“Yitnahau Kaa” (Hepiniz gidin)

İkinci dalga Arap Baharı yaşanan ülkelerde halkın önemli bir kısmının mevcut sorunlara çözüm önerisi, teknokrat hükümetler. Yapısal sorunlara teknokrat hükümetler gerçekten çare olabilir mi? Ya onlar da sistemi bir süre daha yaşatmaktan başka bir işe yaramazsa ne olacak?

Arap Baharı’nın ikinci dalgasının yaşandığı ülkelerde sokakları “Yitnahau Kaa” sloganları inletiyor. Yani “Hepiniz gidin!” Sokaklardaki binlerce insanın dilindeki bu sloganın hedefi, görevi bırakmaları istenen mevcut siyasi elitler. Protestocuların dile getirdiği kurtuluş reçetesi ise, sorun çözmeye odaklı teknokrat hükümetler kurulması.

Arap siyasal düşünce hayatına dair kalem oynatan birçok yazar, bugünlerde enine boyuna bu konuyu tartışıyor.

Bu yazarlardan biri olan İhab Maharime, Jadalliya internet sitesinde yayınladığı “Teknokratlar ve Arap Baharı’nın İkinci Perdesi” başlıklı makalesinde, Sudan’da ekonomik koşullara itiraz eden halk ayaklanmasının Cezayir’e sıçradığını, Cumhurbaşkanı Abdul Aziz Buteflika’nın beşinci dönem için aday olmasına halkın karşı çıktığını, benzer bir biçimde Lübnan’da ve Irak’ta da kötü ekonomik şartlara, yolsuzluğa, mezhep bazlı kota sistemine karşı ayaklanmalar yaşandığını anımsatıyor:

“Özellikle Sudan ve Lübnan’da, ayaklanan halk, teknokrat hükümetlerine iktidardaki siyasi elit kesiminden kurtuluş yolu olarak bakıyor. Onlara göre, mevcut siyasi elitler ülkelerinin yaşamakta olduğu siyasi, ekonomik ve sosyal başarısızlığın sorumlusu.”

Yazar, Cezayir ve Sudan’da teknokrat hükümetlerin kurulduğunu, Lübnan’daki protestocuların da bu tip bir hükümeti ısrarla talep ettiklerini anlatıyor. Ona göre, ülkelerindeki siyasi elitlerden ve ekonomik koşullardan bıktığı için ayaklanan halk, her iki sorunun da teknokratlar tarafından çözülebileceği kanısında:

“Arap Baharı’nın ikinci dalgası kapsamında yaşanan tüm ayaklanmaların arkasında ortak bir dürtü var; protestocuların ülkelerindeki ekonomik şartları reddediyor olması. Özellikle de hayat pahalılığını ve yeni vergilerin hayata geçirilmesini.

Protestoların iki ortak noktası

Sudan’da 2018 yılında, ekmek ve yakıt fiyatları başta olmak üzere temel gıda ve ihtiyaçların fiyatları hiç olmadığı kadar zamlanmıştı. IMF’nin verilerine göre, Aralık 2018’de Sudan’da enflasyon oranı tarihi bir zirveye ulaşarak %63.3 oldu.

Cezayir’de Cumhurbaşkanı Buteflika’nın seçimlerde yeniden aday olmasının yanı sıra hayat pahalılığı ve temel ihtiyaçların fiyatlarındaki artışlar da ülkedeki protestoların arkasındaki sebeplerdendi. Petrol fiyatlarındaki düşüşler nedeniyle (petrol üreticisi olan) Cezayir’de mali kriz yaşandı. Yönetim açığını kapatmak için yeni vergiler ihdas etti. Telefon aramaları, tütün ürünleri, otomobiller, gayrimenkuller, yakıt ve elektrik zamlandı.

Irak’ta patlak veren protestolar, parlamentonun 2020 bütçesini ele aldığı dönemle aynı zamanda yaşandı. Halk, yolsuzluğu, yüksek işsizliği ve kötü kamu hizmetlerini protesto ediyordu. 2019’daki IMF’nin ve Irak’ın resmî bütçe raporlarına göre, ülkede işsizlik ve yoksulluk oranları %25’i aşmıştı. Lübnan’da Bakanlar Kurulu’nun 2020 bütçe çalışmalarına başlamasıyla birlikte, hükümetin daha çok fakir kesimleri etkileyecek, tütün ürünlerine, yakıta ve WhatsApp uygulamasına yeni vergileri hayata geçirmeye çalıştığı ortaya çıktı. Bu durum ülkede büyük protestolara neden oldu. Lübnan bankalarının yerli para birimini dolara çevirme işlemlerini askıya alması ve Merkez Bankası’nın dolar kara borsasından elini çekmesiyle ülkede büyük bir ekonomik kriz ortaya çıktı.

Protestoların yaşandığı ülkelerdeki ikinci ortak nokta, protestocuların iktidardaki siyasi aktörleri de reddediyor olması. Zira protestoculara göre, ülkelerinde yaşanan siyasi ve ekonomik başarısızlıklardan da sorumlu olanlar mevcut siyasetçiler.

Protestoların yaşandığı ülkelerdeki ikinci ortak nokta, protestocuların iktidardaki siyasi aktörleri de reddediyor olması. Zira protestoculara göre ülkelerinde yaşanan siyasi ve ekonomik başarısızlıklardan da sorumlu olanlar mevcut siyasetçiler.

Cezayir’de Cumhurbaşkanı Buteflika’nın aday olmaktan vazgeçmesine rağmen protestolar devam etti. Halk siyasetin tüm elit kesiminin yönetimden gitmesi gerektiği anlamına gelen “Yitnahau Kaa” sloganını kullanıyordu. Irak’ta durum da aynıydı. Vatandaşlar, mezheplere dayalı kota sistemini benimseyen siyasi aktörlerin gitmesini talep ediyordu. Çünkü onlara göre, bu sistem iktidarın ve kaynakların da kendi aralarında bölüşülmesi anlamına geliyordu. Lübnan’daki protestocular tüm siyasetçilerin gitmesi gerektiğini ifade etmek için “hepsi yani hepsi” sloganını kullandı.

Fiyatlar yükselmeye devam ettikçe ve yeni vergiler ihdas edildikçe, protestoların başka ülkelere de sıçrama ihtimali artıyor. Bütün bunlar sürerse teknokratların yükselişi güçlenecek. Çünkü onlar mevcut siyasetçilerin dışından gelen fakat aynı zamanda ülkeyi yönetebilecek ve Arap ülkelerinin yaşadığı ekonomik krizlere çözüm üretebilecek bir kesim.”

Teknokrat hükümetlerin sınırı

Teknokratlar teriminin, bilime, tekniğe ve uzmanlığa dayalı olarak yöneticilik yapan kişiler için kullanıldığını, bu tip hükümetlerin, herhangi bir partiye bağlı olmadığını anımsatan yazar Maharime, teknokrat hükümetlere dair şüphelerini de şöyle dile getiriyor:

“Bu siyasi ve ekonomik krizden çıkma yolunun teknokrasiden geçtiği düşünülmeye başlandı. Ancak bu hükümetlerin mevcut durumu ne kadar değiştirebileceği konusu tartışılmaya açık. Zira, her ne kadar bu hükümetlere geçici kriz hükümetleri olarak bakılsa da, yetkileri bir taraftan anayasaların diğer taraftan ise siyasi aktörlerin ve partilerin kısıtlamalarına maruz kalıyor.

Arap Baharı’nın ikinci perdesine sahne olan ülkelerin ihtiyaçları, politikacıların yerine pahalılığa ve vergilere sihirli çözümler üretecek uzmanları getirmek değil. Onlar da bu görevi gerçekleştiremeyecek ve ellerinin altında sihirli çözümler yok. Demokratik olmayan ülkelerdeki teknokrat deneyimlerinin sonucunda krizlere çözüm üretilemedi.

Teknokratların bu aşamada siyaset sahnesine girmesi, otoritenin despotizmine karşı bir güç olmasından ziyade eski rejimlerin kendisini yeniden üretmesi için alet olması anlamına gelebilir.

“Eğer teknokratların ülkelerimizdeki ekonomik, sosyal ve siyasal krizlere çözüm üretmesini ve mevcut otoriter güçlerin çatısı altında bu çözümlerin başarılı olması için gereken bilgi ve yetenekleri geliştirmelerini istiyorsak, teknokratların siyaset arenasına girme yollarını bulmamız lazım.”

Eğer teknokratların ülkelerimizdeki ekonomik, sosyal ve siyasal krizlere çözüm üretmesini ve mevcut otoriter güçlerin çatısı altında bu çözümlerin başarılı olması için gereken bilgi ve yetenekleri geliştirmelerini istiyorsak, teknokratların siyaset arenasına girme yollarını bulmamız lazım. Bu, teknokratlardan oluşan yeni partilerin oluşturulması yoluyla olabilir. Bu partilerin ana görevi, Arap ülkelerindeki otoriter güçlerle mücadele etmek ve siyaset sahasında alternatifleri sunmak, olur. Kelimenin tam anlamıyla, siyasetçiler siyasete katılmadığı sürece siyasi ekonomik ve sosyal krizlerimize çözüm bulamayacağız. Bunun için, ihtiyacımız olan şey siyasete, siyasetçilere ve siyasi partilere yeniden itibar kazandırmak. Böylelikle otoritenin ve paranın bölüşüldüğü kota sisteminde, demokrasiyi pazarlık etmek yerine demokrasiyi ve sosyal adaleti gerçekleştirmek amacıyla pazarlıklarımızı yapabiliriz.”

Teknokrat hükümetler gerçekten de siyaset dışında kalabilir mi?

Teknokrat hükümetlerin ne ölçüde ve hangi koşullarda etkili olabileceğini tartışan başka bir isim de, Ammar Deyyub. El Cedid el Arabi’de yayınlanan “Çözüm teknokrat hükümetlerinde mi yatıyor?” başlıklı yazısında Deyyub, teknokrat hükümetlerin siyasi çekişmelerin dışında kalabilecekleri düşünüldüğü için bir çözüm olarak öne sürüldüğünü anımsatıyor ama şüphelerini de şöyle aktarıyor:

“Burada bir sorun var. Teknokratlar seçimle göreve gelmiyorlar. Hatta bazı görüşlere göre, teknokrat hükümetleri demokratik değil.
Bir başka sorun daha var: Teknokrat hükümetleri gerçekten belli sınıfa bağlı olmayan siyasi ve ekonomik vizyona sahip mi? Gerçekten siyasi çekişmelerden uzak ve bağımsız mı? Yani devletleri için uygun ve bağımsız politikalar üretebiliyor mu?

Teknokrat hükümetleri ile ilgili ilk sorunlu noktalardan biri, mevcut ekonomik ve sosyal krizlerden çıkış yolu olarak küresel neo- liberalizm politikaların ve küresel aktörlerin kendi ülkelerine hegemonya kurmasının dışında farklı çözümler sunamıyor olması.

İkinci sorun, bu hükümetlerin kendisini iktidara taşıyan sınıfsal ve siyasal güçlerin kırmızı çizgilerini aşamıyor olması. Bu ise çok ciddi bir problem. Teknokrat hükümetler kendi gücüyle ya da halk-rejim çekişmesinden bağımsız olarak iktidara gelmiş gibi bir tasavvura kapılmamak lazım. Ülkenin tamamen bu hükümetin eline teslim edildiği ve her ne olursa olsun istediği politikaları uygulayabilecek olması kanısına varmamak lazım.”

Deyyub’a göre, ülkelerin içinde bulundukları krizlerden çıkabilmeleri, tarımı ve sanayiyi kalkındıracak büyük ulusal iktisadi projeler yapabilmelerine, eğitimi geliştirmelerinde ve cinsiyet ayrımcılığı başta olmak üzere vatandaşların arasındaki her türlü ayrımcılığı yok etmelerine bağlı. Deyyub, teknokrat hükümetlerin bu amaçları nasıl gerçekleştirebileceğini şöyle sorguluyor:

Ülkelerin içinde bulundukları krizlerden çıkabilmeleri, tarımı ve sanayiyi kalkındıracak büyük ulusal iktisadi projeler yapabilmelerine, eğitimi geliştirmelerinde ve cinsiyet ayrımcılığı başta olmak üzere vatandaşların arasındaki her türlü ayrımcılığı yok etmelerine bağlı.

“Tarımı ve imalatı kalkındırmak büyük paralara bağlı olan bir iş. Bu paraların ana kaynağı iç piyasa olmalı. Bu ise gerçek bir sorun. Bu kadar büyük paralar nereden gelecek?

Böyle bir borçlanmanın gerçekleştiğini farz edelim. Bunun devletin ekonomisine büyük yük bindirmeyeceğinin, fakir çoğunluğun sırtına yüklenmeyeceğinin ve sonuç olarak daha çok yolsuzluk ve vesayet doğurmayacağının garantisi nasıl olabilir?

Teknokrat hükümetler, atanmışlardan oluşuyor. Göreve seçimle gelmiyor. Bunun için gayri demokratik olarak nitelendiriliyor. Bu hükümetler demokrasi, özgürlükler ya da doğrudan doğruya insanların çıkarlarıyla çok ilgilenmiyor. Bu hükümetlerin görevi ülkenin kaynaklarını geliştirmek.

Bu hükümetlerin seçilmiş hükümet olmamasına rağmen kendisinden devletin, toplumun, ve siyasi ile ekonomik güçlerin işlerini düzene sokması, demokrasiyi yönetim rejimi olarak kabul etmesi, özgürlükleri her hangi bir ihlale karşı korumasının yanı sıra milyonlarca istihdam fırsatı yaratması ve toplumu topyekun bir şekilde kalkındırması bekleniyor.

Bütün bu görevleri gerçekleştirmek için teknokrat hükümetten daha öte bir hükümet gerektiriyor.”

Deyyub’un önerisiyse, meseleyi teknokrat hükümetlere bırakmak yerine, Arap ülkelerinde değişim isteyenlerin bütün sorunlar için kapsamlı politikalar hazırlayıp, kamuoyuna sunması:

“Burada devrim güçlerine de büyük bir iş düşüyor. Çünkü bu güçlerin gelecekle ilgili vizyonunu netleştirmesi gerekiyor. Ekonomi, politika, eğitim, bankacılık ve vergi dosyalarını masaya yatırmalı. Böylelikle rejimin güçleri ve bankalar da politikasını daha dikkatli bir şekilde çizecek.

Bu belki çekişmeyi patlama noktasına getirebilir ya da sınırlarını çok ince bir şekilde çizebilir.

Bu devrimler, milli devrimlere dönüşebilecek mi? Büyük milli vizyon ortaya koyabilecek mi? Klişeleşmiş olan “çözüm demokraside yatıyor” ya da “çözüm teknokratlardan geçiyor” ya da “çözüm: yolsuzlukla mücadele” ilkelerinden bağımsız olarak geçici dönem için hem liberal hem solcu fikirlerden sentezlenen bir vizyonu benimseyebilecek mi? Toplumlarımızı da geçici bir döneme taşıyacak vizyonlar. Yani üretken bir ekonominin, demokratik bir sistemin ve ulusal egemenliğinin temel taşlarını koyabilecek mi? Halkın tüm kesimlerini devletin her kurumunda temsil edilebilecek mi?

Sadece bu şekilde en mantıklı seçeneğe ulaşılabilir. Şu aşamada olduğu gibi teknokrat fikrine yeltenerek kolay çözüm ummak ise iyi bir sonuç doğurmayacak. Ve sadece yeni çekişmelere kapıyı aralayacak.”

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

“Yitnahau Kaa” (Hepiniz gidin)

İkinci dalga Arap Baharı yaşanan ülkelerde halkın önemli bir kısmının mevcut sorunlara çözüm önerisi, teknokrat hükümetler. Yapısal sorunlara teknokrat hükümetler gerçekten çare olabilir mi? Ya onlar da sistemi bir süre daha yaşatmaktan başka bir işe yaramazsa ne olacak?

Arap Baharı’nın ikinci dalgasının yaşandığı ülkelerde sokakları “Yitnahau Kaa” sloganları inletiyor. Yani “Hepiniz gidin!” Sokaklardaki binlerce insanın dilindeki bu sloganın hedefi, görevi bırakmaları istenen mevcut siyasi elitler. Protestocuların dile getirdiği kurtuluş reçetesi ise, sorun çözmeye odaklı teknokrat hükümetler kurulması.

Arap siyasal düşünce hayatına dair kalem oynatan birçok yazar, bugünlerde enine boyuna bu konuyu tartışıyor.

Bu yazarlardan biri olan İhab Maharime, Jadalliya internet sitesinde yayınladığı “Teknokratlar ve Arap Baharı’nın İkinci Perdesi” başlıklı makalesinde, Sudan’da ekonomik koşullara itiraz eden halk ayaklanmasının Cezayir’e sıçradığını, Cumhurbaşkanı Abdul Aziz Buteflika’nın beşinci dönem için aday olmasına halkın karşı çıktığını, benzer bir biçimde Lübnan’da ve Irak’ta da kötü ekonomik şartlara, yolsuzluğa, mezhep bazlı kota sistemine karşı ayaklanmalar yaşandığını anımsatıyor:

“Özellikle Sudan ve Lübnan’da, ayaklanan halk, teknokrat hükümetlerine iktidardaki siyasi elit kesiminden kurtuluş yolu olarak bakıyor. Onlara göre, mevcut siyasi elitler ülkelerinin yaşamakta olduğu siyasi, ekonomik ve sosyal başarısızlığın sorumlusu.”

Yazar, Cezayir ve Sudan’da teknokrat hükümetlerin kurulduğunu, Lübnan’daki protestocuların da bu tip bir hükümeti ısrarla talep ettiklerini anlatıyor. Ona göre, ülkelerindeki siyasi elitlerden ve ekonomik koşullardan bıktığı için ayaklanan halk, her iki sorunun da teknokratlar tarafından çözülebileceği kanısında:

“Arap Baharı’nın ikinci dalgası kapsamında yaşanan tüm ayaklanmaların arkasında ortak bir dürtü var; protestocuların ülkelerindeki ekonomik şartları reddediyor olması. Özellikle de hayat pahalılığını ve yeni vergilerin hayata geçirilmesini.

Protestoların iki ortak noktası

Sudan’da 2018 yılında, ekmek ve yakıt fiyatları başta olmak üzere temel gıda ve ihtiyaçların fiyatları hiç olmadığı kadar zamlanmıştı. IMF’nin verilerine göre, Aralık 2018’de Sudan’da enflasyon oranı tarihi bir zirveye ulaşarak %63.3 oldu.

Cezayir’de Cumhurbaşkanı Buteflika’nın seçimlerde yeniden aday olmasının yanı sıra hayat pahalılığı ve temel ihtiyaçların fiyatlarındaki artışlar da ülkedeki protestoların arkasındaki sebeplerdendi. Petrol fiyatlarındaki düşüşler nedeniyle (petrol üreticisi olan) Cezayir’de mali kriz yaşandı. Yönetim açığını kapatmak için yeni vergiler ihdas etti. Telefon aramaları, tütün ürünleri, otomobiller, gayrimenkuller, yakıt ve elektrik zamlandı.

Irak’ta patlak veren protestolar, parlamentonun 2020 bütçesini ele aldığı dönemle aynı zamanda yaşandı. Halk, yolsuzluğu, yüksek işsizliği ve kötü kamu hizmetlerini protesto ediyordu. 2019’daki IMF’nin ve Irak’ın resmî bütçe raporlarına göre, ülkede işsizlik ve yoksulluk oranları %25’i aşmıştı. Lübnan’da Bakanlar Kurulu’nun 2020 bütçe çalışmalarına başlamasıyla birlikte, hükümetin daha çok fakir kesimleri etkileyecek, tütün ürünlerine, yakıta ve WhatsApp uygulamasına yeni vergileri hayata geçirmeye çalıştığı ortaya çıktı. Bu durum ülkede büyük protestolara neden oldu. Lübnan bankalarının yerli para birimini dolara çevirme işlemlerini askıya alması ve Merkez Bankası’nın dolar kara borsasından elini çekmesiyle ülkede büyük bir ekonomik kriz ortaya çıktı.

Protestoların yaşandığı ülkelerdeki ikinci ortak nokta, protestocuların iktidardaki siyasi aktörleri de reddediyor olması. Zira protestoculara göre, ülkelerinde yaşanan siyasi ve ekonomik başarısızlıklardan da sorumlu olanlar mevcut siyasetçiler.

Protestoların yaşandığı ülkelerdeki ikinci ortak nokta, protestocuların iktidardaki siyasi aktörleri de reddediyor olması. Zira protestoculara göre ülkelerinde yaşanan siyasi ve ekonomik başarısızlıklardan da sorumlu olanlar mevcut siyasetçiler.

Cezayir’de Cumhurbaşkanı Buteflika’nın aday olmaktan vazgeçmesine rağmen protestolar devam etti. Halk siyasetin tüm elit kesiminin yönetimden gitmesi gerektiği anlamına gelen “Yitnahau Kaa” sloganını kullanıyordu. Irak’ta durum da aynıydı. Vatandaşlar, mezheplere dayalı kota sistemini benimseyen siyasi aktörlerin gitmesini talep ediyordu. Çünkü onlara göre, bu sistem iktidarın ve kaynakların da kendi aralarında bölüşülmesi anlamına geliyordu. Lübnan’daki protestocular tüm siyasetçilerin gitmesi gerektiğini ifade etmek için “hepsi yani hepsi” sloganını kullandı.

Fiyatlar yükselmeye devam ettikçe ve yeni vergiler ihdas edildikçe, protestoların başka ülkelere de sıçrama ihtimali artıyor. Bütün bunlar sürerse teknokratların yükselişi güçlenecek. Çünkü onlar mevcut siyasetçilerin dışından gelen fakat aynı zamanda ülkeyi yönetebilecek ve Arap ülkelerinin yaşadığı ekonomik krizlere çözüm üretebilecek bir kesim.”

Teknokrat hükümetlerin sınırı

Teknokratlar teriminin, bilime, tekniğe ve uzmanlığa dayalı olarak yöneticilik yapan kişiler için kullanıldığını, bu tip hükümetlerin, herhangi bir partiye bağlı olmadığını anımsatan yazar Maharime, teknokrat hükümetlere dair şüphelerini de şöyle dile getiriyor:

“Bu siyasi ve ekonomik krizden çıkma yolunun teknokrasiden geçtiği düşünülmeye başlandı. Ancak bu hükümetlerin mevcut durumu ne kadar değiştirebileceği konusu tartışılmaya açık. Zira, her ne kadar bu hükümetlere geçici kriz hükümetleri olarak bakılsa da, yetkileri bir taraftan anayasaların diğer taraftan ise siyasi aktörlerin ve partilerin kısıtlamalarına maruz kalıyor.

Arap Baharı’nın ikinci perdesine sahne olan ülkelerin ihtiyaçları, politikacıların yerine pahalılığa ve vergilere sihirli çözümler üretecek uzmanları getirmek değil. Onlar da bu görevi gerçekleştiremeyecek ve ellerinin altında sihirli çözümler yok. Demokratik olmayan ülkelerdeki teknokrat deneyimlerinin sonucunda krizlere çözüm üretilemedi.

Teknokratların bu aşamada siyaset sahnesine girmesi, otoritenin despotizmine karşı bir güç olmasından ziyade eski rejimlerin kendisini yeniden üretmesi için alet olması anlamına gelebilir.

“Eğer teknokratların ülkelerimizdeki ekonomik, sosyal ve siyasal krizlere çözüm üretmesini ve mevcut otoriter güçlerin çatısı altında bu çözümlerin başarılı olması için gereken bilgi ve yetenekleri geliştirmelerini istiyorsak, teknokratların siyaset arenasına girme yollarını bulmamız lazım.”

Eğer teknokratların ülkelerimizdeki ekonomik, sosyal ve siyasal krizlere çözüm üretmesini ve mevcut otoriter güçlerin çatısı altında bu çözümlerin başarılı olması için gereken bilgi ve yetenekleri geliştirmelerini istiyorsak, teknokratların siyaset arenasına girme yollarını bulmamız lazım. Bu, teknokratlardan oluşan yeni partilerin oluşturulması yoluyla olabilir. Bu partilerin ana görevi, Arap ülkelerindeki otoriter güçlerle mücadele etmek ve siyaset sahasında alternatifleri sunmak, olur. Kelimenin tam anlamıyla, siyasetçiler siyasete katılmadığı sürece siyasi ekonomik ve sosyal krizlerimize çözüm bulamayacağız. Bunun için, ihtiyacımız olan şey siyasete, siyasetçilere ve siyasi partilere yeniden itibar kazandırmak. Böylelikle otoritenin ve paranın bölüşüldüğü kota sisteminde, demokrasiyi pazarlık etmek yerine demokrasiyi ve sosyal adaleti gerçekleştirmek amacıyla pazarlıklarımızı yapabiliriz.”

Teknokrat hükümetler gerçekten de siyaset dışında kalabilir mi?

Teknokrat hükümetlerin ne ölçüde ve hangi koşullarda etkili olabileceğini tartışan başka bir isim de, Ammar Deyyub. El Cedid el Arabi’de yayınlanan “Çözüm teknokrat hükümetlerinde mi yatıyor?” başlıklı yazısında Deyyub, teknokrat hükümetlerin siyasi çekişmelerin dışında kalabilecekleri düşünüldüğü için bir çözüm olarak öne sürüldüğünü anımsatıyor ama şüphelerini de şöyle aktarıyor:

“Burada bir sorun var. Teknokratlar seçimle göreve gelmiyorlar. Hatta bazı görüşlere göre, teknokrat hükümetleri demokratik değil.
Bir başka sorun daha var: Teknokrat hükümetleri gerçekten belli sınıfa bağlı olmayan siyasi ve ekonomik vizyona sahip mi? Gerçekten siyasi çekişmelerden uzak ve bağımsız mı? Yani devletleri için uygun ve bağımsız politikalar üretebiliyor mu?

Teknokrat hükümetleri ile ilgili ilk sorunlu noktalardan biri, mevcut ekonomik ve sosyal krizlerden çıkış yolu olarak küresel neo- liberalizm politikaların ve küresel aktörlerin kendi ülkelerine hegemonya kurmasının dışında farklı çözümler sunamıyor olması.

İkinci sorun, bu hükümetlerin kendisini iktidara taşıyan sınıfsal ve siyasal güçlerin kırmızı çizgilerini aşamıyor olması. Bu ise çok ciddi bir problem. Teknokrat hükümetler kendi gücüyle ya da halk-rejim çekişmesinden bağımsız olarak iktidara gelmiş gibi bir tasavvura kapılmamak lazım. Ülkenin tamamen bu hükümetin eline teslim edildiği ve her ne olursa olsun istediği politikaları uygulayabilecek olması kanısına varmamak lazım.”

Deyyub’a göre, ülkelerin içinde bulundukları krizlerden çıkabilmeleri, tarımı ve sanayiyi kalkındıracak büyük ulusal iktisadi projeler yapabilmelerine, eğitimi geliştirmelerinde ve cinsiyet ayrımcılığı başta olmak üzere vatandaşların arasındaki her türlü ayrımcılığı yok etmelerine bağlı. Deyyub, teknokrat hükümetlerin bu amaçları nasıl gerçekleştirebileceğini şöyle sorguluyor:

Ülkelerin içinde bulundukları krizlerden çıkabilmeleri, tarımı ve sanayiyi kalkındıracak büyük ulusal iktisadi projeler yapabilmelerine, eğitimi geliştirmelerinde ve cinsiyet ayrımcılığı başta olmak üzere vatandaşların arasındaki her türlü ayrımcılığı yok etmelerine bağlı.

“Tarımı ve imalatı kalkındırmak büyük paralara bağlı olan bir iş. Bu paraların ana kaynağı iç piyasa olmalı. Bu ise gerçek bir sorun. Bu kadar büyük paralar nereden gelecek?

Böyle bir borçlanmanın gerçekleştiğini farz edelim. Bunun devletin ekonomisine büyük yük bindirmeyeceğinin, fakir çoğunluğun sırtına yüklenmeyeceğinin ve sonuç olarak daha çok yolsuzluk ve vesayet doğurmayacağının garantisi nasıl olabilir?

Teknokrat hükümetler, atanmışlardan oluşuyor. Göreve seçimle gelmiyor. Bunun için gayri demokratik olarak nitelendiriliyor. Bu hükümetler demokrasi, özgürlükler ya da doğrudan doğruya insanların çıkarlarıyla çok ilgilenmiyor. Bu hükümetlerin görevi ülkenin kaynaklarını geliştirmek.

Bu hükümetlerin seçilmiş hükümet olmamasına rağmen kendisinden devletin, toplumun, ve siyasi ile ekonomik güçlerin işlerini düzene sokması, demokrasiyi yönetim rejimi olarak kabul etmesi, özgürlükleri her hangi bir ihlale karşı korumasının yanı sıra milyonlarca istihdam fırsatı yaratması ve toplumu topyekun bir şekilde kalkındırması bekleniyor.

Bütün bu görevleri gerçekleştirmek için teknokrat hükümetten daha öte bir hükümet gerektiriyor.”

Deyyub’un önerisiyse, meseleyi teknokrat hükümetlere bırakmak yerine, Arap ülkelerinde değişim isteyenlerin bütün sorunlar için kapsamlı politikalar hazırlayıp, kamuoyuna sunması:

“Burada devrim güçlerine de büyük bir iş düşüyor. Çünkü bu güçlerin gelecekle ilgili vizyonunu netleştirmesi gerekiyor. Ekonomi, politika, eğitim, bankacılık ve vergi dosyalarını masaya yatırmalı. Böylelikle rejimin güçleri ve bankalar da politikasını daha dikkatli bir şekilde çizecek.

Bu belki çekişmeyi patlama noktasına getirebilir ya da sınırlarını çok ince bir şekilde çizebilir.

Bu devrimler, milli devrimlere dönüşebilecek mi? Büyük milli vizyon ortaya koyabilecek mi? Klişeleşmiş olan “çözüm demokraside yatıyor” ya da “çözüm teknokratlardan geçiyor” ya da “çözüm: yolsuzlukla mücadele” ilkelerinden bağımsız olarak geçici dönem için hem liberal hem solcu fikirlerden sentezlenen bir vizyonu benimseyebilecek mi? Toplumlarımızı da geçici bir döneme taşıyacak vizyonlar. Yani üretken bir ekonominin, demokratik bir sistemin ve ulusal egemenliğinin temel taşlarını koyabilecek mi? Halkın tüm kesimlerini devletin her kurumunda temsil edilebilecek mi?

Sadece bu şekilde en mantıklı seçeneğe ulaşılabilir. Şu aşamada olduğu gibi teknokrat fikrine yeltenerek kolay çözüm ummak ise iyi bir sonuç doğurmayacak. Ve sadece yeni çekişmelere kapıyı aralayacak.”

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x