Irak’ta ne oluyor? Siyasi kriz bir savaşa dönüşür mü?

Zaho saldırısı ve Parlamento’nun basılması, Irak’ı yeniden istikrarsızlığa sürükledi. Bu siyasi krizin arka planında ne var? Zaho saldırısı, krizin neresinde? Şiiler arası bir çatışma yakın mı? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

20 Temmuz’da Kuzey Irak’taki Zaho yakınlarında tatil yapan sivillerin ölümüne neden olan ve hâlâ faili tespit edilemeyen provokatif saldırı ile Sadr yanlısı yüzlerce kişinin Irak Parlamentosu’nu işgal etmesi, Irak sokaklarını yine hareketlendirdi.

Bu iki olay, Irak’ta büyük bir istikrarsızlığın tekrar başlayabileceği korkusunu yaratırken; bazı yorumlarda bu olayların Şiiler arasında bir iç savaşa dönüşmesi ihtimali de ele alınmaya başladı. O zaman soralım: Irak’ta neden tekrar siyasi kriz çıktı ve bu kriz yeniden bir iç savaşın başlamasına neden olabilir mi?

Irak’a dair hatırlatma notları

Kim kime karşı?

Mevcut krizi derinlemesine incelemeden önce Irak’ın karmaşık siyasi yapısının detaylarını bilmeyenler veya unutanlar için küçük hatırlatma notları hazırladım.

Öncelikle, Irak’ta yaşanan siyasi sorunların ana nedeni, ABD’nin Irak’ı işgali ve sonrasında bu ülkeye dayatılan siyasi düzen. 2005’te yazılan ve bin bir hileyle kabul ettirilen Irak Anayasası hukuken olmasa da Irak’ı etnik ve mezhepsel bir siyasi zemine oturttu. Iraklılık kapsayıcı bir kimlik gibi görünse de bu bir illüzyon zira Iraklı Kürtlerin, Sünni ve Şii Arapların hatta Türkmenlerin Irak’a ve Iraklılıka yüklediği siyasi kavramlar arasında devasa uçurumlar bulunuyor. Ancak Irak’ın etnik ve mezhepsel bir siyasi düzleme oturması sizi yanıltmasın Kürtler, Sünni Araplar ve Şii Araplar arasında da büyük bloklaşmalar ve güçlü bir siyasi rekabet bulunuyor. Nihayetinde her biri asli kimliği çerçevesinde olanla işbirliği yapsa da iç çekişmeler Irak siyasetinde küçümsenemeyecek kadar önemli.

Şöyle örnekleyebiliriz: Anayasa’da yazılı bir kural olmasa da 2006’dan bu yana Irak’ta başbakanlık Şii Arapların, cumhurbaşkanlığı Kürtlerin, meclis başkanlığı da Sünni Arapların hakkı olarak görülüyor. Orta Doğu’nun iç savaş yaşamış ve etnik, dini ve mezhepsel ayrımla bölünmüş bir başka ülkesi olan Lübnan’a nasıl benziyor, değil mi? Lübnan’da bu durum yasalaştırılmış, Irak’ta ise “kendi hissesi sayma durumu” oluşmuş. Yasal olarak fark büyük, ancak siyasi olarak neredeyse farksız. Neden bu örneği verdim? Çünkü, Şii Araplar başbakanın ve Kürtler cumhurbaşkanın kim olacağına, Sünni Araplar da bakanlıkların kimler arasında dağıtılacağına karar veremediği için 9 aydır hükümet kurulamadı. Dolayısıyla, ilk hatırlatma notunu şöyle özetleyelim: Irak’ta siyaset, etnik ve mezhepsel bloklar arasında yapılıyor. Ancak bu blokların iç çekişmeleri ve blok içi liderlik mücadelesi son derece güçlü.

Neden her seçim bir kaos?

İkinci notumuz seçimlere dair. Irak’ta 2005’teki ilk seçimden bu yana her seçimin ertesinde siyasi kaos veya iç savaş yaşandı. 2005-2008 arası “Sünni Direnişi” ve El Kaide’nin yükselişi, 2010’da Maliki’nin ikinci kez seçilmesinden sonra El Kaide’nin yeniden canlanması, 2014 seçiminden iki ay sonra IŞİD’in ülkenin üçte birini ele geçirmesi; 2018 seçiminden sonra hükümetin 3 yıl boyunca tam olarak kurulamayıp sonunda erken seçime gitmesi siyasi kaos ve iç savaşlara verebileceğimiz en belirgin örnekler.

Bu günlerde yaşanan kriz de 2021 Ekim’inde yapılan seçimin uzantısı. Peki, Irak’ta seçimler neden siyasi kaos veya iç savaş getiriyor?

Seçimler demokrasinin yapı taşıdır. Olmazsa olmazdır. Ancak demokrasi bir uzlaşı kültürüne dayalı olarak inşa edilir. Siyaseten güçlü olmak için siyasi partiler kendilerine bağlı silahlı gruplar kuruyor ve bunları ülkenin anayasal kurumlarının içine yerleştirerek ayakta tutuyorsa burada uzlaşı değil ancak pazarlık olur. Pazarlık bozulur veya birileri diğerlerini devre dışı bırakırsa o zaman siyasi gücü desteklemek için barındırılan silahlı unsurlar devreye girer. Yani büyük siyasi partilerin tamamına yakınının silahlı unsurlarla desteklendiği bir siyasi yapısı olan Irak’ta pazarlık bozulunca ya iç çatışma ya da siyasi kriz üretiyor. O halde ikinci notu şöyle düşebiliriz. Yapı değişmedikçe Irak’ta yirmi kere de seçim yapılsa kriz ortamı sürer. Seçimden sonra krizin seviyesi azalırsa güvenlik sorunu olarak devam eder ve “önemsenmez”, artarsa iç savaşa dönüşür.

Son seçimin sonuçları

Gelelim üçüncü notumuza… Şimdi yazacağım bazı parti ve ittifak isimlerini yazının güncel kısmını açıklayabilmek için buraya aktarıyorum.

2021 seçiminden sonra parlamentoda oluşan tabloya adım adım bakalım.

Mecliste 329 sandalye var. Adını en çok duyduğunuz Şii lider Muktada Sadr’a bağlı isimler 73 sandalye kazandı. Onu Sünni Arapların liderliğine oynayan Muhammed Halbusi 37 sandalye ile takip etti. Eski başbakan Nuri Maliki 33 ve Mesut Barzani’yle özdeşleşen KDP 31 sandalye kazandı. Irak’ta Şii milisler denilince akla gelen ve İran destekli yapı olan Haşdi Şabi’nin büyük kısmını yönlendirebilen Hadi Amiri’nin Fetih Listesi ve Talabanilerin KYB’si 17’şer, Sünnilerin ikinci lider adayı Hançer’in ekibi 14 koltuk aldı. Geri kalan sandalyeler diğer Şii, Sünni ve Kürt partiler arasında dağıldı. Bu kısımda sizi gereksiz ayrıntıdan kurtarmak için daha detaya girmeyeceğim.

Seçimden sonra bu partiler, siyasi hesaplarına göre ittifaklar oluşturdu. Önce Sünni Araplar bir araya geldi. Sonra Haşdi Şabi üzerinden devletin başta güvenlik bürokrasisi olmak üzere kılcal damarlarına sızmış olan Şii gruplar bir ittifak kurdu. Sadr’ın ekibi bağımsız olarak meclise girenlerden bazılarını yanına çekti. Kürtler ise üç parçaya ayrıldı. KDP ve KYB ayrı pozisyon alırken Irak’ta PKK’ya da destek verdiğini bildiğimiz Yeni Nesil Hareketi bazı bağımsızlar ve küçük partiler ile bir koalisyon kurdu.

Hükümet kurma süreci başladığında ise bu ittifaklar nihai halini aldı. Sadr, yanına KDP ve Sünni Arapları alarak “Anavatan’ı Kurtar” diye bir ittifak kurdu. Diğer Şii grupların ittifakının adı “Koordinasyon Çerçevesi” oldu. Bundan sonra hükümet kurma süreci bu iki ana oluşum ve onlara dışarıdan destek veren partiler arasında tam bir politik “savaşa” dönüştü.

Mevcut krizin tetikleyicileri

Irak’taki siyasi krizlerin yapısal nedenleri var. Ancak bu her bir krizin özgün dinamikleri olmadığı anlamına gelmez. Yapısal olarak krizin nedeni siyasi yapı olabilir; ancak mevcut krizin nedeni Şiiler arasındaki güç mücadelesindeki büyük rol değişimidir. Bu nedenle şimdiki krizin ana aktörleri Şii Araplar.

2014’ten beri Irak siyasetinin “kingmaker”ı (yöneticinin belirlenmesinde kilit rolü oynayan grup/kişi) olan Muktada Sadr, elde ettiği güç ile “king” (yöneten) olmak istiyor. Buna karşılık 2006’dan beri Şiiler arasındaki güç dengesinde aslan payını alan Irak siyasetinin tarihsel Şii güç odaklarının temsilcileri bunu engellemeye çalışıyor.

1958’de kurulan Dava Partisi’nin bugünkü uzantısının başındaki Nuri Maliki, 1982’de İran’da kurulan Irak’ta İslami Devrim Yüksek Konseyi’nin siyasi devamı olan El Hekim ailesinin temsilcileri ile onun askerî kanadı olan Bedir Tugayı’nın başındaki Hadi Amiri ve İran’ın 2003’ten beri Irak içinde kurduğu diğer Şii milisler tarihsel Şii güç odaklarını temsil ediyor. Muktada Sadr ise aileden kalma tabana yayılma mirasını genişleterek, sokaklardaki memnuniyetsizliği siyasete taşıyan bir taban hareketinin liderliğini üstlenmiş durumda.

Bu tanımlama karışık geldiyse şöyle özetleyeyim: 2006’dan beri Irak siyasetinde devlet mekanizmasını ele geçiren, 2014’ten sonra Haşdi Şabi’nin sisteme entegrasyonu ile Irak siyasetini domine eden geleneksel Şii siyasi ittifakına Şiilerin içinden başka bir meydan okuma yaşanıyor.

Cumhurbaşkanlığı neden tartışma konusu?

Yukarıda aktardığım koalisyonlar kurulunca üç kilit makam (cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve meclis başkanlığı) ve bakanlıklar üzerinde pazarlıklar başladı. Sünni Araplar meclis başkanlığı koltuğunu kimin alacağı konusunda güç bela uzlaştılar. Kürtler cumhurbaşkanlığı, Şiiler başbakanlık konusunda anlaşamadı. KDP bu sefer cumhurbaşkanlığını KYB’ye kaptırmak niyetinde değil. Neden mi? Çünkü eski pazarlığın koşulları bozuldu. 2006’da Celal Talabani Irak Cumhurbaşkanı, Mesud Barzani IKBY başkanı olduğunda her iki partinin gücü de parlamentolardaki sandalye sayısı da birbirine çok yakındı. Şimdi “Barzaniler, Talabanilerin” iki katı oy ve sandalye elde ediyor. Bu nedenle KDP hem Erbil’de hem Bağdat’ta aslan payını istiyor.

Başbakanlık neden tartışma konusu?

Başbakanlık ise daha karmaşık bir süreç. Sadr, kendisinin belirlediği bir ismi başbakan olarak görmek istiyor. Kendisi siyasi değil “dini lider”. Yani, Irak şartlarında başbakanlık filan onun için “küçük” makamlar. Sadr’ın uzun vadeli hedefi dini lider olarak “ruhani önderlik” edeceği toplumun siyasi yapısını belirlemek. Bu nedenle siyasete çerçeve çizmek istiyor.

Fakat rakip Şii bloğu Koordinasyon Komitesi’ni oluşturan partilerin hâlâ Sadr’a karşı iki kozu var. Birisi, Sadrcılar kadar olmasa da parlamentoda sahip oldukları sandalye sayısı. Hiçbiri tek başına Sadr’a karşı koyacak bir oy ve sandalye potansiyeline sahip değil. Ancak birleşince en azından Sadr’ı durdurabiliyorlar. İkinci kartları ise güvenlik gücü statüsünü elde eden ve bu partilere bağlı silahlı milis grupları (Haşdi Şabi’nin en büyük kısmı).

Sürece geri dönelim. Seçimlerin üzerinden yedi ay geçtikten sonra mayıs ayı ortalarına gelindiğinde, cumhurbaşkanı ve başbakanın kim olacağına dair uzlaşmazlık sürdürdüğünden hükümet kurma süreci tıkanmıştı. Ancak Sadr, KDP ve Sünni Araplar ile kurduğu ittifak sayesinde mecliste bazı yasaları çoğunluğu sağlayarak geçirmeye başlamıştı. Yani meclis aritmetiği ile hükümet provası yapıyordu. Ancak, isimler üzerindeki anlaşmazlık kilitlenme noktasına gelinmesine yol açtı.

İsimler üzerindeki anlaşmazlığın dışında milis grupların IKBY’de KDP’nin kontrolündeki doğal gaz ve petrol şirketleri ve tesislerine yaptıkları saldırılar unutulmamalı. Elbette, ABD ve İran’ın Sadr’ın kurduracağı hükümeti engellemek için KDP ve Sünni Araplara baskı yapmasını da yabana atmayalım. Başka bir deyişle, Sadr’a istediği hükümeti gerek rakipleri gerekse Sadr’ın hükümeti kurmasını istemeyen İran başta olmak üzere yabancı devletler kurdurmadı. Nihayetinde Sadr, hükümeti istediği gibi kurduramayacağını anlayınca yeni bir yol haritası çizdi. Bu yol haritası, bugünkü krizin kaldırım taşlarını oluşturdu.

Sadr’ın yeni planı

12 Haziran’da “sürpriz” kararla kendisine bağlı 73 milletvekilini çağırdı ve istifaya davet etti. Bir ay öncesinde hükümet kuruldu kurulacak derken haziran ortasında Irak parlamentosunda büyük değişiklik oldu. Sadr’cı vekiller istifa edince mecliste diğer Şii partilerin vekil sayıları arttı. Koordinasyon Komitesi’nin üyeleri hükümet kurma olanağına eriştiler. Elbette, Sadr vazgeçmiş değildi.

Aslında Sadr’ın planı çok basit. Diğer partiler kendi arasında anlaşıp da hükümeti kuramazsa ülkeyi erken seçime götürüp, meclisteki partileri krizden sorumlu tutarak büyük bir zafer kazanmak. Aksi olur da bu partiler kendi aralarında anlaşırlarsa taraftarlarını sokağa döküp ülkedeki siyasi mekanizmayı kilitlemek ve siyasi sorumluluk almadan meclisteki partileri kendi istediği şekilde bir hükümet kurmaya zorlamak. Şimdi yaşadığımız durum Sadr’ın planın ikinci ayağını uygulamaya başladığını gösteriyor. Neden?

Sadr neden sokağı işaret etti?

Çünkü başta Meclis başkanlığı, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı sorunları Koordinasyon Komitesi’nin de ana sorunlarını oluşturdu. Bir yandan iki eski Başbakan Nuri Maliki ve Haydar Abadi, diğer yandan Hadi Amiri başbakanlık için birbirleriyle yarışmaya başladı. Sadr’ın istediği tam da buydu. Ancak temmuz ortalarında Amiri, Maliki ve Abadi başbakanlıktan vazgeçip eski bakanlardan Muhammed Şia Sudani’nin başbakan olmasında uzlaştılar. Sadr, Temmuz’un 15’inde “…bu yıl gösteri yapmayacağız, sürecin işlemesi için süre vermeliyiz…” anlamında bir mesaj yayınladıktan iki gün sonra 17 Temmuz’da Maliki’nin Sadr hakkında ağır sözler kullandığı bir ses kaseti kamuoyuna sızdırıldı. Bu bir işaret fişeğiydi.

Nitekim, 20 Temmuz’da Zaho’da gerçekleşen olaydan sonra bir anda Irak sokaklarında Türkiye’yi hedef alan gösteriler başladı; bunların ana aktörü yine Sadrcılar oldu. Daha olay aydınlatılmamışken ülke genelinde Türkiye karşıtı gösterilerin bu denli yayılmasının ardında Sadr’ın aslında diğer grupların başbakan konusunda anlaşmak üzere olmasından duyduğu rahatsızlık yatıyordu. Zaho olayını bahane olarak kullanırken sokakları hareketlendiren Sadr, 5 gün sonra yeni başbakan adayı olarak Muhammed Şia Sudani’nin ismi açıklanınca taraftarlarını sokağa döktü.

Doğrusu açıklanan ismin kim olduğunun hiçbir anlamı olmadığını düşünüyorum. Sudani, Koordinasyon Komitesi içindeki en küçük gruplardan birisinin lideri ve kendi başına politik bir ağırlık taşımıyor. Yani, zayıf bir aktör. Sadr’ın planı, uzlaşı çıkmamasına ve hükümet kurma sürecinin başarısızlığına dayanıyordu. Bu nedenle, başbakanlık konusunda uzlaşıya varılınca taraftarlarını sokağa döktü ve 27 Temmuz’da Sadrcı sivil göstericiler Irak parlamentosunu bastı. Şimdi görünüşte “meclis, halkın kontrolünde”. Bu sürece karşı silahlı pozlar veren Maliki’nin ve sert eleştiriler yapan diğer Şii liderlerin bazı illerdeki bürolarını Sadrcı göstericiler bastı ve kapattı. Böylece, Sadr Irak’ta sokak siyasetini, şimdilik sivil, silahsız ancak kontrolsüz kitlelerle yön verme safhasını başlattı.

Kriz nereye gider?

Sadr’ın açıklamalarına pek de kulak vermemenizi tavsiye ederim. 15 yıldan uzun bir süredir Irak siyasetini izleyen bir gözlemci olarak Sadr’ın söylemleri ve eylemleri arasında çok kısa sürede büyük farklar yaşanabileceğinin pek çok örneğini gördüm. Açıklamalar bir yana, bundan sonra Sadr’ın yolu belli…

Gerçekleştirilemeyecek şeyler talep ederek meclisteki partileri sıkıştırmaya çalışmak ve sokakları siyasetin ana merkezi haline getirmek. Parlamentoda kontrol sağlayamayınca siyaseti sokağa döktü. Dünyada Sadr dahil hiç kimse sokak hareketlerini uzun süre kontrol altında tutamaz. Ancak onun için bu, çok büyük bir sorun değil; çünkü özellikle güvenlik güçlerinin sivil göstericilerin üzerine gitmesi, Sadr’ın taraftarlarını daha uzun bir süre ve daha ateşli bir biçimde sokakta tutmasını sağlar. Bu nedenle siyaseti gerebildiği kadar gerecek, sonra yeniden seçime gidilmesi ya da tamamen meclisi işlevsiz hale getirip hükümet kurma sürecinden diğer partilerin de çekilmesini sağlayıncaya kadar bu süreci devam ettirecek. Sonra da taraftarlarına evlerini dönme çağrısında bulunup, sokak üzerinden yarattığı sinerjiyi ilk seçime yansıtacak. Bundan sonra her parti ya da koalisyon Sadr’ın sokak siyaseti tehdidini ciddiye almak zorunda kalacak. Elbette, bu Sadr’ın yaklaşımı.

Krizin geleceğini ne belirleyecek?

Bununla birlikte bence krizin evrileceği noktayı asıl belirleyecek olan Sadr’ın değil Koordinasyon Komitesi’nin ne yapacağı.

Şu ana kadar bu ittifakın içinden bazı sesler Sadrcılara karşı kendilerinin de sokağa çıkması gerektiğini ileri sürdü. Yani Bağdat’tan Basra’ya kadar Irak sokaklarında Şii Araplar Şii Araplara karşı… Neresinden bakarsanız kaos senaryosu.

Şimdilik, Amiri, Maliki ve diğerleri süreci yumuşak yönetme niyetindeler. Güvenlik güçleri ve milisler, göstericiler ile büyük çatışmalara girmediler. Kritik bazı binalar ve alanların güvenliğini sağlamakla yetiniyorlar. Arada olan küçük çaplı olaylar ise büyütülmeden durduruldu. Bunun nedeni, Sadr dışındaki Şii Arap partilerin sokaktaki insanı karşısına almak istememesi. Çünkü biliyorlar ki; Sadr sadece kendi taraftarlarını sokağa çekmiyor.

Irak’ta genç işsizliği oranı yüzde 80 civarında, halkın yüzde 50’si yoksulluk sınırının altında ve elektrik, su, sağlık ve eğitim gibi hizmetlere erişim son derece yetersiz. Bu nedenle Sadr, sıradan fakir Şii Arapların tepkisini sokağa yansıtabiliyor. Göstericilere karşı güç kullanmak, Sadrcıları etkisiz hale getirmenin çok ötesinde belki de milis gruplarını oluşturan tabanın akrabalarına yönelik şiddet uygulamak anlamına gelecek. Bu kapsamda Koordinasyon Çerçevesi üyeleri, hükümette yer almak isteyen Kürtlerin ve Sünni Arapların sessiz desteğiyle mevcut krizi zamana yayarak geçiştirmeye çalışıyor.

Bundan sonra ne olacak?

Irak’ta sabırlı olanın ve kendi kitlesini kontrol edebilenin sürecin galibi olacağı bir evreye girdik. Göstericilere karşı aşırı güç kullanımı veya bir katliam, Irak’ı Şiiler arasındaki bir çatışmayla başlayan bir iç savaşa götürür. Aslında bu durum Sadr’ın da isteyeceği en son şey. Sadr, devleti kontrol eden silahlı milisleri oradan uzaklaştırmak istiyor. Oysa, iç savaşlar milislerin siyaseti domine etmesi için çok uygun bir ortam hazırlar. Son 15 yılda Irak ve Suriye örnekleri bize bunu tekrar hatırlattı. İç savaştan sadece Sadr değil aynı zamanda diğer Şii partiler de kaçınıyor. Çünkü, onlar da Bağdat’tan başlayacak ve Şii Araplar arasında gerçekleşecek bir çatışmanın Sünni Araplar ve Kürtlerin kendi bağımsızlıklarını arayacakları bir parçalanma sürecini tetikleyeceğini çok iyi biliyor. Bu nedenle, önümüzdeki günlerin anahtar kelimesi provokasyon.

Irak’ta krizi kaosa, kaosu iç savaşa çeviren provokasyonların yaşanması maalesef sıradanlaştı. Hemen örnek vereyim; 2006 başında Irak El Kaide’sinin Samarra’daki İmam El Askeri türbesine yaptığı saldırı Sünni-Şii çatışmasını; 2013 başlarında Anbar ve Kerkük’teki göstericilerin Irak güvenlik güçleri tarafından öldürülmesi IŞİD’e olan desteği körüklemişti. İki örnek de ülkeyi dev bir iç savaşa sürüklemişti. Bu nedenle krizin evrilebileceği noktayı anlayabilmenin yolu benzer örnekleri izlemek. Olaylar akışına bırakılır da bir süre sonra sokağın harareti dinerse yeniden hükümet kurma veya sıkıntılı bir erken seçim süreci başlar. Provokasyonlar ise ülkeyi en az üç parçaya ayıracak bir iç çatışmanın fitilini ateşler. Şu anda ibre bu siyasi krizin iç savaşla sonuçlanmamasından yana; ancak artık Irak’ı da en az Suriye kadar yakından izlemenin zamanı geldi.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 2 Ağustos 2022’de yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Irak’ta ne oluyor? Siyasi kriz bir savaşa dönüşür mü?

Zaho saldırısı ve Parlamento’nun basılması, Irak’ı yeniden istikrarsızlığa sürükledi. Bu siyasi krizin arka planında ne var? Zaho saldırısı, krizin neresinde? Şiiler arası bir çatışma yakın mı? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

20 Temmuz’da Kuzey Irak’taki Zaho yakınlarında tatil yapan sivillerin ölümüne neden olan ve hâlâ faili tespit edilemeyen provokatif saldırı ile Sadr yanlısı yüzlerce kişinin Irak Parlamentosu’nu işgal etmesi, Irak sokaklarını yine hareketlendirdi.

Bu iki olay, Irak’ta büyük bir istikrarsızlığın tekrar başlayabileceği korkusunu yaratırken; bazı yorumlarda bu olayların Şiiler arasında bir iç savaşa dönüşmesi ihtimali de ele alınmaya başladı. O zaman soralım: Irak’ta neden tekrar siyasi kriz çıktı ve bu kriz yeniden bir iç savaşın başlamasına neden olabilir mi?

Irak’a dair hatırlatma notları

Kim kime karşı?

Mevcut krizi derinlemesine incelemeden önce Irak’ın karmaşık siyasi yapısının detaylarını bilmeyenler veya unutanlar için küçük hatırlatma notları hazırladım.

Öncelikle, Irak’ta yaşanan siyasi sorunların ana nedeni, ABD’nin Irak’ı işgali ve sonrasında bu ülkeye dayatılan siyasi düzen. 2005’te yazılan ve bin bir hileyle kabul ettirilen Irak Anayasası hukuken olmasa da Irak’ı etnik ve mezhepsel bir siyasi zemine oturttu. Iraklılık kapsayıcı bir kimlik gibi görünse de bu bir illüzyon zira Iraklı Kürtlerin, Sünni ve Şii Arapların hatta Türkmenlerin Irak’a ve Iraklılıka yüklediği siyasi kavramlar arasında devasa uçurumlar bulunuyor. Ancak Irak’ın etnik ve mezhepsel bir siyasi düzleme oturması sizi yanıltmasın Kürtler, Sünni Araplar ve Şii Araplar arasında da büyük bloklaşmalar ve güçlü bir siyasi rekabet bulunuyor. Nihayetinde her biri asli kimliği çerçevesinde olanla işbirliği yapsa da iç çekişmeler Irak siyasetinde küçümsenemeyecek kadar önemli.

Şöyle örnekleyebiliriz: Anayasa’da yazılı bir kural olmasa da 2006’dan bu yana Irak’ta başbakanlık Şii Arapların, cumhurbaşkanlığı Kürtlerin, meclis başkanlığı da Sünni Arapların hakkı olarak görülüyor. Orta Doğu’nun iç savaş yaşamış ve etnik, dini ve mezhepsel ayrımla bölünmüş bir başka ülkesi olan Lübnan’a nasıl benziyor, değil mi? Lübnan’da bu durum yasalaştırılmış, Irak’ta ise “kendi hissesi sayma durumu” oluşmuş. Yasal olarak fark büyük, ancak siyasi olarak neredeyse farksız. Neden bu örneği verdim? Çünkü, Şii Araplar başbakanın ve Kürtler cumhurbaşkanın kim olacağına, Sünni Araplar da bakanlıkların kimler arasında dağıtılacağına karar veremediği için 9 aydır hükümet kurulamadı. Dolayısıyla, ilk hatırlatma notunu şöyle özetleyelim: Irak’ta siyaset, etnik ve mezhepsel bloklar arasında yapılıyor. Ancak bu blokların iç çekişmeleri ve blok içi liderlik mücadelesi son derece güçlü.

Neden her seçim bir kaos?

İkinci notumuz seçimlere dair. Irak’ta 2005’teki ilk seçimden bu yana her seçimin ertesinde siyasi kaos veya iç savaş yaşandı. 2005-2008 arası “Sünni Direnişi” ve El Kaide’nin yükselişi, 2010’da Maliki’nin ikinci kez seçilmesinden sonra El Kaide’nin yeniden canlanması, 2014 seçiminden iki ay sonra IŞİD’in ülkenin üçte birini ele geçirmesi; 2018 seçiminden sonra hükümetin 3 yıl boyunca tam olarak kurulamayıp sonunda erken seçime gitmesi siyasi kaos ve iç savaşlara verebileceğimiz en belirgin örnekler.

Bu günlerde yaşanan kriz de 2021 Ekim’inde yapılan seçimin uzantısı. Peki, Irak’ta seçimler neden siyasi kaos veya iç savaş getiriyor?

Seçimler demokrasinin yapı taşıdır. Olmazsa olmazdır. Ancak demokrasi bir uzlaşı kültürüne dayalı olarak inşa edilir. Siyaseten güçlü olmak için siyasi partiler kendilerine bağlı silahlı gruplar kuruyor ve bunları ülkenin anayasal kurumlarının içine yerleştirerek ayakta tutuyorsa burada uzlaşı değil ancak pazarlık olur. Pazarlık bozulur veya birileri diğerlerini devre dışı bırakırsa o zaman siyasi gücü desteklemek için barındırılan silahlı unsurlar devreye girer. Yani büyük siyasi partilerin tamamına yakınının silahlı unsurlarla desteklendiği bir siyasi yapısı olan Irak’ta pazarlık bozulunca ya iç çatışma ya da siyasi kriz üretiyor. O halde ikinci notu şöyle düşebiliriz. Yapı değişmedikçe Irak’ta yirmi kere de seçim yapılsa kriz ortamı sürer. Seçimden sonra krizin seviyesi azalırsa güvenlik sorunu olarak devam eder ve “önemsenmez”, artarsa iç savaşa dönüşür.

Son seçimin sonuçları

Gelelim üçüncü notumuza… Şimdi yazacağım bazı parti ve ittifak isimlerini yazının güncel kısmını açıklayabilmek için buraya aktarıyorum.

2021 seçiminden sonra parlamentoda oluşan tabloya adım adım bakalım.

Mecliste 329 sandalye var. Adını en çok duyduğunuz Şii lider Muktada Sadr’a bağlı isimler 73 sandalye kazandı. Onu Sünni Arapların liderliğine oynayan Muhammed Halbusi 37 sandalye ile takip etti. Eski başbakan Nuri Maliki 33 ve Mesut Barzani’yle özdeşleşen KDP 31 sandalye kazandı. Irak’ta Şii milisler denilince akla gelen ve İran destekli yapı olan Haşdi Şabi’nin büyük kısmını yönlendirebilen Hadi Amiri’nin Fetih Listesi ve Talabanilerin KYB’si 17’şer, Sünnilerin ikinci lider adayı Hançer’in ekibi 14 koltuk aldı. Geri kalan sandalyeler diğer Şii, Sünni ve Kürt partiler arasında dağıldı. Bu kısımda sizi gereksiz ayrıntıdan kurtarmak için daha detaya girmeyeceğim.

Seçimden sonra bu partiler, siyasi hesaplarına göre ittifaklar oluşturdu. Önce Sünni Araplar bir araya geldi. Sonra Haşdi Şabi üzerinden devletin başta güvenlik bürokrasisi olmak üzere kılcal damarlarına sızmış olan Şii gruplar bir ittifak kurdu. Sadr’ın ekibi bağımsız olarak meclise girenlerden bazılarını yanına çekti. Kürtler ise üç parçaya ayrıldı. KDP ve KYB ayrı pozisyon alırken Irak’ta PKK’ya da destek verdiğini bildiğimiz Yeni Nesil Hareketi bazı bağımsızlar ve küçük partiler ile bir koalisyon kurdu.

Hükümet kurma süreci başladığında ise bu ittifaklar nihai halini aldı. Sadr, yanına KDP ve Sünni Arapları alarak “Anavatan’ı Kurtar” diye bir ittifak kurdu. Diğer Şii grupların ittifakının adı “Koordinasyon Çerçevesi” oldu. Bundan sonra hükümet kurma süreci bu iki ana oluşum ve onlara dışarıdan destek veren partiler arasında tam bir politik “savaşa” dönüştü.

Mevcut krizin tetikleyicileri

Irak’taki siyasi krizlerin yapısal nedenleri var. Ancak bu her bir krizin özgün dinamikleri olmadığı anlamına gelmez. Yapısal olarak krizin nedeni siyasi yapı olabilir; ancak mevcut krizin nedeni Şiiler arasındaki güç mücadelesindeki büyük rol değişimidir. Bu nedenle şimdiki krizin ana aktörleri Şii Araplar.

2014’ten beri Irak siyasetinin “kingmaker”ı (yöneticinin belirlenmesinde kilit rolü oynayan grup/kişi) olan Muktada Sadr, elde ettiği güç ile “king” (yöneten) olmak istiyor. Buna karşılık 2006’dan beri Şiiler arasındaki güç dengesinde aslan payını alan Irak siyasetinin tarihsel Şii güç odaklarının temsilcileri bunu engellemeye çalışıyor.

1958’de kurulan Dava Partisi’nin bugünkü uzantısının başındaki Nuri Maliki, 1982’de İran’da kurulan Irak’ta İslami Devrim Yüksek Konseyi’nin siyasi devamı olan El Hekim ailesinin temsilcileri ile onun askerî kanadı olan Bedir Tugayı’nın başındaki Hadi Amiri ve İran’ın 2003’ten beri Irak içinde kurduğu diğer Şii milisler tarihsel Şii güç odaklarını temsil ediyor. Muktada Sadr ise aileden kalma tabana yayılma mirasını genişleterek, sokaklardaki memnuniyetsizliği siyasete taşıyan bir taban hareketinin liderliğini üstlenmiş durumda.

Bu tanımlama karışık geldiyse şöyle özetleyeyim: 2006’dan beri Irak siyasetinde devlet mekanizmasını ele geçiren, 2014’ten sonra Haşdi Şabi’nin sisteme entegrasyonu ile Irak siyasetini domine eden geleneksel Şii siyasi ittifakına Şiilerin içinden başka bir meydan okuma yaşanıyor.

Cumhurbaşkanlığı neden tartışma konusu?

Yukarıda aktardığım koalisyonlar kurulunca üç kilit makam (cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve meclis başkanlığı) ve bakanlıklar üzerinde pazarlıklar başladı. Sünni Araplar meclis başkanlığı koltuğunu kimin alacağı konusunda güç bela uzlaştılar. Kürtler cumhurbaşkanlığı, Şiiler başbakanlık konusunda anlaşamadı. KDP bu sefer cumhurbaşkanlığını KYB’ye kaptırmak niyetinde değil. Neden mi? Çünkü eski pazarlığın koşulları bozuldu. 2006’da Celal Talabani Irak Cumhurbaşkanı, Mesud Barzani IKBY başkanı olduğunda her iki partinin gücü de parlamentolardaki sandalye sayısı da birbirine çok yakındı. Şimdi “Barzaniler, Talabanilerin” iki katı oy ve sandalye elde ediyor. Bu nedenle KDP hem Erbil’de hem Bağdat’ta aslan payını istiyor.

Başbakanlık neden tartışma konusu?

Başbakanlık ise daha karmaşık bir süreç. Sadr, kendisinin belirlediği bir ismi başbakan olarak görmek istiyor. Kendisi siyasi değil “dini lider”. Yani, Irak şartlarında başbakanlık filan onun için “küçük” makamlar. Sadr’ın uzun vadeli hedefi dini lider olarak “ruhani önderlik” edeceği toplumun siyasi yapısını belirlemek. Bu nedenle siyasete çerçeve çizmek istiyor.

Fakat rakip Şii bloğu Koordinasyon Komitesi’ni oluşturan partilerin hâlâ Sadr’a karşı iki kozu var. Birisi, Sadrcılar kadar olmasa da parlamentoda sahip oldukları sandalye sayısı. Hiçbiri tek başına Sadr’a karşı koyacak bir oy ve sandalye potansiyeline sahip değil. Ancak birleşince en azından Sadr’ı durdurabiliyorlar. İkinci kartları ise güvenlik gücü statüsünü elde eden ve bu partilere bağlı silahlı milis grupları (Haşdi Şabi’nin en büyük kısmı).

Sürece geri dönelim. Seçimlerin üzerinden yedi ay geçtikten sonra mayıs ayı ortalarına gelindiğinde, cumhurbaşkanı ve başbakanın kim olacağına dair uzlaşmazlık sürdürdüğünden hükümet kurma süreci tıkanmıştı. Ancak Sadr, KDP ve Sünni Araplar ile kurduğu ittifak sayesinde mecliste bazı yasaları çoğunluğu sağlayarak geçirmeye başlamıştı. Yani meclis aritmetiği ile hükümet provası yapıyordu. Ancak, isimler üzerindeki anlaşmazlık kilitlenme noktasına gelinmesine yol açtı.

İsimler üzerindeki anlaşmazlığın dışında milis grupların IKBY’de KDP’nin kontrolündeki doğal gaz ve petrol şirketleri ve tesislerine yaptıkları saldırılar unutulmamalı. Elbette, ABD ve İran’ın Sadr’ın kurduracağı hükümeti engellemek için KDP ve Sünni Araplara baskı yapmasını da yabana atmayalım. Başka bir deyişle, Sadr’a istediği hükümeti gerek rakipleri gerekse Sadr’ın hükümeti kurmasını istemeyen İran başta olmak üzere yabancı devletler kurdurmadı. Nihayetinde Sadr, hükümeti istediği gibi kurduramayacağını anlayınca yeni bir yol haritası çizdi. Bu yol haritası, bugünkü krizin kaldırım taşlarını oluşturdu.

Sadr’ın yeni planı

12 Haziran’da “sürpriz” kararla kendisine bağlı 73 milletvekilini çağırdı ve istifaya davet etti. Bir ay öncesinde hükümet kuruldu kurulacak derken haziran ortasında Irak parlamentosunda büyük değişiklik oldu. Sadr’cı vekiller istifa edince mecliste diğer Şii partilerin vekil sayıları arttı. Koordinasyon Komitesi’nin üyeleri hükümet kurma olanağına eriştiler. Elbette, Sadr vazgeçmiş değildi.

Aslında Sadr’ın planı çok basit. Diğer partiler kendi arasında anlaşıp da hükümeti kuramazsa ülkeyi erken seçime götürüp, meclisteki partileri krizden sorumlu tutarak büyük bir zafer kazanmak. Aksi olur da bu partiler kendi aralarında anlaşırlarsa taraftarlarını sokağa döküp ülkedeki siyasi mekanizmayı kilitlemek ve siyasi sorumluluk almadan meclisteki partileri kendi istediği şekilde bir hükümet kurmaya zorlamak. Şimdi yaşadığımız durum Sadr’ın planın ikinci ayağını uygulamaya başladığını gösteriyor. Neden?

Sadr neden sokağı işaret etti?

Çünkü başta Meclis başkanlığı, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı sorunları Koordinasyon Komitesi’nin de ana sorunlarını oluşturdu. Bir yandan iki eski Başbakan Nuri Maliki ve Haydar Abadi, diğer yandan Hadi Amiri başbakanlık için birbirleriyle yarışmaya başladı. Sadr’ın istediği tam da buydu. Ancak temmuz ortalarında Amiri, Maliki ve Abadi başbakanlıktan vazgeçip eski bakanlardan Muhammed Şia Sudani’nin başbakan olmasında uzlaştılar. Sadr, Temmuz’un 15’inde “…bu yıl gösteri yapmayacağız, sürecin işlemesi için süre vermeliyiz…” anlamında bir mesaj yayınladıktan iki gün sonra 17 Temmuz’da Maliki’nin Sadr hakkında ağır sözler kullandığı bir ses kaseti kamuoyuna sızdırıldı. Bu bir işaret fişeğiydi.

Nitekim, 20 Temmuz’da Zaho’da gerçekleşen olaydan sonra bir anda Irak sokaklarında Türkiye’yi hedef alan gösteriler başladı; bunların ana aktörü yine Sadrcılar oldu. Daha olay aydınlatılmamışken ülke genelinde Türkiye karşıtı gösterilerin bu denli yayılmasının ardında Sadr’ın aslında diğer grupların başbakan konusunda anlaşmak üzere olmasından duyduğu rahatsızlık yatıyordu. Zaho olayını bahane olarak kullanırken sokakları hareketlendiren Sadr, 5 gün sonra yeni başbakan adayı olarak Muhammed Şia Sudani’nin ismi açıklanınca taraftarlarını sokağa döktü.

Doğrusu açıklanan ismin kim olduğunun hiçbir anlamı olmadığını düşünüyorum. Sudani, Koordinasyon Komitesi içindeki en küçük gruplardan birisinin lideri ve kendi başına politik bir ağırlık taşımıyor. Yani, zayıf bir aktör. Sadr’ın planı, uzlaşı çıkmamasına ve hükümet kurma sürecinin başarısızlığına dayanıyordu. Bu nedenle, başbakanlık konusunda uzlaşıya varılınca taraftarlarını sokağa döktü ve 27 Temmuz’da Sadrcı sivil göstericiler Irak parlamentosunu bastı. Şimdi görünüşte “meclis, halkın kontrolünde”. Bu sürece karşı silahlı pozlar veren Maliki’nin ve sert eleştiriler yapan diğer Şii liderlerin bazı illerdeki bürolarını Sadrcı göstericiler bastı ve kapattı. Böylece, Sadr Irak’ta sokak siyasetini, şimdilik sivil, silahsız ancak kontrolsüz kitlelerle yön verme safhasını başlattı.

Kriz nereye gider?

Sadr’ın açıklamalarına pek de kulak vermemenizi tavsiye ederim. 15 yıldan uzun bir süredir Irak siyasetini izleyen bir gözlemci olarak Sadr’ın söylemleri ve eylemleri arasında çok kısa sürede büyük farklar yaşanabileceğinin pek çok örneğini gördüm. Açıklamalar bir yana, bundan sonra Sadr’ın yolu belli…

Gerçekleştirilemeyecek şeyler talep ederek meclisteki partileri sıkıştırmaya çalışmak ve sokakları siyasetin ana merkezi haline getirmek. Parlamentoda kontrol sağlayamayınca siyaseti sokağa döktü. Dünyada Sadr dahil hiç kimse sokak hareketlerini uzun süre kontrol altında tutamaz. Ancak onun için bu, çok büyük bir sorun değil; çünkü özellikle güvenlik güçlerinin sivil göstericilerin üzerine gitmesi, Sadr’ın taraftarlarını daha uzun bir süre ve daha ateşli bir biçimde sokakta tutmasını sağlar. Bu nedenle siyaseti gerebildiği kadar gerecek, sonra yeniden seçime gidilmesi ya da tamamen meclisi işlevsiz hale getirip hükümet kurma sürecinden diğer partilerin de çekilmesini sağlayıncaya kadar bu süreci devam ettirecek. Sonra da taraftarlarına evlerini dönme çağrısında bulunup, sokak üzerinden yarattığı sinerjiyi ilk seçime yansıtacak. Bundan sonra her parti ya da koalisyon Sadr’ın sokak siyaseti tehdidini ciddiye almak zorunda kalacak. Elbette, bu Sadr’ın yaklaşımı.

Krizin geleceğini ne belirleyecek?

Bununla birlikte bence krizin evrileceği noktayı asıl belirleyecek olan Sadr’ın değil Koordinasyon Komitesi’nin ne yapacağı.

Şu ana kadar bu ittifakın içinden bazı sesler Sadrcılara karşı kendilerinin de sokağa çıkması gerektiğini ileri sürdü. Yani Bağdat’tan Basra’ya kadar Irak sokaklarında Şii Araplar Şii Araplara karşı… Neresinden bakarsanız kaos senaryosu.

Şimdilik, Amiri, Maliki ve diğerleri süreci yumuşak yönetme niyetindeler. Güvenlik güçleri ve milisler, göstericiler ile büyük çatışmalara girmediler. Kritik bazı binalar ve alanların güvenliğini sağlamakla yetiniyorlar. Arada olan küçük çaplı olaylar ise büyütülmeden durduruldu. Bunun nedeni, Sadr dışındaki Şii Arap partilerin sokaktaki insanı karşısına almak istememesi. Çünkü biliyorlar ki; Sadr sadece kendi taraftarlarını sokağa çekmiyor.

Irak’ta genç işsizliği oranı yüzde 80 civarında, halkın yüzde 50’si yoksulluk sınırının altında ve elektrik, su, sağlık ve eğitim gibi hizmetlere erişim son derece yetersiz. Bu nedenle Sadr, sıradan fakir Şii Arapların tepkisini sokağa yansıtabiliyor. Göstericilere karşı güç kullanmak, Sadrcıları etkisiz hale getirmenin çok ötesinde belki de milis gruplarını oluşturan tabanın akrabalarına yönelik şiddet uygulamak anlamına gelecek. Bu kapsamda Koordinasyon Çerçevesi üyeleri, hükümette yer almak isteyen Kürtlerin ve Sünni Arapların sessiz desteğiyle mevcut krizi zamana yayarak geçiştirmeye çalışıyor.

Bundan sonra ne olacak?

Irak’ta sabırlı olanın ve kendi kitlesini kontrol edebilenin sürecin galibi olacağı bir evreye girdik. Göstericilere karşı aşırı güç kullanımı veya bir katliam, Irak’ı Şiiler arasındaki bir çatışmayla başlayan bir iç savaşa götürür. Aslında bu durum Sadr’ın da isteyeceği en son şey. Sadr, devleti kontrol eden silahlı milisleri oradan uzaklaştırmak istiyor. Oysa, iç savaşlar milislerin siyaseti domine etmesi için çok uygun bir ortam hazırlar. Son 15 yılda Irak ve Suriye örnekleri bize bunu tekrar hatırlattı. İç savaştan sadece Sadr değil aynı zamanda diğer Şii partiler de kaçınıyor. Çünkü, onlar da Bağdat’tan başlayacak ve Şii Araplar arasında gerçekleşecek bir çatışmanın Sünni Araplar ve Kürtlerin kendi bağımsızlıklarını arayacakları bir parçalanma sürecini tetikleyeceğini çok iyi biliyor. Bu nedenle, önümüzdeki günlerin anahtar kelimesi provokasyon.

Irak’ta krizi kaosa, kaosu iç savaşa çeviren provokasyonların yaşanması maalesef sıradanlaştı. Hemen örnek vereyim; 2006 başında Irak El Kaide’sinin Samarra’daki İmam El Askeri türbesine yaptığı saldırı Sünni-Şii çatışmasını; 2013 başlarında Anbar ve Kerkük’teki göstericilerin Irak güvenlik güçleri tarafından öldürülmesi IŞİD’e olan desteği körüklemişti. İki örnek de ülkeyi dev bir iç savaşa sürüklemişti. Bu nedenle krizin evrilebileceği noktayı anlayabilmenin yolu benzer örnekleri izlemek. Olaylar akışına bırakılır da bir süre sonra sokağın harareti dinerse yeniden hükümet kurma veya sıkıntılı bir erken seçim süreci başlar. Provokasyonlar ise ülkeyi en az üç parçaya ayıracak bir iç çatışmanın fitilini ateşler. Şu anda ibre bu siyasi krizin iç savaşla sonuçlanmamasından yana; ancak artık Irak’ı da en az Suriye kadar yakından izlemenin zamanı geldi.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 2 Ağustos 2022’de yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x