7 Ekim’de Hamas’ın Gazze topraklarından İsrail’e düzenlemiş olduğu saldırılardan bu yana Ortadoğu ve dünyanın genelinde ciddi gerginlikler yaşanıyor.
Olayların başından günümüze Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail hükümetine vermiş olduğu güçlü ve koşulsuz destek konuya duyarlı herkesin dikkatini çekiyor.
Amerikan Başkanı Biden’ın bizzat kendisinin İsrail’i ziyaret etmesi ve arasının pek de iyi olmadığı Netanyahu hükümetine ABD’nin desteğini açık bir şekilde belirtmesi açıklanmaya muhtaç.
İsrail’in kurulduğu günden bu yana sürdürmekte olduğu yayılmacı, baskıcı ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını engelleyici tavrına karşı Amerika’nın 1948 yılında İsrail’i tanıyan ilk devlet olması ve bu süreçte İsrail’e desteğini kesmeden sürdürmesini nasıl açıklayabiliriz? Yol açtığı sorunlara rağmen ABD’nin İsrail’e desteği nasıl bir zihniyet değişikliğini zorunu kılıyor?
ABD’nin ileri karakolu olarak İsrail
Hiç şüphesiz İsrail Amerika’nın Ortadoğu’daki ileri karakolu vazifesini görüyor ve ABD İsrail üzerinden bölgede kendi çıkarlarına aykırı davranabilecek devletleri her daim baskı ve kontrol altında tutabiliyor.
Ama bu jeopolitik bakışın ötesinde Amerikan halkının genelinde İsrail’e yönelik ciddi bir sempati ve anlayış var.
Amerika gibi İsrail’in de siyasi bir proje olarak dünya sahnesine çıkması, Amerika’nın kuruluşunda etkili olan devlet adamlarının masonik ilişkiler ağının önemli noktalarında yer almaları, Amerikan toplumunda Hristiyan Siyonizm ve Evenjalist akımların güçlü konumda olmaları ve dini perspektiften bakıldığında bu kesimlerin Amerika’yı “yeni İsrail” olarak tanımlamaları bu bağlamda dikkate alınması gereken diğer unsurlar.
Genç kuşaklar farklı olsa da
Her ne kadar son yıllarda hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat Parti’ye oy veren genç seçmenlerde İsrail’in politikalarına karşı ciddi bir eleştiri dalgası gözleniyor olsa da bu iki partinin yönetici konumunda olan elitleri her koşulda İsrail’i uluslararası mecralarda koruyup kollamaya devam ediyor.
Amerika’da yaşayan orta yaş ve üstü çoğu Yahudi kökenli insanın İsrail’le duygusal, dinî ve psikolojik bir özdeşlik kurdukları rahatlıkla görülebilir.
Genç Yahudiler arasında İsrail’in uyguladığı politikalara olan eleştiriler artmış ve Filistinlilerin haklarının tanınması gerektiği noktasında bir bilinç oluşmaya başlamışsa da Yahudi toplumunun önemli kesimlerinin Amerikan devlet mekanizması üzerinde sahip oldukları belirleyici konum not edilmesi gereken bir diğer önemli faktör.
Finansal, ticari, askerï, siyasi ve medya sektörlerinde Yahudi lobisi temsilcilerinin önemli konumlarda bulunmaları Amerika’da İsrail’e yönelik yapılan tartışmalarda İsrail’e yönelik pozitif kayırmacı bir bakışı mümkün kılıyor.
Amerikan Dış İşleri Bakanı Blinken’in İsrail ziyaretini her şeyden önce bir Yahudi olarak yaptığını söylemesi tesadüf olmasa gerek.
Avrupa’da da durum farklı değil
Nazi Almanyasının uyguladığı soykırımın hedefi olması Batı kamuoyunda Yahudiler ve İsrail devletinin politikalarına yönelik sempatik bakışın ortaya çıkmasında çok etkili.
Almanya’nın tarihsel günahlarından arınma noktasında her daim İsrail’in yanında yer alması ne kadar dikkat çekiciyse İsrail’in bağımsız bir devlet olarak kurulmasında İngiltere başta olmak üzere Anglo-Sakson dünyanın oynadığı rol de bir o kadar önemli. Kendilerinin mazur kaldıkları soykırım ve benzeri eylemleri İsrail devletinin Filistinlilere uyguluyor olması Batılı karar çevrelerinde adeta görülmüyor.
Bu arka plandan bakıldığında Amerikalı siyasetçilerin İsrail’e yönelik olumlu tavır içinde olmaları ve İsrail’i Birleşmiş Milletler başta olmak üzere diğer uluslararası örgütler nezdinde gündeme gelen eleştiri ve kınamalardan korumaları oldukça anlaşılır bir durum.
Biden’ın yeni dünya düzeni
Biden Hükümetinin yaşanan son kriz çerçevesinde Netanyahu Hükümetine sunmuş olduğu destek Amerika’nın son yıllarda takip etmekte olduğu küresel strateji ile de uyumlu.
Yükselmekte olan illiberal otoriter rejimler karşısında demokrasi kampını içeride ve dışarıda tahkim etmeyi dış politikasının merkezine koyan Biden yönetimi İsrail’i bu yeni Soğuk Savaş ortamında savunulması gereken önemli bir cephe hattı olarak görüyor.
Netanyahu’nun aşırı sağcı ve aşırı dinci partilerle kurduğu koalisyon hükümetinin iktidara geldiği günden bu yana takip ediyor olduğu illiberal, otoriter, aşırı milliyetçi, aşırı dinci ve popülist politikalar her ne kadar Biden yönetimini değerler noktasında rahatsız ediyor olsa da karşı karşıya kaldığı ciddi güvenlik tehditleri karşısında Amerika’nın İsrail’i korumasına almış olması realpolitik ve jeopolitik unsurların Amerikan dış politikasındaki ağırlığını tartışmaya yer bırakmayacak netlikte gösteriyor.
Çıkarlar ve değerler arasındaki makasın daha fazla açılmasına dayanamayıp Dışişleri Bakanlığı’ndaki üst düzey görevinden istifa eden Amerikalı diplomat Josh Paul’un tavrı not edilmeli.
Buna mukabil, birçok önemli uluslararası ilişkiler akademisyeni ve devlet adamı son yıllarda Amerika’nın Ortadoğu politikasını İsrail’in ipotek altına almasından rahatsız.
Bu kesimler aşırı İsrail yanlısı tutumun Orta Doğu Bölgesi’nin genelinde Batı ve Amerika karşıtlığını tetiklediğini, yeni Soğuk Savaş ortamında Amerika’nın işgalci ve emperyalist bir devlet olarak algılanmasını kolaylaştırdığını ve bunun da Küresel Güney diye tarif ettiğimiz bağımsızlıklarını sömürgeci güçlere karşı verdikleri mücadeleler sonrasında kazanan ülkeleri rahatsız ettiğini dile getiriyorlar.
Her daim İsrail’in yanında duruyor olması Amerika ile küresel rakipleri olan Çin ve Rusya arasındaki yarışta Amerika’nın elini Küresel Güney ülkeleri nezdinde zayıflatıyor.
Savaş, ABD dış siyasetini nasıl etkileyecek?
Yaşanan gelişmelerin Amerika’nın küresel stratejik çıkarlarına zarar verme kapasitesi çok fazla.
Trump yönetiminin başlatıp Biden yönetiminin devam ettirdiği İsrail’le bölgedeki Sünni Arap yönetimlerini barıştırma projesi ve Ortadoğu’da oluşturulabilecek bir Arap NATO’su üzerinden İran’ın ve bölgeye nüfuz etmeye çalışan Çin’in dengelenmesi stratejisi artık çok kolay takip edilemeyecek.
Hamas’ın saldırıları ve akabinde İsrail’in verdiği şiddetli tepki İbrahim Anlaşmalarının devamında İsrail’le Suudi Arabistan arasında bir yakınlaşma ve diplomatik ilişkiler kurulmasının önünde ciddi bir engel olarak duruyor.
İsrail-Filistin sorunu çözülmeden ve bağımsız bir Filistin devletine giden yol ciddi anlamda hazırlanmadan Suudi yönetiminin hiçbir şey olmamış gibi davranacağını düşünmek çok zor.
ABD, Gazze’ye kara harekâtını engelleyebilecek mi?
Amerikan yönetiminin İsrail’in vermiş olduğu tepkiyi makul sınırlar içinde tutmasına yönelik bir çaba içerisinde olduğunu görüyoruz.
Gazze’ye yönelik kara operasyonunun olabildiğince ertelemesi ve sınırlı tutması noktasında Biden yönetimi Netanyahu hükümetini etkilemeye çalışıyor. Bununla birlikte, son kertede Amerikan Kongresi’nin İsrail’e yönelik on milyar dolardan fazla bir askerî bütçeyi firesiz kabul etmesi ve İsrail ordusunun Gazze’yi amansız bir şekilde bombalaması karşısında ortaya çıkan insani trajedilere kayıtsız kalıyor görüntüsü vermesi Amerika’nın bölgedeki Sünni Arap ülkelerle olan ilişkilerini olumsuz etkileyecek.
Aslında Gazze savaşının Lübnan, Suriye ve İran’ı içine alacak şekilde genişlemesi ve ortaya çıkacak bir bölgesel savaşa Rusya ve Çin gibi ülkelerin de müdahil olması Amerika’nın istediği bir şey değil.
Fakat görünen o ki Amerika İsrail’i daha aklı selim davranmaya, psikolojik değil de devlet aklıyla olaylara yaklaşmaya ve iki devletli bir çözümü mümkün kılacak şekilde Filistin halkı içindeki barış isteyen unsurlarla diyalog geliştirmeye teşvik etmez, aksine her şart ve koşulda İsrail’in arkasında olacağını söylemeye devam ederse olaylar pekala kontrolden çıkabilir.
Bugüne kadar yaşanan gelişmeler gösteriyor ki, ne Filistin halkı içinde İsrail’e yönelik yükselen tepkiler, ne Birleşmiş Milletler başta olmak üzere farklı uluslararası kurumlardan bir an önce ateşkes tesis edilmesi, Gazze halkına yönelik insani yardımların hızlandırılması yönünde yükselen çağrılar, ne de Ortadoğu ülkelerinin barış konferansları düzenlemek üzerinden İsrail’e yönelik baskı oluşturmaya çalışmaları olayların seyrini değiştirmede pek etkili olmayacak.
Ne yapmalı?
Çatışmaların bir an önce durması, rehine krizinin çözülmesi, Gazze halkının yaşayabilmesi adına gereksinim duyduğu insani yardımlara ulaşabilmesi ve nihayetinde orta ve uzun vadede iki-devletli bir çözümü mümkün kılabilecek bir barış sürecinin yeniden başlayabilmesi için yapılması gerekenler belli:
İlk olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’e yönelik politikasının kendisi için olumsuz sonuçlar ortaya çıkardığını görmesi gerekiyor.
Politika değişikliği yapmaması durumunda ciddi maliyetler ödeyeceğine inanan bir Amerika ortaya çıkarsa işte ancak o zaman Amerika İsrail üzerine baskı koyabilir.
İkinci olarak, Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerin yaşananları Amerika’ya karşı verdikleri mücadelede kullanabilecekleri bir enstrüman olarak değil sürdürülebilir dünya barışı için çözülmesi gereken bir sorun olarak görmeleri gerekiyor.
Şu ana kadar ortaya çıkan manzara gösteriyor ki Rusya ve Çin, İsrail ve Amerika’ya yönelik ortaya çıkan olumsuz kanaatleri kendi lehlerine artı puan olarak yazmanın ötesine geçemediler.
“Amerika’nın Ukrayna’ya yönelik bağlılığının azalması ve dikkatlerin Ukrayna’dan uzaklaşması Rusya’yı rahatlatır” varsayımıyla “Amerika’nın Ortadoğu’da yeni bir bataklığa saplanması Çin’in dünyanın genelindeki manevra kabiliyetini arttırır ve Çin’in politikalarına meşruiyet kazandırır” varsayımı Rusya ve Çin’in politikalarını etkiliyor.
Hâlbuki küresel aktör olmak ve Ortadoğu bölgesindeki ekonomik ve siyasi çıkarlarını bölgede barış ve istikrar ortamının tesisi üzerinden gerçekleştirmek istiyorsa Çin’in daha fazla küresel sorumluluk alması ve hatta mümkünse İsrail-Filistin sorununun kalıcı bir şekilde çözülmesine katkı yapabilecek alternatif bir barış önerisini masaya getirmesi gerekir.
Ortadoğu’da bölgesel bir savaş riskinin artması Çin’in küresel çıkarlarına kesinlikle hizmet etmez.
Kalıcı bir barışı mümkün kılacak en önemli unsur hiç şüphesiz İsrail ve Filistin tarafında iki-devletli çözüm temelinde barış arayan kesimlerin bu süreçten güçlenerek çıkmaları olacak.
Yaşananların harareti ve güvenlik hezeyanlarının zirveye çıkması ilk etapta her iki tarafta da güvenlikçi politikaları güçlendiriyor olsa da orta ve uzun vadede bunun sürdürülebilir olmadığı görülmeli.
Netanyahu’yla aşırı sağcı ve aşırı dinci koalisyon ortaklarının zihniyeti ile Hamas’ın İsrail’in varlığını tanımayan ve siyasi amaçlarına ulaşmak için teröre başvurmaktan çekinmeyen zihniyeti iki-devletli çözümün önündeki en büyük engel. Barışa inanan ve barışı konuşabilecek kesimlere yatırım yapmaktan başka çıkar yol görünmüyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 24 Ekim 2023’te yayımlanmıştır.