Balkan Naci İslimyeli’ni farklı kılan neydi?

Yakın zamanda kaybettiğimiz Balkan Naci İslimyeli, değerli bir akademisyen, öncü, bol ödüllü ve çok yönlü bir sanatçıydı. Resim, şiir, hikâye, fotoğraf, heykel, aforizmalar, sinema, moda… Liste böyle uzayıp gider. Yazı ve Dil ile bu kadar hemhâl olmuş başka bir Türk ressamına bir daha ne zaman denk geliriz kim bilir? W. B. Bayrıl yazdı.

Balkan Naci’nin sanatsal üretimi üzerine bir tefekkür alanı kurmak için en iyi başlangıç Baudelaire’in şu sözüdür kanımca: “…çünkü neredeyse bütün özgünlüğümüz zamanın duyularımıza vurduğu damgadan kaynaklanır.”

Geniş, ama sürekli birbirini besleyen alanlarda varolur Balkan Naci’nin sanatsal üretimi zira. Batılıların hani şu inter-disipliner diye tanımladığı türden. Rönesans’ın ürettiği sanatçı tipolojisinin günümüze yansımasıdır aslında tavrı. Disiplinler arasında akar gibi gezinir. Yazı, resim, şiir, fotoğraf, heykel, aforizmalar, sinema, moda, liste böyle uzar gider. Teknikler, ortamlar (kolaj, yağlıboya, pastel, mixed media, giysi tasarımı vb.) sınırlamaz yaratma içgüdüsünü. Tür’ün sınırlarına geldiğinde orada takılıp kalmaz. Üzerinden atlar. Kolayca ve yırtıcı bir hamle ile. Kendi yarattığı alanı, terk etmeyi, alaşağı etmeyi bir an tereddüt etmeden gerçekleştirir. Mesela sanat tarihinde üç ayrı kategori olan portre, peyzaj ve natürmortları aynı tuvalde buluşturmaktan çekinmez. Böylece kategorizasyonu kırar. Bizi kategorileri sorgulamaya, ön kabullerimizi bir kez daha düşünmeye çağırır.

Biçim yoluyla düşünmek

Öncelik her zaman düşünce ve bağlamdadır Balkan Naci’nin üretiminde. Malzeme, ortam sonra gelir. Bir röportajında bunun altını güçlü bir biçimde çizer: “Sanat benim için biçim yoluyla düşünmektir.”

Bizim alıştığımız, düşünmenin kavramlar, kelimeler, kabaca Dil ile yapılan bir şey olduğudur. Tersine çevirir bu bakış açısını Balkan Naci, biçimi önceler. Sanatta anlamın ancak biçimde tecelli edeceğini, kendi varlık alanını bulacağını bilir. Eser bir kez ondan kopup kendini seyre açtığında, izleyicinin zihninde çoğalacağını, çoğaldıkça da yeni anlam katmanlarına doğru izleyeni bir yolculuğa çıkaracağını, çıkarması gerektiğini ima eder.

Hazır, kolayca tüketilebilecek bağlamlardansa, girdaplar gibi iç içe halkalardan oluşan görsel bir uzam inşa eder. İzleyiciyi rahat bırakmaz. Zihinsel enerji talep eder. Seyir zevki, renklerden oluşan bir haz şöleni sunmaz. Kimi sergileri, işleri, renk bile olmayan, ressamlar tarafından renk olarak kabul edilmeyen siyah beyaz hâkimiyetindedir. Yalınlıktan hiç korkmaz. Nesnenin çağırma gücünü, muhayyile ile kurduğu bağları önemser. Bu ise bizi malzeme konusunda düşünmeye iter.

Bir ressamın malzemesi ile kurduğu ilişki ne türden bir ilişkidir? Şöyle tarif eder: “Benim için gerçekleştirme süreci kolaydır çünkü malzeme ile çok iyi bir ilişkim vardır. Onu nasıl eğip bükeceğimi, ona derdimi nasıl anlatacağımı bilirim. Malzeme, ruhu olan bir şeydir, suyuna giderseniz size çok olumlu yanıtlar verir.”

Suya Çizilmiş Şeyler

Öte yandan elbette, Türk resminde Balkan Naci kadar Dil ile iç içe yaşayan bir başka ressam yoktur benim bildiğim. Sergilerine verdiği isimleri sıralarsak, ne dediğimiz daha netleşecektir: Suya Çizilmiş Şeyler, Bir Yıkımın Mimarisi, Gece Yüzleri/Gezginler, Pentimentolar, Sahipler, Deli Gömleği, Sır, İz, Söz, Suç, Suret, Matah, Zifir, Hava/Su/Toprak/Ateş, Kara Tahta, Sahipsiz Gölgeler, Déjà Vu, Kosmos ve Toz… Hepsi tek başına bir kitap, bir şiir, bir film ismi olacak kadar güçlü kelimeler. Aynı zamanda bizi tefekkür’e yönlendiren evrensel metaforlardır da bunlar.

Geniş anlamsal alanlara açılan, birbiri üzerine binmiş ve dahası geçitler, kapılar gibi sürekli birbirini çağıran, ima eden anlam katmanları bize duyuran. Balkan Naci’nin dil ve yazı ile kurduğu ilişki Türk resmini şöyle bir düşündüğümüzde, benzersizdir. Sır sergisi örneğin, tümüyle yazı üzerine kurulmuştur neredeyse… Okunaksız bir yazı. Sonra sergi kataloglarındaki şiirler, aforizmalar, serginin bağlamını kuran metinler, hikâyeler, hepsi son derece nitelikli, derinlikli ve bilgece yazılmış parçalardır. Dahası şiir ve öyküleriyle Dost, Oluşum, Yazı, Gösteri, Argos, Kitaplık gibi dergilerde de sık sık yer almıştır Balkan Naci. Yazı ve Dil ile bu kadar hemhâl olmuş başka bir Türk ressamına bir daha ne zaman denk geliriz kim bilir?

Yerelden evrensele…

Baştan beri sorgulayıcı olmuştur Balkan Naci’nin sanatsal tavrı. Bize evrensel ve yanılmaz bir gerçek, üstün bir tekillik olarak sunulan Batı Avrupa merkezli resim sanatını yine o sanatın temel kavramları, bakış açıları, önerme ile tekliflerini değişmez ve mutlaka uyulması gereken direktifler diye görmemiştir. Kendi sanatsal çabasını bir diyaloji olarak sürdürmeyi seçmiştir. İlk eserlerindeki ulusal, yerel alegoriden başlayarak kademe kademe yükselen evrensel bir diyalojik söyleşim alanı olarak kurmuştur kendi görsel evrenini.

Birçok Türk ressamı farkında bile olmadan adeta gönüllü olarak kendi toplumuna, kendi gerçekliğine bir oryantalist gibi bakarken, o bu tavrı, bakış açısını, zihniyeti sürekli sorgulamıştır. Ya o / ya bu dikatomisine, dayatmasına, hem o / hem öteki anlayışıyla karşı çıkmıştır. Tarihsel ve kültürel konumumuzun bu olduğu ve bunu kucaklamanın bizi zenginleştireceğinin bilincindedir çünkü. Dahası özgünlüğün, biricik olmanın ancak buradan gelebileceğinin farkındadır. Taklit, özenme, içi boş ikinci el türetimler, versiyonlar üretmeyi engelleyecek bir sanatçı tutumu, ahlakı önermiştir. Postmodern kültür endüstrisinin gerek piyasa yapıcıları gerekse sanat memurları (artokratlar) eliyle sanatçıya dayattığı lüks meta üreticisi olma konumunu hem işleriyle hem de sağlam teorik argümanlarla sürekli eleştirmiştir.

İşte kendisiyle yapılan söyleşiden kulaklara küpe olacak bir parça:

“Çünkü bu coğrafya evrensel bir coğrafya, biz istesek de lokal olamayız. Bizim altımızda Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı var. Doğu ve Batı’nın en nadide buluşma noktasındayız. Bu coğrafyada güvensiz, ezik kalmak hâlâ dışarıdaki pazarları kollayarak iş yapmak, bu kadar müze varken bunların değerini bilmeyerek hareket etmek çok yanlış. Bu kadar sanatçının değerini bilmemek ise felaket. Dışarıdaki sanat adamlarına kompliman üstüne kompliman yapıp, kendi sanatçılarına cellat gibi davranmak olmaz.”

Türkiye’de sanat yapmak zor

“Bir tablo, işleyen bütün kısımları eğitimli bir göz tarafından anlaşılabilen bir makinadır…” der Baudelaire. Aynı şey Balkan Naci’nin sergi düzenlemeleri için de söylenebilir. Sergi mekânını, eserlerin birbiriyle ilişkisini en baştan ve hassas bir biçimde kurgular. Çoğunlukla da kâh cüretkâr kâh bilge tavırlı bir anlatıdır orada sizi bekleyen…

Bağlamı kavramak, ilintileri kurmak, göndermeleri fark edip her şeyi birleştirmek hem entelektüel bir arka plan hem de yoğun bir dikkat enerjisi gerektirir. Şu paradoksun başından itibaren farkındadır sanatçı:

“Türkiye’de sanat yapmak çok zor; hem belli bir birikimi olmayan, hem de kendi kültürü ile bağları çeşitli nedenlerle örselenmiş bir toplum içinde sanat yapıyoruz. Onların kavrayışları düzeyinde sanat yaparsanız siz tatmin olmuyorsunuz, kendi hissettiklerinizi yaparsanız da aradaki fark açılıyor. Yaptıklarınızı bir de tercüme etmek zorunda kalıyorsunuz.”

Sergi düzenini bir anlatı gibi kurmak belki de sanatçıyı bu tercüme angaryasından kurtarma yönünde atılmış bir adım, bir umuttur. Yine de sanatın temelinde bulunan şaşırtma, oyun, yadırgatma, şok deneyimi üretme gibi asal niteliklerden taviz vermez. Buna gönül indirmez.

Ateşkuşu döngüsü

Elli yılı aşan sanat yaşamına, üretim süreçlerine, temalarına, işlerine şöyle kuş bakışıyla baktığımızda karşımıza spiral yahut döngüsel bir çevrim çıkar. Yaptığı her atılım, her yenilik; köklerini, başlangıç tohumlarını daha önceki işlerinde bulur. Değişim kendi içinden çıkarır kaynağını hep. Kendine iman ve yeteneğine sadakat, ancak güçlü bir sanatçının başarabileceği varoluş biçimidir. Risk alan ve kendini sürekli yıkıp yeniden yapan bir ateşkuşu döngüsü… Bunu da son derece özgüvenli bir biçimde anlatır Balkan Naci:

“Hani derler ya, “Balkan Naci çok farklı şeyler yapıyor”. Çok yanlış bir saptama. Çok farklı şeyler yapıyor görünüyorum, ama izlek olarak, tematik olarak baktığınız zaman, hep belli temaların yeni anlatımlarla, yeni ifadelerle sürdürüldüğünü görürsünüz… Bir anlamda ben, kendi post-modernizmimi yapıyorum. Yani hiçbir dönemim bitirilmiş, noktalanmış şeyler değildir. Hepsi başka bir vizyonla tekrar gündeme girebilir süreç içinde. Bunlar benim demirbaş işlerim. Çünkü Türk Resmi’nde hiç görülmemiş bir şey yaptım. Artık bunu söylüyorum, vurgulamak durumundayım. Türk Resmi’nde konseptüel bir çizgiyi, ilk sergisinden bu yana çok farklı biçimlerde, elemanlarla sürdürebilmiş bir sanatçıyım. Bunu birçok riski göze alarak başardım. Çok sevildiğim dönemlerimi geride bıraktım. O dönemlere hayran olanları hayal kırıklığına uğrattım. Hatta kızdırdım. Bu işin PR’ını yapan galericilerle aramızın bozulmasına rıza gösterdim. Bütün bunları sırf özgürlüğüm için yaptım.”

İnsanın, insanlığın o uzun yeryüzü macerasında Balkan Naci’nin dikkati, sürekli zamanın duyularımıza vurduğu o tuhaf damga’nın üzerindedir. Bu da onu, yolunu yine Baudelaire’in bir başka tasvirine çıkarır ve yazı bu alıntıyla tamamlanır:

“… hâl ve tavır ressamının karma bir dehaya sahip olması, yani güçlü bir edebi unsur barındırması [gerekir]… Kimi zaman şairdir, sıklıkla romancıya ya da meselciye yaklaşır; geçmekte olan anın, o anın barındırdığı bütün sonsuzluk unsurlarının ressamıdır o.”

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 6 Mayıs 2022’de yayımlanmıştır.

Vural Bahadır Bayrıl
Vural Bahadır Bayrıl
W. B. BAYRIL (Vural Bahadır Bayrıl) – Şair, yazar ve reklamcı. 14 Nisan 1962’de Manisa’da doğdu. bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ismiyle eğitimine devam eden İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Temel Sanat ve Bilimler Bölümü’nü bitirdi. Reklamcılığa başladı. 1986 yılında Şiir Atı Yayıncılık’ı kurdu. İlk yazısı 1982 yılında yayınlandı. Şiirleri, yazıları ve röportajları Şiir Atı, Est&Non Birikimler, Rind, Mühür, Üç Çiçek, Kaşgar, Sombahar, Gösteri gibi dergilerde yayınlandı. Ayrıca Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Zaman gibi gazetelerde yazıları ve söyleşileri çıktı. 1983’te Yarın Dergisi Genç Eleştirmenler Yarışması’nda mansiyon, 1986’da Anka Sanat Vakfı Şiir Yarışması’nda (Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı, Hulki Aktunç, Şavkar Altınel ile birlikte) mansiyon, 1992 yılında Melek Geçti adlı yapıtıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü, 2000 yılında ise Şer Cisimler kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği’nin Yılın Şiir Kitabı ödülü aldı. Başlıca eserleri: Melek Geçti (Şiir Atı, 1992), Arzuda Tenha (Mühür, 2009), Elmas Sıkıntı (Mühür, 2016), Her Zaman Şiir (Mühür, 2017)

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Balkan Naci İslimyeli’ni farklı kılan neydi?

Yakın zamanda kaybettiğimiz Balkan Naci İslimyeli, değerli bir akademisyen, öncü, bol ödüllü ve çok yönlü bir sanatçıydı. Resim, şiir, hikâye, fotoğraf, heykel, aforizmalar, sinema, moda… Liste böyle uzayıp gider. Yazı ve Dil ile bu kadar hemhâl olmuş başka bir Türk ressamına bir daha ne zaman denk geliriz kim bilir? W. B. Bayrıl yazdı.

Balkan Naci’nin sanatsal üretimi üzerine bir tefekkür alanı kurmak için en iyi başlangıç Baudelaire’in şu sözüdür kanımca: “…çünkü neredeyse bütün özgünlüğümüz zamanın duyularımıza vurduğu damgadan kaynaklanır.”

Geniş, ama sürekli birbirini besleyen alanlarda varolur Balkan Naci’nin sanatsal üretimi zira. Batılıların hani şu inter-disipliner diye tanımladığı türden. Rönesans’ın ürettiği sanatçı tipolojisinin günümüze yansımasıdır aslında tavrı. Disiplinler arasında akar gibi gezinir. Yazı, resim, şiir, fotoğraf, heykel, aforizmalar, sinema, moda, liste böyle uzar gider. Teknikler, ortamlar (kolaj, yağlıboya, pastel, mixed media, giysi tasarımı vb.) sınırlamaz yaratma içgüdüsünü. Tür’ün sınırlarına geldiğinde orada takılıp kalmaz. Üzerinden atlar. Kolayca ve yırtıcı bir hamle ile. Kendi yarattığı alanı, terk etmeyi, alaşağı etmeyi bir an tereddüt etmeden gerçekleştirir. Mesela sanat tarihinde üç ayrı kategori olan portre, peyzaj ve natürmortları aynı tuvalde buluşturmaktan çekinmez. Böylece kategorizasyonu kırar. Bizi kategorileri sorgulamaya, ön kabullerimizi bir kez daha düşünmeye çağırır.

Biçim yoluyla düşünmek

Öncelik her zaman düşünce ve bağlamdadır Balkan Naci’nin üretiminde. Malzeme, ortam sonra gelir. Bir röportajında bunun altını güçlü bir biçimde çizer: “Sanat benim için biçim yoluyla düşünmektir.”

Bizim alıştığımız, düşünmenin kavramlar, kelimeler, kabaca Dil ile yapılan bir şey olduğudur. Tersine çevirir bu bakış açısını Balkan Naci, biçimi önceler. Sanatta anlamın ancak biçimde tecelli edeceğini, kendi varlık alanını bulacağını bilir. Eser bir kez ondan kopup kendini seyre açtığında, izleyicinin zihninde çoğalacağını, çoğaldıkça da yeni anlam katmanlarına doğru izleyeni bir yolculuğa çıkaracağını, çıkarması gerektiğini ima eder.

Hazır, kolayca tüketilebilecek bağlamlardansa, girdaplar gibi iç içe halkalardan oluşan görsel bir uzam inşa eder. İzleyiciyi rahat bırakmaz. Zihinsel enerji talep eder. Seyir zevki, renklerden oluşan bir haz şöleni sunmaz. Kimi sergileri, işleri, renk bile olmayan, ressamlar tarafından renk olarak kabul edilmeyen siyah beyaz hâkimiyetindedir. Yalınlıktan hiç korkmaz. Nesnenin çağırma gücünü, muhayyile ile kurduğu bağları önemser. Bu ise bizi malzeme konusunda düşünmeye iter.

Bir ressamın malzemesi ile kurduğu ilişki ne türden bir ilişkidir? Şöyle tarif eder: “Benim için gerçekleştirme süreci kolaydır çünkü malzeme ile çok iyi bir ilişkim vardır. Onu nasıl eğip bükeceğimi, ona derdimi nasıl anlatacağımı bilirim. Malzeme, ruhu olan bir şeydir, suyuna giderseniz size çok olumlu yanıtlar verir.”

Suya Çizilmiş Şeyler

Öte yandan elbette, Türk resminde Balkan Naci kadar Dil ile iç içe yaşayan bir başka ressam yoktur benim bildiğim. Sergilerine verdiği isimleri sıralarsak, ne dediğimiz daha netleşecektir: Suya Çizilmiş Şeyler, Bir Yıkımın Mimarisi, Gece Yüzleri/Gezginler, Pentimentolar, Sahipler, Deli Gömleği, Sır, İz, Söz, Suç, Suret, Matah, Zifir, Hava/Su/Toprak/Ateş, Kara Tahta, Sahipsiz Gölgeler, Déjà Vu, Kosmos ve Toz… Hepsi tek başına bir kitap, bir şiir, bir film ismi olacak kadar güçlü kelimeler. Aynı zamanda bizi tefekkür’e yönlendiren evrensel metaforlardır da bunlar.

Geniş anlamsal alanlara açılan, birbiri üzerine binmiş ve dahası geçitler, kapılar gibi sürekli birbirini çağıran, ima eden anlam katmanları bize duyuran. Balkan Naci’nin dil ve yazı ile kurduğu ilişki Türk resmini şöyle bir düşündüğümüzde, benzersizdir. Sır sergisi örneğin, tümüyle yazı üzerine kurulmuştur neredeyse… Okunaksız bir yazı. Sonra sergi kataloglarındaki şiirler, aforizmalar, serginin bağlamını kuran metinler, hikâyeler, hepsi son derece nitelikli, derinlikli ve bilgece yazılmış parçalardır. Dahası şiir ve öyküleriyle Dost, Oluşum, Yazı, Gösteri, Argos, Kitaplık gibi dergilerde de sık sık yer almıştır Balkan Naci. Yazı ve Dil ile bu kadar hemhâl olmuş başka bir Türk ressamına bir daha ne zaman denk geliriz kim bilir?

Yerelden evrensele…

Baştan beri sorgulayıcı olmuştur Balkan Naci’nin sanatsal tavrı. Bize evrensel ve yanılmaz bir gerçek, üstün bir tekillik olarak sunulan Batı Avrupa merkezli resim sanatını yine o sanatın temel kavramları, bakış açıları, önerme ile tekliflerini değişmez ve mutlaka uyulması gereken direktifler diye görmemiştir. Kendi sanatsal çabasını bir diyaloji olarak sürdürmeyi seçmiştir. İlk eserlerindeki ulusal, yerel alegoriden başlayarak kademe kademe yükselen evrensel bir diyalojik söyleşim alanı olarak kurmuştur kendi görsel evrenini.

Birçok Türk ressamı farkında bile olmadan adeta gönüllü olarak kendi toplumuna, kendi gerçekliğine bir oryantalist gibi bakarken, o bu tavrı, bakış açısını, zihniyeti sürekli sorgulamıştır. Ya o / ya bu dikatomisine, dayatmasına, hem o / hem öteki anlayışıyla karşı çıkmıştır. Tarihsel ve kültürel konumumuzun bu olduğu ve bunu kucaklamanın bizi zenginleştireceğinin bilincindedir çünkü. Dahası özgünlüğün, biricik olmanın ancak buradan gelebileceğinin farkındadır. Taklit, özenme, içi boş ikinci el türetimler, versiyonlar üretmeyi engelleyecek bir sanatçı tutumu, ahlakı önermiştir. Postmodern kültür endüstrisinin gerek piyasa yapıcıları gerekse sanat memurları (artokratlar) eliyle sanatçıya dayattığı lüks meta üreticisi olma konumunu hem işleriyle hem de sağlam teorik argümanlarla sürekli eleştirmiştir.

İşte kendisiyle yapılan söyleşiden kulaklara küpe olacak bir parça:

“Çünkü bu coğrafya evrensel bir coğrafya, biz istesek de lokal olamayız. Bizim altımızda Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı var. Doğu ve Batı’nın en nadide buluşma noktasındayız. Bu coğrafyada güvensiz, ezik kalmak hâlâ dışarıdaki pazarları kollayarak iş yapmak, bu kadar müze varken bunların değerini bilmeyerek hareket etmek çok yanlış. Bu kadar sanatçının değerini bilmemek ise felaket. Dışarıdaki sanat adamlarına kompliman üstüne kompliman yapıp, kendi sanatçılarına cellat gibi davranmak olmaz.”

Türkiye’de sanat yapmak zor

“Bir tablo, işleyen bütün kısımları eğitimli bir göz tarafından anlaşılabilen bir makinadır…” der Baudelaire. Aynı şey Balkan Naci’nin sergi düzenlemeleri için de söylenebilir. Sergi mekânını, eserlerin birbiriyle ilişkisini en baştan ve hassas bir biçimde kurgular. Çoğunlukla da kâh cüretkâr kâh bilge tavırlı bir anlatıdır orada sizi bekleyen…

Bağlamı kavramak, ilintileri kurmak, göndermeleri fark edip her şeyi birleştirmek hem entelektüel bir arka plan hem de yoğun bir dikkat enerjisi gerektirir. Şu paradoksun başından itibaren farkındadır sanatçı:

“Türkiye’de sanat yapmak çok zor; hem belli bir birikimi olmayan, hem de kendi kültürü ile bağları çeşitli nedenlerle örselenmiş bir toplum içinde sanat yapıyoruz. Onların kavrayışları düzeyinde sanat yaparsanız siz tatmin olmuyorsunuz, kendi hissettiklerinizi yaparsanız da aradaki fark açılıyor. Yaptıklarınızı bir de tercüme etmek zorunda kalıyorsunuz.”

Sergi düzenini bir anlatı gibi kurmak belki de sanatçıyı bu tercüme angaryasından kurtarma yönünde atılmış bir adım, bir umuttur. Yine de sanatın temelinde bulunan şaşırtma, oyun, yadırgatma, şok deneyimi üretme gibi asal niteliklerden taviz vermez. Buna gönül indirmez.

Ateşkuşu döngüsü

Elli yılı aşan sanat yaşamına, üretim süreçlerine, temalarına, işlerine şöyle kuş bakışıyla baktığımızda karşımıza spiral yahut döngüsel bir çevrim çıkar. Yaptığı her atılım, her yenilik; köklerini, başlangıç tohumlarını daha önceki işlerinde bulur. Değişim kendi içinden çıkarır kaynağını hep. Kendine iman ve yeteneğine sadakat, ancak güçlü bir sanatçının başarabileceği varoluş biçimidir. Risk alan ve kendini sürekli yıkıp yeniden yapan bir ateşkuşu döngüsü… Bunu da son derece özgüvenli bir biçimde anlatır Balkan Naci:

“Hani derler ya, “Balkan Naci çok farklı şeyler yapıyor”. Çok yanlış bir saptama. Çok farklı şeyler yapıyor görünüyorum, ama izlek olarak, tematik olarak baktığınız zaman, hep belli temaların yeni anlatımlarla, yeni ifadelerle sürdürüldüğünü görürsünüz… Bir anlamda ben, kendi post-modernizmimi yapıyorum. Yani hiçbir dönemim bitirilmiş, noktalanmış şeyler değildir. Hepsi başka bir vizyonla tekrar gündeme girebilir süreç içinde. Bunlar benim demirbaş işlerim. Çünkü Türk Resmi’nde hiç görülmemiş bir şey yaptım. Artık bunu söylüyorum, vurgulamak durumundayım. Türk Resmi’nde konseptüel bir çizgiyi, ilk sergisinden bu yana çok farklı biçimlerde, elemanlarla sürdürebilmiş bir sanatçıyım. Bunu birçok riski göze alarak başardım. Çok sevildiğim dönemlerimi geride bıraktım. O dönemlere hayran olanları hayal kırıklığına uğrattım. Hatta kızdırdım. Bu işin PR’ını yapan galericilerle aramızın bozulmasına rıza gösterdim. Bütün bunları sırf özgürlüğüm için yaptım.”

İnsanın, insanlığın o uzun yeryüzü macerasında Balkan Naci’nin dikkati, sürekli zamanın duyularımıza vurduğu o tuhaf damga’nın üzerindedir. Bu da onu, yolunu yine Baudelaire’in bir başka tasvirine çıkarır ve yazı bu alıntıyla tamamlanır:

“… hâl ve tavır ressamının karma bir dehaya sahip olması, yani güçlü bir edebi unsur barındırması [gerekir]… Kimi zaman şairdir, sıklıkla romancıya ya da meselciye yaklaşır; geçmekte olan anın, o anın barındırdığı bütün sonsuzluk unsurlarının ressamıdır o.”

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 6 Mayıs 2022’de yayımlanmıştır.

Vural Bahadır Bayrıl
Vural Bahadır Bayrıl
W. B. BAYRIL (Vural Bahadır Bayrıl) – Şair, yazar ve reklamcı. 14 Nisan 1962’de Manisa’da doğdu. bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ismiyle eğitimine devam eden İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Temel Sanat ve Bilimler Bölümü’nü bitirdi. Reklamcılığa başladı. 1986 yılında Şiir Atı Yayıncılık’ı kurdu. İlk yazısı 1982 yılında yayınlandı. Şiirleri, yazıları ve röportajları Şiir Atı, Est&Non Birikimler, Rind, Mühür, Üç Çiçek, Kaşgar, Sombahar, Gösteri gibi dergilerde yayınlandı. Ayrıca Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Zaman gibi gazetelerde yazıları ve söyleşileri çıktı. 1983’te Yarın Dergisi Genç Eleştirmenler Yarışması’nda mansiyon, 1986’da Anka Sanat Vakfı Şiir Yarışması’nda (Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı, Hulki Aktunç, Şavkar Altınel ile birlikte) mansiyon, 1992 yılında Melek Geçti adlı yapıtıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü, 2000 yılında ise Şer Cisimler kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği’nin Yılın Şiir Kitabı ödülü aldı. Başlıca eserleri: Melek Geçti (Şiir Atı, 1992), Arzuda Tenha (Mühür, 2009), Elmas Sıkıntı (Mühür, 2016), Her Zaman Şiir (Mühür, 2017)

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x