılan kopuş stratejisi, Çin ile karşılıklı ekonomik bağımlılıktan ve Çin’in küresel bir güç olmasından dolayı doğru bir seçenek olarak görülemez. Almanya’da medyada, siyasette, hükümet ve iktidar partileri saflarında riskleri azaltma stratejisi öne çıkıyor.

Almanya’nın yeni Çin politikası

Alman hükümeti tarafından geliştirilmekte olan yeni Çin stratejisine ilişkin ayrıntılar bilinmiyor. Ancak karar vericilerin açıklama ve bildirileri, üzerinde çalışılmakta olan stratejinin ana hatlarını ortaya koyuyor:

  • Transatlantik ittifak ve AB ile koordineli, çok yönlü bir Çin politikası;
  • Çin ile mevcut ekonomik ve stratejik bağımlılıkların azaltılması;
  • Çin’in dış politikada komşularıyla barış temelli ve istikrarı tahkim edici, bölgesinde sorumlu bir rol oynamaya davet ve teşvik edilmesi;
  • Güney ve Doğu Çin Denizlerindeki anlaşmazlıkların uluslararası deniz hukuku temelinde barışçıl bir şekilde çözülmesinden yana tavır takınılması; Tayvan Boğazı’ndaki statükonun değişmesinin ancak barışçıl bir şekilde ve karşılıklı mutabakatla gerçekleşmesi;
  • Almanya ve Çin iç pazarlarının karşılıklı olarak açılması, adil rekabet koşullarının ve şirketlere eşit muamelenin takibi;
  • Uzakdoğu bölgesinde kural temelli düzenin korunması, istikrar ve barışın sürdürülmesi.[efn_note]Die Bundesregierung, “Stand der China-Strategie der Bundesregierung”, (soru önergesine cevap), 11.11.2022 (https://bit.ly/3nec8lM).[/efn_note]

Bu bağlamda tartışılan Avrupa Yatırım Yasası ile örneğin güneş enerjisi tesislerinin kurulması ve yenilenebilir enerji, yarı iletken, çip ve pil gibi önemli kilit teknolojiler için teşvikler öngörülüyor. Tedarik zincirlerinin çeşitlendirilmesi ve güvenilir ülkelerin buna dahil edilmesi, LNG tesislerinin yapılması ve güvenli taşıma için devlet mülkiyeti ve kontrolünde bir tanker filosunun, enerji ve hammadde tedariki için ise gerekli altyapının oluşturulması ve Çin’in kritik Alman altyapısına yatırım yapmasının önlenmesi gibi maddeleri de içermesi öngörülüyor tasarlanan yasanın.

Çin politikasını transatlantik ortaklarla koordine etme isteğine rağmen, Almanya ve ABD’nin Çin konusundaki çıkarları aynı değil. ABD – Almanya’nın aksine – Çin ile ilişkilerinde kurallara dayalı bir küresel düzeni korumanın yanında kendi hegemonyasını da sürdürmeyi amaçlıyor.

ABD, Çin’i çevreleme politikası güderken, Almanya’nın Çin’in küresel yükselişini sorun ettiği söylenemez; hatta bu yükselişten ekonomik olarak faydalanıyor.

Almanya’nın temel sorunu, Çin’in liberal uluslararası düzenin kurallarına riayet etmemesi.

Türkiye açısından fırsatlar

Özetle, Almanya’nın Çin’i güvenlik politikası açısından sistemik bir rakip olarak algılayacağını ve – transatlantik ve Avrupalı ortaklarıyla birlikte – Çin’e karşı inandırıcı bir caydırıcılık oluşturmaya çalışacağını söyleyebiliriz.

Aynı zamanda Çin ile olan sistemik rekabetin sıcak bir savaşa dönüşmemesine de dikkat edecektir.

Almanya’nın yeni Çin politikası Türkiye Almanya ikili ilişkileri ve güvenlik alanında da yeni fırsat pencereleri açıyor – örneğin tedarik zincirlerinin çeşitlendirilmesi noktasında ya da Doğu Akdeniz, Orta Doğu, Hint Okyanusu ve Orta Asya gibi bölgelerde.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Mayıs 2023’te yayımlanmıştır.

Yaşar Aydın
Yaşar Aydın
Dr. Yaşar Aydın - Göç araştırmaları, Almanya ve Türk dış politikası uzmanı, Hamburg Protestan Yüksekokulu’nda görev yapıyor. Aydın, sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve mastır eğitimini Hamburg (Almanya) ve Lancaster (İngiltere) üniversitelerinde tamamladı, sonrasında ise Hamburg Üniversitesi’nden doktorasını aldı. Uluslararası İlişkiler, Türk dış politikası, milliyetçilik ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. (Türkei, 2017). Aydın Alman ve Türk gazetelerine de yorumlar yazıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x