Doğu Akdeniz’deki sorun ve bir çözüm önerisi

Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları gerginliğinin özü nedir, ne gibi çatışma riskleri taşıyor? Bir çözümü var mı? Benzeri deniz yetki alanları paylaşım mücadelesi nasıl yapılıyor? Örnek alınabilirler mi? Dr. A. Deniz Kutluk yazdı.

Geçtiğimiz yaz, 22 Temmuz günü, bir garip haber medyaya yayıldı. Konu, son yıllarda keşfedilen hidrokarbon kaynakları nedeniyle en büyük rekabet alanlarından biri haline gelen Doğu Akdeniz’di. Haber metninde, Türk gemisi Oruç Reis’in Doğu Akdeniz’de sismik araştırma yapacağı ancak bu işlemin Almanya ile yapılan bir doruk diplomasisi görüşmesi sonucunda durdurulduğu yazıyordu. Hatta kimi Alman gazetelerine göre bir “Türk-Yunan savaşı önlenmişti.” Oysa 2002’den bu yana Kıbrıs odaklı yaşanan deniz hukuku uzlaşmazlıkların bir parçası olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, KKTC ve Türkiye’nin deniz yetki alanındaki haklarını ihlal ediyor, yabancı şirketlere ruhsatlar verirken, sismik araştırmalar yaptırıyordu. Bu konuda yaptığı Birleşmiş Milletler (BM) nezdindeki uyarıları dikkate alınmayınca Türkiye yetenekli deniz araştırma ve sondaj gemileri tedarik ederek mukabelede bulunmaya başlamış ve bu adımlarına devam ediyordu.

Aslında Türkiye son 14 yıldır egemen kıta sahanlığı yetkilerini Birleşmiş Milletler’in ilgili birimine bildiriyordu[efn_note]Türkiye Doğu Akdeniz’de Kıta Sahanlığını haklarını BM nezdinde 2004, 2013, 2016, 2018, 2019 ve son olarak Libya-Türkiye MEB Anlaşmasından sonra kesin sınırları ile 18 Mart 2020’de tekrar tekrar ilan etmiştir.[/efn_note] yani Oruç Reis hamlesinin bir gerginlik yaratması için herhangi bir neden yoktu. Türkiye satın aldığı ya da imal ettiği sismik araştırma ve sondaj gemilerini de 2017’den bu yana Akdeniz’e gönderiyordu.

Gerilim ağustos ayında doruğa çıktı. Fransa ve Birleşik Arap Emirlikleri Yunanistan ile birlikte tatbikatlar yaptı, Fransa öncülüğünde AB ülkeleri Yunanistan’a desteklerini açıkladı. Türkiye de mukabele etti, silah kullanmaya hazır olduğunu gösteren işaretler verdi.

Konu aslında tipik bir kıta sahanlığı veya deniz yetki alanı anlaşmazlığı olarak gelişti. Kıta sahanlığı haklarını esasen ilk kez, 1945 yılında dönemin ABD Başkanı Harry Truman ortaya atmıştı. Kıta sahanlığı (KS) hakları, kıyıdaşa ait kıyı açığındaki deniz dibi ve altındaki petrol ve gaz hakları[efn_note]Teknik tabiriyle” cansız kaynaklar” (petrol ve gaz) deniz dibi ve dip toprağı altındaki kaynakları ifade eder ve Kıta Sahanlığı ayrıca deniz dibine yapışık (sedanter) türdeki bir iki canlı kaynak üzerindeki sahildar hakları için kullanılan bir terimdir.[/efn_note] üzerinde egemen yetkiler sağlamakla kalmayıp bunların ilan edilmesini de gereksiz kılan nitelikteki[efn_note]Bu durum Latince “ipso facto” ve “ab initio” terimleri ile özdeş açıklanmaktadır ki ipso facto: kendiliğinden, otomatik olarak (a Latin phrase, directly translated as “by the fact itself«) ve ab initio: başlangıçtan itibaren anlamlarını taşımaktadır.  Sahildarın Kıta Sahanlığı hakları fiili veya diğer şekillerde işgal edilmiş oluşlarına, ilan edilmiş oluşlarına bağımlı olmaksızın her zaman için sahildarındır.[/efn_note] haklar olarak tanımlanmıştı.

İlk kez 1958 yılında Cenevre’de toplanan BM Deniz Hukuku Konferansı’nda sahildarın bu hakkı kıyılarından 200 metrelik derinliklerin geçtiği eşit derinlik hattı[efn_note]İsobathmetric hat: her bir 200 metre derinlikteki noktaları birleştirip deniz haritalarında bunu gösteren bir hat.[/efn_note] mesafesine kadar uzatabilir olduğu kararlaştırılmıştı. Sonradan deniz ve okyanuslardaki düzeni büyük ölçüde yeniden yapılandıran ve bugün hâlâ geçerli olan 1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde[efn_note]Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS): UNCLOS- The UN Convention on th Law of the Sea. Sözleşmenin hazırlandığı Konferans süreci 1973-1982 arasında 9 yıl devam etmiştir.[/efn_note] ise kıta sahanlığı hakkı denize cephesi olan kıyılardan 200 deniz miline,[efn_note]Denizde mesafe birimi deniz milidir. 1 deniz mili= 1.852 metredir.[/efn_note] bazı durumlarda ise 350 deniz miline kadar[efn_note]Bu denli uzatılmaya imkân olan okyanuslara cephesi olan kıyısal yerlerde tatbik edilebilmektedir. Bu amaçla ilave üç metot kullanılır ve 200 deniz mili ötesinde m 76/8 uyarınca BM Kıta Sahanlığı Komisyonu denetimi de devreye girmektedir. Bu üç metot BMDHS m. 76/4-6’da yer almakta olup Okyanus Kıta yamacı ayağından 60 deniz mili uzağa kadar veya 2500 metre derinlik iso-batimetrik hattından 100 deniz mili açığa kadar veya sedimenter katmanlarının oluşturduğu okyanus tabanı eğiminin okyanus tabanıyla %1 derece açı ile birleştiği noktalara kadar Kıta Sahanlığı dış sınırı uzatılabilecektir. Derin denizlerdeki bu bilgiler Konferansların yürütüldüğü 1973-1982 arasında gelişmiş devletlerin okyanus dibi bilgi erişimleri yönünden yetersiz kalabileceği düşüncesiyle de sahildarın kıyılarından 350 deniz millik uzaklığa kadar bir mesafe kriteri ile de kabul edilmiştir.[/efn_note] sahildarın kıta sahanlığı hakkını uzatılabilmesine imkân verdi.

Dünyada benzer sorunlar nasıl çözülüyor?

Aslında dünya üzerinde pek çok deniz yetki alanları çatışması yaşanıyor, toplam sayı yaklaşık 400. Bunların 180’inin çözümlenme yolunda olduğuna dair bilgiler var.[efn_note]Currently 180 boundaries have been agreed upon, which is far less than the 400 boundaries that potentially exist, according to geographers. Ref: Report on the International Law Discussion Group at Chatham House on 14th February 2006.[/efn_note] Birleşmiş Milletler’in Deniz Hukuk ve Okyanus İşleri Bölümü (Division for Ocean Affairs and The Law of the Sea – DOALOS) adlı bölümü bu konuda geniş kaynaklar sağlıyor.[efn_note]UNCLOS Int. Cases. digest_website_version Int Boundries disputes.pdf[/efn_note]

Diğer yandan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ile kabul edilen zorunlu yargısal çözüm mekanizmaları[efn_note]UNCLOS-BMDHS ZORUNLU YARGI PRENSİP VE USULLERİ: Taraf Devletler bu Sözleşmenin yorum ve uygulanmasından doğan anlaşmazlıklarını «Barışçı Yollar» ile çözümlemek zorundadırlar. Bu anlaşmazlıklar çözüm için:
Bu Sözleşme uyarınca oluşturulan UA Deniz Hukuku Mahkemesine (ITLOS- the International Tribunal for the Law of the Sea established under the Convention) (Deniz Yatağı Maden İşletme Uzlaşmazlıklarında ayrıca tam yetkilidir); UAD ‘ne (the International Court of Justice), veya Tahkime (Arbitration) sunulmalıdırlar.
Arabuluculuk ayrıca mümkündür ve bazı şartlarda mecburidir. (Conciliation is also available and … in certain circumstances, submission to it would be compulsory.)[/efn_note] da bulunuyor. Bu mekanizmalar ancak Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olanlar için bağlayıcı sayılıyor. Bu çözüm mekanizmasının en dikkat çekici uygulaması, Filipinler ile Çin arasında yaşandı. Güney Çin Denizi’nde Çin, Tayvan, Vietnam, Filipinler, Malezya ve Brunei’nin tarafı olduğu anlaşmazlıkta konu yargıya taşındı. Filipinler, Güney Çin Denizi’nde Çin’in yaptığı suni adalar[efn_note]Çin’in Güney Çin denizi 9-Dash, U Shaped suni adalar uygulaması esas konu olarak ele alınmıştır. Bu bölgedeki deniz alanlarındaki uzlaşma altı devletin karıştığı son derece kompleks bir yapıdadır.[/efn_note] ile Filipinler’in Münhasır Ekonomik Bölgesi’ne (MEB) tecavüz ettiği iddiasını Daimi Tahkim Mahkemesi’ne götürdü. Çin’in itirazına rağmen, Zorunlu Hakem Heyeti yoluyla 2013-2016 arasında sorun çözüldü.

Bu davada verilen karar ile Ege Denizi uzlaşmazlığında da çok önemli olan “adalara” ilişkin Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi 121’inci maddesine 5 ilave kriter daha getirildi ve adaların Kıta Sahanlığı veya Ekonomik Bölge sahibi olması oldukça sağlam esaslara bağlandı.[efn_note]Shin-Min-Kao, “The South China Sea Disputes: A Good Analog to the Maritime Dispute Betwee Turkey and Greece in the Eastern Mediterranean”, Zoom Konferans dated 03 November 2020 (14:00-16:00) from Sun Yat-Sen University, Koahsiung, Taiwan[/efn_note] Halen Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi (ITLOS),[efn_note]BMDHS uyarınca kurulduğu 1997 yılından itibaren deniz hukuku ile ilgili toplam 29 dava ele almıştır. https://www.itlos.org/cases/list-of-cases/[/efn_note] Uluslararası Adalet Divanı[efn_note]UAD, 1949 yılından itibaren deniz hukuku ile ilgili toplam 41 dava görmüştür. https://www.icj-cij.org/en/list-of-all-cases[/efn_note] ve Uluslararası Daimî Hakem[efn_note]19’uncu yüzyıl sonunda kurulan bu mahkemede 1994 yılından itibaren BMDHS çerçevesinde davalar ele alınmıştır ve toplam 14 deniz hukuku davası bulunmaktadır. https://pca-cpa.org/en/cases/[/efn_note] (La Haye) Mahkemelerinde sayıları gittikçe artan uzlaşmazlık dosyaları çözümleniyor.[efn_note]Deniz Yetki Alanları Davalarından bazıları: Golf of Maine Delimitation Case (Canada vs. US, ICJ-1984); Delimitation of Maritime Areas St. Pierre vs Miguelan Case (Canada vs France, Arbitration- 1992); Qatar- Bahrein Maritime Delimitation Case (ICJ-2001); Eritrea-Yemen Maritime Delimitation Case (Int. Arbitration C.-1998); Serpents’ Islands Case (Ukraine vs Romania, ICJ-2009). Kıta Sahanlığı Davalarından bazıları: North Sea Continental Shelf Case (GE vs. Denmark; GE vs NL, ICJ-1969); France-UK Continental Shelf Case (Arbit. 1977)
Tunisia – Libya Continental Shelf Case (ICJ 1982); Libya- Malta Continental Shelf Case (ICJ- 1985) ve benzerleri. Ayrıca onlarca balıkçılık yetki davası (kamu) ve deniz ulaştırması konulu uzlaşmazlık davaları da UA Özel Hukuk alanında bu yargı yerlerinde ele alına gelmektedir.[/efn_note] Bunlar dışında ikili devlet müzakeresi ile de çözümlenmiş deniz yetki çatışması davaları da bulunuyor.

Sorun aslında neden kaynaklanıyor?

Yıllardır Doğu Akdeniz’de süren gerginlik ve rekabet, özellikle de Kasım 2019’da Türkiye’nin Libya’da Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Trablus hükümetiyle deniz yetki alanları anlaşması imzalamasıyla farklı bir boyuta taşındı. Akabinde, bu adımı bertaraf etmek için Yunanistan ve Mısır 6 Ağustos’ta bir anlaşmaya imza attı.

17 yıl boyunca nihayetlendirilemeyen ama 2020’de bir anda sonuca ulaştırılan Yunan-Mısır Münhasır Ekonomik Bölge[efn_note]MEB, EEZ- Exclusive Economic Zone: BMDHS 55-75’inci maddeleri arasında düzenlenmiş, Akdeniz gibi yarı kapalı Denizlerdeki uygulaması sözleşmenin 122 ve 123’üncü maddelerine göre yapılan yeni bir sahildar yetki alanıdır. Kıta Sahanlığı haklarını da kapsar. İlaveten deniz dibi ile deniz sathı arasındaki su sütununu da içerir. Bu su sütununa dair balıkçılık hakları (canlı kaynaklar) ile deniz bilimsel araştırmaları, kirlenme ile mücadele görevlerini sahildara yükler. Denizlerden elde edilecek rüzgar, akıntı ve med-cezir enerji kaynakları (dünyada uygulamaları vardır) bu hakkın içinde yer alır. Kıta sahanlığı hakkı “ilan gerektirmez (ipso facto, ab initio)” iken MEB hakları sahildarın “ilanına” tabidirler. İlan edilmeden bu hak kullanılamaz.[/efn_note] (MEB) uzlaşması, özünde Rodos-Girit adalarını birleştiren hayali bir hattın uzantısı ile Mısır kıyıları arasında çizilmiş görünüyor. Keşfedilen doğalgaz yatakları nedeniyle önemi sürekli artan Meis Adası konuya dahil edilmemişse de,[efn_note]13 Kasım günü Sisi ve Mitçotakis görüşmesinde Mitçotakis’in açıklaması “geçici MEB anlaşmasını” geliştirecekleri yolunda bir açıklamayı da içermiştir.[/efn_note] her iki devlet bu MEB anlaşmalarını Yasama Meclislerinden çabucak geçirip “onay sürecini” hızlandırdı.[efn_note]Sonraki adımları bunların diplomatik yol ile değişimi ve ardından BM’e Charter 102’inci maddesi uyarınca tescil edilmesi olacaktır. Yunanistan Mısır’dan 4 ay önce İtalya ile imzaladığı MEB anlaşmasını henüz meclisinde onaylatmamıştır. Bu acele niye o halde?[/efn_note]

İşin tuhaf yanı, şu ana kadar yapılmış veya BM’nin ilgili birimine duyurulmuş bir Yunan MEB iddiasının da bulunmaması… Türkiye ise aynı sahalar için bugüne dek altı defa BM’ye duyuruda bulundu. Fakat Yunanistan, iddiasını da tam ortaya koymadan, üstelik daha sınırları dahi belirli değilken, üstünde hak iddia ettiği deniz sahasını koruması için donanmasını “tüm unsurları ile” birlikte Doğu Akdeniz’e gönderdi.

Uluslararası hukuk yönünden bakıldığında da Yunan iddiaları temel dayanak yoksunu. Çünkü Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi deniz yetki alanlarını (MEB/KS ve Bitişik Bölge) “sahildarlara” bir hak olarak sağlıyor, oysa Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’e cephesi bulunan bir kıtası yok. Bazı Ege adalarının Doğu Akdeniz ile sınırları varsa da bunların “bağımsız birer devlet olmadıkça” deniz yetki alanları ürettiklerini iddia etmek çok garip.

Aksi bir durum uluslararası hukukta Adalar Devletleri (Arşipeller) için tanınmış bir haktır ancak Yunanistan bir Arşipel devleti değildir. Bu bağlamda Yunanistan’ın Türkiye ile “görüşmelerde” bulunmak istemesinin de sağlam gerekçesinin olmadığı daha da iyi anlaşılıyor.

1973’ten bu yana donmuş sorun

Diğer yandan Ege’de Türk-Yunan sorunları 1973’den bu yana dondurulmuş sayılabilecek bir konumda, kompleks ve iç içe geçmiş sorunlar yumağına dönüşmüş durumda.[efn_note]Karasularının genişliği, adaların aidiyeti, silahlandırılması, adalara KS/EEZ yetkisi tanınması/tanınmaması, hava sahası sorunları ve diğer benzerleri.[/efn_note]

Yargı yoluyla çözümlenmelerinin imkânı yok çünkü Yunanistan bu sorunların “tanımlanmasına” dahi karşı olduğu gibi konunun taşınabileceği Uluslararası Adalet Divanı’na koyduğu rezerv metni ile tüm Ege sorunlarında Divan’ın yargı yetkisini tanımadığını beyan etti.[efn_note]Önce 1984’de koyduğu ve 2015’e kadar sürdürdüğü Yunan UAD Yetki Kısıtlama Rezervasyonu metni 2015’de yenilenmiştir. Tam metni için bakınız: https://www.icj-cij.org/en/declarations/gr[/efn_note]

Konu Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması olduğunda bu denizde kıyıları uzun olanların, daha uzun hak sahibi olmaları doğaldır; bu noktada en uzun karşılıklı kıyıları olan devletler de Mısır ve Türkiye’dir. Türkiye ve Mısır arasında siyasi uyumsuzluk nedeni ile bu konuda bir anlaşma yapılamamış olması, diğer devletlerin manevralarına imkân sağlamış görünüyor.

Yunanistan ve Türkiye arasında 6 Ağustos 2020’de başlayan yeni deniz hukuku yetki çatışmasının tek başına görüşmeler yoluyla ele alınması da birkaç nedenle mümkün görünmüyor.

Bu nedenlerden ilki, Yunanistan’ın “Ege’yi tartışmam, her şey benimdir, senin olan D. Akdeniz’i krizler yaşatıp sahiplenirim” politik anlayışı.[efn_note]Benim olan benim, senin olanı tartışalım yaklaşımı…[/efn_note] Bunun kabulü ise mümkün değil.

Diğer bir çözüm tıkayıcı husus ise Doğu Akdeniz’in coğrafyasından ve jeopolitiğinden ortaya çıkıyor. Doğu Akdeniz deniz yetki alanları tartışmasını coğrafi olarak batıda Ege, doğuda ise Kıbrıs sınırlandırıyor. O halde bu iki sorun çözülmeden Doğu Akdeniz’de kalıcı çözüm sağlanması da mümkün değil. Gerginlikler yaşanması da kaçınılmaz.

Bir çözüm önerisi: Ege’de Lozan dengesinin uygulanması

Ege’nin çözümü Lozan Barış Antlaşması’nda öngörülen ve hukuken de geçerliliğini koruyan Ege dengesinin uygulanmasında aranabilir.

Bu dengeye göre 1923’de üç deniz mili genişliğindeki karasuları geçerliydi: Bu da hem Anadolu’nun üç mil içindeki adaların Türkiye’ye bırakılmasını hem de Ege açık deniz alanlarının %75’inin ortak kullanılmasını sağlıyordu. Bugün yine sağlamalıdır.

Adaların 1923’de doğru dürüst bir tanımı bile yapılmamıştı, ilk tanımlama 1958’de yapıldı. Adalar’a 1923 Lozan ile Kıta Sahanlığı hakkı, MEB hakkı ve hava sahası hakları tanınmamıştı. Sonradan bu hakları tanıyan 1958 ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne Türkiye taraf olmadı. Taraf olmadığı sözleşmelere dayanarak, Lozan Barış Anlaşması’nın “değiştirebilir” olduğunun düşünülmesi bile doğru olmaz. Kaldı ki, Türkiye Ege’de karasularının genişletilmesi hakkının teamüli-geleneksel uluslararası hukukun bir parçası olması halinde dahi kendisine karşı ileri sürülmesini çok uzun zamandır ısrarlı itirazcı”[efn_note]Persistent Objector[/efn_note] konumu ile reddediyor.

Öte yandan Ege’de, Lozan ve Paris Barış Anlaşmaları ile toplam 24 adanın egemenlikleri, silahsızlandırılmak kaydıyla yani “şartlı” olarak Yunanistan’a devredildi. Yunanistan ise bu adaların 16’sını alenen silahlandırdı ve geçmişte de olduğu gibi Türkiye’nin haklarını ihlal eden yapıda askerîleştirdi. Buna son vermediği taktirde bu adaların egemenliklerinin geri isteneceğinin Yunanistan’ın farkında olması sağlanmalıdır. Ancak bu şartlar altında Ege sorunu çözülebilir.

Dünyada 20 bölgede uygulanan çözüm ne?

Bu riskin Yunan iç kamuoyunda kabul görmesi zorlukları karşısında, bir dönem mesela 50 yıl beklenebilir. Bu dönem içindeyse Ege’deki Kıta Sahanlığı hakları “ortak işletim” yapacak bir petrol şirketine, şirketin kendi payı düşüldükten sonra kazançları eşit paylaştıracak şekilde pay etmek kaydıyla devredilebilir.

Bu 50 yıl içinde şunlar olabilir: Ege’de petrol ve gaz olmadığı anlaşılabilir veya tükenebilir ve mesele kendiliğinden çözülmüş olur. 50 yıl sonunda petrol ve gazın önemi kalmayabilir, yerini yenilenebilir enerji, hidrojen, füzyon veya diğer enerji şekillerine devredebilir, sorun kendiliğinden ortadan kalkmış olur. Bu arada nesillerin birbirine de nefreti azalmış olacağından sonraki dönemler daha kolay etkileşim ve iyi komşuluk yapılabilir hale gelir. Çözümler buralarda saklıdır.

Bu çözüm önerisi, dünyada en az 20 bölgede benzer sorunlarda işe yaradı.

Kıbrıs’ta ne olabilir?

Kıbrıs kısmına gelince, her iki tarafın da 52 yıldır sürdürdüğü siyasi yapıda, çözüm seçeneklerinde (federatif, konfederatif ve diğer) şu veya bu şekilde yer almalarının koşullarının bulunmadığı artık anlaşıldı.

O halde Ada’da iki ayrı kurulu devlet birbirlerini “tanıyabilir” ve iki bağımsız devlet olarak ilişkilerini sürdürebilirler. Bu arada birbirlerini de tanıyacak ve 1974 savaşı koşullarını yaratıp bu savaşı kaybedenler “savaş tazminatı ödemelerini” de içerecek bir “barış Anlaşması” ile ucu açık sorunlarını sonuçlandırabilirler. Sonrasında her iki kıyıdaş devlet kendi kıyıları açıklarında bulunan deniz yetki alanlarında istedikleri tasarrufları bağımsızca yerine getirebilir, bu da deniz yetki alanı çatışmasını sona erdirebilir.

KKTC’de son yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri bu çözüm yolunun hayata geçirilmesini sağlayacak şartları da oluşturdu. Aksi durumda Ada’da Rumların Türkleri ikinci sınıf vatandaş olarak kendi tebaalarına bağlamaları asıl amacı ile konunun daha fazla sürüncemede bırakılmasından bir sonuç çıkması olası değil. Kıbrıs’ta hukuk ve siyasi güç Türklerden yana.

Bir yandan dünyanın artan nüfusu ile 21’inci yüzyılda karalardaki kaynaklar tükenirken denizlerdeki kaynakların önemi artıyor. Bu gidişata göre uzlaşmazlıkların da artmasını beklemek, bunlara hazırlıklı olmak gerekiyor. Alternatif çözüm önerilerine odaklanmak bu büyük rekabette elimizi güçlendirebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 1 Aralık 2020’de yayımlanmıştır.

A. Deniz Kutluk
A. Deniz Kutluk
Dr. A. Deniz Kutluk – 39 yıl Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yaptıktan sonra 2008 yılında TSK’dan ve son görevi olan Genelkurmay Savunma Planlama ve Kaynak Yönetim Daire Başkanlığından Tümamiral rütbesi ile emekli oldu. Askerî akademik kurumların tamamından üstün derecelerle mezun oldu. Askerlik yaşamı boyunca eğitim aldığı Deniz Harp Okulu (1969); Deniz Harp Akademisi (1980); Silahlı Kuvvetler Akademisi (1984); İngiliz Kraliyet Akademisi’nden (1987) üstün derecelerle mezun oldu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi bölümünde Deniz Hukuku ve Kamu Yönetimi alanında yüksek lisans çalışması yaptı. Ardından doktora çalışmasını Ankara Üniversitesi’nde sosyal çevre alanında tamamladı. Petrol boru hatları, deniz hukuku, çevresel güvenlik alanındaki doktora tezi yayınladı. TSK’dan emekliliği sonrası özel sektörde çalışırken FETÖ marifetiyle Balyoz Davası içine sokularak yargılandı, dört yıla yakın bir süre Silivri Cezaevi’nde kaldıktan sonra beraat etti. O dönemde başladığı Hukuk Ön Lisansını 2016’da Anadolu Üniversitesi bünyesinde üstün derece ile bitirdi. Halen iki üniversitede (A. Ü. ve MSB) yüksek lisans programlarında Deniz Hukuku dersi veriyor, aynı zamanda Anka Strateji Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığını (Ankastrader) yürütüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Doğu Akdeniz’deki sorun ve bir çözüm önerisi

Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları gerginliğinin özü nedir, ne gibi çatışma riskleri taşıyor? Bir çözümü var mı? Benzeri deniz yetki alanları paylaşım mücadelesi nasıl yapılıyor? Örnek alınabilirler mi? Dr. A. Deniz Kutluk yazdı.

Geçtiğimiz yaz, 22 Temmuz günü, bir garip haber medyaya yayıldı. Konu, son yıllarda keşfedilen hidrokarbon kaynakları nedeniyle en büyük rekabet alanlarından biri haline gelen Doğu Akdeniz’di. Haber metninde, Türk gemisi Oruç Reis’in Doğu Akdeniz’de sismik araştırma yapacağı ancak bu işlemin Almanya ile yapılan bir doruk diplomasisi görüşmesi sonucunda durdurulduğu yazıyordu. Hatta kimi Alman gazetelerine göre bir “Türk-Yunan savaşı önlenmişti.” Oysa 2002’den bu yana Kıbrıs odaklı yaşanan deniz hukuku uzlaşmazlıkların bir parçası olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, KKTC ve Türkiye’nin deniz yetki alanındaki haklarını ihlal ediyor, yabancı şirketlere ruhsatlar verirken, sismik araştırmalar yaptırıyordu. Bu konuda yaptığı Birleşmiş Milletler (BM) nezdindeki uyarıları dikkate alınmayınca Türkiye yetenekli deniz araştırma ve sondaj gemileri tedarik ederek mukabelede bulunmaya başlamış ve bu adımlarına devam ediyordu.

Aslında Türkiye son 14 yıldır egemen kıta sahanlığı yetkilerini Birleşmiş Milletler’in ilgili birimine bildiriyordu[efn_note]Türkiye Doğu Akdeniz’de Kıta Sahanlığını haklarını BM nezdinde 2004, 2013, 2016, 2018, 2019 ve son olarak Libya-Türkiye MEB Anlaşmasından sonra kesin sınırları ile 18 Mart 2020’de tekrar tekrar ilan etmiştir.[/efn_note] yani Oruç Reis hamlesinin bir gerginlik yaratması için herhangi bir neden yoktu. Türkiye satın aldığı ya da imal ettiği sismik araştırma ve sondaj gemilerini de 2017’den bu yana Akdeniz’e gönderiyordu.

Gerilim ağustos ayında doruğa çıktı. Fransa ve Birleşik Arap Emirlikleri Yunanistan ile birlikte tatbikatlar yaptı, Fransa öncülüğünde AB ülkeleri Yunanistan’a desteklerini açıkladı. Türkiye de mukabele etti, silah kullanmaya hazır olduğunu gösteren işaretler verdi.

Konu aslında tipik bir kıta sahanlığı veya deniz yetki alanı anlaşmazlığı olarak gelişti. Kıta sahanlığı haklarını esasen ilk kez, 1945 yılında dönemin ABD Başkanı Harry Truman ortaya atmıştı. Kıta sahanlığı (KS) hakları, kıyıdaşa ait kıyı açığındaki deniz dibi ve altındaki petrol ve gaz hakları[efn_note]Teknik tabiriyle” cansız kaynaklar” (petrol ve gaz) deniz dibi ve dip toprağı altındaki kaynakları ifade eder ve Kıta Sahanlığı ayrıca deniz dibine yapışık (sedanter) türdeki bir iki canlı kaynak üzerindeki sahildar hakları için kullanılan bir terimdir.[/efn_note] üzerinde egemen yetkiler sağlamakla kalmayıp bunların ilan edilmesini de gereksiz kılan nitelikteki[efn_note]Bu durum Latince “ipso facto” ve “ab initio” terimleri ile özdeş açıklanmaktadır ki ipso facto: kendiliğinden, otomatik olarak (a Latin phrase, directly translated as “by the fact itself«) ve ab initio: başlangıçtan itibaren anlamlarını taşımaktadır.  Sahildarın Kıta Sahanlığı hakları fiili veya diğer şekillerde işgal edilmiş oluşlarına, ilan edilmiş oluşlarına bağımlı olmaksızın her zaman için sahildarındır.[/efn_note] haklar olarak tanımlanmıştı.

İlk kez 1958 yılında Cenevre’de toplanan BM Deniz Hukuku Konferansı’nda sahildarın bu hakkı kıyılarından 200 metrelik derinliklerin geçtiği eşit derinlik hattı[efn_note]İsobathmetric hat: her bir 200 metre derinlikteki noktaları birleştirip deniz haritalarında bunu gösteren bir hat.[/efn_note] mesafesine kadar uzatabilir olduğu kararlaştırılmıştı. Sonradan deniz ve okyanuslardaki düzeni büyük ölçüde yeniden yapılandıran ve bugün hâlâ geçerli olan 1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde[efn_note]Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS): UNCLOS- The UN Convention on th Law of the Sea. Sözleşmenin hazırlandığı Konferans süreci 1973-1982 arasında 9 yıl devam etmiştir.[/efn_note] ise kıta sahanlığı hakkı denize cephesi olan kıyılardan 200 deniz miline,[efn_note]Denizde mesafe birimi deniz milidir. 1 deniz mili= 1.852 metredir.[/efn_note] bazı durumlarda ise 350 deniz miline kadar[efn_note]Bu denli uzatılmaya imkân olan okyanuslara cephesi olan kıyısal yerlerde tatbik edilebilmektedir. Bu amaçla ilave üç metot kullanılır ve 200 deniz mili ötesinde m 76/8 uyarınca BM Kıta Sahanlığı Komisyonu denetimi de devreye girmektedir. Bu üç metot BMDHS m. 76/4-6’da yer almakta olup Okyanus Kıta yamacı ayağından 60 deniz mili uzağa kadar veya 2500 metre derinlik iso-batimetrik hattından 100 deniz mili açığa kadar veya sedimenter katmanlarının oluşturduğu okyanus tabanı eğiminin okyanus tabanıyla %1 derece açı ile birleştiği noktalara kadar Kıta Sahanlığı dış sınırı uzatılabilecektir. Derin denizlerdeki bu bilgiler Konferansların yürütüldüğü 1973-1982 arasında gelişmiş devletlerin okyanus dibi bilgi erişimleri yönünden yetersiz kalabileceği düşüncesiyle de sahildarın kıyılarından 350 deniz millik uzaklığa kadar bir mesafe kriteri ile de kabul edilmiştir.[/efn_note] sahildarın kıta sahanlığı hakkını uzatılabilmesine imkân verdi.

Dünyada benzer sorunlar nasıl çözülüyor?

Aslında dünya üzerinde pek çok deniz yetki alanları çatışması yaşanıyor, toplam sayı yaklaşık 400. Bunların 180’inin çözümlenme yolunda olduğuna dair bilgiler var.[efn_note]Currently 180 boundaries have been agreed upon, which is far less than the 400 boundaries that potentially exist, according to geographers. Ref: Report on the International Law Discussion Group at Chatham House on 14th February 2006.[/efn_note] Birleşmiş Milletler’in Deniz Hukuk ve Okyanus İşleri Bölümü (Division for Ocean Affairs and The Law of the Sea – DOALOS) adlı bölümü bu konuda geniş kaynaklar sağlıyor.[efn_note]UNCLOS Int. Cases. digest_website_version Int Boundries disputes.pdf[/efn_note]

Diğer yandan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ile kabul edilen zorunlu yargısal çözüm mekanizmaları[efn_note]UNCLOS-BMDHS ZORUNLU YARGI PRENSİP VE USULLERİ: Taraf Devletler bu Sözleşmenin yorum ve uygulanmasından doğan anlaşmazlıklarını «Barışçı Yollar» ile çözümlemek zorundadırlar. Bu anlaşmazlıklar çözüm için:
Bu Sözleşme uyarınca oluşturulan UA Deniz Hukuku Mahkemesine (ITLOS- the International Tribunal for the Law of the Sea established under the Convention) (Deniz Yatağı Maden İşletme Uzlaşmazlıklarında ayrıca tam yetkilidir); UAD ‘ne (the International Court of Justice), veya Tahkime (Arbitration) sunulmalıdırlar.
Arabuluculuk ayrıca mümkündür ve bazı şartlarda mecburidir. (Conciliation is also available and … in certain circumstances, submission to it would be compulsory.)[/efn_note] da bulunuyor. Bu mekanizmalar ancak Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olanlar için bağlayıcı sayılıyor. Bu çözüm mekanizmasının en dikkat çekici uygulaması, Filipinler ile Çin arasında yaşandı. Güney Çin Denizi’nde Çin, Tayvan, Vietnam, Filipinler, Malezya ve Brunei’nin tarafı olduğu anlaşmazlıkta konu yargıya taşındı. Filipinler, Güney Çin Denizi’nde Çin’in yaptığı suni adalar[efn_note]Çin’in Güney Çin denizi 9-Dash, U Shaped suni adalar uygulaması esas konu olarak ele alınmıştır. Bu bölgedeki deniz alanlarındaki uzlaşma altı devletin karıştığı son derece kompleks bir yapıdadır.[/efn_note] ile Filipinler’in Münhasır Ekonomik Bölgesi’ne (MEB) tecavüz ettiği iddiasını Daimi Tahkim Mahkemesi’ne götürdü. Çin’in itirazına rağmen, Zorunlu Hakem Heyeti yoluyla 2013-2016 arasında sorun çözüldü.

Bu davada verilen karar ile Ege Denizi uzlaşmazlığında da çok önemli olan “adalara” ilişkin Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi 121’inci maddesine 5 ilave kriter daha getirildi ve adaların Kıta Sahanlığı veya Ekonomik Bölge sahibi olması oldukça sağlam esaslara bağlandı.[efn_note]Shin-Min-Kao, “The South China Sea Disputes: A Good Analog to the Maritime Dispute Betwee Turkey and Greece in the Eastern Mediterranean”, Zoom Konferans dated 03 November 2020 (14:00-16:00) from Sun Yat-Sen University, Koahsiung, Taiwan[/efn_note] Halen Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi (ITLOS),[efn_note]BMDHS uyarınca kurulduğu 1997 yılından itibaren deniz hukuku ile ilgili toplam 29 dava ele almıştır. https://www.itlos.org/cases/list-of-cases/[/efn_note] Uluslararası Adalet Divanı[efn_note]UAD, 1949 yılından itibaren deniz hukuku ile ilgili toplam 41 dava görmüştür. https://www.icj-cij.org/en/list-of-all-cases[/efn_note] ve Uluslararası Daimî Hakem[efn_note]19’uncu yüzyıl sonunda kurulan bu mahkemede 1994 yılından itibaren BMDHS çerçevesinde davalar ele alınmıştır ve toplam 14 deniz hukuku davası bulunmaktadır. https://pca-cpa.org/en/cases/[/efn_note] (La Haye) Mahkemelerinde sayıları gittikçe artan uzlaşmazlık dosyaları çözümleniyor.[efn_note]Deniz Yetki Alanları Davalarından bazıları: Golf of Maine Delimitation Case (Canada vs. US, ICJ-1984); Delimitation of Maritime Areas St. Pierre vs Miguelan Case (Canada vs France, Arbitration- 1992); Qatar- Bahrein Maritime Delimitation Case (ICJ-2001); Eritrea-Yemen Maritime Delimitation Case (Int. Arbitration C.-1998); Serpents’ Islands Case (Ukraine vs Romania, ICJ-2009). Kıta Sahanlığı Davalarından bazıları: North Sea Continental Shelf Case (GE vs. Denmark; GE vs NL, ICJ-1969); France-UK Continental Shelf Case (Arbit. 1977)
Tunisia – Libya Continental Shelf Case (ICJ 1982); Libya- Malta Continental Shelf Case (ICJ- 1985) ve benzerleri. Ayrıca onlarca balıkçılık yetki davası (kamu) ve deniz ulaştırması konulu uzlaşmazlık davaları da UA Özel Hukuk alanında bu yargı yerlerinde ele alına gelmektedir.[/efn_note] Bunlar dışında ikili devlet müzakeresi ile de çözümlenmiş deniz yetki çatışması davaları da bulunuyor.

Sorun aslında neden kaynaklanıyor?

Yıllardır Doğu Akdeniz’de süren gerginlik ve rekabet, özellikle de Kasım 2019’da Türkiye’nin Libya’da Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Trablus hükümetiyle deniz yetki alanları anlaşması imzalamasıyla farklı bir boyuta taşındı. Akabinde, bu adımı bertaraf etmek için Yunanistan ve Mısır 6 Ağustos’ta bir anlaşmaya imza attı.

17 yıl boyunca nihayetlendirilemeyen ama 2020’de bir anda sonuca ulaştırılan Yunan-Mısır Münhasır Ekonomik Bölge[efn_note]MEB, EEZ- Exclusive Economic Zone: BMDHS 55-75’inci maddeleri arasında düzenlenmiş, Akdeniz gibi yarı kapalı Denizlerdeki uygulaması sözleşmenin 122 ve 123’üncü maddelerine göre yapılan yeni bir sahildar yetki alanıdır. Kıta Sahanlığı haklarını da kapsar. İlaveten deniz dibi ile deniz sathı arasındaki su sütununu da içerir. Bu su sütununa dair balıkçılık hakları (canlı kaynaklar) ile deniz bilimsel araştırmaları, kirlenme ile mücadele görevlerini sahildara yükler. Denizlerden elde edilecek rüzgar, akıntı ve med-cezir enerji kaynakları (dünyada uygulamaları vardır) bu hakkın içinde yer alır. Kıta sahanlığı hakkı “ilan gerektirmez (ipso facto, ab initio)” iken MEB hakları sahildarın “ilanına” tabidirler. İlan edilmeden bu hak kullanılamaz.[/efn_note] (MEB) uzlaşması, özünde Rodos-Girit adalarını birleştiren hayali bir hattın uzantısı ile Mısır kıyıları arasında çizilmiş görünüyor. Keşfedilen doğalgaz yatakları nedeniyle önemi sürekli artan Meis Adası konuya dahil edilmemişse de,[efn_note]13 Kasım günü Sisi ve Mitçotakis görüşmesinde Mitçotakis’in açıklaması “geçici MEB anlaşmasını” geliştirecekleri yolunda bir açıklamayı da içermiştir.[/efn_note] her iki devlet bu MEB anlaşmalarını Yasama Meclislerinden çabucak geçirip “onay sürecini” hızlandırdı.[efn_note]Sonraki adımları bunların diplomatik yol ile değişimi ve ardından BM’e Charter 102’inci maddesi uyarınca tescil edilmesi olacaktır. Yunanistan Mısır’dan 4 ay önce İtalya ile imzaladığı MEB anlaşmasını henüz meclisinde onaylatmamıştır. Bu acele niye o halde?[/efn_note]

İşin tuhaf yanı, şu ana kadar yapılmış veya BM’nin ilgili birimine duyurulmuş bir Yunan MEB iddiasının da bulunmaması… Türkiye ise aynı sahalar için bugüne dek altı defa BM’ye duyuruda bulundu. Fakat Yunanistan, iddiasını da tam ortaya koymadan, üstelik daha sınırları dahi belirli değilken, üstünde hak iddia ettiği deniz sahasını koruması için donanmasını “tüm unsurları ile” birlikte Doğu Akdeniz’e gönderdi.

Uluslararası hukuk yönünden bakıldığında da Yunan iddiaları temel dayanak yoksunu. Çünkü Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi deniz yetki alanlarını (MEB/KS ve Bitişik Bölge) “sahildarlara” bir hak olarak sağlıyor, oysa Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’e cephesi bulunan bir kıtası yok. Bazı Ege adalarının Doğu Akdeniz ile sınırları varsa da bunların “bağımsız birer devlet olmadıkça” deniz yetki alanları ürettiklerini iddia etmek çok garip.

Aksi bir durum uluslararası hukukta Adalar Devletleri (Arşipeller) için tanınmış bir haktır ancak Yunanistan bir Arşipel devleti değildir. Bu bağlamda Yunanistan’ın Türkiye ile “görüşmelerde” bulunmak istemesinin de sağlam gerekçesinin olmadığı daha da iyi anlaşılıyor.

1973’ten bu yana donmuş sorun

Diğer yandan Ege’de Türk-Yunan sorunları 1973’den bu yana dondurulmuş sayılabilecek bir konumda, kompleks ve iç içe geçmiş sorunlar yumağına dönüşmüş durumda.[efn_note]Karasularının genişliği, adaların aidiyeti, silahlandırılması, adalara KS/EEZ yetkisi tanınması/tanınmaması, hava sahası sorunları ve diğer benzerleri.[/efn_note]

Yargı yoluyla çözümlenmelerinin imkânı yok çünkü Yunanistan bu sorunların “tanımlanmasına” dahi karşı olduğu gibi konunun taşınabileceği Uluslararası Adalet Divanı’na koyduğu rezerv metni ile tüm Ege sorunlarında Divan’ın yargı yetkisini tanımadığını beyan etti.[efn_note]Önce 1984’de koyduğu ve 2015’e kadar sürdürdüğü Yunan UAD Yetki Kısıtlama Rezervasyonu metni 2015’de yenilenmiştir. Tam metni için bakınız: https://www.icj-cij.org/en/declarations/gr[/efn_note]

Konu Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması olduğunda bu denizde kıyıları uzun olanların, daha uzun hak sahibi olmaları doğaldır; bu noktada en uzun karşılıklı kıyıları olan devletler de Mısır ve Türkiye’dir. Türkiye ve Mısır arasında siyasi uyumsuzluk nedeni ile bu konuda bir anlaşma yapılamamış olması, diğer devletlerin manevralarına imkân sağlamış görünüyor.

Yunanistan ve Türkiye arasında 6 Ağustos 2020’de başlayan yeni deniz hukuku yetki çatışmasının tek başına görüşmeler yoluyla ele alınması da birkaç nedenle mümkün görünmüyor.

Bu nedenlerden ilki, Yunanistan’ın “Ege’yi tartışmam, her şey benimdir, senin olan D. Akdeniz’i krizler yaşatıp sahiplenirim” politik anlayışı.[efn_note]Benim olan benim, senin olanı tartışalım yaklaşımı…[/efn_note] Bunun kabulü ise mümkün değil.

Diğer bir çözüm tıkayıcı husus ise Doğu Akdeniz’in coğrafyasından ve jeopolitiğinden ortaya çıkıyor. Doğu Akdeniz deniz yetki alanları tartışmasını coğrafi olarak batıda Ege, doğuda ise Kıbrıs sınırlandırıyor. O halde bu iki sorun çözülmeden Doğu Akdeniz’de kalıcı çözüm sağlanması da mümkün değil. Gerginlikler yaşanması da kaçınılmaz.

Bir çözüm önerisi: Ege’de Lozan dengesinin uygulanması

Ege’nin çözümü Lozan Barış Antlaşması’nda öngörülen ve hukuken de geçerliliğini koruyan Ege dengesinin uygulanmasında aranabilir.

Bu dengeye göre 1923’de üç deniz mili genişliğindeki karasuları geçerliydi: Bu da hem Anadolu’nun üç mil içindeki adaların Türkiye’ye bırakılmasını hem de Ege açık deniz alanlarının %75’inin ortak kullanılmasını sağlıyordu. Bugün yine sağlamalıdır.

Adaların 1923’de doğru dürüst bir tanımı bile yapılmamıştı, ilk tanımlama 1958’de yapıldı. Adalar’a 1923 Lozan ile Kıta Sahanlığı hakkı, MEB hakkı ve hava sahası hakları tanınmamıştı. Sonradan bu hakları tanıyan 1958 ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne Türkiye taraf olmadı. Taraf olmadığı sözleşmelere dayanarak, Lozan Barış Anlaşması’nın “değiştirebilir” olduğunun düşünülmesi bile doğru olmaz. Kaldı ki, Türkiye Ege’de karasularının genişletilmesi hakkının teamüli-geleneksel uluslararası hukukun bir parçası olması halinde dahi kendisine karşı ileri sürülmesini çok uzun zamandır ısrarlı itirazcı”[efn_note]Persistent Objector[/efn_note] konumu ile reddediyor.

Öte yandan Ege’de, Lozan ve Paris Barış Anlaşmaları ile toplam 24 adanın egemenlikleri, silahsızlandırılmak kaydıyla yani “şartlı” olarak Yunanistan’a devredildi. Yunanistan ise bu adaların 16’sını alenen silahlandırdı ve geçmişte de olduğu gibi Türkiye’nin haklarını ihlal eden yapıda askerîleştirdi. Buna son vermediği taktirde bu adaların egemenliklerinin geri isteneceğinin Yunanistan’ın farkında olması sağlanmalıdır. Ancak bu şartlar altında Ege sorunu çözülebilir.

Dünyada 20 bölgede uygulanan çözüm ne?

Bu riskin Yunan iç kamuoyunda kabul görmesi zorlukları karşısında, bir dönem mesela 50 yıl beklenebilir. Bu dönem içindeyse Ege’deki Kıta Sahanlığı hakları “ortak işletim” yapacak bir petrol şirketine, şirketin kendi payı düşüldükten sonra kazançları eşit paylaştıracak şekilde pay etmek kaydıyla devredilebilir.

Bu 50 yıl içinde şunlar olabilir: Ege’de petrol ve gaz olmadığı anlaşılabilir veya tükenebilir ve mesele kendiliğinden çözülmüş olur. 50 yıl sonunda petrol ve gazın önemi kalmayabilir, yerini yenilenebilir enerji, hidrojen, füzyon veya diğer enerji şekillerine devredebilir, sorun kendiliğinden ortadan kalkmış olur. Bu arada nesillerin birbirine de nefreti azalmış olacağından sonraki dönemler daha kolay etkileşim ve iyi komşuluk yapılabilir hale gelir. Çözümler buralarda saklıdır.

Bu çözüm önerisi, dünyada en az 20 bölgede benzer sorunlarda işe yaradı.

Kıbrıs’ta ne olabilir?

Kıbrıs kısmına gelince, her iki tarafın da 52 yıldır sürdürdüğü siyasi yapıda, çözüm seçeneklerinde (federatif, konfederatif ve diğer) şu veya bu şekilde yer almalarının koşullarının bulunmadığı artık anlaşıldı.

O halde Ada’da iki ayrı kurulu devlet birbirlerini “tanıyabilir” ve iki bağımsız devlet olarak ilişkilerini sürdürebilirler. Bu arada birbirlerini de tanıyacak ve 1974 savaşı koşullarını yaratıp bu savaşı kaybedenler “savaş tazminatı ödemelerini” de içerecek bir “barış Anlaşması” ile ucu açık sorunlarını sonuçlandırabilirler. Sonrasında her iki kıyıdaş devlet kendi kıyıları açıklarında bulunan deniz yetki alanlarında istedikleri tasarrufları bağımsızca yerine getirebilir, bu da deniz yetki alanı çatışmasını sona erdirebilir.

KKTC’de son yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri bu çözüm yolunun hayata geçirilmesini sağlayacak şartları da oluşturdu. Aksi durumda Ada’da Rumların Türkleri ikinci sınıf vatandaş olarak kendi tebaalarına bağlamaları asıl amacı ile konunun daha fazla sürüncemede bırakılmasından bir sonuç çıkması olası değil. Kıbrıs’ta hukuk ve siyasi güç Türklerden yana.

Bir yandan dünyanın artan nüfusu ile 21’inci yüzyılda karalardaki kaynaklar tükenirken denizlerdeki kaynakların önemi artıyor. Bu gidişata göre uzlaşmazlıkların da artmasını beklemek, bunlara hazırlıklı olmak gerekiyor. Alternatif çözüm önerilerine odaklanmak bu büyük rekabette elimizi güçlendirebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 1 Aralık 2020’de yayımlanmıştır.

A. Deniz Kutluk
A. Deniz Kutluk
Dr. A. Deniz Kutluk – 39 yıl Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yaptıktan sonra 2008 yılında TSK’dan ve son görevi olan Genelkurmay Savunma Planlama ve Kaynak Yönetim Daire Başkanlığından Tümamiral rütbesi ile emekli oldu. Askerî akademik kurumların tamamından üstün derecelerle mezun oldu. Askerlik yaşamı boyunca eğitim aldığı Deniz Harp Okulu (1969); Deniz Harp Akademisi (1980); Silahlı Kuvvetler Akademisi (1984); İngiliz Kraliyet Akademisi’nden (1987) üstün derecelerle mezun oldu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi bölümünde Deniz Hukuku ve Kamu Yönetimi alanında yüksek lisans çalışması yaptı. Ardından doktora çalışmasını Ankara Üniversitesi’nde sosyal çevre alanında tamamladı. Petrol boru hatları, deniz hukuku, çevresel güvenlik alanındaki doktora tezi yayınladı. TSK’dan emekliliği sonrası özel sektörde çalışırken FETÖ marifetiyle Balyoz Davası içine sokularak yargılandı, dört yıla yakın bir süre Silivri Cezaevi’nde kaldıktan sonra beraat etti. O dönemde başladığı Hukuk Ön Lisansını 2016’da Anadolu Üniversitesi bünyesinde üstün derece ile bitirdi. Halen iki üniversitede (A. Ü. ve MSB) yüksek lisans programlarında Deniz Hukuku dersi veriyor, aynı zamanda Anka Strateji Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığını (Ankastrader) yürütüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x