Kitapla ilk hikâyem şöyle başlar: Kardeşi olmayan, ilkokuldan döndükten sonra eline cep telefonu alamayan, oyalanabilecek tek enstrümanı pikap olan bir çocuk döner dolaşır, evin kitaplığına dalar. Ben de kitaplıkta duran az sayıdaki kalın kaplı kitaba dalma teşebbüsünde bulundum ve ilk tekmeyi yedim. Yedim, çünkü kitaplar tıp kitabıydı; içlerinde kaslar, kemikler, insan organlarının bin bir hali vardı; ikincisi Türkçe değillerdi, Kiril alfabesiyle yazılmışlardı.
Tabii sıkıntı bitmek bilmiyordu, ben de dönüp dolaşıp tekrar kitaplığı gözüme kestiriyor, belki bu kez açtığımda başka bir şey bulurum diye bir kitabın kapağını kaldırıyor ve yine başka bir tıbbi illüstrasyonla burun buruna gelip hayal kırıklığına uğruyordum.
Kitap dünyasına girmenin bir yolu olmalıydı, ama nasıl?
Bir gün beni bir türlü içine almayan bu kitaplara şöyle dediğimi hatırlıyorum: “Madem öyle, ben de kendi kitaplığımı kurarım.”
Fakat bu karardan önce mi, sonra mı bilemiyorum, üst kat komşumuz Nazime Teyze bana Erich Kaestner’ın Aile Tuzağı kitabını hediye etti. İlk kez içine kabul edildiğim bu kitabı adeta kana kana içtim. Sonra bir başkası geldi; Frances Hodgson Burnett’ın Gizli Bahçe’si. Büyülenmenin ne olduğunu o yaşlarda bilmiyordum, ama şimdi anlıyorum ki, bu kitap beni büyülemiş.
Bir gün kırtasiyecimiz Seçkin Amca’da Serhat Yayınları’nın kitap standını gördüm. Kitaplar 20 kuruştu. Ben de günlük 20 kuruşluk harçlığımın 16 kuruşuyla her gün bir simit-gazoz alıp, kalan 4 kuruşu biriktirerek her cuma akşamı kendime bir kitap ısmarlamaya başladım. İkinci teneffüste yiyip içtiğim o simit-gazozların tadına hâlâ çocukken okuduğum klasiklerin tadı eşlik eder.
Bakkal Amca ne çalıyor?
“En güzel hediye sahiden kitap mıdır?” sorusuna kendi tecrübelerime dayanarak koşulsuz “Tabii ki öyledir” diyebilirdim. Ta ki film bir yerde kopana kadar! Buna öyle koşullanmıştım ki, küçük kız kardeşim doğduğunda ona her fırsatta kitap hediye etmeye başladım. 7-8 yaşındaydı, bir gün gene bir kitap seti kapıp eve getirmiştim ki, dudaklarını büktü, “Gene mi kitap yaaa?” diye haykırdı. Şoke oldum, benim dolaştığım gizli bahçeler ona nasıl hitap etmezdi? O gün kitabın herkes için doğru hediye alternatifi olmadığını anladım ve ona –onun sevdiği şeylere dikkat ederek– hediyeler almaya başladım.
Suna Kan bir röportajında çocukken müzik yaptığı için herkesin bir şey çaldığını sandığından bahsetmişti. Beş yaşında, “Bakkal amca ne çalıyor? Ya manav amca?” dermiş. Benimkisi de buna benziyordu sanırım. Herkes okumuyordu işte, edebiyata ilgi duyan sayısı azdı. Hatta benim çevremde üniversiteye gidene kadar yaşıtlarım arasında neredeyse kitaba ilgi duyan kimse yoktu.
On üç yaşındayken bir gün Ordu Caddesi üzerindeki padişah türbelerine bakarak yürürken, türbelerin üzerindeki taş işçiliğine hayran kalmıştım. Sanki bir rumi’nin[efn_note]Anadolu Selçukluları’nın üsluplaştırdıkları, filiz, yaprak ve hayvan motiflerinden oluşmuş dolaşık süsleme.[/efn_note] kanadına takıldım ve kendimi İstanbul Sanatları Çarşısı’nda buldum. Meğer orası da Prof. Dr. Süheyl Ünver’in eski Türk sanatları dünyasına açılan bir gizli geçitmiş. Ben o geçitten aşağı düştüm ve kendimi Cerrahpaşa Deontoloji’de[efn_note]İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Nakışhanesi.[/efn_note] buldum. Lise yıllarım Süheyl hocamın nakkaşhânesinde tezyinatla uğraşarak geçti. Şimdi düşünüyorum da, her gün Ordu Caddesi’nden milyonlarca insan geçiyor, kaçı bir rumi’nin kanadına takılıp kendini başka bir evrende buluyor? Bulan var, bulamayan var… Kitapların dünyasını da biraz buna benzetiyorum; içine girmek, orada büyülenmek herkese nasip olmuyor. Velhasılıkelam, kimin hangi tavşan deliğine düşeceğini kim bilebilir?
Profesyonel şapkasıyla kitap hediyesi
Şimdi bir kitap emekçisiyim. O deliğe herkes düşsün isterim, ama bu hince olur. Neyse ki hinlikte (!) yalnız değilim, dünya genelinde neredeyse her ülke kitabın “en güzel hediye” olduğu fikrine kani olmuş.
Mesela İzlandalılar II. Dünya Savaşı’nın kıt kaynakları yüzünden Noel’de birbirlerine kitap ve sıcak çikolata hediye etmeyi âdet edinmiş ve adına da Jolabokaflod[efn_note]https://kayiprihtim.com/haberler/izlandalilarin-muhtesem-noel-gelenegi-jolabokaflod-sicak-cikolata-ve-kitap-icerir/[/efn_note]demişler. İspanyollar ise 23 Nisan’da hem Katalonya azizi Saint George’u hem de Don Kişot’un yazarı Cervantes’i anmak için birbirlerine kitap ve gül hediye ediyorlar. (Belli ki sadece kitap hediye etmek yetmiyor, yanına bir şey daha ekleyince daha makbul oluyor, not alalım bunu!)
Bizde de Hеrkеsе Kitap Vakfı hеr yıl nisan ayının üçüncü pazarını Kitap Hediye Günü ilan etti ve bu alışkanlığı yaygınlaştırmaya çalışıyor. Kitap satış sitelerinde veya bazı sivil toplum örgütlerinde “askıda kitap” uygulamaları başladı. Peki, bunlar kitabı okutmaya, sevdirmeye yeter mi? Birine kitap hediye ederken nelere dikkat edilmeli? Kişilerin birbirlerine kitap hediye etmesi bir okuma alışkanlığı yaratır mı? En çok hediye edilen kitaplar popüler kitaplar mı olmalı?
STK’lar eliyle kitap/kitaplık hediye etmek
Bu konuda gözlemlerimi izninizle paylaşmak isterim. Büyük şehirlerdeki imkânlarla küçük yerlerde yaşayanların imkânları bir değil. Bu nedenle kitapseverlerin kitap, hatta imkânları varsa köy okullarına sınıf kitaplıkları bağışlamalarını çok anlamlı buluyorum. Ancak kitap seçiminde bazı sıkıntılarımız var.
Evimizdeki beğenmediğimiz kitapları göndermek köydeki çocuklara okuma zevki aşılamıyor. Onların da nefis eserler okumaya, bu eserlerin gizli bahçelerinde dolaşmaya hakkı var. Bu nedenle “atılacak değil, okunacak kitapların” hediye edilmesi hayati önem taşıyor.
Bir kitap profesyoneli olarak bir başka dikkatimi çeken nokta, telifi biten eserlerin sadece maddi kazanç sağlamayı hedefleyen sözde yayınevleri tarafından, editörlüğü yapılmadan, ucuz maliyetlerle basılması ve bazen en keyifli eserlerin bile okunmaz hale gelmesi. Hediye için de bu yayınevlerindeki ucuz kitapların seçilmesi… Bence her çocuk, editörlüğü yapılmış, özen gösterilmiş bir kitabı okumayı hak eder.
Üçüncü gözlemim de toplu kitap hediyelerinde “seçki” sorunu. Temel eser listeleri iyi güzel de, acaba herkese hitap eder mi? Görsel zekâsı yüksek bir çocukla matematik zekâsı yüksek bir çocuk bu seçkide kendine bir gizli bahçe edinebilir mi? Ya mühendislik seviyorsa? Ya bilimkurgu okuyorsa? Belki de çocuklar istedikleri kitapların en azından türünü, duyduysa ve merak ettiyse kitabın ismini yazmalı veya nelerden hoşlandığını öğretmenine söylemeli. Biz de çocukların kitap seçimlerine saygı duymalıyız. Gözlemlerime göre küçük yerlerde yaşayan çocuklar rol modellerden mahrum kalıyor. Bu nedenle kitap seçkilerinin olabildiğince farklı disiplinleri kapsayacak çeşitlilikte yapılmasından yanayım.
Elbette okullara giren kitaplarda devlet denetimi var, bu da gayet anlaşılabilir. Ancak bu denetim çeşitliliğe ne kadar izin veriyor, işte ondan emin değilim.
Alanı da, vereni de memnun eden kitap hediyeleri
O zaman şöyle diyelim mi? Kitabın “en güzel hediye” olabilmesi için önce karşımızdakinin zevkini anlamaya, onu tanımaya ihtiyacımız var. Gerekirse yanına bir mis kokulu Isparta gülü, sıcak çikolata da ekleyip kitabın okunma ânına yönelik başka bir deneyim de tasarlayabiliriz.
Eski Türk sanatları kitapları biriktirdiğimi bilenler bir dönem bana epey kıymetli kitaplar hediye ettiler, (kütüphanemin en nadide hediyesi hâlâ, annemin bana lisedeyken aldığı, Nurhan Atasoy’un İznik Çinileri kitabı), oysa bana kıymetli gelen bu kitapları birçok kişi kitaplığından çıkarmak için can atıyordu. Burada kitap hediye edilen kişi için o kitabın bir hikâyesinin olması ya da kitabın kendisinin o kişiyle aranızda bir hikâyeye dönüşebilmesi hediyeyi çok özel kılıyor.
O zaman “En iyi hediye kitaptır” önermesini “İnsanların birbirini kitap okumaya teşvik etmesi en iyi hediyedir” şeklinde değiştirmeye ne dersiniz? Bence olur. Keşke herkes Nazime Teyze’nin bilmeden, tam zamanında bana ihtiyacım olanı vermesiyle yaşattığı deneyimi başkasına yaşatabilse… Kitabı diğer hediyelik eşyalar arasında değerli ve öncelikli kılan bence bu deneyim.
Bir de tabii “düşünülmemiş” bir kitap hediye etmekle “düşünülmüş” bir kitap hediyesi arasındaki fark bayağı açık! Herkes “çoksatar” sever diye genelleme yapıp böyle kitapları hediye etmekle ya da herkesin evinde bir Küçük Prens’i olmalı deyip “mesajı olan kitap” seçmekle karşınızdaki kişi mutlu edilebilir mi, bilemiyorum. Keşke o kişinin gizli bahçesine ulaşmasını sağlayan yahut bir tavşan deliğine açılan bir yol haritası olabilse verdiğiniz kitap.
Bu mutluluğu yaşamak size de nasip olsun!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 17 Mayıs 2022’de yayımlanmıştır.