Aylardır Amerikan seçimlerinin sonucu merakla bekleniyordu. Siyasal ve toplumsal kutuplaşmanın zirvesindeki Amerikan halkı, tarihinde nadir görülen bir şeyi yaparak oy vermeye koştu. Çok büyük bir ihtimalle kıl payı, Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump kaybedecek ve Demokratların adayı Joe Biden kazanacak. Ancak her iki tarafta da hayal kırıklığı yaratan bu başa baş sonuç Biden’ın zaferi olmayacak. Zira karpuz gibi ortadan ikiye bölünen Amerikan toplumunda 2020 seçimleri, Trump’ın ve Trumpçılığın ne denli benimsendiğini gözler önüne serdi. Bu şartlar altında zayıf bir iktidar ve kendine güveni artmış güçlü bir muhalefet denkleminde önümüzdeki dönemde daha güçsüz ve istikrarsız bir Amerika göreceğimiz aşikar.
Seçimin ertesi günü Foreign Policy dergisinde yayınlanan iki yazı, tam da siyasi ve iktisadi alanda nasıl bir Amerika’yla karşı karşıya olduğumuzu ele alıyordu.
“Biden kazansa bile bu artık Trump’ın Amerika’sı”
Bunlardan birincisi, derginin yazı işleri müdürü Jonathan Tepperman imzalı. “Biden Kazansa Bile Bu Artık Trump’ın Amerika’sı” başlıklı yazıda Tepperman, başa baş biten bu seçimi kim kazanırsa kazansın artık hepimiz Trump’ın Amerika’sında yaşıyoruz, diyor.
Yazara göre, seçimlerin en önemli sonuçlarından biri yarışın başa baş bitmesi ve asıl büyük soru bunun ne anlama geldiği. Uzmanlar, Başkan Donald Trump’ın güç gösterisini çeşitli şekillerde açıklamaya çalışsalar da “bu rasyonelleştirmeler tüm hikayeyi anlatmıyor. En önemlisi de -Beyaz Saray’ı her kim kazanırsa kazansın- Amerikan seçmeninin neredeyse yarısının yüzyılın en ciddi sağlık krizini çarpıcı şekilde yüzüne gözüne bulaştıran beyaz milliyetçisi bir seri yalancıyı desteklediği gerçeğine açıklama getirmiyor.”
“Dahası Trump’ın aleni insafsızlığını ve cinsiyetçiliğini, yönetim ve dünya hakkındaki ilgisizliğini ve bilgisizliğini, dürüstçe oynama ve hukukun üstünlüğü gibi geleneksel Amerikan değerlerini hor görmesini ve -kusurlarına rağmen yıllar yılı barışı ve refahı sağlayan- yurtiçi ve yurtdışındaki yönetişim kurumlarını yıkma hevesini bilerek görmezden geldiler veya isteyerek benimsediler. 2016’da bazı Cumhuriyetçiler, Trump hakkında fazla bir şey bilmedikleri için ya da makamının sorumluluklarının zamanla onu bir devlet adamına dönüştürebileceği beklentisiyle oy verdi. Ama bugün kimse bunu iddia edemez. Artık hepimiz Trump’ın kim olduğunu gayet iyi biliyoruz.”
Yazar şöyle devam ediyor: “Trump’ın bu sefer 2016’dan daha fazla oy kazandığı, Latin ve siyahi seçmenler arasındaki itibarını artırdığı ve Cumhuriyetçi Parti’nin Senato çoğunluğunu elinde tutacağı gerçeğini hesaba katarsanız, tek bir sonuca varırsınız: 2016 seçim sonucu bir şans eseri değildi. 2020 seçimini kim kazanırsa kazansın, artık hepimiz Trump’ın Amerika’sında yaşıyoruz.”
Trump bundan sonra Amerikan siyasetini nasıl etkileyebilir?
Peki, yazar niçin bu kanaatte?
“Her şeyden evvel, Trump ve partisinin güç gösterisi, -seçimi ister kazansın ister kaybetsin- Trump’ın gitmeyeceği ve Cumhuriyetçi Parti’nin de onu yüzüstü bırakmayacağı anlamına geliyor.”
Oysa yazara göre, seçimden evvel Trumpçılığın sona ereceği kesin gibi görünüyordu. “Giderek daha fazla sayıda Cumhuriyetçi, -sessizce- partinin reforma ihtiyacı olduğunu ve bir dört yıl daha Trump’la kalmanın hepsinin kıyameti olacağını savunuyordu. Senatör John Cornyn gibi sadık yandaşlar bile başkandan uzaklaşmaya başlamıştı.”
Yazar, Trump ve destekçileri bu kadar iyi bir iş çıkardığına göre, Cumhuriyetçilerin çoğunun yakın zamanda Trump’tan veya Trumpçılıktan çark edeceğini düşünmek artık zor kanaatinde. Bu noktada Tepperman önemli bir noktaya parmak basıyor: “Partisinin ve halkın yarıya yakınının desteğini arkasına alarak güçlenmiş bir Trump, -ister başkan ister muhalefet lideri isterse serbest tweet atıcı ve medya yıldızı olarak- muazzam boyutta dikkat ve destek çekmeye devam edecek ve bunu, Demokratların gözlerini korkutup altlarını oymak ve son dört yıldır verdiği aynı hırçın, gerçek dışı, ‘bize karşı uzmanlar ve diğer herkes’ tarzındaki mesajını zorla kabul ettirmek için kullanacak. Cumhuriyetçi ‘Trump’a Aslacılar’, yani yetkin yönetim tarzına, kurumların önemine ve en azından temelde bir ulusal birliğin tesisine kendisini adamış eski Cumhuriyetçi Parti yetkilileri marjinal kalacak veyahut partiyi tamamen terk edecek.”
Tepperman’a göre seçimin sonuçları vahim olacak. “Cumhuriyetçiler Beyaz Saray’ı kazanırsa veya kaybedip Senato’yu elinde tutarsa, son dört yıldaki politika felci devam edecek, hatta daha da kötüye gidecek. Dahası, eski Başkan Yardımcısı Joe Biden başkanlığında da işler daha iyi olmayabilir. Kongre’yi kontrol eden başkanlar bile, -genellikle yasama desteğini kaybettikleri- ilk ara seçimler öncesinde nadiren birkaç büyük iş başarırlar. Eğer ki Biden başkanlık unvanını kazanırsa, -Senato zaferini buna ekleyemezse (ki bu pek muhtemel görünmüyor)- bu kadarını bile yapamayabilir.”
Yazara göre ABD’nin önündeki en önemli dert bu.
Biden Trump’ın izlerini silebilir mi?
“Biden, Washington’daki tonu değiştirmeye çalışsa bile, (…) Cumhuriyetçiler ‘istemezük’ partisi olarak kaldığı sürece, bunu başarma şansı sıfıra yakın. Bölünmüş bir hükümet altında pandemi ve ekonomi gibi devasa sorunlarda daha fazla eylemsizlik görmemiz muhtemel; zira Biden, pandemi konusunda kendi yürütme yetkisini kullanarak bazı iyileştirmeler yapabilirse de, ekonomi alanında Kongre olmadan pek bir şey yapamaz. Eğer ki Biden, pandeminin etkilerini hafifletmeye dönük yardımları ve diğer hükümet harcamalarını Kongre’den geçiremezse, piyasalar bata çıka işleyecek ve mali istikrarsızlık artacak. Amerikan yönetiminin tüm erkleri koordineli çalışmazsa pandemi çok daha kötüye gidecek.”
“Bu nedenle Beyaz Saray’ı kim kazanırsa kazansın, Trump’ın Amerika’sı (…) daha fazla kendi kendini sürdüren işlevsizlik anlamına gelecek. Hükümetin yardım edememesinden duyulan öfke ya da Cumhuriyetçilerin hükümetin (virüsün yayılmasını sınırlandırmak için kısıtlamalar yoluyla) yardım etme girişimlerine öfkesi, ülkenin zaten içinde bulunduğu kısır kutuplaşmayı yalnızca daha da yoğunlaştıracak, iki partinin iş birliği şansını daha da azaltacak ve muhtemelen şiddete yol açacak.”
Biden kutuplaşmaya merhem olabilir mi?
Tepperman’a göre Biden’ın ulusun bölünmüşlüklerine merhem olma ve herkesi bir araya getirecek şekilde yönetme hedefi, artık yapılması oldukça zor bir iş.
Zira “Obama’nın aynısını yapma girişimleri, yalnızca Cumhuriyetçilerin asiliğini ve yaygaracılığını körükledi ve halkın büyük bir bölümünü, [Obama’nın Amerikalı değil Kenyalı olduğu iddiasıyla Amerikan başkanı olamayacağını savunan bir hareket olan] birtherism’in ve (bir kısmı sonunda QAnon’a [yani dünya genelinde Şeytana tapan bir pedofili topluluğu olduğunu ve politikacılar, medya ve Hollywood üzerinden dünyayı kontrol ettiğini, Başkan Trump’ı devirmek için kumpaslarla gizli bir savaş yürüttüğünü iddia eden aşırı sağcı bir gruba] dönüşen) diğer komplo teorilerinin tehlikeli fantezi diyarına sürükledi.
Ve şimdi Trump’ın yaklaşımı, tüm çirkinliğine rağmen, ülkenin neredeyse yarısı tarafından çarpıcı bir şekilde benimsendiğine göre, Biden gibi bir başkanın fark yaratacak kadar işleri yoluna sokacağını düşünmek zor. Ve Trump gibi bir başkanın ise bunu deneyeceğini dahi düşlemek imkansız.”
Küresel ekonomi için en kötü seçim sonucu
Foreign Policy’de yayınlanan ikinci yazı ise Columbia Üniversitesi’ne bağlı Avrupa Enstitüsü müdürü olan tarih profesörü Adam Tooze’a ait. “Küresel Ekonomi için En Kötü Seçim Sonucuna Hoş Geldiniz” başlıklı bu yazıda Tooze, seçimin ertesi sabahı bahis borsasında Joe Biden’ın kazanma şansına %60 verilse de “Kazanmak var, kazanmak var.” diyerek aslında bu galibiyetin ne menem bir şey olduğunu şöyle anlatıyor:
“Karar vericilerin ve dünya ekonomisini yönlendiren piyasaların umduğu, ABD’nin koronavirüs krizine yeni ve tutarlı bir cevap vaat eden bir sonuçtu. Altyapı ve iklim değişikliği gibi uzun vadeli meselelere ABD’nın vereceği yanıtlar için bir yol haritası istiyorlardı. Bunu sağlamak için gerekli olan şey, Amerikan ekonomisinin Merkez Bankası’nın erişemediği kısımlarını canlandıracak geniş çaplı bir mali programdı. Tabii bu, Amerika’daki büyük para sahiplerinin yeknesak biçimde Biden/Harris listesini desteklediği veya iş dünyası seçkinlerinin eğitimin finansmanı, çocuk bakımı veya sağlık konusunda ilerici bir gündeme rağbet ettiği anlamına gelmez. Ancak Donald Trump’a kıyasla, Demokratların net galibiyet elde edeceği beklentisi, en azından Amerika’nın çıkmazına tutarlı bir yanıt sunuyordu. (…)”
“Ardından 3 Kasım akşamı saat 21.30 civarında Demokratlar lehine mavi dalganın bir fantezi olduğu netleşti. Biden ucu ucuna bir zafer kazanabilir. Ama bu gerçekleşse bile Beyaz Saray’a siyasi bir yükseliş dalgasıyla taşınmayacak. ABD derinlemesine bölünmüş durumda. Trump, vaktinden evvel zafer iddia ederek sonucun meşruiyetine daha şimdiden gölge düşürdü.”
Yazara göre bu, en kötü durum senaryosu. “En muhtemel sonuç, (Senato’da Cumhuriyetçilerin kontrolü sürdürmesiyle) Kongre ile Beyaz Saray’ın [iki parti arasında] bölünmüşlüğü, mali politikanın felç oluşu ve sadece Amerikan ekonomisinin değil, tüm küresel ekonominin temel dayanağı olarak Amerikan Merkez Bankası’na bağımlılığın devam etmesi olacak. Bu da gelecekteki mali istikrarsızlık riskini artırıcı ve finansal varlıklara sahip zengin azınlığa fayda sağlayıcı dengesiz finansal balonlara davetiye çıkaracak. Koronavirüsün yol açtığı ekonomik zarara gelince, bunu aşmanın hala en çıkar yolu aşı olarak görünüyor.”
“Bu da hikayenin akışı değiştikçe, paranın iki yöne, yani -fiyatları artıran ve getirileri düşüren- Hazine tahvillerine ve NASDAQ vadeli işlemlere doğru kaydığı dönemlere bir işaret. Amerikan çıkmazının derinleşme tehlikesiyle karşı karşıyayken bunlar güvenli olana doğru birer kayış; ancak gerçek ve sürdürülebilir bir toparlanmadan uzak.”
Bu yazı ilk kez 6 Kasım 2020’de yayımlanmıştır.