Dergicilikte son durak – birer birer çekiliyorlar hayatımızdan!

Dergâh dergisi, kâğıt sektöründe yaşanan kriz sebebiyle yayınlarına “ara vermek” zorunda kaldığını duyurdu. Peşi sıra Varlık dergisinin açıklaması geldi: Şartlar zor, ama yolumuza devam ediyoruz. Tiraj kaybı, kimlik kaygısı, dijital yayıncılık, metaverse derken, dergicilikte bir dönemin sonuna mı gelindi? Yeşim Ağaoğlu yazdı.

1976’da yayınlanmaya başlayan Türkiye Yazıları dergisinin Yazı İşleri Müdürü Ahmet Say, “Evet, kapattım dergiyi, neden çıkaracaksın? Edebiyata getirip bir şeyler söylemeye çalışınca itiyle mitiyle mi uğraşacaksın? En kötü sansür, oto sansürdür. Kendimi sansür etmemek için kapattım dergiyi.”[efn_note]29 Ocak 2021 tarihli Gazete Oksijen, “45 yıllık mektubun hatırlattığı miras”, İlke Gürsoy[/efn_note] demiş derginin kapanmasıyla ilgili olarak. O dergi ki, Ankara’da aylık olarak çıkıyor ve kuruluşunda Cemal Süreya, Demir Özlü, Ali Püsküllüoğlu, Ömer Ünalan gibi yazın dünyasının tanınmış isimleri yer alıyordu. Adalet Ağaoğlu, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Muzaffer İzgü, Cahit Külebi, İlhan Erdost, Ahmet Arif gibi önemli edebiyaçılar da ürünleriyle katkıda bulunuyorlardı. 80’lerin başındaki olağanüstü siyasi ortama karşın dergi, kültür ve sanat odaklı kalmaya devam etmiş, ancak 83’de kapanmıştı.

Ahmet Say’ın söylediklerine bakılırsa, derginin kapanma nedeni, ülkenin içinde bulunduğu politik ortam. Dergiler zaten ya politik ya da ekonomik nedenlerle kapanıyor. Bazen de ikisi birden sebep oluyor kapanmaya… Aslında bu nedenleri birbirinden ayırt etmek öyle zor ki…

Piyanist ve besteci Fazıl Say’ın babası Ahmet Say, Edebiyatçılar Derneği kurucu üyelerindendir. Müzik eğitimcisi ve ödüllü Kocakurt romanının yazarıdır.

Genelleyecek olursak edebiyat, kültür ve fikir dergilerini gelişigüzel üç grupta toplayabiliriz: Bağımsız girişimler olarak, çoğu zaman bir şairin ya da yazarın yazın dünyasından dostlarıyla dayanışma içinde çıkardığı dergiler; sermaye olarak arkasında daha çok büyük gazete ve yayınevlerinin olduğu “kurumsallaşmış” dergiler; ve tamamen amatörce (hem ruh hem de görsel olarak vb.) çıkan fanzin dediğimiz yayınlar…

Yıldız şairler – klikleşmiş dergiler – yüksek edebiyat

90’lı yıllara gelinceye değin özellikle ilk iki grupta andığım dergilerin her ikisinin de ortak noktalarının popülerlikten uzak, ciddi, edebiyat ağırlıklı, kendi yazar ve okur kitlesini oluşturmuş, yetenekli bile olsa her başvuran yazarın kolayca ürünlerini göstermesine olanak sağlamayan, görece olarak “klikleşmiş” dergilerdir. Çoğu lokomotif görevi gören yazar ve şairlerle yürür. Hemen her sayıda bir “yıldız” şair ve yazar yer alır. “Yüksek edebiyat” diyebileceğimiz bir işleyişe sahiptir.

Cemal Süreya, 4 Kasım 1976’da, İstanbul’dan Ankara’ya Ahmet Say’a bir mektup göndermiş. Mektubun bir bölümü şöyle:

“Ahmet Arif bu sayıya iki sütunluk bir yazı verse, İlhan Erdost da yazsa aklımdaki dergi bütünleşmiş oluyor. Ondan sonra rahatça bir sürü b..tan yazarı da bassak önemli değil. Kural, ‘Kötü yazarlar dergiler için vazgeçilmezdir.’”

Cemal Süreya (solda), Tomris Uyar (ortada) ve Yusuf Atılgan (sağda)

Aslında, bağımsız diyebileceğimiz fanzinler bile bir yönleriyle böyledir. Onlar da yakın arkadaş çevreleriyle bir araya gelerek kendi yazıları ve çokça da şiirlerini, fikirlerini fotokopi yoluyla çoğaltıp yayan yapılardırlar.

Popüler olanla olmayan arasında ayrım yapmamak

Hepimizin çok iyi bildiği Milliyet Sanat dergisinden söz etmek istiyorum biraz. Bu dergi, Milliyet Yayın Grubu tarafından çıkartılan bir kültür ve sanat dergisi. Abdi İpekçi’nin gazetenin eki olarak verdiği bir dergiydi başlarda (1972); sonra haftalık olarak yayınlandı (1974) ve nihayetinde de aylık süreli yayına dönüştü (1980).

Ercüment Karacan sahibi, Abdi İpekçi Genel Yayın Müdürü, Atilla Akal da Yazı İşleri Müdürü idi. Dergide edebiyat, müzik, tiyatro, resim, sinema ağırlıklı olmak üzere bütün sanatlara yer verildi.

Yönetmenliğini uzun yıllar Zeynep Oral yaptıktan sonra görevi Tuğrul Eryılmaz üstlendi (2001) ve dergi neredeyse baştan sona değişti!

Milliyet Sanat, popüler olanla olmayan arasında ayrım yapmayan sanat ve kültür dergisi” mottosuyla çıkmaya başladı. Hatta bu değişim, ilk sayının kapağına şarkıcı Tarkan’ın fotoğrafının konmasına kadar gitti. Buna eski okurlardan çok büyük tepkiler gelirken, bir yandan da yeni okur kitlesini katlanarak arttırdı.

Farklı zamanlarda çıkmış Milliyet Sanat’ın kapakları dahi yayın politikasındaki değişimi/dönüşümü belli ediyor.

Hürriyet Gösteri – yayın politikası pek değişmeyen dergi

İlk gençlik yıllarımdan beri (o zamanlar belki de sezgisel olarak) birçok yönüyle Milliyet Sanat dergisine benzettiğim bir başka dergi de Doğan Yayın Grubu’na ait Hürriyet gazetesinin desteğiyle çıkan Gösteri

Aralık 1980’den beri yayınlanan ve kurulduğundan beri Doğan Hızlan’ın yönetiminde olan dergi, Milliyet Sanat’ın aksine, 1980’den günümüze (3 ayda bir çıkıyor) hiç değişmeyen Genel Yayın Yönetmeni ve yine 83’de dergide çalışmaya başlayan ve 88’den beri derginin sorumlu Yazı İşleri Müdürü olan Hami Çağdaş ile birlikte varlığını devam ettiriyor.

O zamandan bu yana yayın politikasında çok fazla bir değişikliğe gitmeyen dergi, Milliyet Sanat dergisinde yapılan bu köklü değişiklik nedeniyle de ayrışıyor.

Milliyet Sanat’daki yönetim kadrosunun değişikliği ile birlikte görsellikten içeriye değin yapılmış olan bu “radikal” değişim bana sorarsanız sonradan çıkacak olan ve günümüzde benzer örneklerine çokça rastladığımız çok satan, popüler kültür sanat ve edebiyat dergilerinin de bir başlangıcı, yol açıcısı olmuştur.

Dergâh – Mondros Mütarekesi yıllarında kuruldu

Gelelim günümüze… Son günlerde ülkenin en köklü kültür ve edebiyat dergilerinin yayınlarına ya ara verme yoluna gittiklerini ya da çeşitli zorluklar içinde çıktıklarını öğreniyoruz.

Örneğin, Dergâh dergisi, Yahya Kemal tarafından Mondoros Mütarekesi yıllarında kurulan bir edebiyat dergisi. Kadrosunda Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Ahmet Kutsi Tecer, Abdülhalk Şinasi Hisar gibi isimlerin bulunduğu… İlk sayısı 1918’de yayınlanmış olup sorumlu Müdürü Mustafa Nihat Özön.

Bu dergi, 15 Nisan 1921 – 5 Ocak 1923 tarihleri arasında on beş günde bir olmak üzere toplam kırk iki sayı çıktı. Yıllar sonra, 1990’da, aynı adla bir başka dergi yayın hayatına atılıyor. Bu kez, Ezel Elverdi yönetiminde ve Mustafa Kutlu editörlüğünde çıkıyor. 90’lı yıllar boyunca İsmail Kara ve İsmet Özel’in düz yazılarıyla belli bir kesime ait edebi bir çevre yaratıyor. Derginin editörlüğünü 2016’dan itibaren Ali Ayçil üstleniyor.

İşte bu dergi, yakın zamanda kâğıt sektöründe yaşanan kriz nedeniyle 385’inci sayısına ulaştıktan sonra yayınlarına “ara vermek” zorunda kaldıklarını açıkladı bir duyuruyla.

384’üncü sayıyı takiben Dergâh dergisi yayınına “ara verdiğini” açıkladı.

O açıklamayı takiben ‘edebiyatımızın amiral gemisi’ olan Varlık dergisinden de bir açıklama geldi: Şartlar zor, ama biz yolumuza devam ediyoruz.

Bir benzer açıklama da Notos edebiyat dergisinden… 15 yıldır iki ayda bir yayınlanan derginin son sayısının (Ocak-Şubat) “şimdilik” Mart-Nisan’a ötelendiği duyuruldu.

Dergilerde yaprak dökümü – korona – küresel kaos

Cumhuriyet tarihinin belki de en derin ekonomik buhranlarından birini yaşıyor olmamızın yukarıda sözünü ettiğimiz durumlarla elbette doğrudan ilişkisi bulunmuyor. Bu ekonomik krizin iç politikayla ilgili yanları olduğu gibi küresel kaos ve malum, adına Covid-19 ya da korona dediğimiz büyük salgınla da doğrudan bir bağı var.

Ancak salgından dolayı gittikçe derinleşen ekonomik kriz öncesinde de yayıncılık zor durumdaydı. Bugün olduğu kadar belirgin değildi sadece.

Elbette 1936 yılında kurulan Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları A.Ş., yani SEKA’nın 1991 yılında özelleştirme kapsamına alınıp. 2005 yılında da tamamen kapatılması, hiç kuşkusuz sıkıntıların en büyüğüne sebep oldu. Dolayısıyla da Dolar ve Euro’nun önlenemez artışından yayıncılık da etkilenmeye başladı.

Ancak, SEKA kapatılırken, işçiler işten çıkarılırken yayıncılar buna karşın nasıl bir tavır almış olabilir, hiç düşündünüz mü? Bu, araştırılması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir konu bence.

1936’da İzmit’te kurulan SEKA, ülkenin “medeniyet hamuru” kabul ediliyordu. Fotoğraf AA (Arşiv)

5 liraya üretilen kitap şimdi 10 liraya üretiliyor

Geçen yıl, tek bir kitabın maliyeti 5 TL iken bu yıl neredeyse iki katına çıkmış durumda. Bu nedenle de bazı yayınevleri giderek daha az kitap basıyor. Hatta peşin para olsa bile piyasada artık kâğıt bulunamadığından yakınan yayıncılar olduğunu okuyoruz, duyuyoruz. Çünkü ithalatçılar oynak döviz piyasası yüzünden kâğıt satmaktan kaçınıyorlar. Avrupa’daki kâğıt üreticileri de Türkiye’ye artık istenildiği kadar kâğıt göndermiyor.

Ancak, tüm bu yukarıda sözünü ettiğimiz çok önemli ve yeterli sayılabilecek nedenlerin yanısıra, bana kalırsa bu yaşananların içinde bulunduğumuz “çağın ruhu”ndan kaynaklanan yanları da var!

Şöyle ki: Kimler edebiyat ve kültür dergilerini izliyor, diye soracak olursak, bulacağımız yanıtlar konumuza farklı bir ışık tutabilir. Öncelikle hepimizin bildiği gibi, çoğu kültür dergilerinin izleyicileri, alıcıları, aslında kendileri de yazı yazan, ürün veren insanlar ya da Türkçe ve Edebiyat öğretmenleri, edebiyatseverler. Bu düşünen, yazan insanlar bir yandan diğerlerinin yazdıklarını merak ederken, diğer yandan edebiyat tutkusu, aidiyet duygusu, belki de kimi zaman heves gibi nedenlerle bu dergileri alıp okuyorlar.

Genç kuşağın matbu dergilerle gönül bağı yok

Özellikle öteden beri gelen, böyle bir alışkanlığı olan, kemikleşmiş ve kendini bu ortamda ifade etmeye çalışan bir orta kuşak okur-yazar var. Bir de arkadan gelen edebiyat tutkunu ya da heveskâr genç bir kuşak var elbette. Aslında, bu genç kuşağın geleneksel olarak matbu dergilerle böyle bir gönül bağı bulunmuyor, olmaması da doğal. Onlar Facebook’taki yazıları bile uzun bulup Instagram ve Tik Tok ile ilgileniyorlar.

Matbu, yani basılı dergilere alışık olan, onlarla adeta bir gönül bağı kurmuş olan orta kuşak şair ve yazarlar ise belki de karşılıklı etkileşim (interaktif) olduğu için ve bu deneyimi ilk kez yaşadıklarından hayli çekici gelen Facebook ortamında kendilerine bir yer edindiler. Şiir, kısa öykü, eleştiri, kendileriyle ilgili haberleri paylaşmak, kimi zaman da edebiyat dedikoduları ve tartışmaları vb. gibi çeşitli paylaşımlarda bulunuyorlar.

Gelenekleşen dergiler çıkar mı?

Eskiden de edebiyat dergileri çıkar ve kimisi bazen birkaç sayı çıktıktan sonra bile kapanabilirdi. Ancak bazıları uzun soluklu olurdu. Günümüzde yayın hayatına başlayan dergiler içinden gelenekselleşecek bir dergi çıkar mı, emin değilim!

Fikir, kültür ve sanat dergileri hangi amaçla çıkar ve hangi boşlukları doldurur? Bu mühim.

Elbette bu dergiler bir gereksinimden dolayı yayınlanırlar. Düşünen, yazan, çizen insanların kültüre, sanata, bu tip paylaşımlara duyduğu doğal bir gereksinimden dolayı varlar öncelikle.

Dergilerde eş dost, ahbap kayırma

Doğruyu söylemek gerekirse, bir dergi çıkarmak demek, aynı zamanda bir erke de sahip olmaktır. Sırf bir derginin çeşitli kademelerinde yönetici poziyonunda olduğu için çevrelerinde birçok yazar, şair ve sanatçı da ışığa doğru uçan pervaneler misali kendilerine yönelirler. Elbette, ideal olan bir yöneticinin olabildiğince tarafsız kalarak yazarlardan gelen ürünleri niteliklerine göre değerlendirmesidir. Bu tarafsızlık ne derece uygulanıyor derseniz, ne yazık ki her zaman buna olumlu yanıt vermek olası değil.

Dergilerin uzun yahut kısa ömürlü oluşları zamanın ruhuyla, siyasi, ekonomik, toplumsal nedenlerle ilgili olabilir. Ancak daha çok gençlerin çıkardığı dergilerde karşılaştığımız durum biraz farklı. Onlarda kendini gösterme, kanıtlama önde. Oysa bir dergi çıkarmak, bir fikir ortaya koymak hiç de kolay bir iş değil. Yaşanan türlü hayal kırıklıklarına rağmen çok sabırlı olmak gerekir. Bazen de pes etmek ve vazgeçmek. Çünkü bu tip alanlarda uzun soluklu olabilmek, emek vermeyi, tutkulu, özverili, idealist ve hatta inatçı olmayı gerektirir.

E-yayıncılık – sesli kitap – kâğıt fetişizmi

Özellikle Avrupa, ABD ve Uzakdoğu’da elektronik yayıncılık uzun süredir gündemde. Bizde ise yaygın değil. Pek tutmadı!

Yalnız, kâğıt sıkıntısı, ekonomik kriz gibi nedenlerle artış gösterecek gibi.

Belki e-yayıncılık yaşanan kâğıt krizine bir çözüm olabilir, ancak okuyucuyu dijital yayınlara para vermeye alıştırmak gerekecek. Aynı şekilde reklam verenleri de tabii.

Bir de sesli kitaplar var. Onlarda da artış yaşandığı söyleniyor.

E-dergiciliğin ve yayıncılığın artması elbette ilk etapta basılı yayınları baltalama olasılığı yüksek. Ancak, içlerinde benim de olduğum, hatta yaşa bakmaksızın eskiye, geleneğe, efemeraya düşkün, “kağıt fetişi” olan okurlar da var ki, ne olursa olsun bu tip okurlar sayesinde basılı yayınlar her daim devam edecektir. Sayfalar azalabilir, dergilerin çıkma süreleri uzayabilir, ancak ne kitabın ne de dergiciliğin tamamen sonu gelir.

Nasıl ki, müzikte tek bir tuşla dilediği müziği indirip dinleyebileceği halde binlerce liralar vererek hâlâ 33’lük, 45’lik plaklar peşinde koşan müzikseverler var ise, hatta yeniden pikaplar piyasaya çıkıyor ve yeni plak basımları yapılıyor ise, bırakın plağı, çoğunun küçük gördüğü eski müzik kasetlerinin bile kendi içinde bir piyasası, koleksiyoner kitlesi oluşmuşsa dergiciliğin de sonu elbette gelmez. Çünkü eskiyle yeni daima birlikte yürür ve biz her ikisinden de dileğimiz oranda yararlanırız aslında.

Metaverse – Özgür yayıncılık

Bugün, sanal evren diyebileceğimiz bir “Metaverse” gerçeğinden bahsediliyor. Bu evrende zamansal ve boyutsal yolculukları şimdilik özel bir gözlük yardımıyla çok yakında, belki de birçoğumuz deneyimleyecek. Eminim kimi edebiyatsever de bu sanal evrende, örneğin hayran oldukları bir şairle buluşacak. O şair yıllar önce ölmüş bile olsa onunla sohbet edip birbirlerine şiirlerini okuyabilecekler.

İdeal olan elbette devletin özgür yayıncılık için ortam sağlamasıdır. Ama en gerçekçi olan, yayıncıların birlikte dayanışma içinde olmasıdır. Dergilerin ise dışlayıcı değil, okuyucuyu ve ürününü paylaşmak isteyen gençlere, yazarlara karşı kapsayıcı, kucak açıcı, yüreklendirici olmasıdır.

Sonuç olarak, şunu söyleyebilirim: Her şeye karşın edebiyatseverlerin takip ettikleri, içselleştirdikleri, uzun soluklu dergilerin kapanması ile birlikte özellikle takipçileri açısından neredeyse bir devir de kapanıyor, diyebiliriz. Kendimize yakın bulduğumuz dergiler, o dergiler aracılığı ile kurduğumuz bağlar, anılar belleğimizde eski bir dost, bir sevgili gibi yaşayacaklar. Bu dergiler, yakın tarihimizin tanıkları olarak her zaman başvurabileceğimiz bilge, dağarcığı dolu sevdiğimiz büyüklerimiz gibi bize kalanlar olacak…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 18 Şubat 2022’de yayımlanmıştır.

Yeşim Ağaoğlu
Yeşim Ağaoğlu
Yeşim Ağaoğlu – İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde Arkeoloji ve Sanat Tarihi eğitiminin ardından, yine aynı üniversitenin İletişim Fakültesi’nde Radyo-TV-Sinema bölümünde yüksek lisans yaptı. 1996 yılında UPSD derneğinin düzenlediği “Genç Etkinlik II” sergisinde “şiir enstalasyon”u gerçekleştirdi. Takibinde kişisel ve karma olmak üzere pek çok ulusal ve uluslararası sergilere, bienallere, sanat festivallerine katıldı. Çeşitli sanatçı konaklama programlarında burslu olarak yer aldı. Yurtiçi ve yurtdışındaki birçok katalog ve sanat kitabında çalışmaları bulunmakta… Galerilerin yanı sıra, çeşitli müzelerde de işleri sergilenmekte… Sergi açtığı ülkeler arasında Norveç, Almanya, Avusturya, İtalya, İspanya, Azerbaycan, Gürcistan, Özbekistan, Moskova, Saraybosna, Bulgaristan, Hindistan gibi ülkeler sayılabilir. Öte yandan, ulusal ve uluslararası edebiyat ve şiir festivallerine de katılan Ağaoğlu’nun şiirleri, başta İngilizce, Almanca, İspanyolca, İtalyanca, Japonca, Rusça olmak üzere birçok yabancı dile çevrilmiş. Ve bir dönem Türkiye PEN Yazarlar Derneği’nin Kadın Yazarlar Komitesi Başkanlığını da yapmış.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Dergicilikte son durak – birer birer çekiliyorlar hayatımızdan!

Dergâh dergisi, kâğıt sektöründe yaşanan kriz sebebiyle yayınlarına “ara vermek” zorunda kaldığını duyurdu. Peşi sıra Varlık dergisinin açıklaması geldi: Şartlar zor, ama yolumuza devam ediyoruz. Tiraj kaybı, kimlik kaygısı, dijital yayıncılık, metaverse derken, dergicilikte bir dönemin sonuna mı gelindi? Yeşim Ağaoğlu yazdı.

1976’da yayınlanmaya başlayan Türkiye Yazıları dergisinin Yazı İşleri Müdürü Ahmet Say, “Evet, kapattım dergiyi, neden çıkaracaksın? Edebiyata getirip bir şeyler söylemeye çalışınca itiyle mitiyle mi uğraşacaksın? En kötü sansür, oto sansürdür. Kendimi sansür etmemek için kapattım dergiyi.”[efn_note]29 Ocak 2021 tarihli Gazete Oksijen, “45 yıllık mektubun hatırlattığı miras”, İlke Gürsoy[/efn_note] demiş derginin kapanmasıyla ilgili olarak. O dergi ki, Ankara’da aylık olarak çıkıyor ve kuruluşunda Cemal Süreya, Demir Özlü, Ali Püsküllüoğlu, Ömer Ünalan gibi yazın dünyasının tanınmış isimleri yer alıyordu. Adalet Ağaoğlu, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Muzaffer İzgü, Cahit Külebi, İlhan Erdost, Ahmet Arif gibi önemli edebiyaçılar da ürünleriyle katkıda bulunuyorlardı. 80’lerin başındaki olağanüstü siyasi ortama karşın dergi, kültür ve sanat odaklı kalmaya devam etmiş, ancak 83’de kapanmıştı.

Ahmet Say’ın söylediklerine bakılırsa, derginin kapanma nedeni, ülkenin içinde bulunduğu politik ortam. Dergiler zaten ya politik ya da ekonomik nedenlerle kapanıyor. Bazen de ikisi birden sebep oluyor kapanmaya… Aslında bu nedenleri birbirinden ayırt etmek öyle zor ki…

Piyanist ve besteci Fazıl Say’ın babası Ahmet Say, Edebiyatçılar Derneği kurucu üyelerindendir. Müzik eğitimcisi ve ödüllü Kocakurt romanının yazarıdır.

Genelleyecek olursak edebiyat, kültür ve fikir dergilerini gelişigüzel üç grupta toplayabiliriz: Bağımsız girişimler olarak, çoğu zaman bir şairin ya da yazarın yazın dünyasından dostlarıyla dayanışma içinde çıkardığı dergiler; sermaye olarak arkasında daha çok büyük gazete ve yayınevlerinin olduğu “kurumsallaşmış” dergiler; ve tamamen amatörce (hem ruh hem de görsel olarak vb.) çıkan fanzin dediğimiz yayınlar…

Yıldız şairler – klikleşmiş dergiler – yüksek edebiyat

90’lı yıllara gelinceye değin özellikle ilk iki grupta andığım dergilerin her ikisinin de ortak noktalarının popülerlikten uzak, ciddi, edebiyat ağırlıklı, kendi yazar ve okur kitlesini oluşturmuş, yetenekli bile olsa her başvuran yazarın kolayca ürünlerini göstermesine olanak sağlamayan, görece olarak “klikleşmiş” dergilerdir. Çoğu lokomotif görevi gören yazar ve şairlerle yürür. Hemen her sayıda bir “yıldız” şair ve yazar yer alır. “Yüksek edebiyat” diyebileceğimiz bir işleyişe sahiptir.

Cemal Süreya, 4 Kasım 1976’da, İstanbul’dan Ankara’ya Ahmet Say’a bir mektup göndermiş. Mektubun bir bölümü şöyle:

“Ahmet Arif bu sayıya iki sütunluk bir yazı verse, İlhan Erdost da yazsa aklımdaki dergi bütünleşmiş oluyor. Ondan sonra rahatça bir sürü b..tan yazarı da bassak önemli değil. Kural, ‘Kötü yazarlar dergiler için vazgeçilmezdir.’”

Cemal Süreya (solda), Tomris Uyar (ortada) ve Yusuf Atılgan (sağda)

Aslında, bağımsız diyebileceğimiz fanzinler bile bir yönleriyle böyledir. Onlar da yakın arkadaş çevreleriyle bir araya gelerek kendi yazıları ve çokça da şiirlerini, fikirlerini fotokopi yoluyla çoğaltıp yayan yapılardırlar.

Popüler olanla olmayan arasında ayrım yapmamak

Hepimizin çok iyi bildiği Milliyet Sanat dergisinden söz etmek istiyorum biraz. Bu dergi, Milliyet Yayın Grubu tarafından çıkartılan bir kültür ve sanat dergisi. Abdi İpekçi’nin gazetenin eki olarak verdiği bir dergiydi başlarda (1972); sonra haftalık olarak yayınlandı (1974) ve nihayetinde de aylık süreli yayına dönüştü (1980).

Ercüment Karacan sahibi, Abdi İpekçi Genel Yayın Müdürü, Atilla Akal da Yazı İşleri Müdürü idi. Dergide edebiyat, müzik, tiyatro, resim, sinema ağırlıklı olmak üzere bütün sanatlara yer verildi.

Yönetmenliğini uzun yıllar Zeynep Oral yaptıktan sonra görevi Tuğrul Eryılmaz üstlendi (2001) ve dergi neredeyse baştan sona değişti!

Milliyet Sanat, popüler olanla olmayan arasında ayrım yapmayan sanat ve kültür dergisi” mottosuyla çıkmaya başladı. Hatta bu değişim, ilk sayının kapağına şarkıcı Tarkan’ın fotoğrafının konmasına kadar gitti. Buna eski okurlardan çok büyük tepkiler gelirken, bir yandan da yeni okur kitlesini katlanarak arttırdı.

Farklı zamanlarda çıkmış Milliyet Sanat’ın kapakları dahi yayın politikasındaki değişimi/dönüşümü belli ediyor.

Hürriyet Gösteri – yayın politikası pek değişmeyen dergi

İlk gençlik yıllarımdan beri (o zamanlar belki de sezgisel olarak) birçok yönüyle Milliyet Sanat dergisine benzettiğim bir başka dergi de Doğan Yayın Grubu’na ait Hürriyet gazetesinin desteğiyle çıkan Gösteri

Aralık 1980’den beri yayınlanan ve kurulduğundan beri Doğan Hızlan’ın yönetiminde olan dergi, Milliyet Sanat’ın aksine, 1980’den günümüze (3 ayda bir çıkıyor) hiç değişmeyen Genel Yayın Yönetmeni ve yine 83’de dergide çalışmaya başlayan ve 88’den beri derginin sorumlu Yazı İşleri Müdürü olan Hami Çağdaş ile birlikte varlığını devam ettiriyor.

O zamandan bu yana yayın politikasında çok fazla bir değişikliğe gitmeyen dergi, Milliyet Sanat dergisinde yapılan bu köklü değişiklik nedeniyle de ayrışıyor.

Milliyet Sanat’daki yönetim kadrosunun değişikliği ile birlikte görsellikten içeriye değin yapılmış olan bu “radikal” değişim bana sorarsanız sonradan çıkacak olan ve günümüzde benzer örneklerine çokça rastladığımız çok satan, popüler kültür sanat ve edebiyat dergilerinin de bir başlangıcı, yol açıcısı olmuştur.

Dergâh – Mondros Mütarekesi yıllarında kuruldu

Gelelim günümüze… Son günlerde ülkenin en köklü kültür ve edebiyat dergilerinin yayınlarına ya ara verme yoluna gittiklerini ya da çeşitli zorluklar içinde çıktıklarını öğreniyoruz.

Örneğin, Dergâh dergisi, Yahya Kemal tarafından Mondoros Mütarekesi yıllarında kurulan bir edebiyat dergisi. Kadrosunda Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Ahmet Kutsi Tecer, Abdülhalk Şinasi Hisar gibi isimlerin bulunduğu… İlk sayısı 1918’de yayınlanmış olup sorumlu Müdürü Mustafa Nihat Özön.

Bu dergi, 15 Nisan 1921 – 5 Ocak 1923 tarihleri arasında on beş günde bir olmak üzere toplam kırk iki sayı çıktı. Yıllar sonra, 1990’da, aynı adla bir başka dergi yayın hayatına atılıyor. Bu kez, Ezel Elverdi yönetiminde ve Mustafa Kutlu editörlüğünde çıkıyor. 90’lı yıllar boyunca İsmail Kara ve İsmet Özel’in düz yazılarıyla belli bir kesime ait edebi bir çevre yaratıyor. Derginin editörlüğünü 2016’dan itibaren Ali Ayçil üstleniyor.

İşte bu dergi, yakın zamanda kâğıt sektöründe yaşanan kriz nedeniyle 385’inci sayısına ulaştıktan sonra yayınlarına “ara vermek” zorunda kaldıklarını açıkladı bir duyuruyla.

384’üncü sayıyı takiben Dergâh dergisi yayınına “ara verdiğini” açıkladı.

O açıklamayı takiben ‘edebiyatımızın amiral gemisi’ olan Varlık dergisinden de bir açıklama geldi: Şartlar zor, ama biz yolumuza devam ediyoruz.

Bir benzer açıklama da Notos edebiyat dergisinden… 15 yıldır iki ayda bir yayınlanan derginin son sayısının (Ocak-Şubat) “şimdilik” Mart-Nisan’a ötelendiği duyuruldu.

Dergilerde yaprak dökümü – korona – küresel kaos

Cumhuriyet tarihinin belki de en derin ekonomik buhranlarından birini yaşıyor olmamızın yukarıda sözünü ettiğimiz durumlarla elbette doğrudan ilişkisi bulunmuyor. Bu ekonomik krizin iç politikayla ilgili yanları olduğu gibi küresel kaos ve malum, adına Covid-19 ya da korona dediğimiz büyük salgınla da doğrudan bir bağı var.

Ancak salgından dolayı gittikçe derinleşen ekonomik kriz öncesinde de yayıncılık zor durumdaydı. Bugün olduğu kadar belirgin değildi sadece.

Elbette 1936 yılında kurulan Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları A.Ş., yani SEKA’nın 1991 yılında özelleştirme kapsamına alınıp. 2005 yılında da tamamen kapatılması, hiç kuşkusuz sıkıntıların en büyüğüne sebep oldu. Dolayısıyla da Dolar ve Euro’nun önlenemez artışından yayıncılık da etkilenmeye başladı.

Ancak, SEKA kapatılırken, işçiler işten çıkarılırken yayıncılar buna karşın nasıl bir tavır almış olabilir, hiç düşündünüz mü? Bu, araştırılması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir konu bence.

1936’da İzmit’te kurulan SEKA, ülkenin “medeniyet hamuru” kabul ediliyordu. Fotoğraf AA (Arşiv)

5 liraya üretilen kitap şimdi 10 liraya üretiliyor

Geçen yıl, tek bir kitabın maliyeti 5 TL iken bu yıl neredeyse iki katına çıkmış durumda. Bu nedenle de bazı yayınevleri giderek daha az kitap basıyor. Hatta peşin para olsa bile piyasada artık kâğıt bulunamadığından yakınan yayıncılar olduğunu okuyoruz, duyuyoruz. Çünkü ithalatçılar oynak döviz piyasası yüzünden kâğıt satmaktan kaçınıyorlar. Avrupa’daki kâğıt üreticileri de Türkiye’ye artık istenildiği kadar kâğıt göndermiyor.

Ancak, tüm bu yukarıda sözünü ettiğimiz çok önemli ve yeterli sayılabilecek nedenlerin yanısıra, bana kalırsa bu yaşananların içinde bulunduğumuz “çağın ruhu”ndan kaynaklanan yanları da var!

Şöyle ki: Kimler edebiyat ve kültür dergilerini izliyor, diye soracak olursak, bulacağımız yanıtlar konumuza farklı bir ışık tutabilir. Öncelikle hepimizin bildiği gibi, çoğu kültür dergilerinin izleyicileri, alıcıları, aslında kendileri de yazı yazan, ürün veren insanlar ya da Türkçe ve Edebiyat öğretmenleri, edebiyatseverler. Bu düşünen, yazan insanlar bir yandan diğerlerinin yazdıklarını merak ederken, diğer yandan edebiyat tutkusu, aidiyet duygusu, belki de kimi zaman heves gibi nedenlerle bu dergileri alıp okuyorlar.

Genç kuşağın matbu dergilerle gönül bağı yok

Özellikle öteden beri gelen, böyle bir alışkanlığı olan, kemikleşmiş ve kendini bu ortamda ifade etmeye çalışan bir orta kuşak okur-yazar var. Bir de arkadan gelen edebiyat tutkunu ya da heveskâr genç bir kuşak var elbette. Aslında, bu genç kuşağın geleneksel olarak matbu dergilerle böyle bir gönül bağı bulunmuyor, olmaması da doğal. Onlar Facebook’taki yazıları bile uzun bulup Instagram ve Tik Tok ile ilgileniyorlar.

Matbu, yani basılı dergilere alışık olan, onlarla adeta bir gönül bağı kurmuş olan orta kuşak şair ve yazarlar ise belki de karşılıklı etkileşim (interaktif) olduğu için ve bu deneyimi ilk kez yaşadıklarından hayli çekici gelen Facebook ortamında kendilerine bir yer edindiler. Şiir, kısa öykü, eleştiri, kendileriyle ilgili haberleri paylaşmak, kimi zaman da edebiyat dedikoduları ve tartışmaları vb. gibi çeşitli paylaşımlarda bulunuyorlar.

Gelenekleşen dergiler çıkar mı?

Eskiden de edebiyat dergileri çıkar ve kimisi bazen birkaç sayı çıktıktan sonra bile kapanabilirdi. Ancak bazıları uzun soluklu olurdu. Günümüzde yayın hayatına başlayan dergiler içinden gelenekselleşecek bir dergi çıkar mı, emin değilim!

Fikir, kültür ve sanat dergileri hangi amaçla çıkar ve hangi boşlukları doldurur? Bu mühim.

Elbette bu dergiler bir gereksinimden dolayı yayınlanırlar. Düşünen, yazan, çizen insanların kültüre, sanata, bu tip paylaşımlara duyduğu doğal bir gereksinimden dolayı varlar öncelikle.

Dergilerde eş dost, ahbap kayırma

Doğruyu söylemek gerekirse, bir dergi çıkarmak demek, aynı zamanda bir erke de sahip olmaktır. Sırf bir derginin çeşitli kademelerinde yönetici poziyonunda olduğu için çevrelerinde birçok yazar, şair ve sanatçı da ışığa doğru uçan pervaneler misali kendilerine yönelirler. Elbette, ideal olan bir yöneticinin olabildiğince tarafsız kalarak yazarlardan gelen ürünleri niteliklerine göre değerlendirmesidir. Bu tarafsızlık ne derece uygulanıyor derseniz, ne yazık ki her zaman buna olumlu yanıt vermek olası değil.

Dergilerin uzun yahut kısa ömürlü oluşları zamanın ruhuyla, siyasi, ekonomik, toplumsal nedenlerle ilgili olabilir. Ancak daha çok gençlerin çıkardığı dergilerde karşılaştığımız durum biraz farklı. Onlarda kendini gösterme, kanıtlama önde. Oysa bir dergi çıkarmak, bir fikir ortaya koymak hiç de kolay bir iş değil. Yaşanan türlü hayal kırıklıklarına rağmen çok sabırlı olmak gerekir. Bazen de pes etmek ve vazgeçmek. Çünkü bu tip alanlarda uzun soluklu olabilmek, emek vermeyi, tutkulu, özverili, idealist ve hatta inatçı olmayı gerektirir.

E-yayıncılık – sesli kitap – kâğıt fetişizmi

Özellikle Avrupa, ABD ve Uzakdoğu’da elektronik yayıncılık uzun süredir gündemde. Bizde ise yaygın değil. Pek tutmadı!

Yalnız, kâğıt sıkıntısı, ekonomik kriz gibi nedenlerle artış gösterecek gibi.

Belki e-yayıncılık yaşanan kâğıt krizine bir çözüm olabilir, ancak okuyucuyu dijital yayınlara para vermeye alıştırmak gerekecek. Aynı şekilde reklam verenleri de tabii.

Bir de sesli kitaplar var. Onlarda da artış yaşandığı söyleniyor.

E-dergiciliğin ve yayıncılığın artması elbette ilk etapta basılı yayınları baltalama olasılığı yüksek. Ancak, içlerinde benim de olduğum, hatta yaşa bakmaksızın eskiye, geleneğe, efemeraya düşkün, “kağıt fetişi” olan okurlar da var ki, ne olursa olsun bu tip okurlar sayesinde basılı yayınlar her daim devam edecektir. Sayfalar azalabilir, dergilerin çıkma süreleri uzayabilir, ancak ne kitabın ne de dergiciliğin tamamen sonu gelir.

Nasıl ki, müzikte tek bir tuşla dilediği müziği indirip dinleyebileceği halde binlerce liralar vererek hâlâ 33’lük, 45’lik plaklar peşinde koşan müzikseverler var ise, hatta yeniden pikaplar piyasaya çıkıyor ve yeni plak basımları yapılıyor ise, bırakın plağı, çoğunun küçük gördüğü eski müzik kasetlerinin bile kendi içinde bir piyasası, koleksiyoner kitlesi oluşmuşsa dergiciliğin de sonu elbette gelmez. Çünkü eskiyle yeni daima birlikte yürür ve biz her ikisinden de dileğimiz oranda yararlanırız aslında.

Metaverse – Özgür yayıncılık

Bugün, sanal evren diyebileceğimiz bir “Metaverse” gerçeğinden bahsediliyor. Bu evrende zamansal ve boyutsal yolculukları şimdilik özel bir gözlük yardımıyla çok yakında, belki de birçoğumuz deneyimleyecek. Eminim kimi edebiyatsever de bu sanal evrende, örneğin hayran oldukları bir şairle buluşacak. O şair yıllar önce ölmüş bile olsa onunla sohbet edip birbirlerine şiirlerini okuyabilecekler.

İdeal olan elbette devletin özgür yayıncılık için ortam sağlamasıdır. Ama en gerçekçi olan, yayıncıların birlikte dayanışma içinde olmasıdır. Dergilerin ise dışlayıcı değil, okuyucuyu ve ürününü paylaşmak isteyen gençlere, yazarlara karşı kapsayıcı, kucak açıcı, yüreklendirici olmasıdır.

Sonuç olarak, şunu söyleyebilirim: Her şeye karşın edebiyatseverlerin takip ettikleri, içselleştirdikleri, uzun soluklu dergilerin kapanması ile birlikte özellikle takipçileri açısından neredeyse bir devir de kapanıyor, diyebiliriz. Kendimize yakın bulduğumuz dergiler, o dergiler aracılığı ile kurduğumuz bağlar, anılar belleğimizde eski bir dost, bir sevgili gibi yaşayacaklar. Bu dergiler, yakın tarihimizin tanıkları olarak her zaman başvurabileceğimiz bilge, dağarcığı dolu sevdiğimiz büyüklerimiz gibi bize kalanlar olacak…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 18 Şubat 2022’de yayımlanmıştır.

Yeşim Ağaoğlu
Yeşim Ağaoğlu
Yeşim Ağaoğlu – İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde Arkeoloji ve Sanat Tarihi eğitiminin ardından, yine aynı üniversitenin İletişim Fakültesi’nde Radyo-TV-Sinema bölümünde yüksek lisans yaptı. 1996 yılında UPSD derneğinin düzenlediği “Genç Etkinlik II” sergisinde “şiir enstalasyon”u gerçekleştirdi. Takibinde kişisel ve karma olmak üzere pek çok ulusal ve uluslararası sergilere, bienallere, sanat festivallerine katıldı. Çeşitli sanatçı konaklama programlarında burslu olarak yer aldı. Yurtiçi ve yurtdışındaki birçok katalog ve sanat kitabında çalışmaları bulunmakta… Galerilerin yanı sıra, çeşitli müzelerde de işleri sergilenmekte… Sergi açtığı ülkeler arasında Norveç, Almanya, Avusturya, İtalya, İspanya, Azerbaycan, Gürcistan, Özbekistan, Moskova, Saraybosna, Bulgaristan, Hindistan gibi ülkeler sayılabilir. Öte yandan, ulusal ve uluslararası edebiyat ve şiir festivallerine de katılan Ağaoğlu’nun şiirleri, başta İngilizce, Almanca, İspanyolca, İtalyanca, Japonca, Rusça olmak üzere birçok yabancı dile çevrilmiş. Ve bir dönem Türkiye PEN Yazarlar Derneği’nin Kadın Yazarlar Komitesi Başkanlığını da yapmış.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x