Jeo-politika

13 Aralık 2019

Yazdır

NATO bu sefer miadını doldurdu mu?

SSCB’nin dağılmasından beri bozuk plak gibi tekrar eden ‘NATO hâlâ geçerliliği olan bir örgüt mü’ tartışması, NATO’nun 3-4 Aralık’taki Londra Zirvesi’nin hemen öncesinde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “şu anda deneyimlediğimiz NATO’nun beyin ölümüdür” sözleriyle tekrar alevlendi.1

Sovyet tehdidine karşı kurgulanan Kuzey Atlantik İttifakı, bu tehdidin bertaraf edilmesiyle birlikte, Roma (1991), Washington, (1999) ve Lizbon’da (2010) yapılan Zirvelerde kendisine yeni stratejiler yazdı; siber tehditlerden korsanlığa, kaçakçılıktan terörizme kadar geniş bir yelpazedeki sorunlarla mücadele etmeyi hedefleyen bir örgüte dönüşmeye çalıştı. NATO, ortaklıkları ve alan-dışı operasyonları ile Avrupa-Atlantik alanının ötesinde faaliyetlerini yürüten uluslararası bir güvenlik aktörü olarak kendisini yeniden tanımladı.

NATO’nun yeniden tanımlanışı, kimi zaman beylik laflarla kâğıt üzerinde kaldı, kimi zaman da sahada başarı ya da başarısızlıklar sergiledi. Örneğin, 11 Eylül saldırılarının hemen ardından NATO’yu kuran Washington Antlaşması’nın kolektif meşru savunmaya dair 5. maddesi ilk ve tek defa işletildi. Böylece, ABD hava sahası NATO imkân ve kabiliyetleri ile korundu, İttifakın kolektif savunmaya dayalı varlık felsefesi sembolik de olsa hatırlandı. Buna karşılık, NATO’nun Kosova, Afganistan, Libya gibi çeşitli kriz bölgelerindeki yetersizlikleri de İttifakı tartışılır hale getirdi. Ayrıca, Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi gibi durumlar karşısında NATO’nun hazırlık ve gerekli hallerde müdahale seviyesi de sorgulandı.

İttifakın, üye ülkelerce içselleştirilen bir savunma mekanizması olarak görülmediği haller de mevcut. Macron’a göre, ABD’nin müttefiklerine danışmadan Suriye’den çekilmesi, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları bunun yakın dönemli örnekleri. 2003 yılında da, ABD, Irak’ı işgal ederken Avrupalı müttefiklerince yalnız bırakılmaktan şikayet etmişti.

İttifakın, üye ülkelerce içselleştirilen bir savunma mekanizması olarak görülmediği haller de mevcut. Macron’a göre, ABD’nin müttefiklerine danışmadan Suriye’den çekilmesi, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları bunun yakın dönemli örnekleri. 2003 yılında da, ABD, Irak’ı işgal ederken Avrupalı müttefiklerince yalnız bırakılmaktan şikayet etmişti.

Bu ve bu gibi yakınmalar, Londra Zirvesi’nin öncesinde olduğu gibi, sonrasında da NATO’nun varlık amacının sorgulanmasına, Avrupa kıtasında NATO’ya ‘alternatif’ bir savunma mekanizmasının kurulup kurulamayacağına ve İttifakın geleceğine ilişkin farklı senaryoların tartışılmasına neden oluyor.

NATO’suz Avrupa Savunması mümkün mü?

Macron’un önerdiği şekilde, “askeri strateji ve yetenekler” bakımından Avrupa özerk olabilir mi?

NATO’dan ve elbette ABD’den bağımsız, salt Avrupa’ya özgü askeri bir yapı kurulmasına dair fikirler içeren bu tartışma Soğuk Savaş döneminde bile yapılıyordu. Fakat, Avrupa ülkelerinin, ABD’nin güvenlik katkılarına bağımlılıkları ve savunma yükünün bölüşümüne dair gönülsüzlükleri yüzünden Avrupa’nın özerk askeri gücü hayal olarak kalmaya devam etmişti. NATO da bu sayede uzun yıllar Atlantik-ötesi coğrafyada alternatifsiz olarak varlığını sürdürmüştü.

Avrupa Birliği, 1990’ların sonlarından bu yana bazen NATO’dan ayrışan, kimi zaman da NATO’yu destekleyici çeşitli askeri imkân ve kabiliyetlerin geliştirilmesi ve fonlanmasına dair modeller üretmeye çalışıyor. Acil Müdahale Gücü, Avrupa Muharebe Grupları, Avrupa Savunma Ajansı, Daimî Yapısal İşbirliği (PESCO), Avrupa Savunma Fonu, işleyen ya da kağıt üzerinde kalan bu mekanizmaların sadece bir kısmı olarak sayılabilir. Fakat bu mekanizmalar da NATO’dan tamamen bağımsız değil; zira, hukuki zeminleri ortak savunmanın NATO çerçevesinde sağlandığı ve üye devletlerin bu mekanizmaların işletilmesinde NATO’dan kaynaklanan yükümlülüklerine saygı gösterileceği kabullenişleri üzerine kurgulanıyor.2

AB bunlarla da sınırlı kalmayıp, bir üye devletin silahlı saldırıya uğraması halinde, Birlik düzeyinde kolektif meşru müdafaa yöntemine başvurulacağını yasal olarak düzenlemiş durumda. Hatta Fransa, Kasım 2015’te Paris’e yönelik terör saldırıları karşısında AB Antlaşması’nın 42(7) maddesinde düzenlenen bu güvenlik garantisini işletmişti. NATO’nun 5. madde güvencesine başvurulmasında ABD’nin olası bir çekincesi nedeniyle, AB üyelerinin müşterek savunma şemsiyesine ihtiyaç duymaları önemli bir gösterge sayılsa da, Birliğin NATO’yu “kolektif savunmanın temeli” olarak kabul etmesi, kıtanın savunulmasında başlıca görevin NATO’ya verildiğinin ispatı. 3

Dolayısıyla, AB çatısındaki savunma sistemi NATO’ya bağımlı ve kıtanın güvenliğinin sağlanmasında İttifaka öncelik verilen bir mantıkla kurgulanıyor. Öte yandan, sadece AB’ye özgü askeri imkân ve kabiliyetlerin oluşturulmasının Avrupa ülkeleri için katlanılamaz seviyede mali külfetler yaratacağı açık. Örneğin, 2019’da ABD İttifakın savunma bütçesine 685 milyar dolar katkıda bulunurken, Kanada ve Avrupalı müttefiklerin toplam katkı payı 299 milyar dolarda kaldı.

Avrupa devletlerinin büyük çoğunluğunun gayrisafi yurtiçi hasılalarının %2’sinin savunmaya ayrılması hedefini ise henüz gerçekleştiremedikleri görülüyor.4 Oysa ki, yine 2019 verilerine ve Trump’ın “NATO’nun ABD’ye çok haksızlık yaptığını” ifade ettiği twitindeki grafiğe göre, ABD’nin GSYİH’den ayırdığı savunma payı oranı %3.42.5 Tam da bu verilerin gösterdiği mali yük nedeniyle, Macron’un hayalini kurduğu ve Avrupacı akım tarafından desteklenen özerk Avrupa ordusu ile onu destekleyecek diğer mekanizmaların hukuki ya da fiili temellerinden söz etmek, en azından yakın gelecek için olanaksız.

Merkel’in Londra Zirvesi öncesinde “Avrupa şu anda kendini tek başına savunamaz, Atlantik-ötesi ittifaka ihtiyaç duyulmaktadır… Bu ittifak için çalışmalı ve daha fazla sorumluluk almalıyız” sözlerini bu bağlamda düşünmek gerekir.6 Ayrıca, Brexit’in kaderine bağlı olarak, NATO’dan bağımsızlaşacak bir AB içinde tek nükleer güç kalacak Fransa’nın güvenlik liderliğine soyunması ihtimaline Almanya hiç istekli olmayacaktır.

Brexit’in kaderine bağlı olarak, NATO’dan bağımsızlaşacak bir AB içinde tek nükleer güç kalacak Fransa’nın güvenlik liderliğine soyunması ihtimaline Almanya hiç istekli olmayacaktır.

Bu çerçevede, AB’nin özerk askeri yapılanmasının beyhude bir hevesten ibaret olacağı ve NATO’nun Avrupa savunması için yegâne çatı olarak kalacağı aşikâr. Sağlam bir çatıdan bahsedebilmek için ise NATO’nun ne yöne doğru evrildiğinin tartışılması şart.

Quo Vadis NATO?

NATO’nun 70. yılında yayınladığı Londra Bildirisi’nde ‘İttifakın geleceği var mı?’ tartışmalarına yanıt vermek istercesine varlık nedenini yeniden açıklama çabası içinde olduğu anlaşıyor.

Bildiride bir yandan Rusya’nın özellikle orta-menzilli füzeler nedeniyle yarattığı tehdit belirtilirken, diğer yandan terörizm, siber ve hibrit tehditler, düzensiz göç ve insani güvenlik sorunları NATO’nun sorumluluk alanı kapsamında vurgulanıyor. Öte yandan, her ne kadar tehdit kavramı ile özdeşleştirilmese de, “Çin’in artan etkisi ve uluslararası politikaları” NATO’nun bütüncül bir İttifak olarak mücadele etmesi gereken bir mesele olarak tanımlanıyor. Bildirinin 7. maddesi “NATO’nun siyasi boyutunu güçlendirecek” bir gelecek planlaması konusunda Genel Sekretere öneri hazırlama yetkisi de veriyor.7 Böylece, bu geleceğin nasıl şekilleneceği tartışması başka bir bahara erteleniyor.

NATO’nun yeni sorunlarla mücadele kapasitesi var mı?

NATO’nun varlığının ve geleceğinin tartışılma nedenlerini yapısal sorunlarda da aramak gerekir.

Kurulduğu günden bu yana coğrafi bir alanı ortak bir dış tehdide (önce SSCB, şimdi Rusya) karşı koruma misyonuyla hareket eden bir örgütün ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, siber saldırılar, terörizm, yasadışı göç gibi yeni sorunlarla mücadele kapasitesi ve kabiliyetleri sınırlı kalacaktır. Bu kısıtlılığın “NATO miadını doldurdu mu?” sorusu eksenindeki tartışmaları alevlendirmesi hiç de şaşırtıcı değil.

Ayrıca, terörizm de dahil olmak üzere güncel güvenlik sorunları, kimi müttefiklerce Rusya kadar hayati ve varoluşsal bir tehdit olarak görülmüyor. Bu da İttifak kaynaklarının güncel tehditler için arttırılmasını ve yeri geldiğinde seferber edilmesini zorlaştırıyor.

NATO’yu yaşatmak mümkün mü?

Tüm bunlar göz önüne alındığında da mevcut sorunlarla başa çıkmakta zorlanan bir İttifakın varlık gerekçesine dair tartışmaların daima gündemde kalması kaçınılmaz olacak.

Gelecek tartışması kapsamında, NATO’nun küresel bir güvenlik aktörü olarak varlığını sürdürebilmesi için öncelikle yük bölüşümü meselesine odaklanması gerekiyor. Bu bağlamda, Avrupalı devletlerin sadece finansal olarak ellerini taşın altına koymaları değil, yük bölüşümünü gerçek anlamda içselleştirmeleri şart.

İkinci olarak, ABD’nin Avrupa kıtasının güvenliğine katkısı devam etmeli. Özellikle Batı merkezli bir perspektiften bakıldığında, Kuşak ve Yol girişimi kapsamında, Çin’in Avrasya’nın başlıca gücü haline gelme çabasına karşı onu dengelemek için ABD kıtadaki varlığını sürdürmeli.8 Üçüncüsü, Rusya ve Çin tehditlerine karşı taktikler geliştirecek olan NATO, aynı zamanda bu iki ülke ile ortaklık potansiyellerini gözden geçirmeli.

Sonuç olarak, NATO’nun varlık nedeninin sorgulanması ve geleceği tartışmaları onlarca yıldır uluslararası camianın gündemini meşgul ediyor ve hiç şüphe yok ki yakın gelecekte de meşgul edecek. Uzgel’in ifadesiyle “ABD merkezli Batı üstünlüğünün devamı açısından NATO hâlâ çok kritik bir örgüt.”9 Bu kritik örgütün önümüzdeki dönemde kendisine nasıl bir rol biçeceği ve bu rolün hakkıyla yerine getirilmesi için izleyeceği stratejiyi ABD-Çin-Rusya ekseninde tekrar düşünmek gerekiyor.

Londra Bildirisi’ne “zorlu zamanlarda, ittifak olarak daha güçlüyüz ve halklarımız daha güvenli. Bağımız ve karşılıklı taahhütlerimiz özgürlüklerimizi, değerlerimizi ve güvenliğimizi 70 yıldır garanti etmektedir” ifadesini yazmak çok kolay. NATO’nun gelecek projeksiyonlarını hazırlamakla görevlendirilen Stoltenberg’in işi de bir o kadar zor!

Twitter’dan takip edin: @sinemacikmese

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 13 Aralık 2019’da yayımlanmıştır.

  1. “Emmanuel Macron in his Own Words”, The Economist, 7 Kasım 2019, https://www.economist.com/europe/2019/11/07/emmanuel-macron-in-his-own-words-english#
  2. Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasına dair bu ifadeler AB Antlaşması’nın 42/2 maddesinde yer alıyor.
  3. Bkz. AB Antlaşması Madde 42/7
  4. Bütçe verileri için bkz. NATO, Defence Expenditure of NATO Countries (2012-2019), Press Communique, 25 Haziran 2019, https://www.nato.int/nato_static_fl2014/assets/pdf/pdf_2019_06/20190625_PR2019-069-EN.pdf
  5. Trump bu twiti 21 Ağustos 2019’ta atmıştır.
  6. Geir Moulson, “Germany’s Merkel says it’s essential to Preserve NATO”, The Washington Post, 27 Kasım 2019, https://www.washingtonpost.com/world/europe/germanys-merkel-says-its-essential-to-preserve-nato/2019/11/27/42dae108-10f7-11ea-924c-b34d09bbc948_story.html)
  7. London Declaration, 4 Aralık 2019, https://www.nato.int/cps/en/natohq/official_texts_171584.htm
  8. Philip Stephens, “Crisis, what Crisis? The US Needs NATO as Much as Ever”, Financial Times, 5 Aralık 2019, https://www.ft.com/content/724b53cc-1698-11ea-9ee4-11f260415385)
  9. İlhan Uzgel, Kürt Sorununu Baltıklara Taşımak, GazeteDuvar, 2 Aralık 2019, https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/12/02/kurt-sorununu-baltiklara-tasimak/

Sinem Akgül-Açıkmeşe

Prof. Dr. Sinem Akgül-Açıkmeşe - Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve Uluslararası İlişkiler Konseyi’nin Genel Sekreteri. Akademik ilgi alanları arasında Güvenlik çalışmaları, Avrupa bütünleşmesi ve güvenliği, AB dış ve komşuluk politikası ile AB-Türkiye ilişkileri bulunuyor.

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x
Send this to a friend