“Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşü, Arap Baharı’nın sonu” başlığına bakınca şöyle düşünebilirsiniz: “Oooo, yeni mi aklına geldi. Arap Baharı sona ereli çok oldu. Bahar mı kaldı? Kış, o, kış.” Bu eleştiri tamamen haksız olmayabilir. Fakat Arap Baharı’nın çok uzun süre önce sona erdiğini düşünüyorsanız önemli bir noktayı atlıyorsunuz demektir: Arap Baharı, Orta Doğu’daki rejimler üzerindeki yıkıcı etkisini uzun süre önce yitirmiş olabilir. Ancak, onun tetiklediği değişim rüzgârının başlattığı iç savaşlar tamamen sona ermedi. Yemen, Suriye ve Libya’daki iç çatışmalar eskisi gibi alev alev yanmasa da halen sıcak. Bu çatışmanın tarafları sadece o ülkede yaşayanlar değil. Çatışmanın dış aktörleri de çoktan yoruldu. O dönemin kapanmasını istiyor ama her çatışmada olduğu gibi taraflar yenilgiyi kabullenmek yerine rakibini az maliyetle yıpratmaya devam etmeyi seçiyordu ama artık bu durum da değişti.
Bir devir kapanmak zorunda
Son iki yılda dünyada ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler artık bir devrin tamamen kapanması gerekliliğini zorunlu hale getiriyor.
“Konu, Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşü değil mi? Neden, böyle bir girişle başladın” diye sorabilirsiniz. Bu soruya verebilecek çok kesin ancak kapsamlı bir yanıtım var.
Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşü Çin’in Orta Doğu’daki etkisinin artması, Rusya-Ukrayna Savaşı, Suudi Arabistan’ın yeni ekonomik programı gibi bazı gelişmelerle hızlanmış olsa bile Orta Doğu’daki sistemik dönüşümün bir sonucu. Bu nedenle, Suriye’deki iç savaşın bitirilmesi ile Arap Birliği’ne dönüş arasında büyük bir paralellik var. Hadi başlayalım, nedir bu sistemik dönüşüm dediğimiz şey.
Arap Baharı, Orta Doğu alt sistemi, Suriye iç savaşı
Suriye’de iç savaş kendi kendine çıkmadı. Elbette on yıllardır yaşanan dışlanma, baskı, anti demokratik uygulamalar, ekonomik krizler, Lübnan’a müdahale, aile içi güç mücadelesi, Irak iç savaşının yayılma etkisi ve hatta iklim krizinin tarımsal üretim üzerindeki etkileri gibi nedenlerin çatışmanın alt yapısını hazırlayan iç dinamikler olduğu inkar edilemez. Ancak, Tunus’ta başlayan, Mısır’ı, Libya’yı vuran dalga Suriye’yi de zayıf bir anında yakalamıştı. Bu dönemde Türkiye, ABD ve Körfez devletlerinin çoğu bir tarafta, İran ve Rusya bir tarafta Suriye’de güç mücadelesine tutuştu.
Fakat bu güç mücadelesi, Suriye ile sınırlı değildi. Aktörler bazı ülkelerde değişiyordu. Mesela Mısır’da Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail, ABD güç mücadelesinin taraflarıydı fakat İran büyük bir etki sahibi değildi. Libya’da ABD bir süre sonra çekildi; başta Türkiye yoktu, sonraları devreye girdi, bu devletler yerine Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Avrupa ülkeleri vardı. Yemen’de asıl aktörler İran, Suudi Arabistan ve biraz da diğer Körfez Emirlikleri idi.
Zaman içinde yere ve değişen dinamiklere göre farklılaşmalar yaşansa da değişimi savunan Türkiye, ABD, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkeler bir tarafta Rusya, İran ve duruma göre onlarla işbirliği yapan ülkeler diğer tarafta olageldi.
Bir süre sonra Arap Baharı’nın pek de öyle bahar getirmediği, iç savaş ve istikrarsızlık nedeni olduğu anlaşıldı. Böylece ilk geri adımlar gelmeye başladı. 2013’te Mısır’daki Müslüman Kardeşler yönetimi Suudi Arabistan’ın başını çektiği bir grup tarafından devrilince iki yıl öncesine kadar değişim cephesinde yer alan ülkeler arasında çıkar farklılıkları ortaya çıktı. Bu süreç zarfında Tunus’ta Nahda darbe üstüne darbe aldı. Yemen, Suriye ve Libya’da iç savaş kızışırken bu ülkelerde eski anlaşmalar yerini çatışmalara bıraktı. Bir zamanlar Suudi Arabistan, ABD ve Türkiye, Suriye konusunda çok yakın duruşlara sahipken 2015’ten itibaren önce uzaklaştılar sonra rakip haline geldiler. Yemen’de İran ve Suudi Arabistan kıyasıya kapışırken, Suudlar beklentilerinin çok ötesinde darbeler aldılar. O dönemde olan biteni uzun uzaya anlatmayı sürdürmeyeceğim ama 2022’de geldiğimiz durumu şöyle özetleyebilirim.
Dünya siyasetini Ortadoğu üzerinden okumanın yanlışlığı
Suudi Arabistan, İran’a karşı tüm cephelerde büyük darbeler aldı, hatta hiçbirinde istediği sonucu alamadı. ABD, İran’a karşı Suudların yanında göstermelik olarak dursa da İran yanlısı güçler Suudların petrol üretim kapasitesini etkisiz hale getiren füze saldırıları yapınca beklenen yanıtı vermedi. ABD’nin Orta Doğu’daki hevesinin yine geçici olduğu düşüncesi güçlendi. ABD dış politikasında öncelik Çin ve Covid etkileri olurken bir de bunun üstüne Rusya-Ukrayna Savaşı çıktı. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ise her şeyin tuzu biberi oldu.
Ortadoğu’nun vazgeçilmez olmadığı, Soğuk Savaş sonrası 10 yılda çok yaygın olan ve Arap Baharı’yla yeniden canlanan dünya siyasetini Orta Doğu üzerinden okumanın yanlışlığı bir kez daha görüldü.
Suudlar kaybederken İran da kazanmıyordu. Onlarca yıllık ağır ambargo, iç baskı, dış operasyonlara ve savunma politikalarına harcanan büyük bütçeler İran’da iç karışıklığı körükledi. Suudi Arabistan gelecek vizyonu için tasarruf edecek çatışmalar ararken, İran aynı tasarrufu varlığını devam ettirmek için yapmalıydı.
Bu dönemde Rusya ve ABD’nin Ukrayna üzerinden yeni bir savaşa tutuşması ise bölge devletlerine yeni bir manevra alanı sağlamıştı. Çatışmayı devam ettirmenin ağır maliyetinin yanı sıra yeni bir arabulucuyla işbirliği olanağı, en azından çatışmaya ara verme imkanını mümkün hatta gerekli hale gelmişti.
Bu süreç bizi İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkinin Çin üzerinden yeniden kurulduğu Mart 2023’e getiriyor.
En özet haliyle Ortadoğu’da hiçbir ülkeye istediği başarıyı getirmeyen çatışmanın sona erdirilmesi sistemik bir gereklilik halini almıştı. Suriye’de çatışmanın bitmesi bu gerekliliğin bir ürünüydü. Esad Yönetimi bu 12 yıllık süre boyunca ayakta kalma başarısını gösterdi. Gelinen noktada artık yeni bir şey yapmasına gerek yoktu. Herkes barışırken tek bir ülkeyle veya tek bir ülkede kavga etmek anlamsız olacak ve boşa kaynak tüketecekti.
Daha küçük ama önemsiz olmayan hesaplar
Suriye Hükümeti’nin Arap Birliği’ne dönüşü sistemik bir dönüşümün neticesi olabilir. Fakat dönüşüm bu evreye gelmeden önce de farklı devletler farklı nedenlerle Şam ile ilişkileri onarmak istiyordu.
Örneğin Umman, Suriye ilişkisini hiç bozmadı. Mısır ve Tunus ise uzun süredir eski günlere dönmek için fırsat kolluyordu. Ne de olsa Suriye’deki rejimin baş düşmanlarından olan Müslüman Kardeşler her iki ülkede de bir süreliğine iktidara gelmiş olsa da ikisinde de gücünü koruyamadı. Tersine her iki ülkede de yeni iktidar sahiplerin en çok korktuğu güç olmaya devam etti. Bu yüzden Mısır da Tunus da diğer Arap devletleriyle arasını bozmadan Suriye ile ilişkileri düzeltmek için fırsat kolluyordu.
Bahreyn ve BAE ise 2018’den itibaren açıkça Şam ile ilişkiye geçtiler. Bir yandan İsrail ile anlaşma çabalarını perdelemek diğer yandan da Suudi Arabistan-İran kavgasının arasında kalmaktan kurtulmak için bağımsız adımlar atmaları Şam’ı olduğu kadar Kahire’yi de mutlu ediyordu.
Suriye’yi önemli kılan iki husus
Suriye’yi önemli kılan iki husus daha vardı. Birincisi, göçmenlerin durumu. Hiçbiri Türkiye kadar büyük bir nüfusu barındırıyor olmasa da Lübnan ve Ürdün göçmenler meselesinden son derece mustarip.
Fakat tüm Arap devletlerini hatta İran’ı Suriye konusunda bir araya getiren çok önemli bir faktör daha var; bu faktör de Türkiye’nin Suriye’deki üstünlüğü.
Ülkemizde Suriye politikasında yapılan yanlışlar ve Suriyeliler konusundaki tepkiler bir konudaki algımızı köreltmemeli. Türkiye, Suriye topraklarının yaklaşık 13 bin kilometrekarelik bir alanı üzerinde doğrudan veya dolaylı olarak etki yaratabilme kapasitesine sahip. Arap ülkelerinin hiçbirinin Suriye içinde böylesine bir gücü yok. İran ise ABD ile doğrudan çatışmaya girmiş olduğundan kırılgan etki alanına sahip. Üstelik etki alanında sürekli olarak İsrail ve Amerikan taarruzlarına uğruyor. Oysa her ne kadar daha sonra tartışacağımız birçok soruna neden olsa da Araplar ve İran, Suriye üzerinde yoğun bir güç mücadelesine girmişken Türkiye terörle mücadele etmek ve yoğun göçmen akımını engellemek için girdiği Suriye’de Rusya’dan sonra en büyük ikinci güç haline geldi. Tüm bu faktörler, Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönüşünün sağlanarak tekrar Arap etki alanı haline getirilmek istenmesinin ikincil ama önemli parçaları.
Bundan sonrası
Bugün, devlet başkanları, emirler, krallar, prensler sanki on yıldır birbirlerine ağır hakaretler sarfetmemişler, Suriye’yi yangın yerine çevirmemişler gibi Beşar Esad ile el sıkışıp, samimi pozlar verecekler. Biz bunun etik kısmını bir çırpıda unutup adına da gerçekçilik diyoruz.
Fakat işin törensel kısmını bir yana bırakacak olursak, Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşü gerçekten önemli bir dizi gelişmeyi tetikleyecek. Bunları sıralayalım:
Öncelikle Suriye Hükümeti Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE ve Katar’dan kısa süre içinde yoğun ekonomik kaynak talebinde bulunacak. Küresel ekonominin pandemi krizinden henüz sıyrılamadığı bir ortamda sağa sola para saçacak bir devlet yok. Üstelik Suriye’deki iç savaşın maliyetinin 650 milyar doları geçtiği düşünülecek olursa birkaç milyar dolarla bu işin içinden sıyrılmak mümkün değil.
Fakat, Arap Birliği’nin zengin üyelerinin kesenin ağzını açmasını bekliyorum. Nedeni basit, Suriye’de siyasal etkinliği yeniden sağlamanın yolu, parayı doğru harcamaktan geçiyor. İran’ın Suriye’deki mevcut askerî gücünü, Türkiye’nin politik, toplumsal ve askerî gücünü dengelemenin yolu Şam’ın ayağa kalkması için para sarf etmekten geçiyor. Dolayısıyla Arap Birliği toplantısında bol sıfırlı anlaşmalar yapıldığını okuyunca şaşırmayın.
İkincisi, bu süreç Türkiye-Suriye yakınlaşmasını güçleştirecek. Arap ülkeleriyle kavgalı durumunu sona erdiren Şam’ın dayanıklılık kapasitesi artacak. Üstelik Türkiye’nin Suriye’den çıkmasına yönelik söylemleri daha da güçlenecek. Çünkü bu sözleri artık sadece Şam’dan değil diğer Arap başkentlerinden de duyacağız.
Ben bu konudaki görüşümü daha önce de yazmıştım. Şam kısa vadede Türkiye’nin çıkmasını istemiyor. Çünkü Türkiye’nin çıkması halinde bölgedeki güç boşluğunu doldurabilecek kapasiteye sahip değil. Üstelik ABD ile anlaşan YPG’ye karşı da hiçbir kozu kalmamış olacak. Fakat, hem diğer Arap devletleri hem de Suriye’den “Türkiye Suriye’den çekilsin” sözünü daha çok duyacağız. Elbette burada tek hedef Türkiye değil, İran ve ABD de gündeme gelecek. Fakat, Türkiye’ye daha çok yükleneceklerdir.
Üçüncüsü, Çin’in bölgeye gelmesini daha geniş çapta değerlendirmeliyiz.
İdlib’e operasyon yolda
Geçen yazımın sonunda yazdım; bir sonraki yazımın konusu tamamen bu olacak. Halep’in ekonomik olarak ayağa kaldırılabilmesi, Lazkiye-Halep yolunun güvence altına alınması için İdlib’e operasyon geliyor. Arap başkentlerinin desteğini alan Suriye Yönetimi kendi uçaklarını kendi hava sahasında kullanabilme iznini Türkiye-Rusya-İran ve Suriye arasındaki yeni dörtlü güvenlik mekanizmasından koparabilirse İdlib’de operasyon başlama süreci hızlanır. Hatta, ABD’nin yaptırımlarının Arap ülkelerine dokunmamasının sonucu olarak Avrupalı ülkeleri de Şam’da görmeye başlarsak bu süreç daha da hızlanabilir.
Son olarak, göçmenler dosyası ve siyasal çözüm mekanizmasında hareketlenmeler yaşanacak. Belki anımsarsınız bir zamanlar Astana, Cenevre süreçleri konuşuluyordu. Bu süreçlerin sonunda Suriye’de kalıcı bir barış sağlanmasının yol haritaları yapılacaktı. Bence bu şehirlere yenileri eklenecek. Riyad Süreci, Kahire Toplantıları, Amman Şartları, Abu Dabi Yol Haritası nitelemelerini duyunca şaşırmayalım. Artık Suriyeli muhalifler birkaç sene içinde Şam ile anlaşma zemininde buluşmaya fikren ve cismen hazır olmalı.
Suriyelilerin gönüllü dönüşü olacak mı?
Siyasi uzlaşı kadar önemli bir diğer konu da göçmenler meselesi.
Ürdün’ün Suriye’nin geri dönüşü sürecindeki şartları gündeme getirmesi tam da bu noktada önemli. Ürdün ve Lübnan’dan başlayarak göçmenlerin evlerine ne kadar gönüllü döneceklerini göreceğiz. Gönüllülük olmadığınca yaşanacak sorunları da not edeceğiz.
Ancak bu süreç Türkiye’yi daha zora sokacak bir yöne gidiyor. Üyesi olmadığınız Arap Birliği koridorlarında Şam’ın aldığı destek arttıkça Türkiye’nin göçmenler ve terörle mücadele konularındaki taleplerini dinlemek için daha az gönüllü olacaklardır. Bu gönülsüzlüğü, gönüllü bir işbirliğine dönüştürmenin yolu, İdlib’den veya PYD ile ortak mücadeleden geçiyor olabilir.
Fakat bu bir sonraki yazının konusu.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 18 Mayıs 2023’te yayımlanmıştır.