Alman coğrafyacı ve etnograf Friedrich Ratzel’e göre devlet; halk, toprak ve siyasi fikirlerden oluşan canlı bir organizmadır. Bu öğeler devletin içinde ayrı ayrı ama aynı zamanda da bir bütün olarak çalışırlar. Ratzel’e göre devleti devlet yapan öğeler arasında halkın yaşadığı toprağa olan bağlılığı da önemlidir çünkü devlet halkın kökleri üzerinde kurulur ve siyasi fikirleriyle büyüyüp gelişir. Devletler yaşayan bir organizma olduğu için de doğar, zamanla büyür ve ölürler.1
Osmanlı İmparatorluğu’nu da canlı bir organizma olarak değerlendirdiğimizde farklı pek çok etnik ve dini kökene mensup milletlerin ve halkların bu devleti oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ermeniler de Osmanlı devletini oluşturan bu öğelerden biriydi. Ermeni amira sınıfı olarak bilinen yüksek zümre devletin stratejik kurumlarının idaresinde önemli rol oynamıştı. Sevgili Sinan Mordağ’ın da kitabında dediği gibi, aynı değildik ama ayrı da değildik.2
Yüzyıllar boyu hoşgörü ikliminde süren bu ilişkiler zamanla bozulmaya başladı. Temelleri Fransız İhtilali’ne hatta daha da geriye götürebileceğimiz bu süreci Büyük Devletler manipüle etmeye başladı ve bu iki yakın ama bir o kadar da uzak3 halkın ilişkilerinin bozulmasına neden oldular. Sonra da 1915 olayları yaşandı.
Fakat bu yazıda zaten yıllardır pek çok platformda konuşulan ve havanda su dövülen 1915 Olaylarını değil, 2022’de yeni bir sayfanın açılmasının iki ülke ilişkileri açısından ne getireceğine ve nasıl bir yol haritası izlenmesi gerektiğine odaklanacağım.
Ermenistan’ın ve Ermenilerin tarihi kaderi: Yaşanılan coğrafya
Eskiçağlarda Grek ve Romalı yazarların Armenia4 olarak adlandırdıkları bölgede yaşayan Ermeniler, tarihte Bizans, İran, Osmanlı, Rusya gibi pek çok imparatorluğun ve devletin hâkimiyet sürdüğü bir coğrafyada yaşadılar. Bölgede yaşanan mücadeleler tüm halkları olduğu gibi Ermenileri de derinden etkiledi.
Bölgeyle ilgili bu tarihi mücadelenin günümüzde de Doğu-Batı ekseninde devam ettiği söylenebilir. Doğu ekseninde Rusya, İran, Çin yer alırken, Batıda ise ABD, İngiltere, Fransa, Avrupa Birliği gibi devlet ve uluslararası kuruluşlar yer alıyor. Bu kutuplaşma süreci yakın bir zamana kadar, 44 günlük Karabağ Savaşı sırasında dahi net bir biçimde görüldü. Bu nedenle iki ülke ilişkileri normalleşirken geçmişte olduğu gibi bugün de soruna üçüncü taraflar dâhil olmaya çalışacak, zira bölge jeopolitik açıdan stratejik öneme sahip.
Ermeni toplumu da artık başta Fransa olmak üzere, ABD, İngiltere ve daha pek çok ülkenin geçmişte Ermenileri Türklere karşı kışkırttığının farkında. Bu konu Ermeni tarih ders kitaplarında da yer alıyor ve Ermenistan’da genç kuşaklar ve gelecek nesiller bu bilgilerle büyüyor.5 Üstelik bu durum sadece Batı’yla da sınırlı değil, bunun en bariz yansımasını Rusya’nın Karabağ politikasında görmek mümkün. Örneğin otuz yıllık Karabağ sorunu döneminde yaşanan çatışmalara bakıldığında Rusya’nın hem Ermenistan’a hem de Azerbaycan’a askerî malzeme ve silah sattığı biliniyor. Bu tutum bile bölgedeki çatışmanın Büyük Güçler açısından nasıl kullanıldığını göstermesi açısından önemli.
Yine Karabağ sorununda yıllarca Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkikatı (AGİT) Minsk Grubu veya diğer uluslararası kuruluşların çözüm için inisiyatif almamaları nedeniyle bir arpa boyu yol alınamadı. Ancak 2020 yılında Azerbaycan’ın Ermenistan işgali altındaki topraklarını kurtardığı 44 günlük Karabağ zaferinin ardından bu kuruluşların birbirlerinden adeta rol kapmaya çalışmaları, bölgedeki normalleşme adımlarını desteklediklerini beyan etmeleri ve özellikle de ulaşım ve altyapı projelerine mali destek sağlayacaklarını beyan etmeleri de bu kapsamda değerlendirilebilir.
Normalleşme bölgeye getirir, neden normalleşmeli?
Yüzyıllarca süren tüm çatışmalar ve savaşlar acı bir tecrübeyle bizlere göstermiştir ki bu topraklarda hep birlikte barış ve huzur içinde yaşamak herkesin yararınadır. Ermeni ulusal şair ve yazar Hovhannes Tumanyan’ın da ifade ettiği gibi “Uluslara barışı, kardeşliği, ışığı ve adaleti getirmek için, aydınlık fikirler uğruna tartışacağımız”6 yeni bir dönem için ortak bir masada tarihi gerçekleri konuşmanın zamanı gelmiştir artık. Bölgesel ve küresel güçlerin bu coğrafyadaki tarihi emellerine bakıldığında bölgesel barış, huzur ve istikrar için normalleşme yegâne çözümdür.
Normalleşme ile bölgenin ekonomik, siyasi ve kültürel çehresinde ciddi bir değişim ve dönüşüm yaşanacak ve bu süreçten tüm taraflar kazançlı çıkacaktır. Hrant Dink’in de işaret ettiği üzere bu yüzyıllık sorunu ancak meselenin muhatapları masaya oturarak ve gerçekten barışı düşünerek çözebilir. Bu nedenle Ermeni meselesinde artık yeni bir sayfa açmanın ve müreffeh bir gelecek için gerekli adımları atmanın zamanı gelmiştir. Bunun için Ermenistan ve Ermeni toplumu da üstüne düşeni yapmalı, diaspora ve Batılı devletlerin 1915 Olaylarını nasıl siyasi bir malzeme olarak kullandıklarının farkına varmalıdır. Çünkü halen Erivan’da da diasporada da normalleşme sürecini sabote edebilecek özellikle de Ermeni siyasetinde Karabağ Klanı’na7 yakın bir kitlenin olduğu da unutulmamalı.
Ayrıca geçmişte Batı’nın aracılığıyla başlayan normalleşmenin bu kez aracısız olması ve Batı dünyasının masanın dışında kalmış olması da bazı riskleri barındırıyor. Bunun en belirgin kanıtı 2021 yılında ABD’nin 24 Nisan’da 1915 Olaylarıyla ilgili aldığı karar. Bu nedenle normalleşme adımlarında başta Türkiye olmak üzere Azerbaycan ve Ermenistan’ın da hassas bir denge kurmaları elzem.
Normalleşme süreci için adımlar
Normalleşme sürecinde şimdiye kadar yapılanlara bakıldığında bir kere her şeyden önce Ermenilerin de ifade ettiği gibi Մէկ ձեռքը ծափ չի տայ: Bir elle alkış tutulmaz yani atılacak adımların mütekabiliyet esasına dayanması şart. Bu nedenle hem Ermeni tarafı hem de Türk tarafının normalleşmeyi ne kadar istediklerini hem beyanları hem de icraatlarıyla net bir biçimde ortaya koymaları gerekiyor.
Bu konuda Türkiye’nin Washington eski Büyükelçisi Serdar Kılıç’ı Özel Temsilci ataması ve ardından Erivan’ın da Ermenistan Parlamento Başkan Yardımcısı Ruben Rubinyan’ı görevlendirmiş olması önemli bir adım. Özellikle Türkiye açısından konunun ne kadar hassas bir yapıya sahip olduğunu ve önemsendiğini gösteriyor. Yine Erivan’ın 2022’den itibaren Türk mallarına yönelik uygulanan ambargoyu kaldırması da atılan bir diğer önemli adım. Bu sayede 2022’nin yaz aylarıyla birlikte Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde ekonomik alanda ciddi bir hareketliliğin başlayacağı söylenebilir. Paşinyan’ın ilişkileri ön koşulsuz normalleştirmeye hazır olduklarını açıklaması ve sonrasında Ermenistan’ın Erivan-İstanbul uçuşlarının yapılması için havayolu şirketi FlyOne’a onay vermesi de sürecin devamlılığını ve belli bir takvime dayandığını gösteriyor.
Özel temsilciler nezdindeki ilk görüşmenin Ocak ayında Moskova’da yapılacak olması da atılan adımların devamlılığını gösteriyor. Ayrıca Erivan’ın da talebi doğrultusunda ilk görüşmenin Moskova’da yapılmasına Türkiye’nin yeşil ışık yakması, Ankara’nın normalleşme konusundaki özgüvenini ortaya koyarken, Erivan açısından ise Rusya’nın Ermenistan üzerindeki tarihi etkisini ve Paşinyan’ın Türkiye-Rusya arasında bir denge gözetmeye çalıştığının işareti.
Başka hangi adımlar gelebilir?
Bu nedenle 2022’de normalleşme sürecinde geçtiğimiz yıllarda başta sosyal ve kültürel alanlar olmak üzere pek çok konuda atılan adımlarla benzer bir yol haritası izlenebilir. Örneğin Zürih protokolleriyle8 başlayan süreçte TRT’de Ermenice yayınların başlaması başta Avrupa Birliği olmak üzere Batı dünyasında ciddi bir pozitif etki yaratmıştı. Bu sürecin içerisinde aktif olarak yer almış bir akademisyen olarak o dönemde Erivan’da dahi insanların TRT’de yayınlanan Ermenice programları yakından takip ettikleri ve geri bildirimde bulundukları bir sürece şahit olmuştum.
Yine özellikle Türkiye’de kültürel miras kapsamında değerlendirebileceğimiz birtakım alanlarda bazı adımlar atılabilir. Örneğin tarihi ve kültürel öneme sahip yapıların restorasyonu ve ziyaretçilerin kullanıma açılması da bu noktada olumlu bir etki yaratacaktır. İki ülkede faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler arasında da bazı ortak değerler çerçevesinde özellikle de ekonomik ve kültürel alanlarda birtakım yeni projeler başlatılabilir.
Yenileşme döneminde Osmanlı’ya katkı sunan, devletinin kilit noktalarında görev almış Ermenilere9 dair çalışmalarla Ermenilerin Türk toplumuna dair aidiyetlerinin daha görünür kılınması da ilişkiler üzerinde pozitif bir etki yaratabilir.
Ayrıca Azerbaycan ve Türkiye’yi karadan birbirine bağlayacak olan ve Ermenistan topraklarından geçen Zengezur Koridoru’nun açılmasıyla birlikte bölgede sosyal ve ekonomik alandaki bölgesel kalkınma projelerine de öncelik verilebilir. Bu nedenle Ermenistan’ın da yer aldığı enerji ve ulaşım projelerine öncelik verilmesi Avrupa’nın enerji güvenliği açısından da pozitif bir iklim yaratacaktır.
Normalleşme Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri açısından pozitif bir etki yaratacak, ulaşım ve enerji koridorları ile iki ülke ilişkilerinde ticari alanlarda yeni bir sayfa açacaktır. Ancak bu süreç İran için pek de olumlu olmayacak gibi görünüyor. Çünkü normalleşmeyle birlikte Türkiye’nin Güney Kafkasya’daki gücü ve etkisi daha belirginleşecek, Türk dünyasıyla bağları daha da artacak buna karşın İran ise bu gelişmelerden tam tersi bir biçimde etkilenecektir.
Barış bu kez ıskalanmamalı
Sonuç olarak yeni bir sayfanın açıldığı 2022 yılında iki ülke ilişkileri normalleştirilirken barışın daima iyileştirici bir güce sahip olduğundan hareketle yola çıkılmalı. Daha önce Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu (TARC),10 Viyana Türk-Ermeni Tarihçiler Platformu (VAT),11 Ortak Tarihçiler Komisyonu, Futbol Diplomasisi, Zürih Protokolleri ve Peynir Diplomasisi12 adı altında atılan normalleşme adımlarından ciddi bir ders alınmalı. Normalleşme adımları bu kez daha köklü ve tüm kesimleri kapsayacak şekilde atılmalı. Bu defa yol kazalarının gerçekleşmemesi için gerekli tüm tedbirler titizlikle alınmalı.
Ayrıca 2021’de Bakü’nün de onayıyla Türkiye’nin sunduğu Altılı Platform Önerisi fırsatı ıskalanmamalı. Bu platform bir fırsat çünkü bu yapıda Türkiye, Rusya, İran, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan da yer alacak ve bölgesel açıdan Rusya’nın da bu platformu onaylıyor olması öneriyi güçlü ve kalıcı kılıyor. Bu nedenle aracısız görüşme ve normalleşme süreci başladığı için umut ve beklentiler bu kez daha yüksek düzeyde. Bu nedenle Karabağ’da yaşanan gelişmelerin de etkisiyle 2022 yılında Türk-Ermeni ilişkileri geçmişin gölgesinden artık daha rahat bir şekilde kurtarılabilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 11 Ocak 2022’de yayımlanmıştır.
- Gülçin Yatin, “Yaşayan Bir Organizma Olarak Devlet”, Batıda Jeopolitik Düşünce, Edt: M. Serdar Palabıyık, Orion Yay., Ankara, 2009, s.45-46.
- Sinan Mordağ, 1890’da Nize’den Amerika’ya Göçenlerin Dediği Gibi, Köylerin Kraliçesi Benim Nize’m, Atlas Akademi Yayınları, Konya, 2021.
- Hrant Dink, İki Yakın Halk İki Uzak Komşu, Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2012.
- Yıldız Deveci Bozkuş & S.Deniz Küçüker, Armenia: Ermeniler ve Armenia Bölgesinin Eskiçağ Tarihi, Genesis Yayınları, Ankara, 2011.
- Yıldız Deveci Bozkuş, Ermeni Tarih Ders Kitaplarında Osmanlı ve Türk İmajı, Akademisyen Yayınları, Ankara, 2021.
- Yıldız Deveci Bozkuş, Ermeni Edebiyatı’nın Mümtaz Şair ve Yazarı Hovhannes Tumanya’nın Hayatı, Eserleri ve Edebi Kişiliği, Harf Yayınları, Ankara, 2018.
- Ermeni siyasetinde milliyetçi ve Rusya yanlısı politikalar izleyen büyük bir kısmı Karabağ kökenli olan yöneticiler için kullanılan bir terim.
- 10 Ekim 2009’da Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi için ABD, Rusya, Fransa ve AB Dışişleri Bakanlarının katılımıyla imzalanmıştır. Protokollerin imzalanmasından sekiz yıl sonra Ermenistan tarafından iptal edilmiştir. İki ülke ilişkilerinin normalleştirilmesi için tarihi bir fırsat olarak görülen bu süreç Ermenistan’ın tutumu nedeniyle ıskalanmıştır.
- Yıldız Deveci Bozkuş, XIX. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni Entelektüeller, Nobel Akademik Yayıncılık, 2020.
- TARC (Turkish-Armenian Reconciliation Commission – Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu), Türkiye’den aralarında Prof. Vamık Volkan ve Büyükelçi Gündüz Aktan’ın da yer aldığı bu komisyon önderliğindeki görüşmeler üç yıl sürmüştü.
- 2004 yılında başlatılan Viyana Türk-Ermeni Tarihçiler Platformu (VAT) adlı bu özel girişim kapsamında Türklerle Ermeniler arasında sadece tarihi belge ve yöntemlerin ele alınacağı bir diyalog ortamının kurulması hedeflenmiştir. 2005’te Viyana’daki Türk-Ermeni Tarihçiler Platformu sürecindeki görüşmelerde Türk ve Ermeni tarihçiler arasında çok sayıda belge değişimi yapılmıştır.
- 2008 yılında Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi için yapılan bir dizi görüşmeye atfen “Peynir Diplomasisi” terimi kullanılmıştır. Ermeni aktivist Artuş Mkrtchyan’ın ülkeler arası işbirliğini geliştirmek için başlattığı bu sürece, Gürcistan da dâhil olmuştur. Böylece ‘Kafkas peyniri’ üretilmeye başlanmış ve iki ülke peynir üreticileri sınırın kapalı olmasına rağmen bir dizi ziyaret gerçekleştirirken Mkrtchyan “Benim peynir diplomasim iki ülke arasındaki futbol diplomasisinin bile önüne geçti” ifadelerini kullanmış ve bu süreç Peynir Diplomasisi olarak adlandırılmıştır.