Arayan kadın: Halide Edib Adıvar

Meşrutiyet görmüş, Meclis-i Mebusan’da hürriyet aramış, kimi zaman padişaha jurnal edilmiş, ama baş eğmeyen Halide. Feminist Halide, Shakespeare hocası Halide. Onbaşı Halide. Sinekli Bakkal’ın yazarı Halide. Âşık Halide. Tarihin çeşitli zamanlarında, çeşit çeşit Halideler mi var? Onur Caymaz yazdı.

Halide Edib, derim bazen içimden, aklıma takılır durur. Hepimizin macerasında biraz Halide Edib vardır. Ne acayip iş! Hep ilklerin kadını olmuştur. Hep arayan bir kadın.

Halide derim ya, o vakit Fatih, eski İstanbul, akşam aydınlığında, kış günlerinin çabuk kararan beyazı çıkagelir. Eski İstanbul. İngilizce yazdığı, daha sonra Türkçeye çevrilen Sinekli Bakkal, güzelim roman gözümün önündedir. Eski İstanbul’dadır romanın geçtiği yer; Aksaray’dan Haseki Hastanesi’ne doğru dönülünce ikiye ayrılan yolun solunda, sağda, en son aralık: Sinekli Bahçe Sokağı. Sinekli Bahçe, romanda adı geçen sokaktan başkası değildir.

Kur’an-ı Kerim ve İncil

Halide işte. Kalın telleriyle sarı saçlar, beyaz yüz, yumuşak; kocaman, biri de belki hafif şehla gözleriyle küçücük bir çocuk. Mor Salkımlı Ev’de buluruz o çocuğu. Gelgelelim isyankâr. Koleje gidebilen ilk Türk kızı. Kur’an-ı Kerim’den sonra okulun kütüphanesinde karşısına bir sabah vakti İncil çıkmıştır işte. Çok sonra Kenan Çobanları’nı yazacak belki, o ilk karşılaşmayı hatırlayıp.

1912 tarihli Handan’da görünüp kaybolacak biraz güzel yüzü. O gerçi biraz çirkin bulur kendisini. Handan’da, anlatıcı olarak Handan’ı da çirkin bulduğu gibi. Bu bana biraz Edip Cansever’in, “unutulmuş bir çirkinlikten başlıyor güzelliğin” dizesini anımsatır. Ama kanımca güzeldir Halide. Yakup Kadri Bey de hemen çıkıp bir yazı yazacak Handan üzerine, acaba o romandaki kahraman, Halide Hanım mı, diye eşeleyip duracak. Aşk-ı Memnu on üç on dört yıl önce yayınlanmış olmasına karşın henüz roman sanatının hayatla ilişkisini doğru kuramamışız demek. Ya da Osmanlı toplumunda bir kadın, erkeklerle meselesini bunca açık dile getirse de erkeklerimiz kavrayamamış durumu.

İsyan bayrağını ilk yükselten

Balkan Savaşı sonra. Savaştan bitik halde dönen gaziler için kadınların birleşip kurdukları hastanede, yaralara dokunandır o. Sultanahmet Mitingi’nde çıkıp kara çarşafının altında, bir alev parçası gibi işgalcilere karşı isyan bayrağını ilk yükselten.

Bir kadın Halide, bir gölge, düşmanın gözünde korkulacak casus, dünyada hep yabancı, annesiz (belki de yazarken ve yaşarken bunca hoyratlığının sebebidir), bir çakırdikeni. Şaşılası bir varlık. Büyük bir kadın gelgelelim ufak tefek. Fotoğraflarından anlaşıldığı kadarıyla tutkulu, yangınlar içinde, hırslı, hatta kıskanç belki de. En çok neyi dert edindi acaba hayatı boyunca kendine?

Boşanmayı başaran ilk Türk kadını

İkinci eş istediği için dilekçe vermek suretiyle kocasından, ünlü matematikçi Salih Zeki Bey’den boşanan, bu yüzden boşanmayı başaran ilk Türk kadını aynı zamanda. Salih Zeki enteresan adam. Başka bir yazıda uzun uzadıya konu edilmeli. Torununun, Halide Hanım’ın ölümünden sonra bir röportajında da söylediği üzere en çok onu, sadece onu sevmiştir diyebiliriz. O günkü şartlarda kendi seçmiştir eşini. Bu konuda da ilk olması muhtemel. Beyoğlu’nda oturdukları sırada, bugün evlerinin bulunduğu yerde bir AVM var, akşamları kocasına ve babasına İngilizceden simultane Sherlock Holmes çevirip okuyan kadın.

1908’de, Abdülhamid’in düşmesine yakın, baskıdan bunalır, bunalınca da Burgazada’nın ıssız yeşiline kaçar. Ardından Tevfik Fikret’in isteği üzerine Tanin’de ilk köşe yazılarını yazar. İlk kadın köşe yazarımız da olmasın sakın böylece. Tabii bu yazılardan sonra gelen tehditler, yıldırmalar gani. Ama yılmıyor…

İlk kadın çevirmenimiz belki

Sonra başka bir Halide daha var: Tırnaklarının boyasını silip manikürünü es geçerek ülkenin en meşhur yazarlarından biriyken üstelik, kalkıp Ankara’ya göçen (ya da İngiliz işgalinden kaçan,), üç beş ay sonra da ardından hakkında padişah imzalı idam kararı çıkartılan… Oysa hiçbir zaman sevemediği 2. Abdülhamid’ten, yabancı bir eseri dilimize çevirdi diye onur nişanı almıştır genç kızlığında. İlk kadın çevirmenimizdir belki böylece? Milli mücadelenin, Kurtuluş Savaşı’nın da Direksiyon Binası’ndaki çevirmeni olacaktır sonra. Ateşten Gömlek giymiş bir nefer. Cephede, at üzerinde bir on başı. Anadolu Ajansı’nın isim annesi. Önce İngilizce yazılmış, sonra Türkçeye çevrilmiş Türk’ün Ateşle İmtihanı’nda bulunur hepsi; her şey orada yazılıdır.

İzmir kurtarıldıktan sonra yanaşıyor Gazi’ye, “Bundan sonra artık biraz dinlenirsiniz paşam, çok yoruldunuz” diyor. “Dinlenmek mi?” diye gülüyor Paşa: “Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz.” Nitekim Atatürk’e ilk muhalefet edenlerden oluyor. Kurtuluşuna el verdiği ülkeden kaçarak gönüllü bir sürgün; kurtardığı memleketten çıkıp gidiyor. Terk ediş… Çok sonra, İsmet Paşa’nın isteğiyle İstanbul Üniversitesi’nde bir Shakespeare hocasıdır. Ülkede daha doğru dürüst köy romanı bile yazılamazken Hamlet öğreten kadın. Ama hangi Halide, hangisi bunlardan? Tarihin çeşitli zamanlarında, çeşit çeşit Halideler mi var? Bana mı öyle geliyor. Belki de tarih “yamuk bakmak” zorunda bırakıyor herkesi. Ya da bazı şeyler için geriye değil, daha çok ileriye bakmalı. İleride benim gördüğüm, Türkiye’de kadınlar var olmaya çabaladıkça muhakkak orada olacak Halide. Arayan kadın. Doğu’da ve Batı’da, aramaktan bıkmayan. Olmalıdır.

Adnan Adıvar ile sürgünde

Nutuk’ta Gazi, kendisi için “mandacı” deyince olan olur. Ertesi gün Times’a bir yazı yazar Halide. Söylenenlere itiraz eder, Kemal Tahir’in büyük romanı, üçlemenin sonu var ya: Yol Ayrımı. Yollar da buradan sonra iyice ayrılır zaten. Gazi Paşa ölene dek, Salih Zeki’den sonraki yeni eşi Adnan Adıvar ile sürgünde kalacaktır. Adnan Bey ki Türkiye’nin sayılı entelektüellerinden. Ne kadar az biliniyor, hakkı ne kadar az teslim edilir. Yazık. Gün günden unutuluyor.

Burada Batılı, Batı’da kimsesiz. Peki, neden bu doğu batı çelişkisi? Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi ile Rum anaokulu arasında çocukluğu geçiyor çünkü. Bu iki uzlaşmaz yakayı, daha en başından başlıyor izlemeye. İngiliz kültürüne hayran babası, kızı hastalanınca Alman doktora, çok sevdiği anneannesi üfürükçüye götürmekte. Bir yandan piyano dersi, diğer yandan Arapça. Namaz da kılıyor, Sinekli Bakkal’daki Rabia gibi mevlitten de anlıyor. Fakat Goethe de var dağarcığında, Mevlana da. Secdeden kalkıp bir sigara yakarak Carmen dinleyen biri… O hafif kırık Türkçeli Sinekli Bakkal’da orayla burayı, bizle onları birleştirmeyi deniyor. Gerçek yaşamındaysa bu bileşime hiç ulaşamadı. Hiç olmadı. O tarihte değil, belki bu tarihte bile mümkün değil. Gerekli mi, bugün onu da tartışıyoruz zaten. Halide, aramanın güzelliği, hiç bulamayışın acısı… Yakup Kadri, Yahya Kemal, Hüseyin Cahit, Cemal Paşa, Adnan Adıvar… Hep birtakım adamların çevresinde pervane, hep birtakım adamlar âşık Halide’ye…

Ayrılışlar, savruluşlar

Kim bilir? Zaman zaman bazen Mustafa Kemal ile de aralarındaki gerilimde uzak yakın, hafif bir aşk tadı. Uzaktan Mustafa Kemal’e yakın, yakınlaşınca da uzak çünkü. Fakat işte iki gurur, iki baskın kişi olmuyor bir arada… Mehmet Akif, Gazi Paşa da nasıl bir İslam mücahidi görmek istediyse Halide de onda bir Batı misyoneri aramıştı diyebilirim. Dolayısıyla hem Akif hem Halide, hayal kırıklığına uğrayıp koptu o cepheden. Ama şüphesiz ki hepsi yurtsever, hepsi tutkulu, birtakım adamlar, kadınlar… Ayrılışlar, savruluşlar…

Yaklaşık on sekiz yılını Adıvarlar ile geçiren Vedat Günyol, Atatürk ile aralarında duygusal bir şeyler olduğuna emin, şöyle diyor: “Türk’ün Ateşle İmtihanı’nı Türkçeye çevirirken hissetmiştim ben bunu. Orada, Atatürk’ün Latife Hanım ile evlenmesi üzerine veda etmeye gittiğini anlatıyor. Biraz kırgın, bu belli. Bunun üzerine Atatürk ona pelerinini armağan ediyor…” Hediye edilmiş bir pelerin demek… Ne renkti acaba?

Ağaç kabuğuyla karın doyurmuş

Mina Urgan’a bakalım bir de: “Halide Hanım hem aydın, hem de çekici bir kadın. Herkesin kendisine kul – köle olmasına alışmış, Mustafa Kemal hiçbir kadına kul-köle olamazdı. Halide Edib, çevresindeki herkesi yönetmiş. Mustafa Kemal buna katlanamazdı.” Durmaksızın çekilen kılıçların çelik parıltısı Halide…

Nice ateşten geçmiş, 1. Dünya Savaşı’nda ağaç kabuğuyla karın doyurmuş. Yine de şükretmiş. Postalı delik, küçücük. Kaputu yamalı, ünlü kadın yazar… Yaralılar, kopuk kol bacak, şarapnel, toz, toprak. Ama yine de yüreği sıcak… Meşrutiyet görmüş, Meclis-i Mebusan’da hürriyet aramış, kimi zaman padişaha jurnal edilmiş, ama baş eğmemiş kimseye. Halide, bir Osmanlı aydını ve Türkiye’nin ilk entelektüellerinden.

Vedat Günyol, İstanbul Üniversitesi’nde İnkılap Tarihi dersleri veren Recep Peker’in, Halide ile ‘çarşaflı hanım’ diye nasıl alay ettiğini anlatır bir yerlerde. Bugün halen aynı meselelerin etrafında dönüp duruyor olmamız ne acı.

Engin bir kültür birikimi

Bir birikimdir nihayet Halide, engin kültür. Mete Tunçay bu müthiş kadının seksen iki yıllık yaşamını şöyle özetliyor:

“Halide Edib’in arkasında engin bir kültür birikimi vardı. Bizde, mesela yeni edebiyatçıların, böyle bir kültür birikimine dayandıkları söylenemez. Yani, Yaşar Kemal, Shakespeare okumuş mudur hayatında? Halide Edib tercüme ediyordu…”

Aramızda bugün halen yazılarıyla, romanlarıyla yaşamaktadır. Ölümünün ardından Adnan Bey’in mezar taşına şu dizeleri yazdırmıştı:

“Tekrar mülaki oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbaba selâm olsun erenler…”

9 Ocak 2023, bugün de onun ölüm yıldönümü. Bizden evvel giden büyük yazarımıza selam olsun! Tekrar, belki. Bezm-i ezelde!

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Ocak 2023’te yayımlanmıştır.

Onur Caymaz
Onur Caymaz
Onur Caymaz – Şair, yazar ve editör. 18 Ekim 1977 yılında İstanbul'da doğdu. Marmara Üniversitesi, Teknik Eğitim Fakültesi Elektronik Öğretmenliği bölümünden mezun oldu. Öğretmenlik ve bilgi işlem uzmanlığı yaptı. “Adam Sanat”, “Adam Öykü”, “E”, “Varlık”, “Öküz”, “Virgül”, “Radikal Kitap”, “Cumhuriyet Kitap”, “Eşik Cini” gibi dergi ve gazete eklerinde şiiri, öyküleri, denemeleri yayınlandı. 1999 yılında Gençlik Kitabevi’nin açtığı yarışmada "Hayalperistanbul" başlıklı hikâyesi birinci oldu. 2000 yılında "Kâh ve Rengi" başlıklı dosyası, Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü’nü alarak Hera Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. 2002 yılında Haldun Taner Öykü Ödülü ikincisi seçilen "Nokta", "Ezilmiş Leylaklar Kitabı" adlı ilk kitabında yer aldı. 2004 yılında "Seni Hatırlatan Yıldızlar" isimli romanı ve "Bak Hâlâ Çok Güzelsin" başlıklı şiir kitabı yayınlandı. "Bak Hâlâ Çok Güzelsin", 2005 yılında Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü kazandı. Ayrıca 2011’de "Pervaneyle Yaren" başlıklı şiir dosyasıyla Bedri Rahmi Eyüboğlu Şiir Ödülü'ne layık görüldü. Şiirleri çeşitli dillere çevrildi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Arayan kadın: Halide Edib Adıvar

Meşrutiyet görmüş, Meclis-i Mebusan’da hürriyet aramış, kimi zaman padişaha jurnal edilmiş, ama baş eğmeyen Halide. Feminist Halide, Shakespeare hocası Halide. Onbaşı Halide. Sinekli Bakkal’ın yazarı Halide. Âşık Halide. Tarihin çeşitli zamanlarında, çeşit çeşit Halideler mi var? Onur Caymaz yazdı.

Halide Edib, derim bazen içimden, aklıma takılır durur. Hepimizin macerasında biraz Halide Edib vardır. Ne acayip iş! Hep ilklerin kadını olmuştur. Hep arayan bir kadın.

Halide derim ya, o vakit Fatih, eski İstanbul, akşam aydınlığında, kış günlerinin çabuk kararan beyazı çıkagelir. Eski İstanbul. İngilizce yazdığı, daha sonra Türkçeye çevrilen Sinekli Bakkal, güzelim roman gözümün önündedir. Eski İstanbul’dadır romanın geçtiği yer; Aksaray’dan Haseki Hastanesi’ne doğru dönülünce ikiye ayrılan yolun solunda, sağda, en son aralık: Sinekli Bahçe Sokağı. Sinekli Bahçe, romanda adı geçen sokaktan başkası değildir.

Kur’an-ı Kerim ve İncil

Halide işte. Kalın telleriyle sarı saçlar, beyaz yüz, yumuşak; kocaman, biri de belki hafif şehla gözleriyle küçücük bir çocuk. Mor Salkımlı Ev’de buluruz o çocuğu. Gelgelelim isyankâr. Koleje gidebilen ilk Türk kızı. Kur’an-ı Kerim’den sonra okulun kütüphanesinde karşısına bir sabah vakti İncil çıkmıştır işte. Çok sonra Kenan Çobanları’nı yazacak belki, o ilk karşılaşmayı hatırlayıp.

1912 tarihli Handan’da görünüp kaybolacak biraz güzel yüzü. O gerçi biraz çirkin bulur kendisini. Handan’da, anlatıcı olarak Handan’ı da çirkin bulduğu gibi. Bu bana biraz Edip Cansever’in, “unutulmuş bir çirkinlikten başlıyor güzelliğin” dizesini anımsatır. Ama kanımca güzeldir Halide. Yakup Kadri Bey de hemen çıkıp bir yazı yazacak Handan üzerine, acaba o romandaki kahraman, Halide Hanım mı, diye eşeleyip duracak. Aşk-ı Memnu on üç on dört yıl önce yayınlanmış olmasına karşın henüz roman sanatının hayatla ilişkisini doğru kuramamışız demek. Ya da Osmanlı toplumunda bir kadın, erkeklerle meselesini bunca açık dile getirse de erkeklerimiz kavrayamamış durumu.

İsyan bayrağını ilk yükselten

Balkan Savaşı sonra. Savaştan bitik halde dönen gaziler için kadınların birleşip kurdukları hastanede, yaralara dokunandır o. Sultanahmet Mitingi’nde çıkıp kara çarşafının altında, bir alev parçası gibi işgalcilere karşı isyan bayrağını ilk yükselten.

Bir kadın Halide, bir gölge, düşmanın gözünde korkulacak casus, dünyada hep yabancı, annesiz (belki de yazarken ve yaşarken bunca hoyratlığının sebebidir), bir çakırdikeni. Şaşılası bir varlık. Büyük bir kadın gelgelelim ufak tefek. Fotoğraflarından anlaşıldığı kadarıyla tutkulu, yangınlar içinde, hırslı, hatta kıskanç belki de. En çok neyi dert edindi acaba hayatı boyunca kendine?

Boşanmayı başaran ilk Türk kadını

İkinci eş istediği için dilekçe vermek suretiyle kocasından, ünlü matematikçi Salih Zeki Bey’den boşanan, bu yüzden boşanmayı başaran ilk Türk kadını aynı zamanda. Salih Zeki enteresan adam. Başka bir yazıda uzun uzadıya konu edilmeli. Torununun, Halide Hanım’ın ölümünden sonra bir röportajında da söylediği üzere en çok onu, sadece onu sevmiştir diyebiliriz. O günkü şartlarda kendi seçmiştir eşini. Bu konuda da ilk olması muhtemel. Beyoğlu’nda oturdukları sırada, bugün evlerinin bulunduğu yerde bir AVM var, akşamları kocasına ve babasına İngilizceden simultane Sherlock Holmes çevirip okuyan kadın.

1908’de, Abdülhamid’in düşmesine yakın, baskıdan bunalır, bunalınca da Burgazada’nın ıssız yeşiline kaçar. Ardından Tevfik Fikret’in isteği üzerine Tanin’de ilk köşe yazılarını yazar. İlk kadın köşe yazarımız da olmasın sakın böylece. Tabii bu yazılardan sonra gelen tehditler, yıldırmalar gani. Ama yılmıyor…

İlk kadın çevirmenimiz belki

Sonra başka bir Halide daha var: Tırnaklarının boyasını silip manikürünü es geçerek ülkenin en meşhur yazarlarından biriyken üstelik, kalkıp Ankara’ya göçen (ya da İngiliz işgalinden kaçan,), üç beş ay sonra da ardından hakkında padişah imzalı idam kararı çıkartılan… Oysa hiçbir zaman sevemediği 2. Abdülhamid’ten, yabancı bir eseri dilimize çevirdi diye onur nişanı almıştır genç kızlığında. İlk kadın çevirmenimizdir belki böylece? Milli mücadelenin, Kurtuluş Savaşı’nın da Direksiyon Binası’ndaki çevirmeni olacaktır sonra. Ateşten Gömlek giymiş bir nefer. Cephede, at üzerinde bir on başı. Anadolu Ajansı’nın isim annesi. Önce İngilizce yazılmış, sonra Türkçeye çevrilmiş Türk’ün Ateşle İmtihanı’nda bulunur hepsi; her şey orada yazılıdır.

İzmir kurtarıldıktan sonra yanaşıyor Gazi’ye, “Bundan sonra artık biraz dinlenirsiniz paşam, çok yoruldunuz” diyor. “Dinlenmek mi?” diye gülüyor Paşa: “Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz.” Nitekim Atatürk’e ilk muhalefet edenlerden oluyor. Kurtuluşuna el verdiği ülkeden kaçarak gönüllü bir sürgün; kurtardığı memleketten çıkıp gidiyor. Terk ediş… Çok sonra, İsmet Paşa’nın isteğiyle İstanbul Üniversitesi’nde bir Shakespeare hocasıdır. Ülkede daha doğru dürüst köy romanı bile yazılamazken Hamlet öğreten kadın. Ama hangi Halide, hangisi bunlardan? Tarihin çeşitli zamanlarında, çeşit çeşit Halideler mi var? Bana mı öyle geliyor. Belki de tarih “yamuk bakmak” zorunda bırakıyor herkesi. Ya da bazı şeyler için geriye değil, daha çok ileriye bakmalı. İleride benim gördüğüm, Türkiye’de kadınlar var olmaya çabaladıkça muhakkak orada olacak Halide. Arayan kadın. Doğu’da ve Batı’da, aramaktan bıkmayan. Olmalıdır.

Adnan Adıvar ile sürgünde

Nutuk’ta Gazi, kendisi için “mandacı” deyince olan olur. Ertesi gün Times’a bir yazı yazar Halide. Söylenenlere itiraz eder, Kemal Tahir’in büyük romanı, üçlemenin sonu var ya: Yol Ayrımı. Yollar da buradan sonra iyice ayrılır zaten. Gazi Paşa ölene dek, Salih Zeki’den sonraki yeni eşi Adnan Adıvar ile sürgünde kalacaktır. Adnan Bey ki Türkiye’nin sayılı entelektüellerinden. Ne kadar az biliniyor, hakkı ne kadar az teslim edilir. Yazık. Gün günden unutuluyor.

Burada Batılı, Batı’da kimsesiz. Peki, neden bu doğu batı çelişkisi? Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi ile Rum anaokulu arasında çocukluğu geçiyor çünkü. Bu iki uzlaşmaz yakayı, daha en başından başlıyor izlemeye. İngiliz kültürüne hayran babası, kızı hastalanınca Alman doktora, çok sevdiği anneannesi üfürükçüye götürmekte. Bir yandan piyano dersi, diğer yandan Arapça. Namaz da kılıyor, Sinekli Bakkal’daki Rabia gibi mevlitten de anlıyor. Fakat Goethe de var dağarcığında, Mevlana da. Secdeden kalkıp bir sigara yakarak Carmen dinleyen biri… O hafif kırık Türkçeli Sinekli Bakkal’da orayla burayı, bizle onları birleştirmeyi deniyor. Gerçek yaşamındaysa bu bileşime hiç ulaşamadı. Hiç olmadı. O tarihte değil, belki bu tarihte bile mümkün değil. Gerekli mi, bugün onu da tartışıyoruz zaten. Halide, aramanın güzelliği, hiç bulamayışın acısı… Yakup Kadri, Yahya Kemal, Hüseyin Cahit, Cemal Paşa, Adnan Adıvar… Hep birtakım adamların çevresinde pervane, hep birtakım adamlar âşık Halide’ye…

Ayrılışlar, savruluşlar

Kim bilir? Zaman zaman bazen Mustafa Kemal ile de aralarındaki gerilimde uzak yakın, hafif bir aşk tadı. Uzaktan Mustafa Kemal’e yakın, yakınlaşınca da uzak çünkü. Fakat işte iki gurur, iki baskın kişi olmuyor bir arada… Mehmet Akif, Gazi Paşa da nasıl bir İslam mücahidi görmek istediyse Halide de onda bir Batı misyoneri aramıştı diyebilirim. Dolayısıyla hem Akif hem Halide, hayal kırıklığına uğrayıp koptu o cepheden. Ama şüphesiz ki hepsi yurtsever, hepsi tutkulu, birtakım adamlar, kadınlar… Ayrılışlar, savruluşlar…

Yaklaşık on sekiz yılını Adıvarlar ile geçiren Vedat Günyol, Atatürk ile aralarında duygusal bir şeyler olduğuna emin, şöyle diyor: “Türk’ün Ateşle İmtihanı’nı Türkçeye çevirirken hissetmiştim ben bunu. Orada, Atatürk’ün Latife Hanım ile evlenmesi üzerine veda etmeye gittiğini anlatıyor. Biraz kırgın, bu belli. Bunun üzerine Atatürk ona pelerinini armağan ediyor…” Hediye edilmiş bir pelerin demek… Ne renkti acaba?

Ağaç kabuğuyla karın doyurmuş

Mina Urgan’a bakalım bir de: “Halide Hanım hem aydın, hem de çekici bir kadın. Herkesin kendisine kul – köle olmasına alışmış, Mustafa Kemal hiçbir kadına kul-köle olamazdı. Halide Edib, çevresindeki herkesi yönetmiş. Mustafa Kemal buna katlanamazdı.” Durmaksızın çekilen kılıçların çelik parıltısı Halide…

Nice ateşten geçmiş, 1. Dünya Savaşı’nda ağaç kabuğuyla karın doyurmuş. Yine de şükretmiş. Postalı delik, küçücük. Kaputu yamalı, ünlü kadın yazar… Yaralılar, kopuk kol bacak, şarapnel, toz, toprak. Ama yine de yüreği sıcak… Meşrutiyet görmüş, Meclis-i Mebusan’da hürriyet aramış, kimi zaman padişaha jurnal edilmiş, ama baş eğmemiş kimseye. Halide, bir Osmanlı aydını ve Türkiye’nin ilk entelektüellerinden.

Vedat Günyol, İstanbul Üniversitesi’nde İnkılap Tarihi dersleri veren Recep Peker’in, Halide ile ‘çarşaflı hanım’ diye nasıl alay ettiğini anlatır bir yerlerde. Bugün halen aynı meselelerin etrafında dönüp duruyor olmamız ne acı.

Engin bir kültür birikimi

Bir birikimdir nihayet Halide, engin kültür. Mete Tunçay bu müthiş kadının seksen iki yıllık yaşamını şöyle özetliyor:

“Halide Edib’in arkasında engin bir kültür birikimi vardı. Bizde, mesela yeni edebiyatçıların, böyle bir kültür birikimine dayandıkları söylenemez. Yani, Yaşar Kemal, Shakespeare okumuş mudur hayatında? Halide Edib tercüme ediyordu…”

Aramızda bugün halen yazılarıyla, romanlarıyla yaşamaktadır. Ölümünün ardından Adnan Bey’in mezar taşına şu dizeleri yazdırmıştı:

“Tekrar mülaki oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbaba selâm olsun erenler…”

9 Ocak 2023, bugün de onun ölüm yıldönümü. Bizden evvel giden büyük yazarımıza selam olsun! Tekrar, belki. Bezm-i ezelde!

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Ocak 2023’te yayımlanmıştır.

Onur Caymaz
Onur Caymaz
Onur Caymaz – Şair, yazar ve editör. 18 Ekim 1977 yılında İstanbul'da doğdu. Marmara Üniversitesi, Teknik Eğitim Fakültesi Elektronik Öğretmenliği bölümünden mezun oldu. Öğretmenlik ve bilgi işlem uzmanlığı yaptı. “Adam Sanat”, “Adam Öykü”, “E”, “Varlık”, “Öküz”, “Virgül”, “Radikal Kitap”, “Cumhuriyet Kitap”, “Eşik Cini” gibi dergi ve gazete eklerinde şiiri, öyküleri, denemeleri yayınlandı. 1999 yılında Gençlik Kitabevi’nin açtığı yarışmada "Hayalperistanbul" başlıklı hikâyesi birinci oldu. 2000 yılında "Kâh ve Rengi" başlıklı dosyası, Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü’nü alarak Hera Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. 2002 yılında Haldun Taner Öykü Ödülü ikincisi seçilen "Nokta", "Ezilmiş Leylaklar Kitabı" adlı ilk kitabında yer aldı. 2004 yılında "Seni Hatırlatan Yıldızlar" isimli romanı ve "Bak Hâlâ Çok Güzelsin" başlıklı şiir kitabı yayınlandı. "Bak Hâlâ Çok Güzelsin", 2005 yılında Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü kazandı. Ayrıca 2011’de "Pervaneyle Yaren" başlıklı şiir dosyasıyla Bedri Rahmi Eyüboğlu Şiir Ödülü'ne layık görüldü. Şiirleri çeşitli dillere çevrildi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x