Türkiye, alarm zillerinin yeniden çaldığı Balkanlar’da ne yapmalı?

Balkanlar’da alarm zilleri neden yeniden çalmaya başladı? Bölgede ABD göreceli olarak etkisini yitirirken, Rusya ve Çin’in artırması ne anlama geliyor? Bu rekabete sahne olan bölgeye yönelik politikasında Türkiye’nin diğer ülkelerden farkı ne ve bu fark bölgenin istikrarına nasıl katkı sağlayabilir? Prof. Dr. Birgül Demirtaş yazdı.

Kosova Savaşı 1999’da NATO müdahalesinin ardından sona erdiğinde Balkanlar’da umutlar yeniden yeşermişti: Yugoslavya’da 1991’den beri süren savaşların ardından artık bölgeye barış gelecek ve Balkan ülkeleri Avro-Atlantik kurumlara tam üye olarak istikrar ve refah dolu bir döneme geçiş yapacaklardı. Ne yazık ki hem ekonomik hem de siyasi meydan okumalarla dolu geçiş dönemi, Balkanlar’a ne demokrasi ne ekonomik kalkınma ne de kalıcı barış getirebildi. Son aylarda gerek Kosova’da gerekse Bosna Hersek’te yaşanan krizler sorunların ne kadar ciddi bir boyuta ulaştığını gösteriyor.

Kosova ve Bosna’da kriz

Bu krizlerin ilki, Eylül ayının sonunda Kosova’da patlak verdi. Kosova yönetiminin 2008’de bağımsızlığını ilan ettiği Sırbistan’ın plakasını taşıyan araçların ülkeye girişinde geçici Kosova plakası takmalarını şart koşması krizi başlattı. Kosova’daki en büyük etnik grup olan Arnavut yönetimi ile Kosova’yı hâlâ kendi bölgesi olarak gören ve Kosova’nın bağımsızlığını tanımayan Sırbistan arasında bir anda gerginlik tırmandı. Serbest dolaşım için kalıcı bir çözüm bulunana dek, plaka değiştirmek yerine, etiket takma geçici çözümü AB arabuluculuğuyla bulunmuşken bu kez Bosna Hersek’te tansiyon yükseldi.

Bosna Hersek’te uluslararası toplumu temsilen görev yapan ve BM Güvenlik Konseyi tarafından seçilen Yüksek Temsilci Valentin Inzko’nun tam da görevinden ayrılmak üzereyken 23 Temmuz’da aldığı, Srebrenica’da yaşanan soykırımı ve Bosna Hersek savaşı sırasında yaşanan savaş suçlarını ve insanlığa karşı suçları reddetmeyi suç sayan kararı,[efn_note]http://www.ohr.int/hrs-decision-on-enacting-the-law-on-amendment-to-the-criminal-code-of-bosnia-and-herzegovina/[/efn_note] Bosnalı Sırp yönetimi tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı.

Üstelik, ülkedeki üç etnik grubun, Boşnak, Sırp ve Hırvatların birer temsilci göndererek oluşturduğu ve sekiz aylık dönemlerde her birinin başkan olduğu bir yapı olan Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Sırp üyesi Milorad Dodik’in, Bosna-Hersek’i oluşturan iki entiteden biri olan Sırp Cumhuriyeti’ne (Republika Srpska) ilişkin açıklamaları gerginliği artırdı. Dodik’e göre, Sırp Cumhuriyeti, kendi ordusunu kurmayı, kendi vergisini toplamayı, kendi yargı organlarını ve istihbarat servisini kurmayı amaçlıyordu. Bu, uluslararası toplum için bardağı taşıran son damla oldu. Sırp yönetiminin yıllardır bağımsızlık referandumuna gitme taleplerini, artık yavaş yavaş kendi egemenliğini oluşturmak için merkezi hükümetten ayrı kendi kurumlarını oluşturma talebi takip etmekteydi. Yeni Yüksek Temsilci Christian Schmidt’in ifadesiyle Bosna Hersek, “savaş sonrası dönemdeki en büyük varoluşsal tehdit”le karşı karşıyaydı ve bölünme ve çatışma tehlikesi ciddiydi.[efn_note]https://www.rferl.org/a/bosnia-unravelling-serbs-separatists/31542689.html[/efn_note]

Dolayısıyla, Balkan ülkeleri arasında bir yandan, Kosova-Sırbistan örneğinde olduğu gibi sınır sorunları varlığını sürdürürken; öte yandan, Bosna Hersek’te görüldüğü gibi merkezi devlet otoritesini reddetme eğiliminde olan siyasi grupların olması, bölgede kalıcı barışın oluşmasının önünde en önemli engeller olarak duruyor.

Küresel rekabetin Balkanlar’a yansıması

Tüm bu sorunlara, bölgedeki demokratikleşme sorunları, ekonomik kırılganlıklar, AB’nin hâlâ genişleme konusunda net bir perspektif sunamaması ve tüm bunların sonucu olarak bölge ülkelerinden Batı Avrupa’ya beyin göçü eklendiğinde Balkan ülkelerinin kırılganlığı daha iyi anlaşılabilir.[efn_note]Freedom House, Nations in Transit 2021 raporuna göre tüm Batı Balkan ülkeleri geçiş rejimi veya hibrid rejim kategorisindedir. Demokrasisini konsolide edebilmiş tek bir ülke bile yoktur: https://freedomhouse.org/sites/default/files/2021-04/NIT_2021_final_042321.pdf[/efn_note]

Balkanlar’ın yaşadıkları sorunlar üç eksende değerlendirilebilir: Ulusal, bölgesel ve küresel seviye. Ulusal seviyede, savaş sonrasında kapsayıcı kurumları inşa edecek, üst kimlik kurmaya çalışacak ve ekonomik dönüşümü sağlayacak siyasi aktörlerin ve kurumların olmaması en önemli etkendir. İkinci olarak, bölgesel seviyede Avrupa Birliği’nin bölgeye yönelik entegrasyon politikasını hâlâ bir türlü belirginleştirememesi ciddi bir sorundur. Küresel bağlamda düşündüğümüzde de, ABD’nin giderek daha etkisiz hale gelen hegemonyası; öte yandan Rusya ve Çin’in küresel ekonomide ve siyasette daha etkin olma çabalarının Balkanlar’a yansımalarından bahsedebiliriz. Rusya, özellikle Sırbistan’la ve Bosnalı Sırplarla yakın ilişkiler geliştirmeye çalışarak, enerji yatırımları yaparak ve de medyada etkili olmaya çalışırken; Çin daha ağırlıklı ekonomik olarak bölge ülkeleriyle yakın ilişkiler geliştirmeye başladı. Dolayısıyla küreseldeki büyük güç rekabeti, Balkanlar üzerine de yansımaya başladı.

Türkiye-Balkanlar etkileşimi

Balkanlar’da sorunlar daha görünür hale gelirken ve gerginlikler tırmanırken Türkiye’nin Balkanlar politikasını nasıl değerlendirebiliriz?

Türk dış politikası, iki kutuplu sistemin sona erdiği 1990’ların başından bu yana Balkanlar’da bir bölgesel aktör olmaya çalışıyor. Bosna Hersek Savaşı sırasında bir yandan Boşnaklarla uluslararası toplum arasında diyalogu kolaylaştırırken, bir yandan da Batı’yla işbirliği içinde Balkanlar politikasını oluşturmaya çalışıyordu. Yugoslavya savaşlarının bitmesinin ardından bir yandan uluslararası barışı koruma güçlerine askeri katkı yapan Türkiye, bir yandan da bölge ülkelerinin ekonomik kalkınmasına destek verdi ve AB ile NATO başta olmak üzere Batılı kurumlara üyeliklerini destekledi.

2000’lerin ikinci yarısından sonraysa, Türkiye’nin bölge politikalarına yönelik bir değişimden bahsetmek mümkün. 2007’de Yunus Emre Enstitüsü’nün kurulması, 2010’da Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın açılması, TİKA’nın faaliyetlerinin daha geniş bir coğrafyaya yayılması ve kapsamlı hale gelmesi ve Diyanet’in bölgedeki etkinliğinin artması, Türk dış politikasının çok boyutlu ve çok aktörlü hale geldiğinin en önemli göstergesi.

Tüm bunlara ilaveten, Türk bankalarının bölgedeki varlığı, THY’nin tüm bölge ülkelerine açması ve de belediyelerin Balkanlar’daki kardeş şehirleriyle gerçekleştirdikleri işbirlikleri dikkate değer gelişmeler olarak Türkiye-Balkanlar etkileşimini daha ileri bir düzeye taşıdı.[efn_note]İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 29-30 Kasım 2021 tarihleri arasında 24 Balkan kentinin temsilcilerini biraraya getirerek işbirliğini geliştirmek içn B40 Balkan Kentler Ağı’nı kurması, yerel yönetimlerin Türkiye-Balkanlar etkileşiminde artan rolüne iyi bir örnektir: https://ibb.istanbul/arsiv/38320/imamoglu-b40-zirvesinde-konustu-yepyeni-bir-s ve https://b40network.org/[/efn_note] Türkiye’de belediyelerin kardeş şehir ilişkilerinin üçte birinin Balkan kentleriyle olduğu düşünüldüğünde, kent diplomasisinde bölgenin önemi ortaya çıkacaktır.[efn_note]Jahja Muhasilovic, “Turkish local communities and city diplomacy with Bosnia and Herzegovina”, Journal of Balkan and Black Sea Studies, Cilt 3, No 4, 2020, s. 147.[/efn_note]

Balkanlar üzerinde artan küresel rekabetten, bir yandan AB’nin, öte yandan Çin ve Rusya’nın etkili olmaya çalıştığını belirtebiliriz. ABD’nin de son yıllarda Balkanlar’da etkili olma çabalarını da dikkate aldığımızda global aktörlerin bölge üzerinde söz sahibi olmaya çalıştıklarını ifade edebiliriz.

Türkiye’nin Balkanlar politikasının farklılıkları

Türkiye’nin bölge politikaları birkaç açıdan küresel aktörlerden farklı olarak değerlendirilmeli: İlk olarak, Türkiye-Balkanlar ilişkilerinde en önemli dinamiklerden biri, insani ilişkilerdir. Türkiye’deki Balkan kökenli nüfus ve onların kurduğu sivil toplum kuruluşları, Türk dış politikasını her daim etkilemektedir. Balkan kökenli Türkiye vatandaşlarının, Balkanlar’daki Türk ve Müslüman halklarla etkileşimi, ilişkilerin en önemli ayırıcı özelliğidir.

Dolayısıyla örneğin pandemi döneminde Balkanlar’a yardım gönderen sadece devlet kurumları olmadı; aynı zamanda belediyeler, Balkan STK’ları ve Balkan kökenli işinsanları da farklı bölge ülkelerine yardımlar gönderdi. Ankara Mamak Belediyesi’nden Manisa Saruhanlı Belediyesi’ne ve Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne kadar Türkiye’nin dört bir yanından yerel yönetimler Balkanlar’a pandemi döneminde yardımlar gönderdi. Bosna Sancak Derneği ve Prizrenliler Derneği’nin pandemi yardımları da STK’ların yardımlarına örnek olarak verilebilir.

İkinci önemli fark, Türkiye’nin bölgenin içinden bir aktör olmasıdır. Türkiye’nin çoklu coğrafi ve kültürel kimliklerinin en önemlilerinden birisi Balkanlar kimliğidir. Türkiye, bir Balkan ülkesi, bu coğrafyanın bir parçası. Dolayısıyla, Türkiye’nin bölgeyle ilgili algılamaları Çin ve ABD gibi uzak coğrafyadaki ülkelerden farklı.

Üçüncü fark, tarih unsuru. Türk halkının bölge halklarıyla ortak bir geçmişi var. Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında birlikte yaşanan yüzyıllar, dilde, mutfak kültüründe ve gündelik yaşam pratiklerinde pek çok ortak nokta meydana getiriyor.

Yukarıda bahsedilen üç farklılık, Türk dış politikası için avantaj sağlama potansiyeline sahip. Nitekim Bosna Hersek’te yaşanan son kriz sırasında bir yandan Boşnakları temsil eden Demokratik Eylem Partisi lideri Bakir İzetbegoviç’in, öte yandan Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Sırp üyesi Milorad Dodik’in bir hafta arayla Türkiye’yi ziyaret etmeleri, Ankara’nın tüm taraflarla diyalog kurabildiğini göstermesi açısından önemli. Mevcut diyalogun krizin çözümünde arabuluculuğa ya da kolaylaştırıcı bir role dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecek.

Burada dikkat çekici nokta, Türk siyasilerin, 1990’ların başından bu yana tüm Balkan ülkelerinin hem NATO’ya hem de AB’ye üyeliklerini desteklemeleri. Üstelik Ankara’nın Batılı kurumlarla ilişkilerinin sorunlu olduğu zamanlarda bile Türk karar alıcılar, bu desteği vurguladı. Buna rağmen, bölgenin içinden bir aktör olan ve Balkanlar’la yoğun insani etkileşimleri olan Türkiye’nin ve de bölgenin en büyük ekonomik ortağı olan ve tüm ülkelere ortak siyasi gelecek umudu vermeye çalışan AB’nin birlikte hareket edememesi, ortak çözüm inisiyatifleri geliştirememesi dikkat çekici. Hatta Ankara ve Brüksel’in Balkan politikalarında zaman zaman birbirlerini rakip olarak gördüklerini ilan etmeleri ve ötekileştirici söylemlerde bulunmaları da not edilmelidir.

Oysa ki iki önemli bölge aktörünün potansiyellerini birleştirip, gerek Kosova’da gerekse Bosna’da sorunların çözümü için ortak planlar, inisiyatifler, mekanizmalar geliştirmeleri mümkün. Türkiye ve AB, birlikte hareket ettiklerinde daha fazla yerel aktöre ulaşabilecekler ve sorunların çözümüne daha fazla katkı sunabilecekler.

Gelecek perspektifli politikalar geliştirebilmek

Sonuç olarak, Türkiye, evrensel değerler ve normlar odaklı ortak geleceği kurmak perspektifiyle hareket ederse, Balkan ülkeleriyle ilişkilerini daha da geliştirme potansiyeline sahiptir. Siyasilerin söyleminde “gönül coğrafyası” olarak ifade edilen Balkanlar’a yönelik Türk dış politikasının, sorunların çözümüne daha fazla katkı sağlayabilmesi için hamasetten uzak, gelecek odaklı perspektif geliştirmesi, Balkan ülkelerinin sadece istikrarına değil aynı zamanda pozitif barışa ulaşmasına da katkı sağlayabilir. Bu bağlamda, AB’yle birlikte yeni inisiyatifler geliştirilmesi imkanı da mutlaka ele alınmalı. Balkanlar’da alarm zillerinin yeniden çalmaya başladığı bu dönemde, rasyonel ve uzun vadeli politikalar bölge halklarının pozitif barışa dayalı gelecek inşasına katkı sağlayacak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 6 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.

Birgül Demirtaş
Birgül Demirtaş
Prof. Dr. Birgül Demirtaş - Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi’nde, yüksek lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi’nde, doktora eğitimini Berlin Hür Üniversitesi’nde tamamladı. Doktora eğitimi sonrası Başkent Üniversitesi’nde ve TOBB ETÜ’de görev yaptı. Haziran-Eylül 2021 tarihleri arasında Tübingen Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2004-2018 arası Uluslararası İlişkiler dergisinin yardımcı editörlüğünü, 2019-2021 arasında da yönetici editörlüğünü yaptı. Ayrıca 2014-2018 yılları arasında Perceptions dergisinin yardımcı editörlüğünü yaptı. Çalışmaları Türk dış politikası, Balkanlar, Alman dış politikası, AB dış politikası, göç ve siyaset, kent diplomasisi ile toplumsal cinsiyet üzerinde yoğunlaşıyor. Southeast European and Black Sea Studies, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, Middle Eastern Policy, Iran and the Caucasus, WeltTrends, Femina Politica, Internationale Politik, Alternatif Politika, Milletlerarası Münasebetler Türk Yıllığı ve Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi’nde makaleleri yayınlandı. Türk-Alman Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Türkiye, alarm zillerinin yeniden çaldığı Balkanlar’da ne yapmalı?

Balkanlar’da alarm zilleri neden yeniden çalmaya başladı? Bölgede ABD göreceli olarak etkisini yitirirken, Rusya ve Çin’in artırması ne anlama geliyor? Bu rekabete sahne olan bölgeye yönelik politikasında Türkiye’nin diğer ülkelerden farkı ne ve bu fark bölgenin istikrarına nasıl katkı sağlayabilir? Prof. Dr. Birgül Demirtaş yazdı.

Kosova Savaşı 1999’da NATO müdahalesinin ardından sona erdiğinde Balkanlar’da umutlar yeniden yeşermişti: Yugoslavya’da 1991’den beri süren savaşların ardından artık bölgeye barış gelecek ve Balkan ülkeleri Avro-Atlantik kurumlara tam üye olarak istikrar ve refah dolu bir döneme geçiş yapacaklardı. Ne yazık ki hem ekonomik hem de siyasi meydan okumalarla dolu geçiş dönemi, Balkanlar’a ne demokrasi ne ekonomik kalkınma ne de kalıcı barış getirebildi. Son aylarda gerek Kosova’da gerekse Bosna Hersek’te yaşanan krizler sorunların ne kadar ciddi bir boyuta ulaştığını gösteriyor.

Kosova ve Bosna’da kriz

Bu krizlerin ilki, Eylül ayının sonunda Kosova’da patlak verdi. Kosova yönetiminin 2008’de bağımsızlığını ilan ettiği Sırbistan’ın plakasını taşıyan araçların ülkeye girişinde geçici Kosova plakası takmalarını şart koşması krizi başlattı. Kosova’daki en büyük etnik grup olan Arnavut yönetimi ile Kosova’yı hâlâ kendi bölgesi olarak gören ve Kosova’nın bağımsızlığını tanımayan Sırbistan arasında bir anda gerginlik tırmandı. Serbest dolaşım için kalıcı bir çözüm bulunana dek, plaka değiştirmek yerine, etiket takma geçici çözümü AB arabuluculuğuyla bulunmuşken bu kez Bosna Hersek’te tansiyon yükseldi.

Bosna Hersek’te uluslararası toplumu temsilen görev yapan ve BM Güvenlik Konseyi tarafından seçilen Yüksek Temsilci Valentin Inzko’nun tam da görevinden ayrılmak üzereyken 23 Temmuz’da aldığı, Srebrenica’da yaşanan soykırımı ve Bosna Hersek savaşı sırasında yaşanan savaş suçlarını ve insanlığa karşı suçları reddetmeyi suç sayan kararı,[efn_note]http://www.ohr.int/hrs-decision-on-enacting-the-law-on-amendment-to-the-criminal-code-of-bosnia-and-herzegovina/[/efn_note] Bosnalı Sırp yönetimi tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı.

Üstelik, ülkedeki üç etnik grubun, Boşnak, Sırp ve Hırvatların birer temsilci göndererek oluşturduğu ve sekiz aylık dönemlerde her birinin başkan olduğu bir yapı olan Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Sırp üyesi Milorad Dodik’in, Bosna-Hersek’i oluşturan iki entiteden biri olan Sırp Cumhuriyeti’ne (Republika Srpska) ilişkin açıklamaları gerginliği artırdı. Dodik’e göre, Sırp Cumhuriyeti, kendi ordusunu kurmayı, kendi vergisini toplamayı, kendi yargı organlarını ve istihbarat servisini kurmayı amaçlıyordu. Bu, uluslararası toplum için bardağı taşıran son damla oldu. Sırp yönetiminin yıllardır bağımsızlık referandumuna gitme taleplerini, artık yavaş yavaş kendi egemenliğini oluşturmak için merkezi hükümetten ayrı kendi kurumlarını oluşturma talebi takip etmekteydi. Yeni Yüksek Temsilci Christian Schmidt’in ifadesiyle Bosna Hersek, “savaş sonrası dönemdeki en büyük varoluşsal tehdit”le karşı karşıyaydı ve bölünme ve çatışma tehlikesi ciddiydi.[efn_note]https://www.rferl.org/a/bosnia-unravelling-serbs-separatists/31542689.html[/efn_note]

Dolayısıyla, Balkan ülkeleri arasında bir yandan, Kosova-Sırbistan örneğinde olduğu gibi sınır sorunları varlığını sürdürürken; öte yandan, Bosna Hersek’te görüldüğü gibi merkezi devlet otoritesini reddetme eğiliminde olan siyasi grupların olması, bölgede kalıcı barışın oluşmasının önünde en önemli engeller olarak duruyor.

Küresel rekabetin Balkanlar’a yansıması

Tüm bu sorunlara, bölgedeki demokratikleşme sorunları, ekonomik kırılganlıklar, AB’nin hâlâ genişleme konusunda net bir perspektif sunamaması ve tüm bunların sonucu olarak bölge ülkelerinden Batı Avrupa’ya beyin göçü eklendiğinde Balkan ülkelerinin kırılganlığı daha iyi anlaşılabilir.[efn_note]Freedom House, Nations in Transit 2021 raporuna göre tüm Batı Balkan ülkeleri geçiş rejimi veya hibrid rejim kategorisindedir. Demokrasisini konsolide edebilmiş tek bir ülke bile yoktur: https://freedomhouse.org/sites/default/files/2021-04/NIT_2021_final_042321.pdf[/efn_note]

Balkanlar’ın yaşadıkları sorunlar üç eksende değerlendirilebilir: Ulusal, bölgesel ve küresel seviye. Ulusal seviyede, savaş sonrasında kapsayıcı kurumları inşa edecek, üst kimlik kurmaya çalışacak ve ekonomik dönüşümü sağlayacak siyasi aktörlerin ve kurumların olmaması en önemli etkendir. İkinci olarak, bölgesel seviyede Avrupa Birliği’nin bölgeye yönelik entegrasyon politikasını hâlâ bir türlü belirginleştirememesi ciddi bir sorundur. Küresel bağlamda düşündüğümüzde de, ABD’nin giderek daha etkisiz hale gelen hegemonyası; öte yandan Rusya ve Çin’in küresel ekonomide ve siyasette daha etkin olma çabalarının Balkanlar’a yansımalarından bahsedebiliriz. Rusya, özellikle Sırbistan’la ve Bosnalı Sırplarla yakın ilişkiler geliştirmeye çalışarak, enerji yatırımları yaparak ve de medyada etkili olmaya çalışırken; Çin daha ağırlıklı ekonomik olarak bölge ülkeleriyle yakın ilişkiler geliştirmeye başladı. Dolayısıyla küreseldeki büyük güç rekabeti, Balkanlar üzerine de yansımaya başladı.

Türkiye-Balkanlar etkileşimi

Balkanlar’da sorunlar daha görünür hale gelirken ve gerginlikler tırmanırken Türkiye’nin Balkanlar politikasını nasıl değerlendirebiliriz?

Türk dış politikası, iki kutuplu sistemin sona erdiği 1990’ların başından bu yana Balkanlar’da bir bölgesel aktör olmaya çalışıyor. Bosna Hersek Savaşı sırasında bir yandan Boşnaklarla uluslararası toplum arasında diyalogu kolaylaştırırken, bir yandan da Batı’yla işbirliği içinde Balkanlar politikasını oluşturmaya çalışıyordu. Yugoslavya savaşlarının bitmesinin ardından bir yandan uluslararası barışı koruma güçlerine askeri katkı yapan Türkiye, bir yandan da bölge ülkelerinin ekonomik kalkınmasına destek verdi ve AB ile NATO başta olmak üzere Batılı kurumlara üyeliklerini destekledi.

2000’lerin ikinci yarısından sonraysa, Türkiye’nin bölge politikalarına yönelik bir değişimden bahsetmek mümkün. 2007’de Yunus Emre Enstitüsü’nün kurulması, 2010’da Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın açılması, TİKA’nın faaliyetlerinin daha geniş bir coğrafyaya yayılması ve kapsamlı hale gelmesi ve Diyanet’in bölgedeki etkinliğinin artması, Türk dış politikasının çok boyutlu ve çok aktörlü hale geldiğinin en önemli göstergesi.

Tüm bunlara ilaveten, Türk bankalarının bölgedeki varlığı, THY’nin tüm bölge ülkelerine açması ve de belediyelerin Balkanlar’daki kardeş şehirleriyle gerçekleştirdikleri işbirlikleri dikkate değer gelişmeler olarak Türkiye-Balkanlar etkileşimini daha ileri bir düzeye taşıdı.[efn_note]İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 29-30 Kasım 2021 tarihleri arasında 24 Balkan kentinin temsilcilerini biraraya getirerek işbirliğini geliştirmek içn B40 Balkan Kentler Ağı’nı kurması, yerel yönetimlerin Türkiye-Balkanlar etkileşiminde artan rolüne iyi bir örnektir: https://ibb.istanbul/arsiv/38320/imamoglu-b40-zirvesinde-konustu-yepyeni-bir-s ve https://b40network.org/[/efn_note] Türkiye’de belediyelerin kardeş şehir ilişkilerinin üçte birinin Balkan kentleriyle olduğu düşünüldüğünde, kent diplomasisinde bölgenin önemi ortaya çıkacaktır.[efn_note]Jahja Muhasilovic, “Turkish local communities and city diplomacy with Bosnia and Herzegovina”, Journal of Balkan and Black Sea Studies, Cilt 3, No 4, 2020, s. 147.[/efn_note]

Balkanlar üzerinde artan küresel rekabetten, bir yandan AB’nin, öte yandan Çin ve Rusya’nın etkili olmaya çalıştığını belirtebiliriz. ABD’nin de son yıllarda Balkanlar’da etkili olma çabalarını da dikkate aldığımızda global aktörlerin bölge üzerinde söz sahibi olmaya çalıştıklarını ifade edebiliriz.

Türkiye’nin Balkanlar politikasının farklılıkları

Türkiye’nin bölge politikaları birkaç açıdan küresel aktörlerden farklı olarak değerlendirilmeli: İlk olarak, Türkiye-Balkanlar ilişkilerinde en önemli dinamiklerden biri, insani ilişkilerdir. Türkiye’deki Balkan kökenli nüfus ve onların kurduğu sivil toplum kuruluşları, Türk dış politikasını her daim etkilemektedir. Balkan kökenli Türkiye vatandaşlarının, Balkanlar’daki Türk ve Müslüman halklarla etkileşimi, ilişkilerin en önemli ayırıcı özelliğidir.

Dolayısıyla örneğin pandemi döneminde Balkanlar’a yardım gönderen sadece devlet kurumları olmadı; aynı zamanda belediyeler, Balkan STK’ları ve Balkan kökenli işinsanları da farklı bölge ülkelerine yardımlar gönderdi. Ankara Mamak Belediyesi’nden Manisa Saruhanlı Belediyesi’ne ve Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne kadar Türkiye’nin dört bir yanından yerel yönetimler Balkanlar’a pandemi döneminde yardımlar gönderdi. Bosna Sancak Derneği ve Prizrenliler Derneği’nin pandemi yardımları da STK’ların yardımlarına örnek olarak verilebilir.

İkinci önemli fark, Türkiye’nin bölgenin içinden bir aktör olmasıdır. Türkiye’nin çoklu coğrafi ve kültürel kimliklerinin en önemlilerinden birisi Balkanlar kimliğidir. Türkiye, bir Balkan ülkesi, bu coğrafyanın bir parçası. Dolayısıyla, Türkiye’nin bölgeyle ilgili algılamaları Çin ve ABD gibi uzak coğrafyadaki ülkelerden farklı.

Üçüncü fark, tarih unsuru. Türk halkının bölge halklarıyla ortak bir geçmişi var. Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında birlikte yaşanan yüzyıllar, dilde, mutfak kültüründe ve gündelik yaşam pratiklerinde pek çok ortak nokta meydana getiriyor.

Yukarıda bahsedilen üç farklılık, Türk dış politikası için avantaj sağlama potansiyeline sahip. Nitekim Bosna Hersek’te yaşanan son kriz sırasında bir yandan Boşnakları temsil eden Demokratik Eylem Partisi lideri Bakir İzetbegoviç’in, öte yandan Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Sırp üyesi Milorad Dodik’in bir hafta arayla Türkiye’yi ziyaret etmeleri, Ankara’nın tüm taraflarla diyalog kurabildiğini göstermesi açısından önemli. Mevcut diyalogun krizin çözümünde arabuluculuğa ya da kolaylaştırıcı bir role dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecek.

Burada dikkat çekici nokta, Türk siyasilerin, 1990’ların başından bu yana tüm Balkan ülkelerinin hem NATO’ya hem de AB’ye üyeliklerini desteklemeleri. Üstelik Ankara’nın Batılı kurumlarla ilişkilerinin sorunlu olduğu zamanlarda bile Türk karar alıcılar, bu desteği vurguladı. Buna rağmen, bölgenin içinden bir aktör olan ve Balkanlar’la yoğun insani etkileşimleri olan Türkiye’nin ve de bölgenin en büyük ekonomik ortağı olan ve tüm ülkelere ortak siyasi gelecek umudu vermeye çalışan AB’nin birlikte hareket edememesi, ortak çözüm inisiyatifleri geliştirememesi dikkat çekici. Hatta Ankara ve Brüksel’in Balkan politikalarında zaman zaman birbirlerini rakip olarak gördüklerini ilan etmeleri ve ötekileştirici söylemlerde bulunmaları da not edilmelidir.

Oysa ki iki önemli bölge aktörünün potansiyellerini birleştirip, gerek Kosova’da gerekse Bosna’da sorunların çözümü için ortak planlar, inisiyatifler, mekanizmalar geliştirmeleri mümkün. Türkiye ve AB, birlikte hareket ettiklerinde daha fazla yerel aktöre ulaşabilecekler ve sorunların çözümüne daha fazla katkı sunabilecekler.

Gelecek perspektifli politikalar geliştirebilmek

Sonuç olarak, Türkiye, evrensel değerler ve normlar odaklı ortak geleceği kurmak perspektifiyle hareket ederse, Balkan ülkeleriyle ilişkilerini daha da geliştirme potansiyeline sahiptir. Siyasilerin söyleminde “gönül coğrafyası” olarak ifade edilen Balkanlar’a yönelik Türk dış politikasının, sorunların çözümüne daha fazla katkı sağlayabilmesi için hamasetten uzak, gelecek odaklı perspektif geliştirmesi, Balkan ülkelerinin sadece istikrarına değil aynı zamanda pozitif barışa ulaşmasına da katkı sağlayabilir. Bu bağlamda, AB’yle birlikte yeni inisiyatifler geliştirilmesi imkanı da mutlaka ele alınmalı. Balkanlar’da alarm zillerinin yeniden çalmaya başladığı bu dönemde, rasyonel ve uzun vadeli politikalar bölge halklarının pozitif barışa dayalı gelecek inşasına katkı sağlayacak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 6 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.

Birgül Demirtaş
Birgül Demirtaş
Prof. Dr. Birgül Demirtaş - Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi’nde, yüksek lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi’nde, doktora eğitimini Berlin Hür Üniversitesi’nde tamamladı. Doktora eğitimi sonrası Başkent Üniversitesi’nde ve TOBB ETÜ’de görev yaptı. Haziran-Eylül 2021 tarihleri arasında Tübingen Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2004-2018 arası Uluslararası İlişkiler dergisinin yardımcı editörlüğünü, 2019-2021 arasında da yönetici editörlüğünü yaptı. Ayrıca 2014-2018 yılları arasında Perceptions dergisinin yardımcı editörlüğünü yaptı. Çalışmaları Türk dış politikası, Balkanlar, Alman dış politikası, AB dış politikası, göç ve siyaset, kent diplomasisi ile toplumsal cinsiyet üzerinde yoğunlaşıyor. Southeast European and Black Sea Studies, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, Middle Eastern Policy, Iran and the Caucasus, WeltTrends, Femina Politica, Internationale Politik, Alternatif Politika, Milletlerarası Münasebetler Türk Yıllığı ve Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi’nde makaleleri yayınlandı. Türk-Alman Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x