Türkiye-BAE normalleşmesi: Ne uğruna ve ne kadar kalıcı?

Türkiye-BAE küslüğünün maliyeti ne oldu, taraflar ne kaybetti, normalleşme ile ne kazanabilir, normalleşmenin geleceği ne olabilir? Riskler neler? Bölge ülkeleri normalleşmeden nasıl etkilenecek? Hamdullah Baycar yazdı.

Ocak 2021’den beri Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında normalleşme adımlarının atılabileceğine dair tahminler yapılıyordu. Bu tahminler Ağustos ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BAE Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnoun Bin Zayed el Nahyan’ı kabulüyle, iki hafta sonra da Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed el Nahyan ile yaptığı telefon görüşmesiyle ete kemiğe büründü. Abu Dabi Veliaht Prensi 2016 yılından beri BAE için en yüksek makam kabul ediliyor.

Arap Baharı’ndan bu yana iki ülke arasında devam eden gerginliğin bu adımlarla hafiflediğini söylemek mümkün. Ancak yanıtlanması gereken sorular var; bu küskünlüğün maliyeti ne oldu? İlişkilerin güncel durumu ne? Normalleşmenin geleceği olacaksa nasıl olacak?

Kırılgan normalleşme

Arap Baharı başladığından beri neredeyse her konuda farklı kutuplarda konumlanan iki ülke, beraber çalışma veya çatışmadan uzak durma yöntemi yerine, sürekli birbirlerini suçlamayı tercih etti. BAE, Türkiye’yi Arap işlerine karışmakla ve Osmanlı hayali kurmakla suçlarken, Türkiye ise BAE’yi küçük ve potansiyelinden fazla rol üstlenmeye çalışan ve bölgedeki problemlerin kaynağı ülke kategorisinde konumladı.

Yaklaşık on yıl süren bu suçlamalar tarafları memnun etmemiş olacak ki karşılıklı normalleşme arzuları son bir yılda fazlaca duyulur oldu. Normalleşme adımlarının pek çok dinamiği mevcutken, iki ülke ilişkilerinde sorunlu alanların tamamen ortadan kalkmasının kolay olmayacağını altı çizilmesi gereken bir husus olarak göze çarpıyor.

Normalleşmenin kırılgan bir zeminde seyredeceği muhtemelken, tarafların çelişki/çatışmalara rağmen beraber çalışmanın ve ilişkileri canlı tutmanın yolunu bulmaları gerekli. Nitekim her ne kadar taraflar birbirini agresif dış politika izlemekle suçluyorsa da sorunun temelinde 11 Eylül’le ve ardından Arap Baharı’yla hızlanan bölgesel değişimler var. Bu süreçte Türkiye “en güçlü” bölgesel aktör olma iddiasını korudu. Ortadoğu ve Arap dünyasının tarihi çekim güçleri olan Şam, Bağdat ve Kahire’nin etkisini kaybetmesiyle BAE de bölgesel güç olma yolunda dış politika gütmeye çalıştı. Böylece iki ülkenin çıkarları çatıştı, dolayısıyla süreci sadece tarafların maceracı dış politika eğilimleri ile değil, değişen bölgesel düzende rol çatışması olarak okumak gerekir. Aksi okuma tablonun eksik kalmasına yol açacağı gibi muhtemel normalleşmenin kalıcılığını da olumsuz etkileyecektir.

Normalleşme sezonu

Donald Trump’ın ABD’de yeniden başkan seçilmemesi ve yerini Joe Biden’a bırakması ile bölgede genel olarak bir yumuşama ve normalleşme sezonu başladı. Böyle bir atmosferde BAE’nin de normalleşme sezonuna girdiğini gösteren gelişmeler üst üste yaşandı: ABD seçimlerinden kısa süre önce BAE’nin İsrail ile normalleşmesi, seçimden kısa süre sonra ise 2017’de BAE, Suudi Arabistan, Bahreyn ve Mısır’ın Katar’a yönelik uyguladığı üç buçuk yıllık ablukanın kalkması, İran ve Türkiye’ye karşı zaman zaman sert açıklamaları olan BAE Eski Dışişleri Bakanı Enver Gargaş’ın kabine değişikliğiyle görevden alınması ve BAE’nin en nihayetinde Türkiye ile yılbaşında normalleşme sinyalleri sonrası Ağustos ve Eylül ayında gerçekleşen diplomatik görüşmeler.

Anlaşmazlığın diğer tarafını oluşturan Türkiye’de de benzer bir durum söz konusu. İsrail ile bir süredir devam eden normalleşme müzakereleri, Mısır ile devam eden müzakerelerde iki tarafın da daha umutlu olması ve mesafe kat edilmiş olması bu durumun bir işareti.

Bu normalleşme trendi her ne kadar Biden’dan önce başlamışsa da Biden’ın seçilmesiyle ciddi ivme yakaladı. Bu durum, bir yandan politik olarak uzlaşmanın mümkün olduğunu gösterirken her bir normalleşme diğer normalleşmeye de ortam hazırlamakta. Zira Mısır ile ilişkisi Müslüman Kardeşler nedeniyle zarar gören Türkiye’nin gerilimde orta nokta bulması, BAE’nin Türkiye’den Müslüman Kardeşler veya Mısır temelli bir talepte bulunmasını daha zor hale getirecektir. Yine Katar ablukasının bitmesiyle BAE’nin Katar’la normalleşmeye başlaması da Türkiye-Katar yakın ilişkisini BAE açısından daha az sorunlu kıldı.

BAE-Türkiye normalleşmesinin gecikmesinin bir nedeni de ciddi bir arabulucunun yokluğuydu. Nitekim BAE-Türkiye normalleşmesinde her iki ülkeyle de ciddi ilişkisi olan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani’nin rol aldığına dair iddialar gündeme geldi.

Kim ne kazandı ne kaybetti?

11 Eylül ve Arap Baharı’nın sunduğu fırsatlarla Dubai, Abu Dabi, Riyad ve Doha ekonomik güçleri sayesinde dünya ile ciddi ekonomik ve askeri ilişkiye girdi. Ancak bu süreç birçok ülkeyle problemleri beraberinde getirirdi.

Körfez İş birliği Konseyi (KİK) üyeleri arasında dahi anlaşmazlıkların doğmasına veya mevcut sorunların daha da görünür olmasına sebep oldu. Nihayetinde söz konusu süreç Katar’a yönelik uygulanan ablukayla sonuçlandı. Abluka, 2021’in ilk günlerinde El-Ula bildirisiyle ortadan kalksa da ablukadan BAE’nin istediğini alamaması ve son zamanlarda en sıcak müttefiki imajı verdiği Suudi Arabistan’a ablukanın devam etmesi konusunda baskılarının karşılık bulmaması üzerine BAE, agresif dış politikasını gözden geçirmeye başlamış görünüyor.

Ancak bu gözden geçirme süreci Katar kriziyle başlamadı. Yemen’deki askeri müdahalesinden arzu ettiği sonucu elde edemediği gibi ekonomik yükü nedeniyle iç kamuoyunda rahatsızlıkla yüzleşen BAE’nin Libya’da da desteklediği Hafter güçleri de hedefinin oldukça gerisinde görünüyor.

Başarısız veya tatmin edici olmaktan uzak girişimlerine rağmen henüz yarım asırı devirmemiş genç ve küçük bir devlet olan BAE, yeni bir bölgesel güç olarak Mısır, İsrail ve Yunanistan’la giriştiği ittifaklarla dış politikasında nispi yeteneklerini de ispatladı.

Bu çerçevede Türkiye’nin BAE ile ilişkilerinde karşılıklı ikili sorunların yanı sıra tarafların giriştiği ittifaklar nedeniyle normalleşme üçüncü taraflarla da bağlantılıdır.
BAE şeytanlaştırdığı Katar’la barışmak durumunda kalırken Türkiye, BAE’nin iyi müttefiki ve Türkiye-BAE çatışmasının bir nedeni olan Mısır ile normalleşme müzakerelerinde yol aldı. Yine Ankara-Riyad ilişkilerinde başlayan normalleşme de gündeme alındığında Türkiye-BAE ilişkilerinde bazı pürüzlerin doğal yollarla ortadan kalktığı görülüyor.

Ekonomik kayıp ne kadar?

İki ülke ilişkilerinin kötü gidişatı hiç şüphesiz taraflarda ciddi ekonomik kayıplara mal oldu.

BAE halen Türkiye’nin önemli bir bölgesel ticari partneri. İki ülke arasındaki ticaret Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetiyle artma eğilimine geçmiş ve 2017’de 9 milyar dolarlık ihracatı aşmışken, gerilimler nedeniyle olumsuz etkilenerek 3 milyar dolarla potansiyelinin altında kaldı.

Öte yandan BAE’nin yatırım fonlarının Türkiye gibi önemli bir yatırım merkezini siyasi nedenlerle tercih etmemesinin Türkiye’ye zararı olduğu kadar BAE’ye de zararı olduğu unutulmamalı. Nitekim BAE -genel olarak Körfez- yatırımlarını hem ekonomik hem siyasi olarak stratejik alanlara yaparak ülkede ve sektörde etki/nüfuz kazanmayı hedefliyor.

Diğer yandan, medya ve lobicilik için harcanan paralar da maliyete eklenebilir ki bu durum hem enerjinin boşa harcanması hem de ciddi itibar kaybı anlamına geliyor.

Son dönemde hangi somut adımlar atıldı?

BAE ile Türkiye normalleşmesinde diplomatik görüşmeler dışında somut adımlar atıldığı görülüyor. Özellikle Kovid-19 bahanesiyle durdurulan uçuşların yeniden başlaması, BAE medyasında Türkiye algısının yumuşaması ve belki de hepsinden daha somut olan BAE’nin Türkiye karşıtı yayın yapan yayınlara aralık ayına kadar süre verip artık fonlamayacağını bildirmesi bu adımlardan bazıları.

BAE’nin Türkiye’de sağlık, sanayi ve gıda gibi stratejik alanlarda yatırım yapacağını ilan etmesi ekonomik olarak kazan-kazan ilişkisinin güçlü olacağını gösteriyor.

Nitekim normalleşme sinyalleri verilmişken BAE merkezli Aramex’in MNG Kargo’yu satın alma girişimi, BAE Varlık Fonu’nun e-ticaret platformu Getir’e 550 milyon dolarlık bir yatırım yapması, Trendyol’a Abu Dabi merkezli ADQ firmasının yatırım yapması BAE’nin “ekonomi çeşitlendirme” politikalarında Türkiye’yi daha iyi kullanabileceğinin sadece birkaç örneği.

Ekonomik yatırımlar Türkiye’nin yumuşak karnı olarak gösterilse de BAE’nin market çeşitlendirme politikaları ve yatırımlarının siyasi yönü dikkate alındığında bu durumun tek taraflı bir kazanım olmadığı anlaşılıyor.

Normalleşmenin sınırları

Normalleşme girişimleri, sorunların tamamen çözüldüğü anlamına gelmiyor. Nitekim BAE ocak ayında normalleşme için Türkiye’nin Arap işlerine karışmasından vazgeçmesi ve Müslüman Kardeşler ile ilişkisini sonlandırması yönünde iki şart sundu.

Türkiye’nin egemenlik devri anlamına gelecek bu şartların Ankara açısından kabul edilebilir bir yanı yok. Özellikle de Arap işlerine karışmama şartının BAE’yi tüm Arap dünyasının temsilcisiymiş yanılgısına soktuğu Arap analistlerince de tartışılıyor. Nitekim Türkiye’nin bazı Arap ülkeleriyle ilişkilerinin BAE’nin onlarla ilişkisinde sıcak olması bu yanılgının bir kanıtı.

Bu anlamda normalleşmenin kısa sürede tam müttefiklik getireceği fazlaca iyimser bir tahmin olacaksa da orta yolun bulunabileceği söylenebilir. BAE’nin Enver Gargaş tarafından sene başında dile getirilen Türkiye’nin Arap ülkelerine karışmaması ve Müslüman Kardeşler’e destek vermemesi ön şartlarının kabul edilmeyeceği ortadaysa da Türkiye’nin İstanbul merkezli Müslüman Kardeşler medya organlarına Mısır’a karşı eleştirel tavrı hafifletmek konusunda istekte bulunduğu çokça duyulan söylemler arasında yer alıyor.

Yine Arap dünyasındaki çekişmelerin birbirinden bağımsız ancak bağlantılı devam eden normalleşmelerle orta yol bulunacak gibi duruyor. Libya’da 24 Aralık’ta genel seçimlerin yapılması ve siyasi düzenin normalleşmesi beklentisi BAE-Türkiye ilişkilerini iyi etkileyebilir.

Bir federal yönetime sahip olan BAE’nin lokomotif görevini her ne kadar Abu Dabi görüyorsa da Türkiye’nin diğer emirliklerle ikili ilişkilere girmesi ileride BAE-Türkiye ilişkilerinin bozulmasını engelleyecek veya geciktirecek faktörler olabilir. Dubai ile inşaat, turizm, bankacılık ve mega projelerle devam eden ilişki daha da arttırılabilirken diğer bir emirlik olan Şarika ile kültür, turizm, medya ve benzeri alanlarda iş birlikleri yapılabilir.

İsrail ile normalleşme sonrası ABD ve Avrupa’da imaj düzeltmesine giden BAE’nin imajı Arap halkları arasında düzelmedi. Aksine BAE içinde bile ekseriyet bu normalleşmeye hoş bakmayıp Filistin davasına ihanet olarak algıladı. Ancak Türkiye ile olası normalleşme gerek kendi halkından gerekse de Arap halklarından takdir göreceği ve imaj düzeltme çabalarına fayda sağlayacağı düşünülebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Eylül 2021’de yayımlanmıştır.

Hamdullah Baycar
Hamdullah Baycar
Hamdullah Baycar - Exeter Üniversitesi Arap ve İslam Araştırmaları Enstitüsü'nde Birleşik Arap Emirlikleri'nin kimlik inşası üzerine doktora yapıyor. Körfez bölgesinde siyasetin yanı sıra kimlik çalışmaları, oryantalizm, sömürgecilik çalışma alanları olup söz konusu alanlarda ulusal ve uluslararası alanda çok sayıda yayını bulunuyor. Yüksek lisans eğitimini Harvard Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi'nde, lisans eğitimini de Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde aldı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Türkiye-BAE normalleşmesi: Ne uğruna ve ne kadar kalıcı?

Türkiye-BAE küslüğünün maliyeti ne oldu, taraflar ne kaybetti, normalleşme ile ne kazanabilir, normalleşmenin geleceği ne olabilir? Riskler neler? Bölge ülkeleri normalleşmeden nasıl etkilenecek? Hamdullah Baycar yazdı.

Ocak 2021’den beri Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında normalleşme adımlarının atılabileceğine dair tahminler yapılıyordu. Bu tahminler Ağustos ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BAE Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnoun Bin Zayed el Nahyan’ı kabulüyle, iki hafta sonra da Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed el Nahyan ile yaptığı telefon görüşmesiyle ete kemiğe büründü. Abu Dabi Veliaht Prensi 2016 yılından beri BAE için en yüksek makam kabul ediliyor.

Arap Baharı’ndan bu yana iki ülke arasında devam eden gerginliğin bu adımlarla hafiflediğini söylemek mümkün. Ancak yanıtlanması gereken sorular var; bu küskünlüğün maliyeti ne oldu? İlişkilerin güncel durumu ne? Normalleşmenin geleceği olacaksa nasıl olacak?

Kırılgan normalleşme

Arap Baharı başladığından beri neredeyse her konuda farklı kutuplarda konumlanan iki ülke, beraber çalışma veya çatışmadan uzak durma yöntemi yerine, sürekli birbirlerini suçlamayı tercih etti. BAE, Türkiye’yi Arap işlerine karışmakla ve Osmanlı hayali kurmakla suçlarken, Türkiye ise BAE’yi küçük ve potansiyelinden fazla rol üstlenmeye çalışan ve bölgedeki problemlerin kaynağı ülke kategorisinde konumladı.

Yaklaşık on yıl süren bu suçlamalar tarafları memnun etmemiş olacak ki karşılıklı normalleşme arzuları son bir yılda fazlaca duyulur oldu. Normalleşme adımlarının pek çok dinamiği mevcutken, iki ülke ilişkilerinde sorunlu alanların tamamen ortadan kalkmasının kolay olmayacağını altı çizilmesi gereken bir husus olarak göze çarpıyor.

Normalleşmenin kırılgan bir zeminde seyredeceği muhtemelken, tarafların çelişki/çatışmalara rağmen beraber çalışmanın ve ilişkileri canlı tutmanın yolunu bulmaları gerekli. Nitekim her ne kadar taraflar birbirini agresif dış politika izlemekle suçluyorsa da sorunun temelinde 11 Eylül’le ve ardından Arap Baharı’yla hızlanan bölgesel değişimler var. Bu süreçte Türkiye “en güçlü” bölgesel aktör olma iddiasını korudu. Ortadoğu ve Arap dünyasının tarihi çekim güçleri olan Şam, Bağdat ve Kahire’nin etkisini kaybetmesiyle BAE de bölgesel güç olma yolunda dış politika gütmeye çalıştı. Böylece iki ülkenin çıkarları çatıştı, dolayısıyla süreci sadece tarafların maceracı dış politika eğilimleri ile değil, değişen bölgesel düzende rol çatışması olarak okumak gerekir. Aksi okuma tablonun eksik kalmasına yol açacağı gibi muhtemel normalleşmenin kalıcılığını da olumsuz etkileyecektir.

Normalleşme sezonu

Donald Trump’ın ABD’de yeniden başkan seçilmemesi ve yerini Joe Biden’a bırakması ile bölgede genel olarak bir yumuşama ve normalleşme sezonu başladı. Böyle bir atmosferde BAE’nin de normalleşme sezonuna girdiğini gösteren gelişmeler üst üste yaşandı: ABD seçimlerinden kısa süre önce BAE’nin İsrail ile normalleşmesi, seçimden kısa süre sonra ise 2017’de BAE, Suudi Arabistan, Bahreyn ve Mısır’ın Katar’a yönelik uyguladığı üç buçuk yıllık ablukanın kalkması, İran ve Türkiye’ye karşı zaman zaman sert açıklamaları olan BAE Eski Dışişleri Bakanı Enver Gargaş’ın kabine değişikliğiyle görevden alınması ve BAE’nin en nihayetinde Türkiye ile yılbaşında normalleşme sinyalleri sonrası Ağustos ve Eylül ayında gerçekleşen diplomatik görüşmeler.

Anlaşmazlığın diğer tarafını oluşturan Türkiye’de de benzer bir durum söz konusu. İsrail ile bir süredir devam eden normalleşme müzakereleri, Mısır ile devam eden müzakerelerde iki tarafın da daha umutlu olması ve mesafe kat edilmiş olması bu durumun bir işareti.

Bu normalleşme trendi her ne kadar Biden’dan önce başlamışsa da Biden’ın seçilmesiyle ciddi ivme yakaladı. Bu durum, bir yandan politik olarak uzlaşmanın mümkün olduğunu gösterirken her bir normalleşme diğer normalleşmeye de ortam hazırlamakta. Zira Mısır ile ilişkisi Müslüman Kardeşler nedeniyle zarar gören Türkiye’nin gerilimde orta nokta bulması, BAE’nin Türkiye’den Müslüman Kardeşler veya Mısır temelli bir talepte bulunmasını daha zor hale getirecektir. Yine Katar ablukasının bitmesiyle BAE’nin Katar’la normalleşmeye başlaması da Türkiye-Katar yakın ilişkisini BAE açısından daha az sorunlu kıldı.

BAE-Türkiye normalleşmesinin gecikmesinin bir nedeni de ciddi bir arabulucunun yokluğuydu. Nitekim BAE-Türkiye normalleşmesinde her iki ülkeyle de ciddi ilişkisi olan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani’nin rol aldığına dair iddialar gündeme geldi.

Kim ne kazandı ne kaybetti?

11 Eylül ve Arap Baharı’nın sunduğu fırsatlarla Dubai, Abu Dabi, Riyad ve Doha ekonomik güçleri sayesinde dünya ile ciddi ekonomik ve askeri ilişkiye girdi. Ancak bu süreç birçok ülkeyle problemleri beraberinde getirirdi.

Körfez İş birliği Konseyi (KİK) üyeleri arasında dahi anlaşmazlıkların doğmasına veya mevcut sorunların daha da görünür olmasına sebep oldu. Nihayetinde söz konusu süreç Katar’a yönelik uygulanan ablukayla sonuçlandı. Abluka, 2021’in ilk günlerinde El-Ula bildirisiyle ortadan kalksa da ablukadan BAE’nin istediğini alamaması ve son zamanlarda en sıcak müttefiki imajı verdiği Suudi Arabistan’a ablukanın devam etmesi konusunda baskılarının karşılık bulmaması üzerine BAE, agresif dış politikasını gözden geçirmeye başlamış görünüyor.

Ancak bu gözden geçirme süreci Katar kriziyle başlamadı. Yemen’deki askeri müdahalesinden arzu ettiği sonucu elde edemediği gibi ekonomik yükü nedeniyle iç kamuoyunda rahatsızlıkla yüzleşen BAE’nin Libya’da da desteklediği Hafter güçleri de hedefinin oldukça gerisinde görünüyor.

Başarısız veya tatmin edici olmaktan uzak girişimlerine rağmen henüz yarım asırı devirmemiş genç ve küçük bir devlet olan BAE, yeni bir bölgesel güç olarak Mısır, İsrail ve Yunanistan’la giriştiği ittifaklarla dış politikasında nispi yeteneklerini de ispatladı.

Bu çerçevede Türkiye’nin BAE ile ilişkilerinde karşılıklı ikili sorunların yanı sıra tarafların giriştiği ittifaklar nedeniyle normalleşme üçüncü taraflarla da bağlantılıdır.
BAE şeytanlaştırdığı Katar’la barışmak durumunda kalırken Türkiye, BAE’nin iyi müttefiki ve Türkiye-BAE çatışmasının bir nedeni olan Mısır ile normalleşme müzakerelerinde yol aldı. Yine Ankara-Riyad ilişkilerinde başlayan normalleşme de gündeme alındığında Türkiye-BAE ilişkilerinde bazı pürüzlerin doğal yollarla ortadan kalktığı görülüyor.

Ekonomik kayıp ne kadar?

İki ülke ilişkilerinin kötü gidişatı hiç şüphesiz taraflarda ciddi ekonomik kayıplara mal oldu.

BAE halen Türkiye’nin önemli bir bölgesel ticari partneri. İki ülke arasındaki ticaret Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetiyle artma eğilimine geçmiş ve 2017’de 9 milyar dolarlık ihracatı aşmışken, gerilimler nedeniyle olumsuz etkilenerek 3 milyar dolarla potansiyelinin altında kaldı.

Öte yandan BAE’nin yatırım fonlarının Türkiye gibi önemli bir yatırım merkezini siyasi nedenlerle tercih etmemesinin Türkiye’ye zararı olduğu kadar BAE’ye de zararı olduğu unutulmamalı. Nitekim BAE -genel olarak Körfez- yatırımlarını hem ekonomik hem siyasi olarak stratejik alanlara yaparak ülkede ve sektörde etki/nüfuz kazanmayı hedefliyor.

Diğer yandan, medya ve lobicilik için harcanan paralar da maliyete eklenebilir ki bu durum hem enerjinin boşa harcanması hem de ciddi itibar kaybı anlamına geliyor.

Son dönemde hangi somut adımlar atıldı?

BAE ile Türkiye normalleşmesinde diplomatik görüşmeler dışında somut adımlar atıldığı görülüyor. Özellikle Kovid-19 bahanesiyle durdurulan uçuşların yeniden başlaması, BAE medyasında Türkiye algısının yumuşaması ve belki de hepsinden daha somut olan BAE’nin Türkiye karşıtı yayın yapan yayınlara aralık ayına kadar süre verip artık fonlamayacağını bildirmesi bu adımlardan bazıları.

BAE’nin Türkiye’de sağlık, sanayi ve gıda gibi stratejik alanlarda yatırım yapacağını ilan etmesi ekonomik olarak kazan-kazan ilişkisinin güçlü olacağını gösteriyor.

Nitekim normalleşme sinyalleri verilmişken BAE merkezli Aramex’in MNG Kargo’yu satın alma girişimi, BAE Varlık Fonu’nun e-ticaret platformu Getir’e 550 milyon dolarlık bir yatırım yapması, Trendyol’a Abu Dabi merkezli ADQ firmasının yatırım yapması BAE’nin “ekonomi çeşitlendirme” politikalarında Türkiye’yi daha iyi kullanabileceğinin sadece birkaç örneği.

Ekonomik yatırımlar Türkiye’nin yumuşak karnı olarak gösterilse de BAE’nin market çeşitlendirme politikaları ve yatırımlarının siyasi yönü dikkate alındığında bu durumun tek taraflı bir kazanım olmadığı anlaşılıyor.

Normalleşmenin sınırları

Normalleşme girişimleri, sorunların tamamen çözüldüğü anlamına gelmiyor. Nitekim BAE ocak ayında normalleşme için Türkiye’nin Arap işlerine karışmasından vazgeçmesi ve Müslüman Kardeşler ile ilişkisini sonlandırması yönünde iki şart sundu.

Türkiye’nin egemenlik devri anlamına gelecek bu şartların Ankara açısından kabul edilebilir bir yanı yok. Özellikle de Arap işlerine karışmama şartının BAE’yi tüm Arap dünyasının temsilcisiymiş yanılgısına soktuğu Arap analistlerince de tartışılıyor. Nitekim Türkiye’nin bazı Arap ülkeleriyle ilişkilerinin BAE’nin onlarla ilişkisinde sıcak olması bu yanılgının bir kanıtı.

Bu anlamda normalleşmenin kısa sürede tam müttefiklik getireceği fazlaca iyimser bir tahmin olacaksa da orta yolun bulunabileceği söylenebilir. BAE’nin Enver Gargaş tarafından sene başında dile getirilen Türkiye’nin Arap ülkelerine karışmaması ve Müslüman Kardeşler’e destek vermemesi ön şartlarının kabul edilmeyeceği ortadaysa da Türkiye’nin İstanbul merkezli Müslüman Kardeşler medya organlarına Mısır’a karşı eleştirel tavrı hafifletmek konusunda istekte bulunduğu çokça duyulan söylemler arasında yer alıyor.

Yine Arap dünyasındaki çekişmelerin birbirinden bağımsız ancak bağlantılı devam eden normalleşmelerle orta yol bulunacak gibi duruyor. Libya’da 24 Aralık’ta genel seçimlerin yapılması ve siyasi düzenin normalleşmesi beklentisi BAE-Türkiye ilişkilerini iyi etkileyebilir.

Bir federal yönetime sahip olan BAE’nin lokomotif görevini her ne kadar Abu Dabi görüyorsa da Türkiye’nin diğer emirliklerle ikili ilişkilere girmesi ileride BAE-Türkiye ilişkilerinin bozulmasını engelleyecek veya geciktirecek faktörler olabilir. Dubai ile inşaat, turizm, bankacılık ve mega projelerle devam eden ilişki daha da arttırılabilirken diğer bir emirlik olan Şarika ile kültür, turizm, medya ve benzeri alanlarda iş birlikleri yapılabilir.

İsrail ile normalleşme sonrası ABD ve Avrupa’da imaj düzeltmesine giden BAE’nin imajı Arap halkları arasında düzelmedi. Aksine BAE içinde bile ekseriyet bu normalleşmeye hoş bakmayıp Filistin davasına ihanet olarak algıladı. Ancak Türkiye ile olası normalleşme gerek kendi halkından gerekse de Arap halklarından takdir göreceği ve imaj düzeltme çabalarına fayda sağlayacağı düşünülebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Eylül 2021’de yayımlanmıştır.

Hamdullah Baycar
Hamdullah Baycar
Hamdullah Baycar - Exeter Üniversitesi Arap ve İslam Araştırmaları Enstitüsü'nde Birleşik Arap Emirlikleri'nin kimlik inşası üzerine doktora yapıyor. Körfez bölgesinde siyasetin yanı sıra kimlik çalışmaları, oryantalizm, sömürgecilik çalışma alanları olup söz konusu alanlarda ulusal ve uluslararası alanda çok sayıda yayını bulunuyor. Yüksek lisans eğitimini Harvard Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi'nde, lisans eğitimini de Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde aldı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x