Lübnan’ın başkenti Beyrut, tarihinin en büyük patlamasıyla enkaz yığınına dönerken konuyla ilgili en orijinal yazılardan birini, The New York Times’ın dış politika köşe yazarı Thomas Friedman kaleme aldı. 9 Ağustos’ta yayınlanan “Beyrut Patlaması Amerika İçin Bir Uyarı” başlıklı yazısında, Amerika’nın popülist Trump yönetimi altında nasıl Lübnan ve Ortadoğu’yla giderek benzeştiğini her şeyin siyasallaştırılması meselesi üzerinden ele aldı. Friedman, 1980’lerde The New York Times’ın Beyrut ve Kudüs bürolarında çalışmış, Ortadoğu’yu yakından tanıyan bir isim.
Friedman, Beyrut’taki korkunç patlamayı ve ardından bunu kimin tetiklemiş olabileceğine dair yaygın spekülasyonları ilk duyduğunda hatırına gelen bir anekdotla yazıya başlıyor. 40 yıl evvel Beyrut Amerikan Üniversitesi rektörünün evinde verilen bir yemekte, iki gece önce Beyrut’a yağan olağandışı dolu fırtınasından söz açıldığında Rektör Malcolm Kerr, ‘Sizce bunu Suriyeliler yapmış olabilir mi?’ esprisini patlatmış.
Nitekim -bugün nasıl her şey bir İsrail veya Amerikan komplosu olarak görülüyorsa- iç savaş şartları altındaki o dönemde de, Lübnanlıların geneli her şeyi Suriye’nin tezgâhladığı bir komplo olarak açıklıyordu.
Friedman diyor ki, ”Kerr aynı zamanda Lübnan toplumunda kökleşmiş -ve ne yazık ki bugünün Amerika’sı için de geçerli- bir gerçeği dillendiriyordu: Lübnan’da o dönem -ve bugün daha da fazlasıyla- her şey hatta hava durumu bile siyasallaşmıştı.”
“Tüm yönetim yetkilerinin ve devlet kadrolaşmalarının anayasal ya da gayriresmî olarak farklı Hıristiyan ve Müslüman mezhepleri arasında çok dikkatli bir denge dahilinde paylaşıldığı Lübnan toplumunun mezhepçi tabiatı nedeniyle hakikaten her şey siyasaldı. Her bir işe tayin, her bir görevi suistimal soruşturması ve her bir hükümetin kimi finanse edip etmeyeceği kararı, bir gruba menfaat sağlayıp kayırma, diğerinin ise aleyhine görüldü.”
“Oldukça çeşitlilik arz eden bir toplumda bu, (iç savaş spazmları arasında) istikrarı satın alan bir sistemdi; ancak hep hesap vermeme, yolsuzluk, kötü yönetişim ve güvensizlik pahasına.”
ABD hangi açılardan Ortadoğu ülkelerine benzemeye başladı?
Yazara göre ABD de iki açıdan Lübnan ve diğer Ortadoğu ülkelerine benzemeye başladı:
“Birincisi, siyasi farklılıklarımız o denli derinleşiyor ki, iki partimiz artık iktidar için sıfır toplamlı bir oyunda yarışan dini mezheplere benziyor. Ortadoğu’dakiler kendilerininkine ‘Şiiler, Sünniler ve Maruniler’ veya ‘İsrailliler ve Filistinliler’ diyorlar; biz ise kendimizinkine ‘Demokratlar ve Cumhuriyetçiler’ diyoruz. Ancak bizimkiler, artık iktidarın bir ölüm kalım meselesi olduğuna inanan rakip aşiretler gibi davranıyorlar.
İkincisi, Ortadoğu’da olduğu gibi, Amerika’da da giderek artıyor: Artık her şey siyaset – hatta iklim, enerji, pandemide takılan yüz maskeleri bile.”
Yazar buna bir de örnek veriyor: “Biz Amerika’da Ortadoğu ülkelerine o denli benzer hale geldik ki, Lübnanlılar patlamanın tamamen bir kaza olduğu sonucuna varırken, Başkan Trump bunun bir komplo olması gerektiğini ilan ederek adeta bir Beyrutlu milis lideri gibi konuştu. Generallerinin ona ‘Bu bir saldırı’ dediğini söyledi. ‘Bu bir tür bombaydı’.”
Her şey siyaset olursa demokrasi ölür
Friedman “Her şey siyasete dönüştüğünde bir toplum ve tabii ki bir demokrasi er geç ölür gider. Bu şekilde yönetişim, boğazı sıkılarak yok edilir.” diyerek Lübnan örneğine dikkat çekiyor: “Söylentilere bakılırsa, yozlaşmış Lübnan mahkemelerinin kamu yararının koruyucusu olarak hareket etmemesi ve -liman yetkililerinin yıllar evvel talep ettiği şekilde- patlayıcıların limandan kaldırılması emrini vermemesi patlamanın kapısını araladı.”
Konuyu açıklığa kavuşturmak için İbrani Üniversitesi din filozofu Moşe Halbertal’den şu alıntıyı yapıyor: “Sağlıklı bir siyasetin gelişebilmesi için kendisi dışında referans noktalarına ihtiyaç vardır: Hakikatin referans noktaları ve kamu yararı anlayışı… Her şey siyasallaştığında bu, siyasetin sonu demektir.”
Friedman şöyle devam ediyor: “Diğer bir deyişle, her şey siyaset olduğunda, her şey iktidardan ibaret demektir. Merkez yoktur, sadece taraflar vardır; hakikat yoktur, sadece versiyonları vardır; olgular yoktur, sadece arzu ve isteklerin yarışı vardır.”
“Eğer ki iklim değişikliğinin gerçek olduğuna inanıyorsanız, illaki biri size araştırma bursu vermiştir. Eğer ki başkanın, Joe Biden’ı zayıflatmak için Ukrayna devlet başkanından destek sağlamaya çalışarak yüce divanlık bir suç işlediğine inanıyorsanız, illa ki bunun nedeni partinizin iktidara gelmesini istemenizdir.”
Yazara göre Trump, Netanyahu, Putin gibi liberal olmayan popülistler, kasıtlı olarak olguların ve kamu yararının koruyucularının altını oymaya çalışıyorlar ve kendi halklarına şu mesajı veriyorlar: “Mahkemelere, bağımsız memurlara veya sahte haber üretenlere inanmayın – sadece bana, benim sözlerime ve kararlarıma güvenin. Dışarısı bir orman. Beni eleştirenler (Trump’ın cuma günü basın mensuplarına dediği gibi) birer katil ve kabilemizi diğerlerininkinden ancak ben koruyabilirim. Bu bir ölüm kalım meselesi.”
Friedman çapıcı örneklerle yazısına şöyle devam ediyor: “Bu gidişat sadece bize zarar vermekle kalmayıp kelimenin tam anlamıyla bizi öldürüyor. Trump’ın COVID-19 pandemisini yönetmekte tamamen başarısız olmasının nedeni, nihayet itibarını sarsamayacağı ve siyasallaştırarak saptıramayacağı bir güçle -Tabiat Ana ile- tanışması. (…)”
“Geçenlerde Trump, Cleveland’de bir Cumhuriyetçi Parti kitlesine dedi ki, eğer Biden kazanırsa, ‘İncil’e zarar verecek, Tanrı’yı incitecek. O, Tanrı’ya karşı, silahlara karşı; enerjiye, bizim enerji türümüze karşı’.”
“Bizim enerjimiz mi? Evet, görünen o ki artık Cumhuriyetçi enerji -petrol, doğal gaz ve kömür- ile Demokrat enerji -rüzgar, güneş ve su- var. Petrole, doğalgaza ve kömüre inanıyorsanız, kürtaja ve maske takmaya da karşı çıkmanız beklenir. Ve eğer ki güneşe, rüzgara ve suya inanıyorsanız, kürtaj hakkına ve yüz maskesine yandaş olmalısınız. Bu türden -uçlarda- düşünme biçimi tam da Lübnan, Suriye, Irak, Libya ve Yemen’i yıkan şeydi ve şu an giderek İsrail’i de yiyip bitiriyor.”
“Ama Beyrut’taki sokak göstericilerine kulak verirseniz, ne çok Lübnanlının kamu yararını temsil eden bir hükümete aç olduğunu duyabilirsiniz. Amerika’da da öyle.”
Özlenen lider tipi
Yazar, hemfikir olunmasa bile saygı ve özlem duyulan lider tipini Halbertal’dan şöyle alıntılıyor: “Siyasetin dışında bir kutsal alanın -kamu yararının- olduğuna inanan ve salt kendi iktidar çıkarlarına değil, kamu yararına ilişkin en iyi yargıya dayanarak büyük kararlar veren liderdir.”
Friedman şöyle devam ediyor: “Bu liderler partileri için çok şey yaparlar; siyasete karşı değillerdir. Yoğun bir şekilde siyasetle meşgul olurlar; ama siyasetin nerede başlaması ve nerede durması gerektiğini bilirler. Kendi iktidarlarını kurtarmak için Anayasa’yı altüst etmezler veya savaş başlatmazlar yahut halk sağlığı tehlikesini hafife almazlar.”
Ortadoğu’da bu türden liderlerin nadir ortaya çıkıp çoğunlukla suikasta kurban gittiğini hatırlatıyor.
Yazar Thomas Friedman, Trump’ın Kasım’daki seçimleri kaybetmesi halinde, 2000 yılındaki tartışmalı seçimlerde Al Gore’un yaptığı gibi, kamu yararını kendi çıkarlarının önüne koyup sessizce çekilmesini imkansız görüyor. Yazısını ise şöyle tamamlıyor: “Halbertal, ‘Kutsal alanı, yani siyaset dışındaki kamu yararı alanını kaybettiğinizde toplumlar çöker.’ diyor. Lübnan, Suriye, Yemen, Libya ve Irak’ta olan tam da bu. Yavaş yavaş İsrail ve Amerika’nın başına gelen de bu. Bu gidişatı tersine çevirmek bizim neslin en önemli projesi.”
Bu yazı ilk kez 13 Ağustos 2020’de yayımlanmıştır.
https://www.nytimes.com/2020/08/09/opinion/trump-beirut-politics.html?action=click&module=Opinion&pgtype=Homepage