7 Ekim olayları neticesinde İsrail ile Hamas arasındaki çatışmalar alevlenmeden ve İsrail Gazze’yi işgal etmeden önce Arap devletleri ve İsrail arasındaki ilişkiler çok farklı bir yönde seyrediyordu. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yakın zamanda İbrahim Anlaşmaları aracılığıyla İsrail ile ilişkilerini normalleştirmişti. Suudi Arabistan da ABD’nin desteği ile bu yönde çabalıyordu. Ancak İsrail’in Gazze’ye yönelik harekatı bir gecede Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki ilişkileri alt-üst etti. Mısır, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan ve BAE İsrail’in saldırılarını güçlü bir şekilde kınıyor ve ateşkes çağrısında bulunuyor.
Gazze’deki savaş devam ederken “Beş Büyükler” olarak adlandırabileceğimiz Arap devletleri kendi önceliklerinden mütevellit ellerindeki diplomatik araçlar vasıtasıyla İsrail ile Hamas arasındaki çatışmayı kendi lehlerine şekillendirmeye çalışıyorlar.
Londra SOAS Üniversitesi Orta Doğu Enstitüsü direktörü Lina Khatib tarafından Foreign Affairs dergisi için kaleme alınan yazıda, Arap ülkelerinin İsrail-Hamas arasındaki çatışmalara yönelik tepkisi ve birbirleriyle daha koordineli çalıştıkları takdirde yakalayabilecekleri fırsatlar ele alınıyor.
Yazının öne çıkan bazı kısımlarını paylaşıyoruz:
İnce bir çizgide yürürken…
“Arap dünyasında Gazze’de yaşananlara karşı bir öfke var. Pek çok Arap rejimi şu anda kendilerini bir yandan halklarını sakin tutmak, diğer yandan da İsrail ile ekonomik ve diplomatik bağlarını korumak gibi zorlu bir ikilemin içinde buluyor. Kendi halklarına Filistinliler söz konusu olduğunda duyarlı olduklarını göstermek ve böylece kontrolden çıkabilecek protestoları önlemek için kendilerini uluslararası sahnede barış yanlısı liderler olarak konumlandırmaya çalışıyorlar.
Mısır ve Ürdün, İsrail ile kendi barış anlaşmalarını yapmış olsalar da Hamas-İsrail savaşının kendi güvenlik ve istikrarları için yaratacağı sonuçlar konusunda endişeliler. Mısır ve Ürdün, Hamas ve diğer Filistinli militan grupların üyeleri de dahil olmak üzere binlerce Filistinlinin kendi topraklarına itildiği bir senaryodan özellikle çekiniyor. Her iki ülke de böyle bir olasılığa karşı olduklarını dile getirdiler.
Ürdün aynı zamanda çoğunluğu Filistin kökenli olan nüfusu içinde potansiyel bir huzursuzluğun ortaya çıkabileceğinin de farkında. Ürdün, İsrail’deki büyükelçisini geri çekti ve Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi, İsrail’in Gazze’deki eylemlerine karşılık olarak “tüm seçeneklerin” masada olduğunu söyleyerek İsrail’e yönelik kamuoyu önündeki eleştirilerini arttırdı.
BAE ise coğrafi olarak İsrail’e yakın olmadığı gibi Ürdün’ün demografik profiline de sahip değil. Bu yüzden aynı güvenlik endişelerini taşımıyor. Ancak komşuları arasında Hamas’ın başlıca destekçisi İran ve İran destekli Husi isyancıların faaliyet gösterdiği Yemen yer alıyor. Bu komşular kendi güvenlik sorunlarını da beraberinde getiriyor. BAE İsrail ile İbrahim Anlaşmalarını imzalamış olsa da Hamas’ın saldırısı İsrail ile ittifakın getirmesi beklenen güvenlik algısını sınadı, zira Hamas İsrail’in güvenlik kurumlarındaki eksiklikleri gözler önüne serdi.
BAE’nin aksine Katar İsrail ile bir barış anlaşması imzalamaya yanaşmadı. Katar, savaşın patlak vermesinden bu yana İsrail’i, diğer Arap devletlerini ya da uluslararası toplumu kızdırmadan Hamas liderlerini Doha’da ağırlamasını meşru bir zemine oturtmak suretiyle ince bir çizgide yürümeye çalışıyor. Hamas’ın siyasi liderliği, Suriye’deki savaşın grubu bu ülkeyi terk etmeye zorladığı 2012 yılından bu yana Doha’da faaliyet gösteriyor. Katar, Hamas ve İsrail arasında arabuluculuk yaparak her iki tarafı da yatıştırmaya çalıştı. Katar’ın temel amacı, Hamas-İsrail savaşı sona erdiğinde bu siyasi statüyü korumak.
Suudi Arabistan’ın da kendine has endişeleri var. Hamas’ın saldırısı Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme müzakerelerini sekteye uğrattı ve bu da Hamas’ın saldırıyı başlatmasının nedenlerinden biri olabilir. İsrail-Filistin çatışmasını sona erdirecek iki devletli bir çözüm için Arap Birliği tarafından onaylanan 2002 Arap Barış Girişimi planının mimarı olan Suudi Arabistan, İsrail’in eylemlerine vereceği karşılığa ilişkin halkın beklentilerinin farkında. Suudi rejimi kendisine yönelik her türlü eleştirinin önüne geçmek için İsrail’e yönelik kamuoyu önündeki eleştirilerini arttırdı. Suudi Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan resmî açıklamalarda İsrail Savunma Kuvvetleri’nden “İsrail işgal ordusu” olarak bahsedildi ve çatışmanın çözümü için iki devletli bir çözümün uygulanması konusunda ısrar edildi. Suudi Arabistan da İran ve uzantılarının saldırısına uğrama riski altında. BAE gibi Suudi Arabistan da gerilimi düşürmek için İran’la diplomatik temaslarını artırdı.
Gerilimi düşürmek…
Beş Büyükler, kendi ülkelerindeki çeşitli endişeleri göz önünde bulundurarak Hamas, İsrail ve ABD’nin eylemlerini şekillendirmek için ellerindeki her türlü kozu kullanıyorlar. Mısır, iç güvenlik konusundaki endişeleri nedeniyle, çatışmalar durduğunda Gazze üzerinde geçici bir Arap mandası kurulmasını öngören ABD önerisini Arap bloğu içinde ilk reddeden ülke oldu.
Ürdün’ün elindeki tek koz ise Batı’nın Orta Doğu’da bir istikrar adacığı haline gelen Ürdün’e yaptığı yatırım. Ürdün, ABD ya da Birleşik Krallık’ın desteğini kaybetmeden İsrail’i zorlayabileceğinden emin çünkü her iki ülkenin de Orta Doğu’daki güvenlik çıkarlarını korumak için Ürdün’e ihtiyacı var. Bu bağlamda Ürdün, İsrail’in Ürdün’e su sağlaması karşılığında İsrail’e temiz enerji sağlayacak olan enerji karşılığı su anlaşmasını imzalamayı reddederek İsrail’i ateşkesi kabul etmesi için ikna etmeye çalışıyor. Her iki ülkenin de anlaşmayı geçen ay yürürlüğe koyması gerekiyordu.
BAE İbrahim Anlaşması’ndan çekilmeyecek olsa da, anlaşma BAE’ye hâlâ bir miktar koz veriyor. BAE, İsrail Savunma Güçleri’nin sivillere yönelik ayrım gözetmeksizin saldırılar düzenlemesi halinde İsrail’i “bölgede telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabileceği” konusunda uyararak bu tür saldırıların İran destekli grupların tehditlerini arttıracağını öne sürdü.
Katar’ın esas kozu ise Hamas ile olan yakın ilişkisi ve bunu şu ana kadar kendi lehine kullanmayı başardı. ABD ordusunun Orta Doğu’yu kontrol eden Merkez Komutanlığı’nın bölgesel karargahı olarak hizmet veren ve ABD’nin Hamas’la arabuluculuğunu yapan Katar, diğer Arap ülkelerinin gıpta ile baktığı bir şekilde ABD tarafından korunuyor. Katar, Burns ile İsrail istihbarat servisi Mossad’ın başkanı David Barnea arasında insani ateşkesler konusunda anlaşmaya varmak üzere yapılan görüşmelere ev sahipliği yaptı. Katar, İsrail-Filistin barış sürecinin yeniden canlandırılmasına yardımcı olmak için bu arabuluculuğu sürdürmek isteyecek ve bu süreçte daha büyük bir diplomatik rol oynayacaktır.
Suudi Arabistan’ın elindeki koz ise İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi olasılığı ile Arap Barış Girişimi’nin hamisi olarak üstlendiği rol. Suudi Arabistan, ABD ve İsrail’e, İsrail-Filistin çatışmasına bir çözüm getirilmeden İsrail ile normalleşmeye devam edilmesi durumunda Arap ve İslam dünyasında güvenilirliğini kaybedeceğinin işaretini verdi.
Gazze’de patlak veren savaş, Suudi Arabistan’ın iki devletli çözüme olan desteğini pekiştirdi ve kendisine Arap ve İslam dünyasının lideri olarak kendini gösterme fırsatı sundu. Bu hedef doğrultusunda Suudi Arabistan, Kasım ayı başında Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı ile Gazze konulu ortak bir zirveye ev sahipliği yaptı. Suudi Arabistan, Çin ile ilişkilerini uluslararası konumunu güçlendirmek için de kullanıyor ve Kasım ayında Pekin’e bir bakanlar heyeti göndererek ABD’ye savaşı sona erdirme çabalarını desteklemeleri için büyük ülkeleri bir araya getirebileceğinin sinyalini verdi.
Suudiler ayrıca İran’ı Arap Birliği-İİT ortak zirvesine katılmaya davet ederek İran’la gerilimi azaltırken ilişkilerde üstünlüğün kendilerinde olduğunu da göstermiş oldular.
Uzun vadeli strateji
Bu ayrı çabalar her bir ülkenin kendi çıkarlarını gözetiyor olsa da, Beş Büyükler kaynaklarını bir araya getirerek birbirleriyle ortak çalışmaya odaklanırlarsa çok daha fazlası başarılabilir.
Bu ülkelerin yanı sıra Hamas, İsrail ve ABD’nin de dahil olduğu müzakerelerin başlatılması hedeflenmelidir.
Suudi Arabistan’ın itibarını ve statüsünü korumak için İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin ön koşulu olarak barış sürecinin yeniden başlatılması konusunda ısrarcı olmalılar. Hamas’ın kontrol altında tutulması için askerî değil siyasi bir çözümde ısrar etmeliler. Bu da Arap Birliği-İİT ortak zirvesinden çıkan ve Filistin Kurtuluş Örgütü çatısı altında bir Filistin siyasi koalisyonu kurulmasını öngören Suudi liderliğindeki önerinin hayata geçirilmesi anlamına geliyor. Ancak bu yalnızca ABD’nin Suudi Arabistan ve BAE ile İran’ın bölgesel müdahalelerini engellemeye yönelik uzun vadeli bir strateji üzerinde işbirliği yapmayı kabul etmesi halinde başarılı olabilir.
İlişkilerin normalleşmesi için en çok çaba sarf edenler Suudi Arabistan değil İsrail ve ABD oldu. İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler yıllarca kapalı kapılar ardında yürütüldü ve İran’a yönelik karşılıklı endişelerden beslendi. Suudi Arabistan İsrail ile ilişkilerini gün yüzüne çıkarmak istese de ilişkilerin normalleşmesi konusunda fazla ısrarcı değil. Bunun yerine, ilişkilerin iyileştirilmesi yönünde en istekli davranan taraf İsrail oldu. Her ne kadar Suudi Arabistan İsrail ile ilişkilerini iyileştirmenin getireceği teknoloji transferi, mali, güvenlik ve siyasi desteklerden faydalanacak olsa da ilişkilerin normalleşmesi Suudi Arabistan’ın ekonomik dönüşüm planları için vazgeçilmez bir unsur değil.
Mısır ve Katar ise Hamas’ı kolayca feda etmek istemeyecektir çünkü bu önemli bir nüfuz aracını kaybetmek anlamına gelecektir. BAE başlangıçta savaş konusunda Katar’la aynı fikirde değildi ve Katar’ın arabulucu olarak kazandığı itibar, BAE’nin İbrahim Anlaşmaları yoluyla elde ettiği itibarı gölgede bırakıyor gibi görünüyordu. Ancak Katar Emiri Şeyh Tamim bin Hamad el Tani’nin Kasım ayında BAE lideri Muhammed bin Zayid el Nahyan ile görüşmesi, BAE’nin Hamas’ı kontrol altına almak için Arap işbirliğini arttırmanın önemini kavradığını gösteriyor.
Hedefe yönelik işbirliği, Beş Büyükler’in çatışma sonrası bölgeyi şekillendirme kabiliyetini güçlendirecektir. Suudi Arabistan ve Ürdün’ün onayıyla Katar, BAE ve Mısır, Hamas’ın Doha merkezli siyasi lideri İsmail Haniye gibi isimlerin Arap Birliği ve İİT arasındaki ortak zirvede teklif edilen Filistin koalisyon hükümetinde rol oynayacağı bir formül üzerinde anlaştı.
Beş Büyükler ayrıca İran konusunu İsrail ve ABD ile görüşmelerin odağına yerleştirebilir. Böylelikle ABD ve İsrail’in Arap ülkelerinin ateşkes çağrısını kabul etmesi ve barış sürecinin yeniden canlandırılması hedeflenebilir. Hamas-İsrail savaşı ne kadar uzun sürerse, bölgedeki İran destekli grupların gerilimi tırmandırma ihtimali de o kadar artar ve bu da ABD’nin İsrail’i korumak için devreye girmesine neden olabilir. İsrail, savaşın Arap müttefiklerinin güvenliğine yönelik tehditlerini görmezden gelirse, bu müttefikleriyle olan ilişkilerini zora sokacaktır.
Bu da Beş Büyükler’e ABD ile ilişkilerinde avantaj sağlıyor. Onların bu tutumu, Başbakan Binyamin Netanyahu liderliğinde bölgesel gerilimin tırmanmasını pervasızca göze alan İsrail ile tezat oluşturuyor. Süregelen savaş, Arap ülkelerinin İran’la yalnızca gerilimi azaltmanın ötesine geçmeleri ve ABD’yi İran’ın Orta Doğu’yu istikrarsızlaştırmasına karşı bir strateji geliştirmeye zorlamaları için bir fırsat. Böyle bir strateji, yaptırımlardan ve İran’ın Irak ve Suriye gibi yerlerdeki varlıklarına yönelik misilleme saldırılarından daha fazlasını gerektirecektir. Bunun yerine Arap ülkelerinin İran’ın siyasi ve askerî nüfuzunu zayıflatacak uzun vadeli bir planın oluşturulmasında rol almaları gerekecektir. Eğer Beş Büyükler çıkarlarının nerede kesiştiğini görebilirlerse, kendi ülkeleri için diplomatik kazanımları arttırırken bölgeyi istikrara kavuşturma fırsatını da yakalayabilirler.”
Bu yazı ilk kez 11 Aralık 2023’te yayımlanmıştır.