Petrol fiyatları son dönemde tarihi dipleri bulurken bundan en olumsuz etkilenen bölgenin Ortadoğu olduğu aşikâr. The Economist dergisi, 18 Temmuz’da yayınladığı “Arap dünyasında petrol çağının sonu yaklaşıyor” başlıklı yazısında konuyu enine boyuna analiz ediyor.
Petrol fiyatlarının 40 dolar civarında seyrettiği son dönemde -Katar dışında- hiçbir Arap petrol üreticisinin bilançolarını denkleyemediği belirtilerek analiz başlıyor. Zira bütçelerinin fazla verebilmesi için Brent petrolün varil başına Cezayir’de 157, Umman’da 87 dolara yükselmesi gerekiyor. Bu şartlar altında bazı Arap yönetimlerinin zorlu adımlar attığı anlatılarak şu örnekler veriliyor: Mayıs ayında Cezayir hükümeti harcamaları yarı yarıya indireceğini söyledi; Irak’ın yeni başbakanı hükümet maaşlarını kısmak istiyor; Umman borçlanmakta zorlanıyor; Kuveyt’in bütçe açığı GSYH’sinin %40’ına ulaşarak dünyada bir rekor kırabilir.
The Economist’in analizinde insan hareketliliğinin ve iktisadi faaliyetlerin durmasıyla koronavirüsün petrol fiyatlarını tüm zamanların en düşük seviyelerine indirdiği, toparlanmanın yıllar alacağı, yine de fazla ümitlenmemek gerektiği, çünkü dünya ekonomilerinin fosil yakıtlardan uzaklaştığı vurgulanıyor. “Dünya düşük fiyat çağına girdi ve hiçbir bölge Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan daha fazla etkilenmeyecek” deniyor.
Ekonomiyi çeşitlendirme çabaları geç kalmadı mı?
Arap liderlerin petrol fiyatlarının ilelebet yüksek kalmayacağını bildiklerinden ekonomilerini -Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ‘2030 Vizyonu’ gibi planlarla- çeşitlendirmeye çalıştıkları ama geç kaldıkları anlatılırken çarpıcı bir veri paylaşılıyor:
“IMF’ye göre, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın petrol gelirleri, 2012’de 1 trilyon dolarken 2019’da 575 milyar dolara düştü. Bu yıl ise Arap ülkelerinin petrol satışından yaklaşık 300 milyar dolar kazanmaları bekleniyor ki bu gelir, harcamalarını karşılamak için pek de yeterli değil. Mart ayından bu yana harcamalar kesiliyor, vergi konuyor ve borçlanılıyor.”
Hiç şüphesiz enerji fiyatlarındaki düşüşten petrol üretmeyen ülkeler de doğrudan veya dolaylı, farklı şekillerde olumsuz etkileniyor. Bu konuda yazıda şunlar anlatılıyor:
“[Petrol üreten ülkelerde çalışanların anavatanlarına yolladıkları] İşçi dövizleri bazı ülkelerin GSYH’sinin %10’unu aşıyor. Ticaret, turizm ve yatırım üzerinden Körfez’in zenginlikleri bir dereceye kadar bölgeye yayılageldi. Yine de diğer bölgelerle karşılaştırıldığında Ortadoğu dünyadaki en yüksek genç işsizliği oranlarından birine sahip.”
Petrol çağının sonu felaket olur mu?
“Petrol, verimsiz ekonomileri finanse etti, nahoş rejimleri destekledi ve istenmeyen yabancı müdahalelerine davetiye çıkardı. Dolayısıyla petrol çağının sonu, eğer ki daha dinamik ekonomiler ve temsili hükümetler yaratacak reformları teşvik ederse felaket olmayabilir” diye devam eden analiz bu yolda direnç olacağına ise kesin gözüyle bakıyor.
Muazzam varlık fonları sayesinde Körfez ülkelerinin kısa vadede düşük fiyatlarla baş edebileceği, ancak gerek pandemiden gerekse düşük petrol fiyatlarından derinden etkilendikleri belirtiliyor. “Koronavirüs Körfez’de patlak vermeden hemen evvel Şubat ayında Uluslararası Para Fonu (IMF), Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerinin 2 trilyon dolarlık rezervlerinin 2034’e kadar tükeneceği öngörüsünde bulunmuştu. O günden beri Riyad 45 milyar dolarlık nakdi harcayıp bitirdi.” denen yazıda, bu gidişat sürerse Suudi Arabistan’da devalüasyon yaşanacağı, hemen her şeyi ithal ettiğinden paranın değer kaybının reel gelirleri fena halde vuracağı vurgulanıyor.
Bu durumdan yetkililer de endişeli. Suudi Maliye Bakanı Muhammed el-Jadaan’ın “Dünyanın modern tarihte hiç şahit olmadığı bir krizle karşı karşıyayız” dediğini aktaran yazı şöyle devam ediyor:
“Hesapları dengelemek için Suudi Arabistan, memurlara geçim desteği olarak dağıttığı devlet yardımlarını askıya aldı, benzin fiyatlarını artırdı ve KDV’yi üç katına çıkardı. Buna rağmen bütçe açığı bu yıl 110 milyar doları aşabilir (GSYH’sinin %16’sı). Bunu bir de işletmeler, gelir ve topraklar üzerinde vergi artışı izleyebilir. Ancak vergileri yükseltmek (…) ticareti zora sokarak daha da azaltabilir. Kraliyet, umre ve hac ziyaretleri ile eğlence turizminde artış kaydederek petrol gelirindeki düşüşü kısmen de olsa telafi etmeyi umuyordu. Ama artık bu bir hayal.”
Halkın artan öfkesi
Yazıda buna karşı halkın öfkesinin giderek büyüdüğü anlatılıyor. “Suudiler, en çok da fakirleri vuran bu yeni vergilerden rahatsız. (…) Son 8 yılda kişi başına gelirin 5 bin 600 dolardan 4 bin doların altına düştüğü Cezayir’de protestocular sokaklara geri dönüyor. Bölge yöneticileri artık halkın sadakatini satın alabilecek durumda değiller.”
Öte yandan petrol üretici olmayan ülkelerde de durum pek farklı sayılmaz: “Pandeminin yolsuzluk ve çöken ekonomiye karşı aylarca süren gösterileri geçici olarak durdurduğu Lübnan’da protestolar yeniden başladı bile. (…) GSYH’nin bu yıl %13’ten fazla düşebileceği Lübnan’ın krizi, hizmet sektörü ile şişirilmiş bir finans sektörüne fazlaca bağımlı olan iç savaş sonrası iktisadi düzenin çözülmesinden kaynaklanıyor. Ancak Körfez’de gelirlerin ani düşüşü durumu daha da kötüleştirdi.”
“Enerji zengini devletlerden gelen işçi dövizleri tüm bölge için bir cankurtarandı” diyen yazıya göre, nüfusun neredeyse %3’üne tekabül eden 2,5 milyonu aşkın Mısırlı, petrol ihraç eden Arap ülkelerinde çalışıyor. Diğer ülkelerde ise bu rakam daha büyük: Lübnan ve Ürdün nüfusunun %5’i, Filistin topraklarında yaşayanların %9’u… “Gönderdikleri para, anavatanlarının ekonomilerinde büyük bir yekûn oluşturuyor. Ancak petrol geliri düştükçe, işçi dövizleri de düşecek.”
Toplumsal sözleşmeler alt üst olur mu?
Bu durumun işsiz vatandaşlarını iş bulup çalışmak üzere yurtdışına yollayan ülkelerde toplumsal sözleşmeleri altüst edeceğine dikkat çekiliyor. Lübnan gibi ülkelerde iç istihdam imkanları çok sınırlı olduğundan şimdiye kadar üniversite mezunu gençlerin çoğunun yurtdışında iş aradığı ve bunun da beyin göçünü hızlandırdığı vurgulanıyor. Mısır’ın şu an koronavirüsle mücadelede çırpınmasının nedenini yeterli doktor bulunmamasına bağlıyor; zira 2016’dan bu yana 10 bini aşkın Mısırlı doktor başta Körfez ülkeleri olmak üzere dışarıya göçmüş durumda.
“Petrol üreten ülkelerde fırsatların azalmasıyla birçok üniversite mezunu artık göç edemeyebilir. Ancak [maaşların oldukça düşük olduğu] kendi ülkeleri de onlara iyi bir hayat sağlayamaz durumda. (…) İşsiz mezunlar furyası toplumsal huzursuzluğa bir davetiyedir. Buna bir de sözleşmeleri bittiğinde evine dönmek zorunda kalacak vatandaşların akınını ekleyin.”
Yazıda işletmelerin de zarar göreceği anlatılıyor: “Petrol üreticileri diğer Arap ülkeleri için büyük birer pazar niteliğinde. 2018’de Mısır’ın ihracatının %21’i, Ürdün’ünkinin %32’si ve Lübnan’ınkinin %38’i petrol zengini ülkelereydi. Şirketler şüphesiz başka ticaret ortakları arayabilirler. Mısır zaten İtalya ve Türkiye’ye herhangi bir Arap ülkesine ihracatından çok daha fazlasını yapıyor. Ancak oralara sattığı ürünler (petrol ürünleri, metaller ve kimyasallar) Mısırlılar için çok az istihdam oluşturur türden. Bölge ülkeleri ise tarım, tekstil ve tüketici ürünleri gibi daha emek yoğun ürünler satın alıyorlar.”
Körfez’in servetindeki daralma hiç şüphesiz bölgedeki turizm sektörünü de vuracak. Analiz bu konuyu şöyle ele alıyor: “Ayrıca [petrol üreticisi ülkeler] artık daha az sayıda zengin turist gönderecekler. Lübnan’da sadece üç ülkeden (Kuveyt, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri) gelen ziyaretçiler, toplam turist harcamalarının yaklaşık üçte birini yapıyor. (…) Bu ülkeler gelir elde etmek için başka yerlerden turist çekmeye çalışabilir; ancak arka bahçelerindeki zengin turistlerin yerini başkalarıyla doldurabilmeleri zor olacaktır.”
Körfez’in Arap devletlerine desteği kötü bir yatırım mıydı?
Yazıda Körfez ülkelerinin bölgede etkin aktörlere dönüşmesinin yeni bir olgu olduğu da hatırlatılıyor: “Körfez ülkelerinin Ortadoğu’da güç ve nüfuz merkezi haline yükselişi tarihin bir tesadüfüdür. Buralar yüzyıllar boyunca hac ve inci ticareti ile geçinen geri kalmış topraklardı. Bölgenin hükümdarları büyük kadim Arap başkentlerinde bulunuyordu: Kahire ve Şam. Bu başkentler İsrail’e karşı savaşmış ve Arap milliyetçiliğinin öncüsü olmuşlardı. Beyrut da mali ve kültürel bir merkezdi.”
Hâlihazırda çöküş içindeki bu eski güçlerin nevzuhur aktörlerle [yani Körfez’le] ilişkisinin sanıldığı kadar pürüzsüz olmadığına da değiniliyor:
“Kuveyt, Suudi Arabistan ve BAE, Sisi’nin seçilmiş bir İslamcı hükümeti devirdiği Mısır’a 2013’ten sonra yaklaşık 30 milyar dolarlık yardım yaptı. Lübnan’daki Sünni liderlik uzun zamandır Körfez ülkelerine bağımlı olageldi. Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) son on yılda Ürdün’ü iki kez mali destekle kurtardı. Ancak son yıllarda bu fonlar kesilmeye başladı. Bu kısmen siyasi anlaşmazlıklardan kaynaklanıyor. Riyad veya Abu Dabi’den bakıldığında, bir zamanlar birçok Arap devletini sübvanse etmelerini şimdilerde kötü bir yatırım olarak görüyorlar. Suudiler, başarısızlığa mahkûm Yemen işgalini desteklemek için Sayın Sisi’nin asker göndermemesinden hayal kırıklığına uğradı; keza Lübnan’da Saad Hariri’nin İran destekli Hizbullah’a karşı fazlaca hoşgörüsünden de. Azalan bağışlar aynı zamanda azalan servetlerinin bir yansıması. Mısır son yıllarda hiç para almadı. Körfez’den hiç kimse Lübnan’ı kurtarmaya istekli görünmüyor.”
Gidişat geniş çaplı bir değişimin habercisi mi?
Yazıda bu gidişatın bölge siyasetinde çok daha geniş çaplı bir değişikliğin habercisi olabileceğine dikkat çekiliyor: “40 yıldır ABD, İran Körfezi’nden petrolün serbest akışını sürdürmek için askeri güç kullanmayı öngören Carter Doktrini’ni takip etti. Donald Trump’ın başkanlığında ise bu doktrin aşınmaya başladı. İran yapımı seyir füzeleri ve insansız hava araçları eylül ayında Suudi petrol tesislerini vurduğunda ABD adeta görmezden geldi. Haftalar sonra krallığa konuşlandırılan Patriot füze savunma bataryaları çoktan geri çekildi. Sayın Trump, Körfez dışıyla çok daha az meşgul; Rusya, Türkiye ve BAE’nin kontrol mücadelesi verdiği Libya’daki kaosu neredeyse görmezden gelecekti.”
“Dünya enerji kaynakları açısından merkeziliğini yitiren bir Ortadoğu, ABD için daha az önemli bir Ortadoğu olacaktır. Rusya boşlukları doldurabilir, ancak onun bölgesel çıkarları (…) dar kapsamlı. Arap Yarımadası’na bir güvenlik şemsiyesi uzatmak istemez ve muhtemelen bunu yapamaz da. Çin, sadece iktisadi faydalar gözeterek bölge siyasetinden uzak durmaya çalışıyor: Cezayir’de inşaat sözleşmeleri, Mısır’da liman imtiyazları, Körfez’de geniş çaplı anlaşmalar…”
Arap gençlere nerede yaşamak istediği sorulduğunda önemli bir kısmının -yolları asfaltlı, elektriği kesilmeyen ve polisi dürüst olan- BAE’yi tercih ettiği hatırlatılıyor ve yazı şu satırlarla son buluyor: “Tunuslu bir seyyar satıcının Arap baharının kıvılcımını ateşlemesinden neredeyse on yıl sonra buna neden olan hayal kırıklıkları aynen devam ediyor. Petrol çağının sona erişi bölgede değişimi beraberinde getirebilir. Ama daha önce acı getirecek.”
Bu yazı ilk kez 23 Temmuz 2020’de yayımlanmıştır.