YPG – Aşiretler çatışması bitti ama başlayan ne?

Aşiret ayaklanmasının başladığı petrol zengini Deyrizor nasıl bir yer? Hangi güçler etkili? Ayaklanmanın perde arkasında ne var? Aşiretler taleplerinden vazgeçti mi? Bölgeyi neler bekliyor? ABD politika değiştirir mi? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

Son yazımda Deyrizor’daki aşiret ayaklanmasını Suriye içindeki genel dengeler çerçevesinde incelemeye çalışmıştım. Yazının son satırları şöyle bitiyordu “Birkaç güne çatışma haberleri azalırsa Deyrizor olayları şimdilik sadece gelecek için izlenmesi gereken bir göstergeye dönüşmüş olur. Ancak Eylül ortasında hâlâ Menbiç veya Tel Rifat hattındaki çatışmaları konuşuyorsak o zaman Suriye’de 2019’a dönüyoruz demektir…” Eylül ortasına geldik ve Menbiç ile Tel Rifat hattındaki çatışmalardan bahsetmiyoruz. O halde aşiret ayaklanması yeni bir yola evrildi.

Geçen yazıda detaya girmemiştim, çünkü olup bitenin anlaşılabilmesi için önce daha geniş bir çerçeveye ihtiyaç vardı. Ancak aşiret ayaklanmasının sona ermesinin üzerinden yaklaşık 2 hafta geçti. Artık elimizde değerlendirme yapacak kadar veri olduğunu düşünüyorum. Yazıda kullandığım bazı verileri Suriye’ye yaptığım son ziyarette elde etmiştim. Hatta aşiret ayaklanması başladığında Suriye’deydim ve çatışmanın tarafı olan bazı aşiretlerin mensuplarıyla konuşma fırsatım da olmuştu. Bu nedenle arada sırada yaptığım gibi tamamen yerel dinamiklere odaklanan, fakat geleceğe ışık tutabilmek için gerekli olduğunu düşündüğüm birçok detaylı bir analiz yapacağım. Detaylara geçmeden önce Deyrizor’daki durumun genel bir portesini sunayım.

Deyrizor nasıl bir yer?

Deyrizor, Suriye iç savaşı boyunca hakkında pek az bilgi sahibi olunan ve hatta pek dikkat çekmeyen bir vilayet oldu. Aslında Suriye’deki idari teşkilatlanmaya göre Humus’tan sonra en büyük yüzölçümüne sahip olan vilayet. Fırat ile Habur’un can verdiği sulak alana odaklanan yerleşimlerin bulunduğu vilayetin önemli bir kısmı çölden ibaret.

Ancak yerleşime uygun olmayan boş arazi Suriye’deki petrolün büyük kısmına ev sahipliği yapıyor. Suriye’nin iç savaş öncesi petrol üretimi günlük 400 bin varile kadar çıkmıştı. Bugün ise sadece 35 bin varil. Bu üretimin çok önemli bir kısmı Deyrizor’da yapılıyor. Yani gözlerden uzak olsa da nehir boyunca uzanan tarım arazileri ve sahip olduğu petrol nedeniyle Suriye’nin en değerli bölgelerinden birisi.

İç savaştan nasıl etkilendi?

Deyrizor tüm iç savaş boyunca çatışmaların her anından etkilenen nadir yerlerden birisi. Şehrin merkezindeki askerî üssü bir kenara koyarsak vilayetin kontrolü sürekli el değiştirdi. Deyrizor’u erken tarihlerde önce Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), sonra IŞİD kontrol altına aldı. IŞİD’in bölgeden çıkarılması sürecinde ABD ile Rus-İran-Şam Yönetimi arasında tam bir yarışa sahne oldu. Sonunda Suriye taraflar arasında Fırat Nehri’nin doğusu ve batısı olarak paylaşılınca, nehrin doğu yakasında kalan kısmını ABD adına PKK/PYD terör örgütü, batı yakasını da Suriye Hükümeti görünümünde İran yanlısı milis gruplar ele geçirdi.

Tüm bu çatışma süreci boyunca Deyrizor nüfusunun büyük kısmı vilayet dışına kaçtı. Bugün İdlib’de; Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı operasyonlarıyla Türkiye’nin kontrolü altına giren bölgelerde ve Türkiye’de Deyrizor’dan gelen binlerce insan yaşıyor. Hatta bazı Suriye Milli Ordusu (SMO) gruplarının (Örneğin Ahrar El Şarkiye) belkemiğini Deyrizorlular oluşturuyor.

Vilayetten çıkamayanlar ise kendi aralarında bölündü. İran’ın filli denetimi altında bulunan bölgedekiler İran ile işbirliği yaparken, ABD’nin gözetimi altında olan bölgelerde yaşayan vilayet sakinleri farklı isimlerle PYD’ye eklemlendiler. Ancak vilayet her iki devlet tarafından geçici ve eklektik yöntemlerle denetlenmeye çalışsa da bir türlü dikiş tutmuyor. Bunun en temel nedeni bölgenin demografik ve toplumsal yapısı.

Toplumsal yapı, aşiretler ve aşiretçilik

Deyrizor, Irak’ın batısındaki Anbar çöllerinden Şam’ın dış mahallelerine kadar uzanan Sünni Arap denizinin bir parçası. Tam da bu nedenle bölgenin temel toplumsal örgütlenme modeli aşiretçilik. Hatta Suriye’de aşiretçiliğin hâlâ en güçlü olduğu yerlerin de başında gelir desek çok ileri gitmiş olmayız.

Deyrizor’da hepsi Sünni Araplardan oluşan 3 büyük yerleşik aşiretin yanı sıra, kökleri dışarıda olup vilayette kolları bulunan aşiretler ve bir de büyük bedevi aileleri bulunuyor. Vilayetin en büyük üç aşireti Egaydat, Baggara ve Busaraya. Diğerlerinin isimlerine yazıda gerektikçe yer vereceğim. Fakat aşiretlerin ve aşiretçiliğin temel toplumsal gerçekler olduğunun altı bir kez daha çizilmeli.

Deyrizor nehir boyunca etki alanlarına bölündüğü için aynı aşiretin bir kısmı İran’ın, diğer kısmı ABD adına bölgeyi kontrol eden PYD’nin denetimindeki bölgede yaşıyor. İran ve PYD’nin hakim olduğu bölgelerdeki siyasi ve askerî yapı birbirinden epey farklı. İran, Suriye’nin geri kalanında kurduğu düzeni Deyrizor’da da sürdürüyor. Bölge sakinlerinden farklı silahlı milis teşkilatları oluşturup, bunları güya yerel güvenlik güçlerine destek amaçlı olarak eğitip donatıyor. İran’ın Deyrizor’daki aşiretlerden kurduğu benim sayabildiğim 7 (sayıları daha fazla da olabilir) grup var.

ABD ise Arap aşiretlerini PYD ve YPG’nin çatısı altına almayı tercih etti. Dolayısıyla Fırat’ın doğusunda kalan aşiretlerin ayrı birer milis teşkilatı yok. Bu aşiretler PYD kontrolündeki diğer yerlerde olduğu gibi sözde askerî konseylerin altında örgütleniyorlar. Son olayların başlangıcını tetikleyen Deyrizor Askerî Konseyi de bunlardan birisiydi.

Ayaklanma nasıl başladı, nasıl bitti?

Önceki yazıları okumayanlar ya da Suriye’deki onca detay içinde kaybolanlar için ayaklanmanın nasıl cereyan ettiğini hatırlatayım.

Aşiret ayaklanmasını tetikleyen olay 27 Ağustos’ta gerçekleşti. Bu tarihte Deyrizor Askerî Konseyi Başkanı Ebu Hawla ve ekibi PKK/YPG tarafından tutuklandı. Ertesi gün Deyrizor’daki bazı yerel liderler, Ebu Hawla’nın serbest bırakılmasına ilişkin çağrılar yapmaya başladı. Fakat taleplerinin bununla sınırlı olmadığı kısa süre içinde ortaya çıktı. Aşiretler açık açık kendi bölgelerini kurmak ve bu bölgede ABD ile birlikte çalışmak istediklerini ilan ettiler.

29 Ağustos’ta kendilerini “Deyrizor Aşiretleri” olarak adlandıran bir grup YPG’ye karşı seferberlik ilan etti ve ilk çatışma aynı gün El Azba köyünde çıktı. Çatışmalar kısa süre içinde Şuheyl, El Huseyn, Cedid El Beggara, Ziban, El Buseyra, Cedid Egaydat, El Sabha, Azman, El Hureyjia, Ebu Hamam, El Tiyana, Ghranej, El Basira ve El Rubeydia köylerine doğru yayıldı. Ertesi gün Suweydan, El Şafa, ayın 31’inde ise El Suwar, Ebu Hardub, El Buhic, Susa, Bağuz, El Jazri, Huwaij, Hajin ve El Jarda köylerine doğru genişledi. 1 Eylül’de, aşiretlerin oluşturduğu ittifak YPG’ye karşı en geniş sınırlarına ulaştı. Bu köyleri haritada tek tek aramayın, neden isimlerini yazdığımı birazdan anlayacaksınız.

Yukarıda saydığım yerlerin Deyrizor’un güneyinden Fırat Nehri’nin doğu yakası boyunca Irak sınırına kadar uzanan ve PYD’nin kontrolündeki alan olduğunu söyleyebiliriz. Söz konusu alan Deyrizor’un tamamı değil, hatta yarısı bile değil. Hatırlayınız lütfen, vilayetin yarısı yani Fırat’ın batısında kalan kısmı zaten İran’ın etkisi altında.

29 Ağustos ile 2 Eylül tarihleri arasında coğrafi olarak genişleyen aşiretler ile YPG arasındaki çatışma, bu tarihten sonra en azından Deyrizor içinde daha geniş bir alana yayılmadı. Ayrıca Deyrizor gibi nüfusun tamamına yakınının Sünni Arap aşiretlerinden oluştuğu Rakka, Cezire vilayetinin güneyi ve hatta Deyrizor’un kuzeyindeki Arap aşiretlerinin çatışmaya katılmadığı görüldü.

1.5 aşiret ayaklanması

Doğrusunu isterseniz, ayaklanmaya Deyrizor aşiretleri ayaklanması değil de “1.5 aşiret ayaklanması” desek hiç de yanlış olmayacak. Neden mi böyle adlandırıyorum? Çünkü yukarıda bahsettiğim gibi kimi yerleşik kimi göçebe 10 kadar aşiretin bulunduğu; bunlardan 3’ünün diğerlerinden daha büyük olduğu vilayette doğrudan ve büyük ölçüde ayaklanmaya katılan aşiret sayısı 1.5.

Şimdilik bölgedeki diğerlerini bir kenara koyup 3 büyüklere odaklanalım. Sayıca en kalabalık olsa da maddi güç ve silahlı adam sayısı açısından diğerlerinden geride kalan Busaraya aşireti bu isyanda önemli bir rol oynamadı. Bunun en önemli nedeni, aşiretin nüfusunun ve gücünün önemli bir kısmının Fırat’ın batısında yer alması. Yani Deyrizor’un tamamı düşünüldüğünde büyük bir aşiret olsa da ayaklanmanın gerçekleştiği bölge açısından bakıldığında göreli küçük kaldığı için bu durum normal.

Gelelim Baggara aşiretine… Baggaraların güncel merkezi Deyrizor sayılabilir, fakat Cezire ve Rakka’da yaşayan azımsanamayacak büyüklükte kolları bulunuyor. Ayrıca IŞİD ile yaşanan çatışmalar nedeniyle Fırat Kalkanı (FK) ve Zeytin Dalı (ZD) bölgelerine kaçan çok sayıda aşiret mensubu var. Bu aşiretin Deyrizor’da üç büyük kolu bulunuyor. Abid, Ubeyd ve El Bu Sultan. Bunlardan ilkinin üyelerinin çoğu Fırat’ın batısında yaşıyor. Bu kolun lideri olduğu iddiasındaki El Beşir ailesinin şimdilik önderi konumundaki Nawaf Beşir, bir dönem Türkiye, sonra ABD’ye göz kırptıktan sonra şimdilerde İran ile çalışıyor. Ancak bu kolun Fırat’ın doğusunda yaşayan kısmını es geçmemek lazım. En azından Cedid Egaydat ve çevresindeki bazı köylerde ayaklanmaya katıldılar, fakat lojistik nedenlerle çabuk yenildiler. Baggara’nın El Bu Sultan kolu göreli olarak zayıf ve İranlı milis grupların baskısı altında. O yüzden onu geçelim.

Ubeyd kolu ise ayaklanmanın en önemli aktörlerindendi. Baggaraların Fırat’ın doğusunda kalan güney kolunun en büyük temsilcisi durumundaki Ubeydler Irak sınırına yakın Bağuz köyü dahil olmak üzere birçok köyün YPG’ye karşı kontrol edilmesinde önemli rol oynadı. Dolayısıyla 1.5’taki buçuk buradan geliyor.

Buçuğu bulduk, şimdi 1’i arayalım. Ayaklanmanın fitilini ateşleyen, en büyük katılımı sergileyen ve yalnız bırakılan Egaydat aşireti 1’in ta kendisi. Egaydat aşiretinin de 3 büyük kolu ve onun altında benim bilebildiğim 11 kadar klanı bulunuyor. (İç savaş süresince yeni klan ve kollar olduğu iddiaları çoğaldı ancak bazılarını bilmiyorum)

İzleyebildiğim kadarıyla bu üç büyük kol ve onlara bağlı alt klanların hepsi bir şekilde ayaklanmaya katıldı. Örneğin El Bu Kemal kolunun altında yer alan Hassun Susa, Bağuz ve Ghbra’da; El Bu Kamil kolunun Şuveyt klanı Ebu Hardub ve Sabikhan, El bu Hasan kolu Darnaj, El Guran kolu Tayana, El Saher kolu Ziban, Hwayij ve Şuheyl’de; El Bakir kolu Dablan ve Cedid Egaydat’ta; IŞİD’in yüzlerce mensubunu öldürdüğü Şeytat ise Ebu Hamam ve civarındaki köylerde PKK/YPG ile büyük çatışmalara girdi. (Arada kaçırdığım yerler olabilir, bunun için şimdiden affola…)

Neden bölgedeki tüm aşiretler desteklemedi?

Peki, bölgenin diğer aşiretleri ne yaptı?

Merkezi Deyrizor olmayan fakat vilayetin civarında kalan aşiretler ve klanlar ayaklanmaya ya hiç katılmadı ya da çok zayıf destek verdi.

Örneğin, asıl merkezi Irak olan Duleymilerin Suriye’de kalan klanları kısa süreli vurkaçlarla Şeddadi civarında çatışmalara katılmanın ötesine geçmedi. Yine Suriye’de Deyrizor’un kuzeyinden Cezire’ye kadar uzanan alanda bölgenin en önemli aşiretlerinden olan ve Irak ve Suudi Arabistan’da yüzbinlerce mensubu olan Şammar aşireti ayaklanmaya katılmadı.

Ayrıca yine kökleri Irak’ta bulunan Cubburiler, Taylar ve daha küçük Deyrizor aşiretleri de çatışmalara katılmadılar. Son olarak bölgeye komşu olan Rakka ve Cezire merkezli aşiretler de sessiz kaldı.

Dışarıdan destek

Şimdi diyebilirsiniz ki; haberlerde gördük, Deyrizor dışından da aşiretler yardıma geldi. İşin aslı öyle değil. Sosyal medyaya baktığınızda Halep ve İdlib kırsalındaki Babatuş, Beni Halid, Hadidin ve El Bu Şaban gibi aşiretlerin Deyrizor’daki kuzenlerine destek olmak için yollara döküldüğünü görebilirsiniz. Fakat desteğin büyük kısmı kendi isimleriyle çatışmaya giremeyen SMO gruplarının içindeki aşiret mensuplarından geldi.

SMO neden kendi ismiyle çatışmaya girmedi sorusunun yanıtı çok açık. Rusya bunu engelledi. Nitekim YPG’yi ciddi ölçüde köşeye sıkıştıracak olan Menbiç Cephesi SMO’daki aşiret üyeleri tarafından açılıp, YPG’nin ve Suriye Ordusu’nun ortak kontrol noktaları birer birer alınırken Rus uçakları geldi ve bu bölgeleri bombaladı.

Bu süreçte henüz tartışılmayan bir gelişme daha yaşandı. İdlib’den gelen aşiret mensuplarının arasına sızan ve kılık değiştiren HTŞ militanları Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerinde boy göstermeye başladı. Elbette bu durum SMO içinde endişeye neden oldu. Nitekim Eylül 13-14 civarında Cerablus’ta kılık değiştirerek içeri sızan militanların neden olduğu olaylar yaşandı. Ancak onu daha sonra detaylıca anlatacağım. Şu noktada kafa karışıklığının önlenmesi için iki şeyin bilinmesi yeterli. Deyrizor’daki 1.5 aşiret ayaklanmasına diğer muhaliflerden destek yeterince verilemediyse bunun iki nedeni vardı. Rusya’nın ağır bombardıman içeren tehditleri ve HTŞ’nin bölgeye sızmak için aşiret ayaklanmasını kullanması şeklinde ortaya çıkan fırsatçı tavrı.

Aşiret ayaklanması nasıl sonuçlandı?

Bölgenin tüm aşiretleri bir araya gelip ortak bir tutum takınmadığı ve aralarındaki rekabet her daim diğer güçler tarafından suiistimal edilmeye açık olduğu için ayaklanma bir hafta içinde bastırıldı.

PKK/YPG terör örgütü organizasyon kapasitesi, silah/teçhizat ve maddi kaynaklar açısından aşiretlere karşı açık bir üstünlüğe sahipti. Üstelik ayaklanmaya destek olması halinde sonucu değiştirebilecek Deyrizor dışındaki aşiretlerin liderlerini satın almayı da becerdi.

Bunun yanı sıra aşiretler tek bir komuta kontrol altında, taktik olarak iyi planlanmış çatışma süreci yönetmediler.

Fakat hepsinden önemlisi aşiretler arasında diğerleri tarafından kabul edilmiş bir liderlik ortaya çıkmadı. Ayaklanmaya önderlik etmek isteyen Egaydat’ın lideri olduğu iddiasındaki İbrahim Hafel’ın liderliğini diğerleri kabul etmedi.

Özetle, ayaklanma sırasında aşiretler kendi aralarında bir bütünlük sağlayamadığı, askerî açıdan da yetersiz kaldıkları için başarısız oldular. Onlara yegane destek Rakka, Deyrizor ve Cezire’den değil Halep ve İdllib kırsalından gelebilirdi. Bu desteği de Rusya’nın baskısı ve HTŞ’nin hamleleri zayıflattı.

ABD ne yaptı?

Bu süreçte ABD bekle ve gör politikası izledi.

Bence eğer Arap aşiretlerinin ortak hareket edebildiğini ve bir güç odağı oluşturabildiğini görseydi tavrını değiştirebilirdi. Tabii bu değerlendirme tamamen sübjektif ve olasılığa dayanıyor.

Yine de PKK/YPG terör örgütünün “Bu ayaklananlar IŞİDci, İrancı, dışarıdan gelenler…” benzeri saçma sapan suçlamaları ABD’de karşılığını bulmadı. Hatta ayaklanmanın önderliğini yapan ailenin temsilcileriyle Doha’da görüştü. Ayrıca bu süreçte YPG’ye açık bir askerî destek vermemesi, uzun vadede ABD’nin yaklaşımında farklılık olabileceğini düşündürüyor.

Nereye gidiyoruz?

Büyük çaplı çatışmalar 8 Eylül’de bitti. Fakat sonrasında suların durulduğu söylenemez. PKK/YPG ayaklanmaya destek verenlerin yaşadığı köylere girip burada bazı evleri yıktı; çok sayıda kişiyi tutukladı ve baskıyı artırdı. Ancak büyük köy ve nahiyelere sadece gir-çık yapabildi. Şimdi ayaklanmanın bittiği düşünülebilir. Fakat ben tam olarak öyle düşünmüyorum.

Bir kere ayaklanmayı ortaya çıkaran nedenler hâlâ orada duruyor. Arap aşiretleri kendi topraklarını kendileri yönetmek, başta petrol olmak üzere kendi kaynaklarından kendileri zenginleşmek istiyor. Bu talep devam ettiği sürece bu tür ayaklanmaların yeniden yaşanacağı ortam sürer.

İkincisi, Arap aşiretleri en iyi bildiği yönteme geçiş yaptı: Vur-kaç. Bu aşiretler yaşam biçimleri, eğitimleri, silah/teçhizatları ve örgütlenme sorunları nedeniyle bir bölgeyi ellerinde tutmayı başaramayabilirler. Fakat gerilla savaşı konusunda hem tecrübeli hem istekli görünüyorlar. Yani PKK/YPG bu aşamada ayaklanmayı durdurmuş olabilir ancak çatışma sürecinde yeni bir evreye girildi.

Üçüncüsü, ABD’nin bu süreçten çıkardığı önemli dersler olmalı. Eğer ABD’nin temel derdi bölgede İran’ı durdurmaksa; bunun yolu bölgede gerçekten kendisine yakın bir yapı kurmaktan geçiyor. Arap aşiretlerinin tepesine PKK ideolojisini benimseyen bir başka örgütü koyarsanız sonuçta bu yapı tutmaz.

Son olarak, İran ve Suriye hükümeti eminim olan bitenden azami faydayı sağlamayı hedefliyordur. Şurası bir gerçek, Deyrizor aşiretleri İran’dan kesinlikle hoşlanmıyorlar. Hele akrabalarının İran’ın Suriye’deki Şiileştirme faaliyetini Halep ve Şam’dan Deyrizor’un kalbi sayılabilecek Meyadin’e kaydırması, Sünni Arap aşiretlerini epey kızdırıyor. Tüm bunlara rağmen İran’ın sırrı, yereldekini yerel aracılığıyla kontrol etmek.

Yukarıda bahsettim, İran bölgedeki aşiretlerin tepesine başka yerlerden adamlar getirmenin dışında başka bir şey daha yaptı; kendisine yerelden adam devşirebilmek için milis gruplar kurup aşiretlerin içinden alternatif liderlik iddiaları olanlara güç sağladı. Elbette Suriye Hükümeti’nin etkisini de unutmamak lazım. Öteden beri aşiretler ve aşiretçilik konusunda Şam ayrı bir hüner sergiliyor.

Tüm bu faktörleri dikkate aldığımızda Deyrizor’daki 1.5 aşiret ayaklanmasının şimdilik durdurulduğu söylenebilir. Fakat bir süre sonra daha güçlü bir biçimde çıkması sürpriz olmayacaktır. Tabii önce ABD pozisyonunu değiştirip bölgedeki Sünni Araplardan yeni bir yönetim oluşturmazsa.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 21 Eylül 2023’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

YPG – Aşiretler çatışması bitti ama başlayan ne?

Aşiret ayaklanmasının başladığı petrol zengini Deyrizor nasıl bir yer? Hangi güçler etkili? Ayaklanmanın perde arkasında ne var? Aşiretler taleplerinden vazgeçti mi? Bölgeyi neler bekliyor? ABD politika değiştirir mi? Prof. Dr. Serhat Erkmen yazdı.

Son yazımda Deyrizor’daki aşiret ayaklanmasını Suriye içindeki genel dengeler çerçevesinde incelemeye çalışmıştım. Yazının son satırları şöyle bitiyordu “Birkaç güne çatışma haberleri azalırsa Deyrizor olayları şimdilik sadece gelecek için izlenmesi gereken bir göstergeye dönüşmüş olur. Ancak Eylül ortasında hâlâ Menbiç veya Tel Rifat hattındaki çatışmaları konuşuyorsak o zaman Suriye’de 2019’a dönüyoruz demektir…” Eylül ortasına geldik ve Menbiç ile Tel Rifat hattındaki çatışmalardan bahsetmiyoruz. O halde aşiret ayaklanması yeni bir yola evrildi.

Geçen yazıda detaya girmemiştim, çünkü olup bitenin anlaşılabilmesi için önce daha geniş bir çerçeveye ihtiyaç vardı. Ancak aşiret ayaklanmasının sona ermesinin üzerinden yaklaşık 2 hafta geçti. Artık elimizde değerlendirme yapacak kadar veri olduğunu düşünüyorum. Yazıda kullandığım bazı verileri Suriye’ye yaptığım son ziyarette elde etmiştim. Hatta aşiret ayaklanması başladığında Suriye’deydim ve çatışmanın tarafı olan bazı aşiretlerin mensuplarıyla konuşma fırsatım da olmuştu. Bu nedenle arada sırada yaptığım gibi tamamen yerel dinamiklere odaklanan, fakat geleceğe ışık tutabilmek için gerekli olduğunu düşündüğüm birçok detaylı bir analiz yapacağım. Detaylara geçmeden önce Deyrizor’daki durumun genel bir portesini sunayım.

Deyrizor nasıl bir yer?

Deyrizor, Suriye iç savaşı boyunca hakkında pek az bilgi sahibi olunan ve hatta pek dikkat çekmeyen bir vilayet oldu. Aslında Suriye’deki idari teşkilatlanmaya göre Humus’tan sonra en büyük yüzölçümüne sahip olan vilayet. Fırat ile Habur’un can verdiği sulak alana odaklanan yerleşimlerin bulunduğu vilayetin önemli bir kısmı çölden ibaret.

Ancak yerleşime uygun olmayan boş arazi Suriye’deki petrolün büyük kısmına ev sahipliği yapıyor. Suriye’nin iç savaş öncesi petrol üretimi günlük 400 bin varile kadar çıkmıştı. Bugün ise sadece 35 bin varil. Bu üretimin çok önemli bir kısmı Deyrizor’da yapılıyor. Yani gözlerden uzak olsa da nehir boyunca uzanan tarım arazileri ve sahip olduğu petrol nedeniyle Suriye’nin en değerli bölgelerinden birisi.

İç savaştan nasıl etkilendi?

Deyrizor tüm iç savaş boyunca çatışmaların her anından etkilenen nadir yerlerden birisi. Şehrin merkezindeki askerî üssü bir kenara koyarsak vilayetin kontrolü sürekli el değiştirdi. Deyrizor’u erken tarihlerde önce Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), sonra IŞİD kontrol altına aldı. IŞİD’in bölgeden çıkarılması sürecinde ABD ile Rus-İran-Şam Yönetimi arasında tam bir yarışa sahne oldu. Sonunda Suriye taraflar arasında Fırat Nehri’nin doğusu ve batısı olarak paylaşılınca, nehrin doğu yakasında kalan kısmını ABD adına PKK/PYD terör örgütü, batı yakasını da Suriye Hükümeti görünümünde İran yanlısı milis gruplar ele geçirdi.

Tüm bu çatışma süreci boyunca Deyrizor nüfusunun büyük kısmı vilayet dışına kaçtı. Bugün İdlib’de; Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı operasyonlarıyla Türkiye’nin kontrolü altına giren bölgelerde ve Türkiye’de Deyrizor’dan gelen binlerce insan yaşıyor. Hatta bazı Suriye Milli Ordusu (SMO) gruplarının (Örneğin Ahrar El Şarkiye) belkemiğini Deyrizorlular oluşturuyor.

Vilayetten çıkamayanlar ise kendi aralarında bölündü. İran’ın filli denetimi altında bulunan bölgedekiler İran ile işbirliği yaparken, ABD’nin gözetimi altında olan bölgelerde yaşayan vilayet sakinleri farklı isimlerle PYD’ye eklemlendiler. Ancak vilayet her iki devlet tarafından geçici ve eklektik yöntemlerle denetlenmeye çalışsa da bir türlü dikiş tutmuyor. Bunun en temel nedeni bölgenin demografik ve toplumsal yapısı.

Toplumsal yapı, aşiretler ve aşiretçilik

Deyrizor, Irak’ın batısındaki Anbar çöllerinden Şam’ın dış mahallelerine kadar uzanan Sünni Arap denizinin bir parçası. Tam da bu nedenle bölgenin temel toplumsal örgütlenme modeli aşiretçilik. Hatta Suriye’de aşiretçiliğin hâlâ en güçlü olduğu yerlerin de başında gelir desek çok ileri gitmiş olmayız.

Deyrizor’da hepsi Sünni Araplardan oluşan 3 büyük yerleşik aşiretin yanı sıra, kökleri dışarıda olup vilayette kolları bulunan aşiretler ve bir de büyük bedevi aileleri bulunuyor. Vilayetin en büyük üç aşireti Egaydat, Baggara ve Busaraya. Diğerlerinin isimlerine yazıda gerektikçe yer vereceğim. Fakat aşiretlerin ve aşiretçiliğin temel toplumsal gerçekler olduğunun altı bir kez daha çizilmeli.

Deyrizor nehir boyunca etki alanlarına bölündüğü için aynı aşiretin bir kısmı İran’ın, diğer kısmı ABD adına bölgeyi kontrol eden PYD’nin denetimindeki bölgede yaşıyor. İran ve PYD’nin hakim olduğu bölgelerdeki siyasi ve askerî yapı birbirinden epey farklı. İran, Suriye’nin geri kalanında kurduğu düzeni Deyrizor’da da sürdürüyor. Bölge sakinlerinden farklı silahlı milis teşkilatları oluşturup, bunları güya yerel güvenlik güçlerine destek amaçlı olarak eğitip donatıyor. İran’ın Deyrizor’daki aşiretlerden kurduğu benim sayabildiğim 7 (sayıları daha fazla da olabilir) grup var.

ABD ise Arap aşiretlerini PYD ve YPG’nin çatısı altına almayı tercih etti. Dolayısıyla Fırat’ın doğusunda kalan aşiretlerin ayrı birer milis teşkilatı yok. Bu aşiretler PYD kontrolündeki diğer yerlerde olduğu gibi sözde askerî konseylerin altında örgütleniyorlar. Son olayların başlangıcını tetikleyen Deyrizor Askerî Konseyi de bunlardan birisiydi.

Ayaklanma nasıl başladı, nasıl bitti?

Önceki yazıları okumayanlar ya da Suriye’deki onca detay içinde kaybolanlar için ayaklanmanın nasıl cereyan ettiğini hatırlatayım.

Aşiret ayaklanmasını tetikleyen olay 27 Ağustos’ta gerçekleşti. Bu tarihte Deyrizor Askerî Konseyi Başkanı Ebu Hawla ve ekibi PKK/YPG tarafından tutuklandı. Ertesi gün Deyrizor’daki bazı yerel liderler, Ebu Hawla’nın serbest bırakılmasına ilişkin çağrılar yapmaya başladı. Fakat taleplerinin bununla sınırlı olmadığı kısa süre içinde ortaya çıktı. Aşiretler açık açık kendi bölgelerini kurmak ve bu bölgede ABD ile birlikte çalışmak istediklerini ilan ettiler.

29 Ağustos’ta kendilerini “Deyrizor Aşiretleri” olarak adlandıran bir grup YPG’ye karşı seferberlik ilan etti ve ilk çatışma aynı gün El Azba köyünde çıktı. Çatışmalar kısa süre içinde Şuheyl, El Huseyn, Cedid El Beggara, Ziban, El Buseyra, Cedid Egaydat, El Sabha, Azman, El Hureyjia, Ebu Hamam, El Tiyana, Ghranej, El Basira ve El Rubeydia köylerine doğru yayıldı. Ertesi gün Suweydan, El Şafa, ayın 31’inde ise El Suwar, Ebu Hardub, El Buhic, Susa, Bağuz, El Jazri, Huwaij, Hajin ve El Jarda köylerine doğru genişledi. 1 Eylül’de, aşiretlerin oluşturduğu ittifak YPG’ye karşı en geniş sınırlarına ulaştı. Bu köyleri haritada tek tek aramayın, neden isimlerini yazdığımı birazdan anlayacaksınız.

Yukarıda saydığım yerlerin Deyrizor’un güneyinden Fırat Nehri’nin doğu yakası boyunca Irak sınırına kadar uzanan ve PYD’nin kontrolündeki alan olduğunu söyleyebiliriz. Söz konusu alan Deyrizor’un tamamı değil, hatta yarısı bile değil. Hatırlayınız lütfen, vilayetin yarısı yani Fırat’ın batısında kalan kısmı zaten İran’ın etkisi altında.

29 Ağustos ile 2 Eylül tarihleri arasında coğrafi olarak genişleyen aşiretler ile YPG arasındaki çatışma, bu tarihten sonra en azından Deyrizor içinde daha geniş bir alana yayılmadı. Ayrıca Deyrizor gibi nüfusun tamamına yakınının Sünni Arap aşiretlerinden oluştuğu Rakka, Cezire vilayetinin güneyi ve hatta Deyrizor’un kuzeyindeki Arap aşiretlerinin çatışmaya katılmadığı görüldü.

1.5 aşiret ayaklanması

Doğrusunu isterseniz, ayaklanmaya Deyrizor aşiretleri ayaklanması değil de “1.5 aşiret ayaklanması” desek hiç de yanlış olmayacak. Neden mi böyle adlandırıyorum? Çünkü yukarıda bahsettiğim gibi kimi yerleşik kimi göçebe 10 kadar aşiretin bulunduğu; bunlardan 3’ünün diğerlerinden daha büyük olduğu vilayette doğrudan ve büyük ölçüde ayaklanmaya katılan aşiret sayısı 1.5.

Şimdilik bölgedeki diğerlerini bir kenara koyup 3 büyüklere odaklanalım. Sayıca en kalabalık olsa da maddi güç ve silahlı adam sayısı açısından diğerlerinden geride kalan Busaraya aşireti bu isyanda önemli bir rol oynamadı. Bunun en önemli nedeni, aşiretin nüfusunun ve gücünün önemli bir kısmının Fırat’ın batısında yer alması. Yani Deyrizor’un tamamı düşünüldüğünde büyük bir aşiret olsa da ayaklanmanın gerçekleştiği bölge açısından bakıldığında göreli küçük kaldığı için bu durum normal.

Gelelim Baggara aşiretine… Baggaraların güncel merkezi Deyrizor sayılabilir, fakat Cezire ve Rakka’da yaşayan azımsanamayacak büyüklükte kolları bulunuyor. Ayrıca IŞİD ile yaşanan çatışmalar nedeniyle Fırat Kalkanı (FK) ve Zeytin Dalı (ZD) bölgelerine kaçan çok sayıda aşiret mensubu var. Bu aşiretin Deyrizor’da üç büyük kolu bulunuyor. Abid, Ubeyd ve El Bu Sultan. Bunlardan ilkinin üyelerinin çoğu Fırat’ın batısında yaşıyor. Bu kolun lideri olduğu iddiasındaki El Beşir ailesinin şimdilik önderi konumundaki Nawaf Beşir, bir dönem Türkiye, sonra ABD’ye göz kırptıktan sonra şimdilerde İran ile çalışıyor. Ancak bu kolun Fırat’ın doğusunda yaşayan kısmını es geçmemek lazım. En azından Cedid Egaydat ve çevresindeki bazı köylerde ayaklanmaya katıldılar, fakat lojistik nedenlerle çabuk yenildiler. Baggara’nın El Bu Sultan kolu göreli olarak zayıf ve İranlı milis grupların baskısı altında. O yüzden onu geçelim.

Ubeyd kolu ise ayaklanmanın en önemli aktörlerindendi. Baggaraların Fırat’ın doğusunda kalan güney kolunun en büyük temsilcisi durumundaki Ubeydler Irak sınırına yakın Bağuz köyü dahil olmak üzere birçok köyün YPG’ye karşı kontrol edilmesinde önemli rol oynadı. Dolayısıyla 1.5’taki buçuk buradan geliyor.

Buçuğu bulduk, şimdi 1’i arayalım. Ayaklanmanın fitilini ateşleyen, en büyük katılımı sergileyen ve yalnız bırakılan Egaydat aşireti 1’in ta kendisi. Egaydat aşiretinin de 3 büyük kolu ve onun altında benim bilebildiğim 11 kadar klanı bulunuyor. (İç savaş süresince yeni klan ve kollar olduğu iddiaları çoğaldı ancak bazılarını bilmiyorum)

İzleyebildiğim kadarıyla bu üç büyük kol ve onlara bağlı alt klanların hepsi bir şekilde ayaklanmaya katıldı. Örneğin El Bu Kemal kolunun altında yer alan Hassun Susa, Bağuz ve Ghbra’da; El Bu Kamil kolunun Şuveyt klanı Ebu Hardub ve Sabikhan, El bu Hasan kolu Darnaj, El Guran kolu Tayana, El Saher kolu Ziban, Hwayij ve Şuheyl’de; El Bakir kolu Dablan ve Cedid Egaydat’ta; IŞİD’in yüzlerce mensubunu öldürdüğü Şeytat ise Ebu Hamam ve civarındaki köylerde PKK/YPG ile büyük çatışmalara girdi. (Arada kaçırdığım yerler olabilir, bunun için şimdiden affola…)

Neden bölgedeki tüm aşiretler desteklemedi?

Peki, bölgenin diğer aşiretleri ne yaptı?

Merkezi Deyrizor olmayan fakat vilayetin civarında kalan aşiretler ve klanlar ayaklanmaya ya hiç katılmadı ya da çok zayıf destek verdi.

Örneğin, asıl merkezi Irak olan Duleymilerin Suriye’de kalan klanları kısa süreli vurkaçlarla Şeddadi civarında çatışmalara katılmanın ötesine geçmedi. Yine Suriye’de Deyrizor’un kuzeyinden Cezire’ye kadar uzanan alanda bölgenin en önemli aşiretlerinden olan ve Irak ve Suudi Arabistan’da yüzbinlerce mensubu olan Şammar aşireti ayaklanmaya katılmadı.

Ayrıca yine kökleri Irak’ta bulunan Cubburiler, Taylar ve daha küçük Deyrizor aşiretleri de çatışmalara katılmadılar. Son olarak bölgeye komşu olan Rakka ve Cezire merkezli aşiretler de sessiz kaldı.

Dışarıdan destek

Şimdi diyebilirsiniz ki; haberlerde gördük, Deyrizor dışından da aşiretler yardıma geldi. İşin aslı öyle değil. Sosyal medyaya baktığınızda Halep ve İdlib kırsalındaki Babatuş, Beni Halid, Hadidin ve El Bu Şaban gibi aşiretlerin Deyrizor’daki kuzenlerine destek olmak için yollara döküldüğünü görebilirsiniz. Fakat desteğin büyük kısmı kendi isimleriyle çatışmaya giremeyen SMO gruplarının içindeki aşiret mensuplarından geldi.

SMO neden kendi ismiyle çatışmaya girmedi sorusunun yanıtı çok açık. Rusya bunu engelledi. Nitekim YPG’yi ciddi ölçüde köşeye sıkıştıracak olan Menbiç Cephesi SMO’daki aşiret üyeleri tarafından açılıp, YPG’nin ve Suriye Ordusu’nun ortak kontrol noktaları birer birer alınırken Rus uçakları geldi ve bu bölgeleri bombaladı.

Bu süreçte henüz tartışılmayan bir gelişme daha yaşandı. İdlib’den gelen aşiret mensuplarının arasına sızan ve kılık değiştiren HTŞ militanları Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerinde boy göstermeye başladı. Elbette bu durum SMO içinde endişeye neden oldu. Nitekim Eylül 13-14 civarında Cerablus’ta kılık değiştirerek içeri sızan militanların neden olduğu olaylar yaşandı. Ancak onu daha sonra detaylıca anlatacağım. Şu noktada kafa karışıklığının önlenmesi için iki şeyin bilinmesi yeterli. Deyrizor’daki 1.5 aşiret ayaklanmasına diğer muhaliflerden destek yeterince verilemediyse bunun iki nedeni vardı. Rusya’nın ağır bombardıman içeren tehditleri ve HTŞ’nin bölgeye sızmak için aşiret ayaklanmasını kullanması şeklinde ortaya çıkan fırsatçı tavrı.

Aşiret ayaklanması nasıl sonuçlandı?

Bölgenin tüm aşiretleri bir araya gelip ortak bir tutum takınmadığı ve aralarındaki rekabet her daim diğer güçler tarafından suiistimal edilmeye açık olduğu için ayaklanma bir hafta içinde bastırıldı.

PKK/YPG terör örgütü organizasyon kapasitesi, silah/teçhizat ve maddi kaynaklar açısından aşiretlere karşı açık bir üstünlüğe sahipti. Üstelik ayaklanmaya destek olması halinde sonucu değiştirebilecek Deyrizor dışındaki aşiretlerin liderlerini satın almayı da becerdi.

Bunun yanı sıra aşiretler tek bir komuta kontrol altında, taktik olarak iyi planlanmış çatışma süreci yönetmediler.

Fakat hepsinden önemlisi aşiretler arasında diğerleri tarafından kabul edilmiş bir liderlik ortaya çıkmadı. Ayaklanmaya önderlik etmek isteyen Egaydat’ın lideri olduğu iddiasındaki İbrahim Hafel’ın liderliğini diğerleri kabul etmedi.

Özetle, ayaklanma sırasında aşiretler kendi aralarında bir bütünlük sağlayamadığı, askerî açıdan da yetersiz kaldıkları için başarısız oldular. Onlara yegane destek Rakka, Deyrizor ve Cezire’den değil Halep ve İdllib kırsalından gelebilirdi. Bu desteği de Rusya’nın baskısı ve HTŞ’nin hamleleri zayıflattı.

ABD ne yaptı?

Bu süreçte ABD bekle ve gör politikası izledi.

Bence eğer Arap aşiretlerinin ortak hareket edebildiğini ve bir güç odağı oluşturabildiğini görseydi tavrını değiştirebilirdi. Tabii bu değerlendirme tamamen sübjektif ve olasılığa dayanıyor.

Yine de PKK/YPG terör örgütünün “Bu ayaklananlar IŞİDci, İrancı, dışarıdan gelenler…” benzeri saçma sapan suçlamaları ABD’de karşılığını bulmadı. Hatta ayaklanmanın önderliğini yapan ailenin temsilcileriyle Doha’da görüştü. Ayrıca bu süreçte YPG’ye açık bir askerî destek vermemesi, uzun vadede ABD’nin yaklaşımında farklılık olabileceğini düşündürüyor.

Nereye gidiyoruz?

Büyük çaplı çatışmalar 8 Eylül’de bitti. Fakat sonrasında suların durulduğu söylenemez. PKK/YPG ayaklanmaya destek verenlerin yaşadığı köylere girip burada bazı evleri yıktı; çok sayıda kişiyi tutukladı ve baskıyı artırdı. Ancak büyük köy ve nahiyelere sadece gir-çık yapabildi. Şimdi ayaklanmanın bittiği düşünülebilir. Fakat ben tam olarak öyle düşünmüyorum.

Bir kere ayaklanmayı ortaya çıkaran nedenler hâlâ orada duruyor. Arap aşiretleri kendi topraklarını kendileri yönetmek, başta petrol olmak üzere kendi kaynaklarından kendileri zenginleşmek istiyor. Bu talep devam ettiği sürece bu tür ayaklanmaların yeniden yaşanacağı ortam sürer.

İkincisi, Arap aşiretleri en iyi bildiği yönteme geçiş yaptı: Vur-kaç. Bu aşiretler yaşam biçimleri, eğitimleri, silah/teçhizatları ve örgütlenme sorunları nedeniyle bir bölgeyi ellerinde tutmayı başaramayabilirler. Fakat gerilla savaşı konusunda hem tecrübeli hem istekli görünüyorlar. Yani PKK/YPG bu aşamada ayaklanmayı durdurmuş olabilir ancak çatışma sürecinde yeni bir evreye girildi.

Üçüncüsü, ABD’nin bu süreçten çıkardığı önemli dersler olmalı. Eğer ABD’nin temel derdi bölgede İran’ı durdurmaksa; bunun yolu bölgede gerçekten kendisine yakın bir yapı kurmaktan geçiyor. Arap aşiretlerinin tepesine PKK ideolojisini benimseyen bir başka örgütü koyarsanız sonuçta bu yapı tutmaz.

Son olarak, İran ve Suriye hükümeti eminim olan bitenden azami faydayı sağlamayı hedefliyordur. Şurası bir gerçek, Deyrizor aşiretleri İran’dan kesinlikle hoşlanmıyorlar. Hele akrabalarının İran’ın Suriye’deki Şiileştirme faaliyetini Halep ve Şam’dan Deyrizor’un kalbi sayılabilecek Meyadin’e kaydırması, Sünni Arap aşiretlerini epey kızdırıyor. Tüm bunlara rağmen İran’ın sırrı, yereldekini yerel aracılığıyla kontrol etmek.

Yukarıda bahsettim, İran bölgedeki aşiretlerin tepesine başka yerlerden adamlar getirmenin dışında başka bir şey daha yaptı; kendisine yerelden adam devşirebilmek için milis gruplar kurup aşiretlerin içinden alternatif liderlik iddiaları olanlara güç sağladı. Elbette Suriye Hükümeti’nin etkisini de unutmamak lazım. Öteden beri aşiretler ve aşiretçilik konusunda Şam ayrı bir hüner sergiliyor.

Tüm bu faktörleri dikkate aldığımızda Deyrizor’daki 1.5 aşiret ayaklanmasının şimdilik durdurulduğu söylenebilir. Fakat bir süre sonra daha güçlü bir biçimde çıkması sürpriz olmayacaktır. Tabii önce ABD pozisyonunu değiştirip bölgedeki Sünni Araplardan yeni bir yönetim oluşturmazsa.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 21 Eylül 2023’te yayımlanmıştır.

Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
Prof. Dr. Serhat Erkmen, Pros&Cons Güvenlik ve Risk Analizi Merkezi Direktörüi. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamladı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında çalıştı. Terörizm ve Orta Doğu konularında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

2
0
Would love your thoughts, please comment.x