Ortadoğu NATO’su mümkün mü?

ABD’nin kurmayı hedeflediği “Ortadoğu NATO’su”nun amacı ne? Hangi ülkeler buna, hangi amaçla dâhil olabilir? Ürdün’ün böyle bir ittifaka verdiği kuvvetli desteğin arkasında ne var? Hangi aktörler, bu ittifaka karşı çıkabilir?

Soğuk Savaş sırasında ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki rekabet zengin petrol kaynaklarına ve önemli bir stratejik konuma sahip olan Ortadoğu coğrafyasını da etkiledi. 1950’li yıllarda ABD Başkanı Eisenhower, Sovyetler Birliği’ni güneyden kuşatmak için Türkiye, Irak, İran, Pakistan gibi ülkeler arasında ABD öncülüğünde Bağdat Paktı’nın kurulmasını sağladı. ABD bu ittifaka Ürdün’ü de dâhil etmek istiyordu, ancak o dönem ülkede meydana gelen emperyalizm karşıtı milliyetçi akım bunun gerçekleşmesini engelledi. Günümüzde ise şartlar değişti.

ABD, bu sefer İran’a karşı Arap devletlerinden oluşan ve İsrail’in de içinde bulunduğu yeni bir blok, bir “Ortadoğu NATO’su” inşa etmek istiyor. Bu sefer ise Ürdün böyle bir girişimi ilk destekleyen ülkeler arasında. Peki, 1950’ler ve günümüz arasında Ürdün başta olmak üzere ve Ortadoğu coğrafyasında neler değişti?

New York Columbia Üniversitesi’nde modern Arap siyaseti alanında profesör olarak görev yapan Joseph Massad, Middle East Eye dergisi için kaleme aldığı yazıda yakın geçmişin ışığında Ürdün’ün günümüzde Batı ve İsrail ile kurduğu ilişkileri ele alıyor.

Yazının öne çıkan bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“ABD’nin içinde bulunduğu ittifaklar son 70 yıl içinde pek değişmedi.

Son haftalarda ABD ve İsrail, İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında İran’a karşı yeni bir askeri ittifak kurma yönünde aktif çaba gösteriyor.

Ürdün Kralı II. Abdullah, birkaç gün önce ABD televizyonunda “Ortadoğu NATO’sunu ilk destekleyenlerden birisi” olacağını açıkladı. “Bu oluşuma bölgeden daha fazla ülkenin katılmasını görmek isterim,” diye ekledi.

Kral Abdullah’ın açıkça söylemediği şey ise İsrail’in de bu oluşumun bir parçası olacağıydı. Ancak, Amerikalılar bu hususta çok daha açık sözlüydü.

Bir Beyaz Saray sözcüsü, ABD’nin “İsrail’in genişletilmiş Ortadoğu bölgesi ile entegrasyonunu güçlü bir şekilde desteklediğini ve bu hususun ABD Başkanı İsrail’i ziyaret ettiğinde gündeme getirileceğini,” belirtti.

Yeni bir ittifak

Ürdün, Kral Abdullah’ın o konuşmada da belirttiği gibi NATO ile iş birliği yapıyor. Ayrıca kralın parlamento onayı olmadan 2021 yılında Amerikalılar ile imzaladığı Savunma Anlaşması nedeniyle üzerinde hiçbir yetkisi veya kontrolü olmadığı kendi egemenliği dışındaki birtakım ABD üssüne ve tesisine de ev sahipliği yapıyor.

Kral Abdullah’ın açıklamalarından birkaç gün önce, İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz, İsrail’in bazı Arap ülkesi ile birlikte Ortadoğu Hava Savunma İttifakı (MEAD) adlı ABD destekli yeni bir ortak hava savunma ağı oluşturduğunu duyurdu. Ürdün’ün de bu ortak hava savunma ağının bir parçası olması bekleniyor.

Özellikle İran başta olmak üzere Suriye, Hizbullah, Hamas ve daha sonra Rusya’yı hedef alan böyle bir askeri ittifak yeni bir fikir değil. Ancak bunun gerçekleştirilmesi için geçmişe kıyasla daha fazla çaba harcanıyor.

2006-2007 yıllarında ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, ABD adına şekillendirmek istediği yeni Ortadoğu’nun ABD liderliğinde bir askeri ittifakı içereceğini umuyordu. Dışişleri Bakanı Rice, o zamanlarda Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün’ü kurmak istediği yeni pakta dâhil edebildi, ancak o dönem bölgedeki ortam İsrail’i açık bir şekilde böyle bir ittifakın parçası yapmak için uygun değildi.

Bununla birlikte ABD Başkanı Dwight Eisenhower döneminde Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten John Foster Dulles “paktomani” ile tanınıyordu. 1955 yılında Bağdat Paktı olarak da bilinen Merkezi Antlaşma Teşkilatı CENTO’nun Ortadoğu’da esasen Sovyet karşıtı cephe olarak kurulması, Dışişleri Bakanı Dulles’in dünya çapında askeri paktlar inşa etmek için gösterdiği yoğun çabanın bir parçasıydı.

Amerikalılar İngiltere, Türkiye, Pehlevi İran’ı, Pakistan ve Haşimi Irak’ının yanı sıra Ürdün’ü de bu pakta dâhil etmek için çok uğraştılar, ancak Kral Hüseyin’in isteklerine karşı çıkan emperyalizm karşıtı milliyetçi muhalefetten dolayı başarısız oldular. Abdünnâsır’ın Mısır’ı ve Haşimi karşıtı Suudi Arabistan da böyle bir ittifaka karşı çıkıyordu.

İngiltere’nin genelkurmay başkanı General Gerald Templer, ülke liderlerini ittifaka katılmaya ikna etmek için Ürdün’e bir ziyaret gerçekleştirdi.

Ürdün Kralı Hüseyin ve Başbakan Hazza’ Majali böyle bir girişime destek verirken ülkedeki koloni karşıtı milliyetçi akım ve Ürdün’deki Müslüman Kardeşler buna şiddetle karşı çıkıyordu. O zamanlar İngiliz Korgeneral John Bagot Glubb’un komuta ettiği Ürdün ordusu içinde “Hür Subaylar” olarak bilinen emperyalizm karşıtı bir grup ta bu ittifaka karşı çıkıyordu.

Bu subaylar Ürdün’ün düşmanlarının SSCB değil, İngiliz ve İsrail olduğu konusunda ısrar ediyordu.

İngiltere’nin ve Ürdün’ün Bağdat Paktı’na katılmasına karşı çıkan kitlesel gösteriler nedeniyle ordu Ürdün şehirlerine konuşlandırıldı ve sivilleri hedef almaya başladı. Majali’nin kabinesi istifaya zorlandı, ancak ordu tarafından çok sayıda gösterici öldürülmüştü.

Polis kuvvetleri, İngiliz subayları gibi taş yağmuruna tutuldu ve göstericiler orduya ait Land Rover’ları ateşe verdi. Ülkenin dört bir yanında protestolar düzenlendi. Batı Şeria dışında, Amman ve Zerka’dan İrbid, Es-Salt, Aclun, Er Remse ve hatta Anjara köyüne kadar Doğu Şeria’daki şehirler ve kasabalar göstericilerle doluydu.

Zerka’daki İngiliz subaylarından biri olan Yarbay Patrick Lloyd, komuta ettiği alay tek kurşun atmadan göstericileri izlerken öfkeli kalabalık tarafından öldürüldü. Zerka polisi sokağa çıkma yasağını uygulamayı reddetti ve ordu tarafından tutuklanan göstericileri serbest bıraktı. Askeri uçaklar Zerka’nın kontrolünü ele geçirmek için keşif uçuşu gerçekleştirdi ve kasabadaki nüfusu korkuttu.

Milliyetçi akım

Bu olaylar Ürdün’deki emperyalizm karşıtı milliyetçi akımları güçlendirdi ve 1956’da İngiliz genelkurmay başkanı Glubb’un sınır dışı edilmesine sebep oldu.

Ürdün, 1954 ve 1957 yılları arasında canlı, nispeten özgür bir ortamda seçilmiş emperyalist karşıtı bir parlamento ile aktif bir siyasi hayata sahipti. 1956-57 yılları arasında milliyetçi ve emperyalizm karşıtı Süleyman el-Nabulsi başbakanlık görevini yürütüyordu. Ancak Ürdünlü emperyalizm karşıtlarının zaferi kısa sürdü.

ABD Başkanı Eisenhower, 1957 yılının Ocak ayında Eisenhower Doktrinini ilan etti. ABD’nin Ortadoğu’da komünizm tehdidi altındaki ülkelere yardım edeceğini açıkladı.

Doktrinini ortaya koyan konuşmasında Eisenhower şunları söyledi: “Ortadoğu üç büyük dinin, İslam, Hristiyanlık ve Museviliğin doğduğu yerdir. Mekke ve Kudüs yalnızca harita üzerinde birer yer olmaktan daha fazlasını ifade etmektedir. Ortadoğu’nun kutsal bölgelerinin materyalist ateizmi yüceleştiren bir yönetim altına girmesi kabul edilemez.”

Eisenhower, CIA’nin kurucularından Frank Wisner ve Genelkurmay Başkanı ile yaptığı özel görüşmelerde Arapların komünizme karşı mücadelede dinlerinden ilham almaları ve “kutsal savaş” bakış açısının vurgulanması için mümkün olan her şeyin yapılması gerektiği konusunda ısrar ediyordu. ABD’nin Müslüman Kardeşler Cemiyeti gibi yeni “reformist” grupları desteklemesi ve geleneksel din adamlarından uzak durması planlanıyordu.

Ürdün’de hür subaylar grubunun bir üyesi olan Shahir Yusuf Abu Shahut’un 1992’de yayımlanan “Ürdün’de Ordu ve Siyaset” isimli anı kitabında yazdığına göre 1957 yılının sonlarına doğru Kral Hüseyin tarafından demokratik olarak seçilmiş parlamentoya, kabineye ve ordudaki subaylara karşı düzenlenen darbeye Müslüman Kardeşler Cemiyeti’nin Ürdün kolu da katılmış, ülkede “komünist” olarak nitelendirilen emperyalizm karşıtı milliyetçi ve demokrasi yanlısı güçlerin bastırılmasında Ürdün ordu birliklerinin yanında yer almıştır.

Ancak o dönemde milliyetçilere karşı yürütülen baskı faaliyetlerinin bir parçası olduklarına dair iddialar Müslüman Kardeşler kaynaklarına göre “tamamen yanlıştır”.

Saray darbesi

Kral Hüseyin, ordunun kendisini devirmek için plan yaptığını iddia ederek saray darbesini meşrulaştırmaya çalıştı. Ancak saray darbesi sırasında ülkeden kaçan Ürdün Genelkurmay Başkanı Ali Abu-Nuwar, bir basın toplantısında “sözde [kral karşıtı] komplonun sömürgecilerin emellerine hizmet etmek için Amerikan büyükelçiliği ve onların destekçileri tarafından planlandığını ve tasarlandığını,” açıkladı.

Saray darbesinin ardından ordu, tüm emperyalizm karşıtı ve milliyetçi unsurlardan temizlendi ve Glubb Paşa döneminde hüküm süren statükoya geri dönüldü. Bunun bir sonucu olarak Ürdün’de 1957’den 1992’ye kadar sıkıyönetim devam etti.

Haşimilerin geleneksel düşmanı olan Suudiler, Batı tarafından oluşturulan Sovyet karşıtı Bağdat Paktı’na karşı Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnâsır’ın yanında yer aldı. ABD Dışişleri Bakanlığı “Suudi Arabistan’ın Mısır etkisinden çıkarılmasına” karar verdi.

Eisenhower, Suudi Arabistan’ı Abdünnâsır’a karşı bir denge unsuru olarak desteklemeye hevesliydi. Amerikalılar, Suudilerin Müslümanların kutsal bölgeleri üzerindeki kontrolünün önemini fark etmişlerdi.

Eisenhower’ın planı, Suudi kralının “manevi bir lider olarak güçlendirilmesiydi. Bu başarıldığında, siyasi lider olmak için onu teşvik etmekti.”

Kral Suud bu plana pek yanaşmadığından ve böyle bir rol için uygun olmadığından Veliaht Prens Faysal (Amerikalıların desteğiyle 1964 yılında kardeşini tahttan indirerek kral oldu) emperyalizm karşıtı Arap milliyetçiliği, sosyalizm ve “laiklik” ile mücadele etmek için 1962 yılının Mayıs ayında Mekke’de uluslararası bir İslami konferans düzenledi ve Dünya İslam Birliği’ni kurdu.

Bütün bunlar ABD’nin Soğuk Savaş sırasında Abdünnâsır’a karşı Kral Faysal yönetimindeki Suudi Arabistan’a biçtiği yeni rolün bir parçasıydı.

Ancak tüm bunlar 1950’lerde ve 1960’larda kaldı.

Bugün Arap dünyasında artık önemli emperyalist karşıtı güçlerin olmadığı bir dünyada yaşıyoruz.

Gerçekten de, Ürdün’ün siyasi sınıfı bir yana dursun, ABD tarafından donatılmış Ürdün ordusunda 1950’lerde olduğu gibi emperyalist karşıtı milliyetçi akıma dair hiçbir emare yok.

Bununla birlikte, emperyalizm karşıtlığına olan düşmanlıkları, 1950’lerin emperyalizm karşıtı Başbakanı El-Nabulsi’nin itibarını baltalayacak kadar ileriye giden kişiler var.

Yeni bir Ortadoğu

Eski Ürdün Başbakanı Samir el-Rifai, belki de Ürdün kamuoyunu yeni Ortadoğu NATO’suna razı etmeye zorlamak için birkaç hafta önce el-Nabulsi’yi hedef aldı ve onu 1950’lerde Haşimi rejimini devirmek için yabancı güçlerle komplo kurmakla suçladı.

Ürdünlüleri düşmanlarının İsrail değil de İran olduğuna ikna etmek için planlanan başka bir çaba ise İranlıların Ürdün’ün dışişleri bakanlığına siber saldırı gerçekleştirmeye çalıştığına dair haberlere geçen ay basında yer verilmesidir.

Basında yer alan daha ciddi bir iddia ise İran’ın Suriye sınırından Ürdün’e büyük miktarda uyuşturucu kaçırmak için büyük bir operasyonun arkasında olduğudur.

Ancak gerçekte İran, Ürdün rejiminin devrim öncesi Pehlevi diktatörlüğüne yakınlığına ve Saddam Hüseyin’in İran’a karşı yürüttüğü savaşta Kral Hüseyin’in Saddam’a yönelik aktif desteğine rağmen Ürdün ile dostane diplomatik ilişkiler sürdürüyor.

İngiliz generaller 1950’lerde İngilizlerin eğitti Ürdün ordusunu sivillerin üzerine salarken, bunu İngiliz sömürgeciliğine, ABD emperyalizmine ve İsrailli düşmanlarına karşı seferber olmuş bir Ürdün’de yaptılar.

Yine de o zamanlar emperyalizm karşıtı güçler Kral Hüseyin’in Bağdat Paktı’na katılmasını engellemede başarılı oldular.

Müslüman Kardeşler Cemiyeti, milliyetçilere karşı 1950’de yapılan darbenin gerçekten bir parçası olmuş olsa dahi birkaç gün önce Ürdün’deki diğer vatansever gruplar ile bu yeni ittifaka şiddetle karşı çıktı.

Ancak günümüzde ABD ve Kral Abdullah, Ürdün’ün ABD destekli güçlü güvenlik teşkilatları ile ABD tarafından desteklenen ve donatılan Ürdün ordusunun yeni Ortadoğu NATO’suna karşı 1950’lerdekine benzer bir halk hareketi ile karşı karşıya kalmasından endişe etmiyorlar. Herhangi bir Ürdün başbakanının devrilmesine veya bir saray darbesi düzenlenmesine gerek kalmayacak.

Görünüşe göre hem Amerikalılar hem de Kral yeni planlarından memnun ve başarısından eminler.

Bu yazı ilk kez 8 Temmuz 2022’de yayımlanmıştır.

 

Joseph Massad’ın The Middle East Eye web sitesinde yayınlanan “Jordan: From a nationalist uprising to backing an Arab-Israeli Nato” başlıklı yazısından bölümler Caner Köseler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.middleeasteye.net/opinion/jordan-us-baghdad-pact-middle-east-nato

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Ortadoğu NATO’su mümkün mü?

ABD’nin kurmayı hedeflediği “Ortadoğu NATO’su”nun amacı ne? Hangi ülkeler buna, hangi amaçla dâhil olabilir? Ürdün’ün böyle bir ittifaka verdiği kuvvetli desteğin arkasında ne var? Hangi aktörler, bu ittifaka karşı çıkabilir?

Soğuk Savaş sırasında ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki rekabet zengin petrol kaynaklarına ve önemli bir stratejik konuma sahip olan Ortadoğu coğrafyasını da etkiledi. 1950’li yıllarda ABD Başkanı Eisenhower, Sovyetler Birliği’ni güneyden kuşatmak için Türkiye, Irak, İran, Pakistan gibi ülkeler arasında ABD öncülüğünde Bağdat Paktı’nın kurulmasını sağladı. ABD bu ittifaka Ürdün’ü de dâhil etmek istiyordu, ancak o dönem ülkede meydana gelen emperyalizm karşıtı milliyetçi akım bunun gerçekleşmesini engelledi. Günümüzde ise şartlar değişti.

ABD, bu sefer İran’a karşı Arap devletlerinden oluşan ve İsrail’in de içinde bulunduğu yeni bir blok, bir “Ortadoğu NATO’su” inşa etmek istiyor. Bu sefer ise Ürdün böyle bir girişimi ilk destekleyen ülkeler arasında. Peki, 1950’ler ve günümüz arasında Ürdün başta olmak üzere ve Ortadoğu coğrafyasında neler değişti?

New York Columbia Üniversitesi’nde modern Arap siyaseti alanında profesör olarak görev yapan Joseph Massad, Middle East Eye dergisi için kaleme aldığı yazıda yakın geçmişin ışığında Ürdün’ün günümüzde Batı ve İsrail ile kurduğu ilişkileri ele alıyor.

Yazının öne çıkan bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“ABD’nin içinde bulunduğu ittifaklar son 70 yıl içinde pek değişmedi.

Son haftalarda ABD ve İsrail, İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında İran’a karşı yeni bir askeri ittifak kurma yönünde aktif çaba gösteriyor.

Ürdün Kralı II. Abdullah, birkaç gün önce ABD televizyonunda “Ortadoğu NATO’sunu ilk destekleyenlerden birisi” olacağını açıkladı. “Bu oluşuma bölgeden daha fazla ülkenin katılmasını görmek isterim,” diye ekledi.

Kral Abdullah’ın açıkça söylemediği şey ise İsrail’in de bu oluşumun bir parçası olacağıydı. Ancak, Amerikalılar bu hususta çok daha açık sözlüydü.

Bir Beyaz Saray sözcüsü, ABD’nin “İsrail’in genişletilmiş Ortadoğu bölgesi ile entegrasyonunu güçlü bir şekilde desteklediğini ve bu hususun ABD Başkanı İsrail’i ziyaret ettiğinde gündeme getirileceğini,” belirtti.

Yeni bir ittifak

Ürdün, Kral Abdullah’ın o konuşmada da belirttiği gibi NATO ile iş birliği yapıyor. Ayrıca kralın parlamento onayı olmadan 2021 yılında Amerikalılar ile imzaladığı Savunma Anlaşması nedeniyle üzerinde hiçbir yetkisi veya kontrolü olmadığı kendi egemenliği dışındaki birtakım ABD üssüne ve tesisine de ev sahipliği yapıyor.

Kral Abdullah’ın açıklamalarından birkaç gün önce, İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz, İsrail’in bazı Arap ülkesi ile birlikte Ortadoğu Hava Savunma İttifakı (MEAD) adlı ABD destekli yeni bir ortak hava savunma ağı oluşturduğunu duyurdu. Ürdün’ün de bu ortak hava savunma ağının bir parçası olması bekleniyor.

Özellikle İran başta olmak üzere Suriye, Hizbullah, Hamas ve daha sonra Rusya’yı hedef alan böyle bir askeri ittifak yeni bir fikir değil. Ancak bunun gerçekleştirilmesi için geçmişe kıyasla daha fazla çaba harcanıyor.

2006-2007 yıllarında ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, ABD adına şekillendirmek istediği yeni Ortadoğu’nun ABD liderliğinde bir askeri ittifakı içereceğini umuyordu. Dışişleri Bakanı Rice, o zamanlarda Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün’ü kurmak istediği yeni pakta dâhil edebildi, ancak o dönem bölgedeki ortam İsrail’i açık bir şekilde böyle bir ittifakın parçası yapmak için uygun değildi.

Bununla birlikte ABD Başkanı Dwight Eisenhower döneminde Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten John Foster Dulles “paktomani” ile tanınıyordu. 1955 yılında Bağdat Paktı olarak da bilinen Merkezi Antlaşma Teşkilatı CENTO’nun Ortadoğu’da esasen Sovyet karşıtı cephe olarak kurulması, Dışişleri Bakanı Dulles’in dünya çapında askeri paktlar inşa etmek için gösterdiği yoğun çabanın bir parçasıydı.

Amerikalılar İngiltere, Türkiye, Pehlevi İran’ı, Pakistan ve Haşimi Irak’ının yanı sıra Ürdün’ü de bu pakta dâhil etmek için çok uğraştılar, ancak Kral Hüseyin’in isteklerine karşı çıkan emperyalizm karşıtı milliyetçi muhalefetten dolayı başarısız oldular. Abdünnâsır’ın Mısır’ı ve Haşimi karşıtı Suudi Arabistan da böyle bir ittifaka karşı çıkıyordu.

İngiltere’nin genelkurmay başkanı General Gerald Templer, ülke liderlerini ittifaka katılmaya ikna etmek için Ürdün’e bir ziyaret gerçekleştirdi.

Ürdün Kralı Hüseyin ve Başbakan Hazza’ Majali böyle bir girişime destek verirken ülkedeki koloni karşıtı milliyetçi akım ve Ürdün’deki Müslüman Kardeşler buna şiddetle karşı çıkıyordu. O zamanlar İngiliz Korgeneral John Bagot Glubb’un komuta ettiği Ürdün ordusu içinde “Hür Subaylar” olarak bilinen emperyalizm karşıtı bir grup ta bu ittifaka karşı çıkıyordu.

Bu subaylar Ürdün’ün düşmanlarının SSCB değil, İngiliz ve İsrail olduğu konusunda ısrar ediyordu.

İngiltere’nin ve Ürdün’ün Bağdat Paktı’na katılmasına karşı çıkan kitlesel gösteriler nedeniyle ordu Ürdün şehirlerine konuşlandırıldı ve sivilleri hedef almaya başladı. Majali’nin kabinesi istifaya zorlandı, ancak ordu tarafından çok sayıda gösterici öldürülmüştü.

Polis kuvvetleri, İngiliz subayları gibi taş yağmuruna tutuldu ve göstericiler orduya ait Land Rover’ları ateşe verdi. Ülkenin dört bir yanında protestolar düzenlendi. Batı Şeria dışında, Amman ve Zerka’dan İrbid, Es-Salt, Aclun, Er Remse ve hatta Anjara köyüne kadar Doğu Şeria’daki şehirler ve kasabalar göstericilerle doluydu.

Zerka’daki İngiliz subaylarından biri olan Yarbay Patrick Lloyd, komuta ettiği alay tek kurşun atmadan göstericileri izlerken öfkeli kalabalık tarafından öldürüldü. Zerka polisi sokağa çıkma yasağını uygulamayı reddetti ve ordu tarafından tutuklanan göstericileri serbest bıraktı. Askeri uçaklar Zerka’nın kontrolünü ele geçirmek için keşif uçuşu gerçekleştirdi ve kasabadaki nüfusu korkuttu.

Milliyetçi akım

Bu olaylar Ürdün’deki emperyalizm karşıtı milliyetçi akımları güçlendirdi ve 1956’da İngiliz genelkurmay başkanı Glubb’un sınır dışı edilmesine sebep oldu.

Ürdün, 1954 ve 1957 yılları arasında canlı, nispeten özgür bir ortamda seçilmiş emperyalist karşıtı bir parlamento ile aktif bir siyasi hayata sahipti. 1956-57 yılları arasında milliyetçi ve emperyalizm karşıtı Süleyman el-Nabulsi başbakanlık görevini yürütüyordu. Ancak Ürdünlü emperyalizm karşıtlarının zaferi kısa sürdü.

ABD Başkanı Eisenhower, 1957 yılının Ocak ayında Eisenhower Doktrinini ilan etti. ABD’nin Ortadoğu’da komünizm tehdidi altındaki ülkelere yardım edeceğini açıkladı.

Doktrinini ortaya koyan konuşmasında Eisenhower şunları söyledi: “Ortadoğu üç büyük dinin, İslam, Hristiyanlık ve Museviliğin doğduğu yerdir. Mekke ve Kudüs yalnızca harita üzerinde birer yer olmaktan daha fazlasını ifade etmektedir. Ortadoğu’nun kutsal bölgelerinin materyalist ateizmi yüceleştiren bir yönetim altına girmesi kabul edilemez.”

Eisenhower, CIA’nin kurucularından Frank Wisner ve Genelkurmay Başkanı ile yaptığı özel görüşmelerde Arapların komünizme karşı mücadelede dinlerinden ilham almaları ve “kutsal savaş” bakış açısının vurgulanması için mümkün olan her şeyin yapılması gerektiği konusunda ısrar ediyordu. ABD’nin Müslüman Kardeşler Cemiyeti gibi yeni “reformist” grupları desteklemesi ve geleneksel din adamlarından uzak durması planlanıyordu.

Ürdün’de hür subaylar grubunun bir üyesi olan Shahir Yusuf Abu Shahut’un 1992’de yayımlanan “Ürdün’de Ordu ve Siyaset” isimli anı kitabında yazdığına göre 1957 yılının sonlarına doğru Kral Hüseyin tarafından demokratik olarak seçilmiş parlamentoya, kabineye ve ordudaki subaylara karşı düzenlenen darbeye Müslüman Kardeşler Cemiyeti’nin Ürdün kolu da katılmış, ülkede “komünist” olarak nitelendirilen emperyalizm karşıtı milliyetçi ve demokrasi yanlısı güçlerin bastırılmasında Ürdün ordu birliklerinin yanında yer almıştır.

Ancak o dönemde milliyetçilere karşı yürütülen baskı faaliyetlerinin bir parçası olduklarına dair iddialar Müslüman Kardeşler kaynaklarına göre “tamamen yanlıştır”.

Saray darbesi

Kral Hüseyin, ordunun kendisini devirmek için plan yaptığını iddia ederek saray darbesini meşrulaştırmaya çalıştı. Ancak saray darbesi sırasında ülkeden kaçan Ürdün Genelkurmay Başkanı Ali Abu-Nuwar, bir basın toplantısında “sözde [kral karşıtı] komplonun sömürgecilerin emellerine hizmet etmek için Amerikan büyükelçiliği ve onların destekçileri tarafından planlandığını ve tasarlandığını,” açıkladı.

Saray darbesinin ardından ordu, tüm emperyalizm karşıtı ve milliyetçi unsurlardan temizlendi ve Glubb Paşa döneminde hüküm süren statükoya geri dönüldü. Bunun bir sonucu olarak Ürdün’de 1957’den 1992’ye kadar sıkıyönetim devam etti.

Haşimilerin geleneksel düşmanı olan Suudiler, Batı tarafından oluşturulan Sovyet karşıtı Bağdat Paktı’na karşı Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnâsır’ın yanında yer aldı. ABD Dışişleri Bakanlığı “Suudi Arabistan’ın Mısır etkisinden çıkarılmasına” karar verdi.

Eisenhower, Suudi Arabistan’ı Abdünnâsır’a karşı bir denge unsuru olarak desteklemeye hevesliydi. Amerikalılar, Suudilerin Müslümanların kutsal bölgeleri üzerindeki kontrolünün önemini fark etmişlerdi.

Eisenhower’ın planı, Suudi kralının “manevi bir lider olarak güçlendirilmesiydi. Bu başarıldığında, siyasi lider olmak için onu teşvik etmekti.”

Kral Suud bu plana pek yanaşmadığından ve böyle bir rol için uygun olmadığından Veliaht Prens Faysal (Amerikalıların desteğiyle 1964 yılında kardeşini tahttan indirerek kral oldu) emperyalizm karşıtı Arap milliyetçiliği, sosyalizm ve “laiklik” ile mücadele etmek için 1962 yılının Mayıs ayında Mekke’de uluslararası bir İslami konferans düzenledi ve Dünya İslam Birliği’ni kurdu.

Bütün bunlar ABD’nin Soğuk Savaş sırasında Abdünnâsır’a karşı Kral Faysal yönetimindeki Suudi Arabistan’a biçtiği yeni rolün bir parçasıydı.

Ancak tüm bunlar 1950’lerde ve 1960’larda kaldı.

Bugün Arap dünyasında artık önemli emperyalist karşıtı güçlerin olmadığı bir dünyada yaşıyoruz.

Gerçekten de, Ürdün’ün siyasi sınıfı bir yana dursun, ABD tarafından donatılmış Ürdün ordusunda 1950’lerde olduğu gibi emperyalist karşıtı milliyetçi akıma dair hiçbir emare yok.

Bununla birlikte, emperyalizm karşıtlığına olan düşmanlıkları, 1950’lerin emperyalizm karşıtı Başbakanı El-Nabulsi’nin itibarını baltalayacak kadar ileriye giden kişiler var.

Yeni bir Ortadoğu

Eski Ürdün Başbakanı Samir el-Rifai, belki de Ürdün kamuoyunu yeni Ortadoğu NATO’suna razı etmeye zorlamak için birkaç hafta önce el-Nabulsi’yi hedef aldı ve onu 1950’lerde Haşimi rejimini devirmek için yabancı güçlerle komplo kurmakla suçladı.

Ürdünlüleri düşmanlarının İsrail değil de İran olduğuna ikna etmek için planlanan başka bir çaba ise İranlıların Ürdün’ün dışişleri bakanlığına siber saldırı gerçekleştirmeye çalıştığına dair haberlere geçen ay basında yer verilmesidir.

Basında yer alan daha ciddi bir iddia ise İran’ın Suriye sınırından Ürdün’e büyük miktarda uyuşturucu kaçırmak için büyük bir operasyonun arkasında olduğudur.

Ancak gerçekte İran, Ürdün rejiminin devrim öncesi Pehlevi diktatörlüğüne yakınlığına ve Saddam Hüseyin’in İran’a karşı yürüttüğü savaşta Kral Hüseyin’in Saddam’a yönelik aktif desteğine rağmen Ürdün ile dostane diplomatik ilişkiler sürdürüyor.

İngiliz generaller 1950’lerde İngilizlerin eğitti Ürdün ordusunu sivillerin üzerine salarken, bunu İngiliz sömürgeciliğine, ABD emperyalizmine ve İsrailli düşmanlarına karşı seferber olmuş bir Ürdün’de yaptılar.

Yine de o zamanlar emperyalizm karşıtı güçler Kral Hüseyin’in Bağdat Paktı’na katılmasını engellemede başarılı oldular.

Müslüman Kardeşler Cemiyeti, milliyetçilere karşı 1950’de yapılan darbenin gerçekten bir parçası olmuş olsa dahi birkaç gün önce Ürdün’deki diğer vatansever gruplar ile bu yeni ittifaka şiddetle karşı çıktı.

Ancak günümüzde ABD ve Kral Abdullah, Ürdün’ün ABD destekli güçlü güvenlik teşkilatları ile ABD tarafından desteklenen ve donatılan Ürdün ordusunun yeni Ortadoğu NATO’suna karşı 1950’lerdekine benzer bir halk hareketi ile karşı karşıya kalmasından endişe etmiyorlar. Herhangi bir Ürdün başbakanının devrilmesine veya bir saray darbesi düzenlenmesine gerek kalmayacak.

Görünüşe göre hem Amerikalılar hem de Kral yeni planlarından memnun ve başarısından eminler.

Bu yazı ilk kez 8 Temmuz 2022’de yayımlanmıştır.

 

Joseph Massad’ın The Middle East Eye web sitesinde yayınlanan “Jordan: From a nationalist uprising to backing an Arab-Israeli Nato” başlıklı yazısından bölümler Caner Köseler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.middleeasteye.net/opinion/jordan-us-baghdad-pact-middle-east-nato

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x