Batı yıllarca Afrika’yı sömürdü. Peki ya Çin?

Çin Afrika’da tam olarak ne yapıyor? İlişkiler nasıl gelişti? Afrika’daki Çin etkisi sadece ekonomik mi? Afrika Çin’e borcunu nasıl ödüyor? Prof. Dr. Çağdaş Üngör yazdı.

Çin ve Hindistan gibi Asya ülkeleri 1990’lı ve 2000’li yıllarda yüz milyonlarca vatandaşını aşırı yoksulluk sınırından kurtardı. Birleşmiş Milletler (BM) istatistiklerine de yansıyan bu başarı, istikrarlı bir ekonomik büyüme grafiği tutturan bu iki nüfus devinin “küreselleşme sürecinin kazananı” olarak görülmesini sağladı.

Aynı yıllarda Afrika ülkeleri ise, BM’nin temiz içme suyundan okullaşmaya, temel sağlık hizmetlerinden yoksulluğun azaltılmasına kadar uzanan “Milenyum Kalkınma Hedeflerini” tutturmaya çalışıyordu. Topyekun bir genelleme yapmak doğru olmasa da, bu dönemde Afrika’da –özellikle yoksulluğun giderilmesi konusunda –arzu edilen hedeflere ulaşılamadığı bir gerçektir. Ve 21. yüzyılda Çin-Afrika ilişki dinamiklerini belirleyen genel arka planda bu “yükselenler, düşenler” hikayesinin önemli izleri olduğunu söylemek de mümkündür.

Çin – Afrika ilişkileri nasıl gelişti?

Çin-Afrika ilişkileri ekonomik anlamda çığır açıcı niteliğini 2000’li yıllarda kazandıysa da, bazı temel motifleri Mao Zedong yıllarında (1949-1976) zaten işlenmişti. Burada hem Çin’in savunduğu “Üçüncü Dünya dayanışması” ve “iç işlerine müdahale etmeme” gibi değerlerdeki söylemsel devamlılığı, hem de Zambiya-Tanzanya demiryolu projesi gibi bölge halkları için “kırk yıllık hatırı olan” somut ortaklıkları kast ediyorum.

Ancak bugünkü Çin-Afrika ilişkilerini elbette en çok Çin’de 1978’de başlayan piyasa reformları, 1990’lı yıllardaki çift haneli ekonomik büyüme ve ülkenin 2001 yılındaki Dünya Ticaret Örgütü üyeliği şekillendirdi.

Çin’in yükselişi, medyada önceleri Afrika pazarlarını “istila eden” ucuz ticaret malları üzerinden tartışılırken, son yıllarda giderek Çinli şirketlerin enerji ve doğal kaynaklar sahasındaki yatırımları ile gündeme geliyor. Bu tartışmanın odak noktası olan “Kuşak ve Yol İnisiyatifi” de, neredeyse tüm Afrika ülkelerinin katılımıyla, bölgedeki inşaat ve altyapı projelerini kendi çatısı altına toplamış durumda.

Afrika’daki Çin etkisi sadece ekonomik mi?

Bugün Afrika’daki Çin etkisi ekonomik sahaya hapsolmuş değil; medyadan sağlığa, kültürden güvenliğe kadar çok geniş bir yelpazeye yayılıyor.

Güney Afrika, Madagaskar ve Kenya gibi ülkelerdeki hatırı sayılır Çinli nüfus, bu etkinin geçici ve kısa vadeli olmadığını gösterir nitelikte.

Huawei ve ZTE gibi büyük teknoloji şirketleri, Afrika ülkelerinde telekomünikasyon altyapıları kuruyor;[efn_note]Tin Hinane El Kadi, “How Huawei’s localization in North Africa delivered mixed returns”, Carnegie Endowment for International Peace, 14 Nisan 2022. https://carnegieendowment.org/2022/04/14/how-huawei-s-localization-in-north-africa-delivered-mixed-returns-pub-86889[/efn_note] yeni nesil Çin şirketleri “akıllı kent” ya da “yeşil enerji” gibi alanlarda ortaklıklara giriyor.

COVID pandemisi döneminde Çin’in Afrika ülkelerine yaptığı aşı yardımları ve Çinli doktorların birkaç yıl önceki Ebola krizinde oynadığı rol, sağlık diplomasisinin de bu ilişkinin ayrılmaz bir parçası olduğunu gösterdi.

2012’de Nairobi’de Afrika şubesini açan China Global Television Network (CGTN) bölgede kalma niyetindeki bir Çin’in bunu ancak kamuoyu desteğiyle yapabileceğine dair bir ön kabul niteliğinde. CGTN Afrika, aynı zamanda, Batı medyasının savaş, hastalık, askerî darbe ve çatışma ağırlıklı Afrika haberlerine alternatif olarak, yerli halklara moral veren, “olumlu” bir habercilik yapma azminde. Pekin Radyosu’nun 1960’lı yıllarda Swahili ve Hausa gibi Afrika dillerinde yaptığı yayınlar, Çin’in bu çabasının yeni olmadığını gösteriyor.

Aynı şekilde, bugün Afrikalı öğrencilere tanınan eğitim ve burs olanakları da Çin’in Soğuk Savaş yıllarından miras. Geçmişte Afrika ülkelerindeki gerilla mücadelelerini destekleyen Çin, bugün bölgedeki BM barış gücü operasyonlarına yaptığı katkılarla anılıyor. Cibuti’deki askerî üssü çok tartışılsa da, Çin bugüne kadar uluslararası sorun ya da krizlerin çözümünde askerî güç kullanımından kaçınmış bir ülke.

Çin Afrika’da neden avantajlı?

Çin’in 21. yüzyılda Afrika’da giderek güçlenen varlığı, “yeni sömürgecilik” ya da “neo-emperyalizm” olarak tanımlanabilir mi? Çin, Batı medyasında söylendiği gibi, Afrika’nın petrol, maden gibi doğal rezervlerini “talan” mı ediyor?

Ekilebilir toprağı nüfusuna kıyasla az olan Çin, Afrika’yı bir tarımsal ürün ambarı olarak mı görüyor? Yoksul ülkelere ödeyemeyecekleri koşullarda borç verip bu ülkelerin liman, elektrik santrali, baraj gibi stratejik işletmelerini ele geçirme hedefi mi güdüyor?

Bu iddiaların bir kısmı ampirik veriler ışığında çürütüldüyse de,[efn_note]Deborah Brautigam (2020) A critical look at Chinese ‘debt-trap diplomacy’: the rise of a meme, Area Development and Policy, 5:1, 1-14, DOI: 10.1080/23792949.2019.1689828; Deborah Brautigam, Will Africa Feed China?, New York: Oxford University Press, 2015. https://www.theatlantic.com/international/archive/2021/02/china-debt-trap-diplomacy/617953/[/efn_note] “borç batağı” gibi tezler Çin ile jeopolitik rekabet içinde olan Hindistan, Japonya ve ABD gibi ülkelerde hâlâ makbul. Çin’in Afrika’daki ekonomik varlığının söz konusu ülkelere yarar sağlayıp sağlamadığı, buralarda yoksulluk ve istihdam üzerinde olumlu bir etki yapıp yapmadığı, cevabı ancak örnek vakaların detaylı incelenmesiyle bulunabilecek karmaşık sorular. Karşımızdaki rakamların büyüklüğü, bu konuda tüm Afrika için olumlu ya da olumsuz bir genelleme yapmayı imkansız kılıyor. Afrika’da Çin’e borçlanan ülke sayısı artsa da, bunun nedeni muhtemelen büyük bir komplo değil, bölge ülkelerindeki yönetişimin de dahil olduğu farklı birçok faktörün birleşimi.

Çinli diplomatlar, sömürgeci Avrupa’nın tarihsel yükünü taşımadıkları için kendilerini Afrika bağlamında Batılı meslektaşlarından çok farklı bir yerde görüyor. Bugünkü Çin-Afrika ilişkileri, klasik emperyalizm deneyiminin asli unsurlarından biri olan askerî güç, zor kullanımı gibi unsurları barındırmadığı için bu az buz bir fark da sayılmaz. Üstelik Afrika ülkeleri artık bağımsız; dolayısıyla yerel hükümetlerin iradesini bu denklemin dışında bırakmak, onları yok farz etmek yanlış olur.

Afrika’da Çin ile yapılan her anlaşmada, Çinli şirketlere verilen her ihalede bunu kendi çıkarına uygun bulan, bunda zarardan çok fayda gören bir siyasi liderlik var. Ve özellikle Sahra altı Afrika’da mevcut altyapı koşulları ve teknolojik donanımın bu ülkelere kendi kaynaklarını işleyecek imkan vermediği de ortada. Yani her halükarda dış desteğe ihtiyaç duyulan bir coğrafyadayız. Bu gerçeğe, bugüne kadar Batılı ülkelerin ya da uluslararası kurumların Afrika’ya yaptığı maddi yardımların beklenen faydayı sağlamadığını da eklemek gerek.

Afrika’daki birçok ülke altyapı, gıda, güvenlik ve kalkınma gibi alanlarda devasa sorunlar ile karşı karşıyayken, Çin’in Afrika’daki varlığını bütünüyle olumsuzlayan tahliller hakkaniyetli değil. Uluslararası örgütlerin ya da Batılı ülkelerin layıkıyla çözüm bulamadığı konularda –Afrika’da COVID pandemisinin doğurduğu sağlık krizinin Sinovac ve Sinopharm aşılarını alternatif haline getirmesi gibi – Çin’in devreye girmesi doğal, hatta yararlı.

Afrika’da faaliyet gösteren Çinli maden şirketlerinin vaktiyle Amerikan United Fruit Company’nin Latin Amerika’da oynadığı role benzer bir performans sergilediğini söylemek (en azından şimdilik) mümkün değil.

Afrika Çin’e borcunu nasıl ödüyor?

Öte yandan, Çin-Afrika ilişkilerinin, Beijing’in iddia ettiği gibi eşitler-arası, kazan-kazan formülünde bir ilişki olmadığı da açık.

Çin’in Afrika’daki ekonomik nüfuzunun siyasi nüfuza nasıl tahvil edildiğini bugün dahi gözlemleyebiliyoruz. Afrika ülkelerinin uluslararası platformlarda Çin’e verdiği destek (Tayvan, Hong Kong, Uygur meselesi gibi hassas konularda) ve Çin’in liderlik ettiği girişimlere (Asya Altyapı Yatırım Bankası vs.) üyelik konusunda gösterdiği heves, ortada yepyeni bir dış politika dinamiği olduğunu gösteriyor.

Sonuç olarak, dünyayı bekleyen esas tehlike, Çin’in Afrika ülkelerini borçlandırıp parsel parsel satın alacak olması değil, küresel ölçekte geçer akçe hale gelen “demokrasi olmayan kalkınma” modeli.

Çin’in yükselişi, beraberinde ihale ve finansal yardım anlaşmalarında gizliliğin standart haline geldiği, halkların karar-alma mekanizmasının dışında bırakıldığı, insan hakları ya da demokrasi gibi değerlerin “Batının işgüzarlığı” olarak kenara itildiği yeni bir dönemin habercisi. Bu da Çin’in Afrika politikasının çeperine sığmayacak kadar önemli bir sorun.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Ekim 2022’de yayımlanmıştır.

Çağdaş Üngör
Çağdaş Üngör
Prof. Dr. Çağdaş Üngör - Marmara Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Lisans eğitimini ODTÜ Uluslararası İlişkiler (1998), yüksek lisans eğitimini İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler (2004), doktorasını ise New York Eyalet Üniversitesi Binghamton Tarih Bölümü’nde tamamladı (2009). Çin Halk Cumhuriyeti'nin Wuhan ve Beijing kentlerinde Çince dil eğitimi aldı ve araştırma yaptı. Akademik ilgi alanları arasında modern Çin siyaseti ve dış politikası, Asya-Pasifik bölgesinde uluslararası ilişkiler, Soğuk Savaş tarihi, propaganda ve medya çalışmaları var.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Batı yıllarca Afrika’yı sömürdü. Peki ya Çin?

Çin Afrika’da tam olarak ne yapıyor? İlişkiler nasıl gelişti? Afrika’daki Çin etkisi sadece ekonomik mi? Afrika Çin’e borcunu nasıl ödüyor? Prof. Dr. Çağdaş Üngör yazdı.

Çin ve Hindistan gibi Asya ülkeleri 1990’lı ve 2000’li yıllarda yüz milyonlarca vatandaşını aşırı yoksulluk sınırından kurtardı. Birleşmiş Milletler (BM) istatistiklerine de yansıyan bu başarı, istikrarlı bir ekonomik büyüme grafiği tutturan bu iki nüfus devinin “küreselleşme sürecinin kazananı” olarak görülmesini sağladı.

Aynı yıllarda Afrika ülkeleri ise, BM’nin temiz içme suyundan okullaşmaya, temel sağlık hizmetlerinden yoksulluğun azaltılmasına kadar uzanan “Milenyum Kalkınma Hedeflerini” tutturmaya çalışıyordu. Topyekun bir genelleme yapmak doğru olmasa da, bu dönemde Afrika’da –özellikle yoksulluğun giderilmesi konusunda –arzu edilen hedeflere ulaşılamadığı bir gerçektir. Ve 21. yüzyılda Çin-Afrika ilişki dinamiklerini belirleyen genel arka planda bu “yükselenler, düşenler” hikayesinin önemli izleri olduğunu söylemek de mümkündür.

Çin – Afrika ilişkileri nasıl gelişti?

Çin-Afrika ilişkileri ekonomik anlamda çığır açıcı niteliğini 2000’li yıllarda kazandıysa da, bazı temel motifleri Mao Zedong yıllarında (1949-1976) zaten işlenmişti. Burada hem Çin’in savunduğu “Üçüncü Dünya dayanışması” ve “iç işlerine müdahale etmeme” gibi değerlerdeki söylemsel devamlılığı, hem de Zambiya-Tanzanya demiryolu projesi gibi bölge halkları için “kırk yıllık hatırı olan” somut ortaklıkları kast ediyorum.

Ancak bugünkü Çin-Afrika ilişkilerini elbette en çok Çin’de 1978’de başlayan piyasa reformları, 1990’lı yıllardaki çift haneli ekonomik büyüme ve ülkenin 2001 yılındaki Dünya Ticaret Örgütü üyeliği şekillendirdi.

Çin’in yükselişi, medyada önceleri Afrika pazarlarını “istila eden” ucuz ticaret malları üzerinden tartışılırken, son yıllarda giderek Çinli şirketlerin enerji ve doğal kaynaklar sahasındaki yatırımları ile gündeme geliyor. Bu tartışmanın odak noktası olan “Kuşak ve Yol İnisiyatifi” de, neredeyse tüm Afrika ülkelerinin katılımıyla, bölgedeki inşaat ve altyapı projelerini kendi çatısı altına toplamış durumda.

Afrika’daki Çin etkisi sadece ekonomik mi?

Bugün Afrika’daki Çin etkisi ekonomik sahaya hapsolmuş değil; medyadan sağlığa, kültürden güvenliğe kadar çok geniş bir yelpazeye yayılıyor.

Güney Afrika, Madagaskar ve Kenya gibi ülkelerdeki hatırı sayılır Çinli nüfus, bu etkinin geçici ve kısa vadeli olmadığını gösterir nitelikte.

Huawei ve ZTE gibi büyük teknoloji şirketleri, Afrika ülkelerinde telekomünikasyon altyapıları kuruyor;[efn_note]Tin Hinane El Kadi, “How Huawei’s localization in North Africa delivered mixed returns”, Carnegie Endowment for International Peace, 14 Nisan 2022. https://carnegieendowment.org/2022/04/14/how-huawei-s-localization-in-north-africa-delivered-mixed-returns-pub-86889[/efn_note] yeni nesil Çin şirketleri “akıllı kent” ya da “yeşil enerji” gibi alanlarda ortaklıklara giriyor.

COVID pandemisi döneminde Çin’in Afrika ülkelerine yaptığı aşı yardımları ve Çinli doktorların birkaç yıl önceki Ebola krizinde oynadığı rol, sağlık diplomasisinin de bu ilişkinin ayrılmaz bir parçası olduğunu gösterdi.

2012’de Nairobi’de Afrika şubesini açan China Global Television Network (CGTN) bölgede kalma niyetindeki bir Çin’in bunu ancak kamuoyu desteğiyle yapabileceğine dair bir ön kabul niteliğinde. CGTN Afrika, aynı zamanda, Batı medyasının savaş, hastalık, askerî darbe ve çatışma ağırlıklı Afrika haberlerine alternatif olarak, yerli halklara moral veren, “olumlu” bir habercilik yapma azminde. Pekin Radyosu’nun 1960’lı yıllarda Swahili ve Hausa gibi Afrika dillerinde yaptığı yayınlar, Çin’in bu çabasının yeni olmadığını gösteriyor.

Aynı şekilde, bugün Afrikalı öğrencilere tanınan eğitim ve burs olanakları da Çin’in Soğuk Savaş yıllarından miras. Geçmişte Afrika ülkelerindeki gerilla mücadelelerini destekleyen Çin, bugün bölgedeki BM barış gücü operasyonlarına yaptığı katkılarla anılıyor. Cibuti’deki askerî üssü çok tartışılsa da, Çin bugüne kadar uluslararası sorun ya da krizlerin çözümünde askerî güç kullanımından kaçınmış bir ülke.

Çin Afrika’da neden avantajlı?

Çin’in 21. yüzyılda Afrika’da giderek güçlenen varlığı, “yeni sömürgecilik” ya da “neo-emperyalizm” olarak tanımlanabilir mi? Çin, Batı medyasında söylendiği gibi, Afrika’nın petrol, maden gibi doğal rezervlerini “talan” mı ediyor?

Ekilebilir toprağı nüfusuna kıyasla az olan Çin, Afrika’yı bir tarımsal ürün ambarı olarak mı görüyor? Yoksul ülkelere ödeyemeyecekleri koşullarda borç verip bu ülkelerin liman, elektrik santrali, baraj gibi stratejik işletmelerini ele geçirme hedefi mi güdüyor?

Bu iddiaların bir kısmı ampirik veriler ışığında çürütüldüyse de,[efn_note]Deborah Brautigam (2020) A critical look at Chinese ‘debt-trap diplomacy’: the rise of a meme, Area Development and Policy, 5:1, 1-14, DOI: 10.1080/23792949.2019.1689828; Deborah Brautigam, Will Africa Feed China?, New York: Oxford University Press, 2015. https://www.theatlantic.com/international/archive/2021/02/china-debt-trap-diplomacy/617953/[/efn_note] “borç batağı” gibi tezler Çin ile jeopolitik rekabet içinde olan Hindistan, Japonya ve ABD gibi ülkelerde hâlâ makbul. Çin’in Afrika’daki ekonomik varlığının söz konusu ülkelere yarar sağlayıp sağlamadığı, buralarda yoksulluk ve istihdam üzerinde olumlu bir etki yapıp yapmadığı, cevabı ancak örnek vakaların detaylı incelenmesiyle bulunabilecek karmaşık sorular. Karşımızdaki rakamların büyüklüğü, bu konuda tüm Afrika için olumlu ya da olumsuz bir genelleme yapmayı imkansız kılıyor. Afrika’da Çin’e borçlanan ülke sayısı artsa da, bunun nedeni muhtemelen büyük bir komplo değil, bölge ülkelerindeki yönetişimin de dahil olduğu farklı birçok faktörün birleşimi.

Çinli diplomatlar, sömürgeci Avrupa’nın tarihsel yükünü taşımadıkları için kendilerini Afrika bağlamında Batılı meslektaşlarından çok farklı bir yerde görüyor. Bugünkü Çin-Afrika ilişkileri, klasik emperyalizm deneyiminin asli unsurlarından biri olan askerî güç, zor kullanımı gibi unsurları barındırmadığı için bu az buz bir fark da sayılmaz. Üstelik Afrika ülkeleri artık bağımsız; dolayısıyla yerel hükümetlerin iradesini bu denklemin dışında bırakmak, onları yok farz etmek yanlış olur.

Afrika’da Çin ile yapılan her anlaşmada, Çinli şirketlere verilen her ihalede bunu kendi çıkarına uygun bulan, bunda zarardan çok fayda gören bir siyasi liderlik var. Ve özellikle Sahra altı Afrika’da mevcut altyapı koşulları ve teknolojik donanımın bu ülkelere kendi kaynaklarını işleyecek imkan vermediği de ortada. Yani her halükarda dış desteğe ihtiyaç duyulan bir coğrafyadayız. Bu gerçeğe, bugüne kadar Batılı ülkelerin ya da uluslararası kurumların Afrika’ya yaptığı maddi yardımların beklenen faydayı sağlamadığını da eklemek gerek.

Afrika’daki birçok ülke altyapı, gıda, güvenlik ve kalkınma gibi alanlarda devasa sorunlar ile karşı karşıyayken, Çin’in Afrika’daki varlığını bütünüyle olumsuzlayan tahliller hakkaniyetli değil. Uluslararası örgütlerin ya da Batılı ülkelerin layıkıyla çözüm bulamadığı konularda –Afrika’da COVID pandemisinin doğurduğu sağlık krizinin Sinovac ve Sinopharm aşılarını alternatif haline getirmesi gibi – Çin’in devreye girmesi doğal, hatta yararlı.

Afrika’da faaliyet gösteren Çinli maden şirketlerinin vaktiyle Amerikan United Fruit Company’nin Latin Amerika’da oynadığı role benzer bir performans sergilediğini söylemek (en azından şimdilik) mümkün değil.

Afrika Çin’e borcunu nasıl ödüyor?

Öte yandan, Çin-Afrika ilişkilerinin, Beijing’in iddia ettiği gibi eşitler-arası, kazan-kazan formülünde bir ilişki olmadığı da açık.

Çin’in Afrika’daki ekonomik nüfuzunun siyasi nüfuza nasıl tahvil edildiğini bugün dahi gözlemleyebiliyoruz. Afrika ülkelerinin uluslararası platformlarda Çin’e verdiği destek (Tayvan, Hong Kong, Uygur meselesi gibi hassas konularda) ve Çin’in liderlik ettiği girişimlere (Asya Altyapı Yatırım Bankası vs.) üyelik konusunda gösterdiği heves, ortada yepyeni bir dış politika dinamiği olduğunu gösteriyor.

Sonuç olarak, dünyayı bekleyen esas tehlike, Çin’in Afrika ülkelerini borçlandırıp parsel parsel satın alacak olması değil, küresel ölçekte geçer akçe hale gelen “demokrasi olmayan kalkınma” modeli.

Çin’in yükselişi, beraberinde ihale ve finansal yardım anlaşmalarında gizliliğin standart haline geldiği, halkların karar-alma mekanizmasının dışında bırakıldığı, insan hakları ya da demokrasi gibi değerlerin “Batının işgüzarlığı” olarak kenara itildiği yeni bir dönemin habercisi. Bu da Çin’in Afrika politikasının çeperine sığmayacak kadar önemli bir sorun.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Ekim 2022’de yayımlanmıştır.

Çağdaş Üngör
Çağdaş Üngör
Prof. Dr. Çağdaş Üngör - Marmara Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Lisans eğitimini ODTÜ Uluslararası İlişkiler (1998), yüksek lisans eğitimini İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler (2004), doktorasını ise New York Eyalet Üniversitesi Binghamton Tarih Bölümü’nde tamamladı (2009). Çin Halk Cumhuriyeti'nin Wuhan ve Beijing kentlerinde Çince dil eğitimi aldı ve araştırma yaptı. Akademik ilgi alanları arasında modern Çin siyaseti ve dış politikası, Asya-Pasifik bölgesinde uluslararası ilişkiler, Soğuk Savaş tarihi, propaganda ve medya çalışmaları var.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x