Bilmiyorum, sanatla ilgilenenler hiç “fotoğraf okuma” kavramıyla karşılaşmış mıdır? Böyle bir kavram; fotoğraf, sanat kabul edileli beri vardır ve anlamı şudur: Fotoğraf, doğru zamanda, doğru yerde, görüntüye giren öğelerin uygun yerleştirilmelerine dikkat edilerek kareye dönüşmüşse değerlendirmeye alınır ve okunur. Burada esas alınan fotoğraf, sanat fotoğrafıdır. Dikkat edilirse tanımlamayı yaparken “uygun ışık koşullarında”, “netlik” gibi tümcelere yer vermedim, çünkü fotoğraf, sanatsal kaygıyla çekilmişse uygun ışık, netlik konuları aranmayabilir.
Fotoğraf okuma nasıl yapılır?
Okuma amaçlı ele alınan fotoğraf karesinde öncelikle ne anlattığına bakılır. Konusu; hayvan, taşıtlar, sokak, çarşı pazar hareketliliği, miting kalabalığı, bayram kutlamaları, spor karşılaşmaları, doğada her zaman albenisiyle öne çıkan deniz-göl-ırmak kıyısı, güz, ilkyaz, kış gibi mevsimsel tatlar, moda gibi türlü çeşitlidir.
Fotoğraf okumada ikinci unsur; karede görüntüye girmiş objelerin doğru yerleştirilip yerleştirilmemeleridir. Bu yerleşim sağlanırken gösterilen titizlik, fazlalıkların ayıklanmış olması kurgu (tasarlamaya dayalı) fotoğrafta da, anlık (enstantane) fotoğrafta da öne çıkar.
Üçüncü unsur; elde edilmiş karedeki içerik, biçim, teknik unsurların betimlenmesidir. Kare, derdini doğru aktarabilmiş mi? Renk tonlamasından ışık vurgusuna, objelerin doğru yerde olmalarına özen gösterilmiş mi? Tüm bunlar bu bölümde değerlendirmeye alınır. Bu biçim değerlendirmeler, izleyicinin, görüntüden “anlam üretmesini” beraberinde getirir.
Haliyle fotoğraf okuma işi fotoğrafta yetkinlik elde etmiş kişinin işidir. Fotoğraf okuma, fotoğrafı çeken tarafından değil, fotoğrafta yetkinliği olan ikinci kişiler tarafından yapılır. Yetkin kişilerin fotoğraf okumaları sıradan sanatseverin baktığını görmesine yol açacağı için son derece işlevsel olacaktır.
Özetle, fotoğraf okumanın temelinde sanatsal üründen estetik tat elde etme yatar. Amaç budur.
Fotoğraf okumayı izleyen ise fotoğraf yorumlama, yani fotoğrafın ve anlattığının izleyici gözüyle anlamının üretilmesidir. Çünkü sanatsal fotoğraf, yüzeyde taşıdıklarından daha derin anlamlar içerir ve bunun açıklanması beraberinde gelir. Yani fotoğraf, temsil ettiği görüntü dışında ne demek istemektedir, bu ancak yorumlamayla çözümlenir. Yorumlamada bu kez fotoğraf izleyicisi doğrudan devreye girer.
Bakmak ve görmek
Sanatsal kaygıyla çektiği fotoğrafı ‘okunan’ ve ‘yorumlanan’ fotoğrafçının taşıdığı kültürel özellikler elbette önem taşır ve fotoğraf sanatı içerisindeki sanatçı kimliğinin vurgusuna temel oluşturur. Okuyan, araştıran, deneyimleyen; bilginin dışında kültür açısından donanım sahibi fotoğrafçının burada sıradan fotoğraf çekenden ayrılması hiç şüphesiz doğrudur. O, sahip olduğu donanımı nedeniyle baktığının içerisinde gördüğüyle öne çıkar. Çünkü fotoğrafçılık edimi içerisinde “göz terbiyesi”ne sahip olma yetisini elde etmiştir.
Fotoğrafçının sahip olduğu göz terbiyesi, ona, tıpkı edebiyatta olduğu gibi, özgün bir dile (üslup) sahip olma özelliğini de beraberinde getirir.
Bakmak ve görmek üzerine değerlendirme öncesi teknik bilgilenmenin yarar sağlayacağını düşünerek öncelikle bu konuyu özetlemek istiyorum: Fotoğrafçı, belli bir sürece dayalı olarak öncelikle kullanacağı fotoğraf makinaları ile aksesuarları (geniş açı, zoom, makro objektif, normal 50 mm.’lik lens, filtreler, flaş vb.) konusunda seçimini yaptığında makinası onun için artık üçüncü elidir. Makinada öne çıkan özellik ‘f’ değeri (makinaya objektiften giren ışık miktarını ayarlar), yani odak ayarı ile ‘enstantane’nin (hız ayarı) bileşimidir. Bunu ‘iso’ (fotoğraf makinasının ışığa karşı duyarlılık derecesi) değeri izler.
Burasını biraz açalım:
Çıplak gözle bir objeye baktığımızda ışığın o anki parlaklık şiddetine göre, baktığımız objeyi iyi görmek için ya gözümüzü kısar ya da açarız. Ortam parlaklık derecesinde aydınlıksa algılama için gözümüzü kısarız. Loş ortamlarda ise yine algıya ulaşma adına bu kez gözümüzü açarız. Makinanın odak uzaklığını belirleyen f değeri de bu görevi yerine getirir. F değerini belirleyen 3.5, 4.0, 4.5, 5.0, 5.6, 6.3, 7.1, 8.0, 9.0, 10, 11… rakamları yükseldikçe kısma oluşur. Tersi durumda rakamlar alçaldıkça bu kez, tıpkı loş ortamdaki gözümüzü açmamızın bir örneği makina tarafından gerçekleştirilir ve görüntü doğru değerde saptanır. F değerinin diğer bir özelliği de fotoğrafı çekilmiş obje ya da objelere keskinlik kazandırmasıdır. Örneğin yüzdeki kırışıklıkları ya da önünüzdeki ağacın gövde dokusundaki dalgalanmaları, gündoğumu sırasında seyir halindeki bulutları keskin biçimde çekmek istiyorsanız, f değerini, uygun ışık ortamında yükseltmeniz, yani 11 ve üstüne çıkartmanız gerekecektir.
Enstantane ise doğrudan hızla ilgilidir. Yürüyen ya da koşan bir insanı, hareket halindeki bir aracı, yarış atlarını net çekmenin yolu enstantane ayarını 500 ve üstü değerlerde sabitlemektir.
İso değeri, makinanızın değişik ışık ortamlarında obje ya da objeleri daha iyi algılayıp sabitlemesi için gereklidir. Zor seçilen ışık ortamlarında iso değeri 100, 125, 160, 200, 250, 1250, 1600, 6400 gibi değerlere yükseltilerek loş ışık ortamında objenin görüntüsünün net biçimde alınması sağlanır.
Göz terbiyesi
Bu özet teknik bilgilerin ardından şimdi bakmak ve görmek konusuna geçebiliriz. Bakmak ayrı bir konu, görmek ise apayrı bir konudur.
Yetkin bir fotoğrafçı olmanın “olmazsa olmazı”, öncelikle çok fotoğraf görmekten geçer. Yukarıdaki satırlarda sözünü ettiğim “göz terbiyesi” için özellikle ustaların ellerinden çıkma çok fotoğraf görmek; gördüğü fotoğrafları kompozisyon, ışık, hareket vb. unsurlarına dikkat ederek tekrar tekrar elden geçirmek son derece önemlidir.
Tabii, iyi fotoğrafçılığa gidilen yolda tüm bunların ötesinde bilgi, bilgiden hareketle deneyim önemlidir. Örneğin doğa temasına dayalı çalışma yapan bir fotoğrafçının ülkemizin cennet köşelerinden Yedigöller’de (Bolu) çekim hedeflediğini varsayalım. En iyi güz fotoğrafı için Yedigöller’in uygun ayı; sararmayla kızarmanın dört dörtlük gerçekleştiği Kasım ayıdır. Yaz ortası Yedigöller, bir fotoğrafçıyı güzel görüntü elde etme açısından hiç de heyecanlandırmayacaktır.
Peki, aylardan Kasım ve Yedigöller’deyiz. Çekim saati ne olmalı?
Fotoğraf sanatçısı sabah gün doğuşuyla, akşam gün batışının güneşin yatay gelen ışıklarının, cazibe olarak ağır bastığını iyi bilir. Tepeden gelen öğle güneşinin ışığı asla sabah ya da akşamın yatay ışığının estetiğini vermez. Bu yatay ışık konusu diğer doğal ortamlar için de geçerlidir. Ağaçlardan süzülen huzmeler karelere ayrı bir tat katar. Uzun yıllar deklanşöre basmanın heyecanıyla yaşamış fotoğrafçı, bu tür bilgilerle donanmış olduğu için bundan sonra gelen süreç yaratıcılık sürecidir.
Sokak fotoğrafçılığı
Aynı konu, son yılların gözde teması “sokak fotoğrafçılığı” için de geçerlidir. Tepe ışığı, dediğimiz öğle saatleri ışığı deneyimli fotoğrafçılar için pek uygun ışık olarak nitelendirilmese de çekilecek konu bunun en belirleyici yanıdır.
Stüdyo ışığı, doğal ışığın karanlık ortamlarda kullanılan biçimidir ve yine çekilecek konuya göre bir, iki, üç ve daha fazla sayıda spot lambalardan yararlanılır.
Fotoğrafçının öne çıkan özelliği bilgi ve deneyimlerinin ışığında herkesin baktığı yerdekini görmesidir. Bu görme sonucu karelemesine (kadrajına) en doğru pozlamayla hareketi, siyah beyaz da dâhil rengi, yan destek unsurlarını yerleştirecektir. Bu konunun en doğru özeti şudur: Sıradan kişi, her gün sokağında önünden geçtiği objeyi sıradanlaştırırken, fotoğrafçı bu objeyi sanatsal forma sokar, hepsi bu. Bu form içerisinde hareket ve dengenin dışında elbette renk de vardır. ‘Gören’ fotoğrafçı, karmaşa içerisindeki yalınlığı yakaladığında iş artık poz değerlerine uygun görüntüyü sabitlemeye kalmıştır.
Makine, ışık ve yaratıcılık
Bilgi ve deneyim sahibi fotoğrafçının en büyük amacı kendine özgü bir dil oluşturmadır. Bu dilin varlığı, onu, altında imzası olmasa da fotoğraflarından tanınması sonucunu getirecektir. Hemen bir iki örnek vermek gerekirse; bizden Ara Güler, Ozan Sağdıç, Yusuf Tuvi, İzzet Keribar, dışarıdan Ferdinando Scianna, W. Eugene Smith, Sebastiao Salgado, Alfred Stieglitz, Henri Cartier – Bresson, Steve McCurry, Lee Jeffries, Abbas, Josef Koudelka adlarını ilk elde saymam gerek. Bu saydığım adların tümü, fotoğraflarında kalabalık insan görüntüleri, portreleri ile ölümsüz karelerin yaratıcıları olmuşlardır.
Bugün hemen hemen herkes, cep telefonu da dâhil, adına fotoğraf dediğimiz görüntüleri çekiyor. Fotoğrafçı, bu durumda herkesle değil, kendisiyle yarışır bir konuma gelmeyi ana hedef olarak seçer. Bu yarışın bir boyutu iyi fotoğraf karesi elde etmekse diğer boyutu karelerle yetinmeyip fotoğraf temelli projeler üretmektir.
Bir bölüm ciddi ve kalıcı fotoğraf yarışmaları da bu konuda ağırlığını hissettiriyor ve temaya dayalı fotoğraflarla yarışmalar düzenliyorlar. Yani şansına dayalı güzel bir karenin değerlendirilmesine yol açmıyorlar. Yarışma düzenleyen kurumların fotoğrafçılardan seriye dayalı çok sayıda fotoğraf isteyerek değerlendirme yapmaları, fotoğrafçının yetkinliğini görme açısından son derece yerindedir.
Dijital fotoğraf makinaları öncesi kullanılan manuel makinalar döneminde fotoğrafçı, karelerinin baskılarını karanlık odasında kendisi yaparken yaratıcılığını burada da gösterir; hızlı pozlama, poz sırasında kâğıda ışık gösterme vb. teknikler işi sanatsal boyuta taşıma çabalarıydı. Bugün ise dijital ortamda kullanılan sayısız program, fotoğrafçılara yeni olanaklar sunuyor ve farklı diller elde etmelerine yol açıyor.
Bunun yanı sıra, yukarıdaki sözünü ettiğim açık pozlama, flu görüntü üzerinden sanatsal çalışma da bunlara dâhildir. Zoom adını verdiğimiz objektifin bileziği çekim anında döndürülerek de değişik tatta görüntüler elde etmek olasıdır ve yetkin fotoğrafçılar bunlardan son derece iyi kareler çıkartırlar.
Fotoğraf sanatına gidilen yolda makine bilgisi kadar ışık bilgisi açısından da var olan donanım yaratıcılığı beraberinde getirir. Tüm bu bilgilerin ışığında fotoğraf sanatçısının bakan değil, niçin gören olduğu çok iyi anlaşılacaktır. Bu yaratıcı bakmadır. Fotoğraf sanatçısı, sıradan görüntü içerisinde yakaladığı ayrıntılara dayalı anlatım gücüyle yaratıcı bakışını sanat fotoğrafına dönüştüren kişidir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 9 Aralık 2022’de yayımlanmıştır.