Hakan Günday ve yer altından gelen sesler

Hakan Günday, henüz 24 yaşındayken yazdığı Kinyas ve Kayra ile kendi okurunu yarattı. Peşi sıra pek çok roman yazdı; Mecidis ve Hermann Hesse ödüllerine layık görüldü. Zamanla üretim alanı genişledi, dizi ve film senaryoları da yazdı. Bilhassa Müslüm’den sonra, artık eskisi gibi olmadığı konuşulur oldu. Sahiden öyle mi oldu? Ayfer Feriha Nujen yazdı.

Bir hikâye metinden çıkıp ekranlara, sahneye sıçradığında kendi dönemini kapanmaz bir döneme çeviriyor. Bu konuda en başarılı metinler, daha çok yer altı metinleri oluyor elbette. Hoşa gidenin kısa sürmesinin nedenlerini de ancak böylece fark edebiliyoruz. Acı ve hoş olmayanın neden kalıcı olduğunu da.

Her romanıyla yer altına açılan, her seferinden başka bir kapıyı aralayan yazarlardan biri Hakan Günday. İnsanın iç sesini olduğu gibi bir dış sese çevirerek yazmasıyla hafızlarımıza bizim kendi varoluşumuzla ilgili yüzleşemediğimiz, ama yüzleşmek zorunda kaldığımız anları, diplerden yüzeye fırlatılmış çakıl taşları gibi fırlatıp atanlardan.

Suya çarpan taşın onu yırttığını, delip geçtiğini fiziken göremeyiz, ama bir metinde koca kalabalıların arasından geçenlerin sessizliğinin de böyle bir delip geçmek olduğunu görürüz.

İnsanın hayat karşısındaki dipte kalışını, sabırsızlığını, sabırlı bir düşünür gibi yer altının bütün öğelerini, yazmanın kurallarını hiçe saymaksızın bir ceviz kabuğunun üzerindeki kıvrımlara şekil veren tabiatın kendi koşullarına uygun olarak metne alır. Bu tıpkı toplum içindeki bireyin başına gelen ve onu etkileyen her şeyin ona şekil vermesine benzer.

Sokak kültürü ve dili

Günday, karakterlerle ilgilenir; bir seri katilin, iyi bir yurttaşın ya da kötü olanın karakteriyle. Varlığının ortaya çıkışını sorgular. Birey olarak duruşuna, toplum içindeki yerine bakar. İdeolojik arayışlarını kavramaya çalışır. Bir olgudan çok yaşamın anlamını kavramaya, anlamaya uğraşır. Sokak kültürünün, dilinin izleğini sürer.

O modern edebiyatın direttiği şekilde kapalı bir dil ve anlatımı tercih etmedi. Aksine, pek çok toplumsal olaydan beslenip bunun bireysel davranışlara nasıl yansıdığına baktı. Bunu yaparken de ev içi ya da toplum içi fay hatlarını göstermeye çalıştı. İlk eseri Kinyas ve Kayra’da (2000) olduğu gibi.

Toplumsal olan her şeyi ve medeniyet olgusunu bu yüzden eleştiren bir kitaptır da Kinyas ve Kayra.

Bireyler toplumu eleştirmeye başladıklarında kendi acılarıyla yüzleşirler. Acılarıyla baş başa kalan bireyler umursanmadıklarını gördükleri ilk andan itibaren toplumun onlara verdiği her şey gibi isimlerini de reddederler. Her çatışma gibi bu çatışma da toplumsal bir baskının sonucu olarak olağanüstü bir şiddet doğurur.

Bu sadece bizim coğrafyamıza has bir kitap olarak tanımlanabilecek bir kitap değil ve tabii Günday da bizim coğrafyamıza sığıp kalacak bir yazar değil.

Kimleri niçin anlatıyor?

Eserlerine seçtiği konular, yarattığı karakterler, çoğu kere bizden olmadığı yönünde eleştiri aldı. Onların varoluş biçimleri farklıydı. Davranışlarının kökünde evrensel değerler ve bunların çatışması ya da uzlaşma çabası vardı.

Oysa yeraltı, daha geniş açıdan bakıldığında, hep ötekinin ortaya attığı ya da atıldığı metinlerde, filmlerde sesini duyurur. Bu, dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir evin herhangi bir odasında, bir masada oturmuş birinin çok sıradan hayatına dair bir hikâye bile olsa, öyledir.

Çünkü okurun, izleyicinin yazıyla, filmle kurduğu iletişim yahut bağ, anlatılan hikâye bittikten sonra da devam eder; okur yahut izleyici hikâyenin kendi hayatında yer bulup yeni tepkimelere girmesini sağlar.

Doğru bir kelimeyi orada bulmuş olmaktan daha ilerisi söz konusudur; yeraltı, insanın varoluşsal bunalımlarının sebeplerini bulma yolunda büyük olanaklar sağlar.

Depresif ruh hali

Metin içindeki baskılanma alanı, metin sonlandıktan sonra boşluğun hücumuna uğrar. Bu hücumun yarattığı itki, alanın içinde savunmasız kalan herkesi reddedişe sevk eder. Depresif ruh halinin karanlıktan çıktıktan sonra arzu ettiği özgürlük alanına giden tek yol budur çünkü.

Günday’ı karanlık yazarlar arasına sokan şeylerden biri, kendine mahsus yazma kurallarıdır. Diğeri ise hiç şüphesiz, iki ya da daha çok kişiye ait ruhsal yapıları, tek vücutta buluşturuyor olmasıdır.

Bir yazarın yarattığı her karaktere bürünebildiğini söylemek her yazan için geçerli olamaz. Çünkü yazarken dış dünyaya zihnimizi içten mi, dıştan mı kapattığımız önemlidir. Dış kapanma o dünya ile bağlantısını asla koparamayan yazarları sekteye uğratır ve mantık hataları yapmalarında önemli rol oynar.

Oysa Günday, yazarken zihnini içten kapatabilen bir yazar. İlkgençlik yıllarından itibaren içinde madden var olduğu dünya ile bütün bağını koparabildiği için bir yeraltı yazarı olabilmiş. Hiçbir edebiyat atölyesinin genç bir yazar adayına veremeyeceği tek şey de budur: Kendi zihninin ve ruhunun karanlık dehlizlerinde dolaşabilme özgürlüğü.

İşte yazar, ancak oradaki özgürlükle bulunduğu toplumdaki her şeyi eleştirme ve değiştirme isteği doğrultusunda hareket edebilir, eylemlere kalkışabilir.

Tek bedende farklı iki karakter

Kinyas ve Kayra’da, bu sebeple, illegal hayat biçiminden ziyade, tek bedende farklı iki karakteri ve iki farklı kutbu olan bir yazarın profilini görüyoruz.

Hem toplumla, onun kurallarıyla çatışan hem de aslında kendi içinde farklı eğilimleri ve özellikleri olan bir tek karakterin ikiye bölünmüşlüğünü görüyoruz.

Yeraltı edebiyatı deyince herkesin aklına Dostoyevski gelir muhtemelen. Onun eserlerindeki insan psikoloji, belki de o yazmadan önce bu denli keşfedilmemişti. Sıkışıp kalmış insan hallerinin en karanlık yanları bu denli güçlü betimlenmemişti.

Buna benzer bir durum, Günday’dan önce, bu kadar sarsıcı biçimde dile getirilmemişti Türk edebiyatında. Peki, niçin?

Hemen söyleyeyim: Yayın dünyası, siyaset arenası ve ticaret borsası, bazı sarsıcı metinlerin ya sansürden geçmesini isterler ya da kendilerine otosansürlü olarak gelmesini isterler. Bir yer altı yazarının yapmayacağı tek şeyse bu beklentileri karşılamaktır. Yazanların da okurların da yüzleşmeleri gereken durumlar, eylem biçimleri ortadan kalktığında yazmanın da okumanın da bir anlamı kalmayacaktır çünkü. Yazmanın da okumanın da temeldeki ilk amacı mevcut düzen ve düşünceleri yıkmaktır. Bu yüzden Kinyas ve Kayra’da iki uç noktada iki farklı karakterle karşılaşırız. Kan, şiddet, zaman zaman anarşinin en aykırı insanı bile rahatsız edebilecek boyutlarda öğeler olarak yer aldığı Günday kitaplarının insanın varoşlunu ve yaşamı iki farklı açıdan ele almasına da neden oluyor. bunlardan biri esir olarak yaşamaya devam etmekken diğeri her ne olursa olsun sürüden ayrılmayı göze alarak yaşamak elbette.

Sert toplumsal eleştiri

Günday’ın neredeyse tüm kitaplarında okuru rahatsız eden şey ne kurgu hatası ne de yazım biçimidir. Gerçeklerin acımasızca kaleme alınmasıdır.

Kinyas ve Kayra’dan tam 11 yıl sonra okura sunulan Az’da hakeza toplumsal meseleler konusunda daha keskin ve acımasız bir kurgu vardır mesela. Kadın ve çocuk gibi hassas olunan konularda toplumun ne kadar iki yüzlü olduğunu korkusuzca yüzümüze vuran tespitler içerir.

Bütün insanlara kızgın bir yazar profili elbette yeraltı yazarı olmalı. Toplumu karşısına alıp onunla tartışmaktan kaçmaz.

Hem ertelenen her şeyin ertelendikçe daha da büyük bir şiddet ve kaos doğuracağı malum değil mi?

Yeraltı, sırtını sokak diline yaslar çoğu kere. Bu onun edebiyat dışı yahut aşağı bir dil taşıdığı anlamına gelmez. Bu, aslında edebiyatın neden ve nasıl ortaya çıktığının açıklamasıdır. Yukarıdakilerin aşağıdakilerin hayatlarını merakından başka bir şey değildir.

Yeraltı edebiyatı ve Günday’ın kitaplarındaki şiddet, kan ve dahası insanın çaresizlikle umut arasındaki fırtınalarıdır.

Yazdıkça okur kitlesi genişliyor

İlginç olan ve üzerinde durulması gereken şey, Günday’ın dilinin ve anlattığı konuların sertliğine rağmen gördüğü ilgidir. Nitekim ilk romanını Zargana (2002), Piç (2003), Malafa (2005), Azil (2007) ve Ziyan (2009) takip eder. On yıllık sürece sığan 6 kitap. O yazdıkça okur kitlesi de giderek genişler.

Ziyan’dan sonra edebiyat dışı ilişkileri filizlerir yavaş yavaş. Mesela Malafa adlı eseri Murat Daltaban tarafından 2010 yılında oyunlaştırılıp sahnelenir. 17’inci Uluslararası Tiyatro Festivali’nde yer alır.

Daha (2013) adlı eseri Onur Saylak tarafından sinemaya uyarlanır. Başrollerini Tuba Büyüküstün, Ahmet Mümtaz Taylan ve Hayat Van Eck’in paylaştığı 2017 tarihli film, Avrupa’nın en eski ve önemli festivallerinden olan 52’nci Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali’nin ana yarışma bölümünde büyük ödül olan Kristal Küre için yarışır. #Daha ve #More etiketleriyle sosyal medya mecrası Twitter’da filmin çarpıcı fragmanına dair övgü dolu yorumlar paylaşılır.

Film, 24. Uluslararası Adana Film Festivali’nde Yılmaz Güney Ödülü’nü kazanır. 7. Malatya Uluslararası Film Festivali’nden de 4 ödülle döner.

Sinema ve dizilerle flört

Artık yedinci sanattaki yolculuğu geri dönüşsüz olarak başlamıştır. Nitekim senaryosunu yazdığı Şahsiyet, yine Onur Saylak tarafından çekilir ve Puhu Tv’de yayınlanır. Buradaki rolüyle Haluk Bilginer, Emmy’de En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alır.

Hayranlarını hayal kırıklığına uğratan ve kendisine yeni hayranlar kazandıran bir başka “iş” vardır sırada. Sinemada yüksek gişe yapan Müslüm’ün de senaryosu ona aittir.

Derken bir Netflix dizisi olan Uysallar’ın senaryosunda adını görürüz.

Artık Kinyas ve Kayra’daki yazar Hakan Günday değildir. Milyonlara sesleniyordur. Toplumu karşısına alan yazar sanki artık yan yana duruyordur onunla. Belki de bu yüzden artık eskisi gibi yazamadığı rivayet edilir. İlk eserindeki başarıyı aşamadığı, onun gölgesinde kaldığı… Popüler kulvara girdiği için edebiyatının zayıfladığı…

Tam bu tür tartışmalar yavaş yavaş filiz verirken, uluslararası bir ödül kazanır: Hermann Hesse. 20 bin Euro’luk ödül, Hermann Hesse’nin doğum günü olan 2 Temmuz’da memleketi Calw’da verilecek.

Üstelik bu onun kazandığı ilk uluslararası ödül de değil. Hatırlayalım; daha önce Ziyan adlı romanıyla Türk-Fransız Edebiyat Ödülü’nü ve Fransızcaya Encore adıyla çevrilen Daha romanıyla Fransa’nın saygın edebiyat ödüllerinden Medicis “En İyi Yabancı Roman Ödülü”nü de almıştır.

Görünüşe göre Hakan Günday, bundan sonra her yaptığıyla kimileri tarafından sevilecek, kimileri tarafından ise hiç beğenilmeyecek. Ama her halükarda gündemde olacak.

Bu iyi midir, bir yazar için? Belki. Eğer baştan beri derdi olan konuları anlatmaktan vazgeçmezse ve muhalif kimliğini kaybetmezse. Bunu da, yani yeraltı dilini koruyup korumadığını, muhalif kimliğini kaybedip kaybetmediğini bize zaman gösterecek.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 24  Haziran 2022’de yayımlanmıştır.

Ayfer Feriha Nujen
Ayfer Feriha Nujen
Ayfer Feriha Nujen – Şair, yazar, sosyolog ve mühendis. İlk şiirleri 14 yaşından itibaren Taflan, Berfin Bahar, Sunak, Varlık, Sincan İstasyonu, Üç Nokta, Kaçak Yayın, Deliler Teknesi, Az Edebiyat, Forum Edebiyat, Evvel Fanzin, Hece, Yokluk, Amargi, gibi dergilerde ve edebiyat sitelerinde yayımlandı. Başlıca eserleri: Bedenim Mezarımdır Benim (2007), Yüzü Avuçlarında Solgun Bir Gül (2011), Aşkın 7. Harikası Tac Mahal (2011), Duasız Ölüler (2012), Şairin Kara Kutusu /Nilgün Marmara (2013), Öteki Cins Şair (2013), Ey Arş, Sıkıştır! (2020). Halen T24 Haber ve T24 Haftalık’da yazıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Hakan Günday ve yer altından gelen sesler

Hakan Günday, henüz 24 yaşındayken yazdığı Kinyas ve Kayra ile kendi okurunu yarattı. Peşi sıra pek çok roman yazdı; Mecidis ve Hermann Hesse ödüllerine layık görüldü. Zamanla üretim alanı genişledi, dizi ve film senaryoları da yazdı. Bilhassa Müslüm’den sonra, artık eskisi gibi olmadığı konuşulur oldu. Sahiden öyle mi oldu? Ayfer Feriha Nujen yazdı.

Bir hikâye metinden çıkıp ekranlara, sahneye sıçradığında kendi dönemini kapanmaz bir döneme çeviriyor. Bu konuda en başarılı metinler, daha çok yer altı metinleri oluyor elbette. Hoşa gidenin kısa sürmesinin nedenlerini de ancak böylece fark edebiliyoruz. Acı ve hoş olmayanın neden kalıcı olduğunu da.

Her romanıyla yer altına açılan, her seferinden başka bir kapıyı aralayan yazarlardan biri Hakan Günday. İnsanın iç sesini olduğu gibi bir dış sese çevirerek yazmasıyla hafızlarımıza bizim kendi varoluşumuzla ilgili yüzleşemediğimiz, ama yüzleşmek zorunda kaldığımız anları, diplerden yüzeye fırlatılmış çakıl taşları gibi fırlatıp atanlardan.

Suya çarpan taşın onu yırttığını, delip geçtiğini fiziken göremeyiz, ama bir metinde koca kalabalıların arasından geçenlerin sessizliğinin de böyle bir delip geçmek olduğunu görürüz.

İnsanın hayat karşısındaki dipte kalışını, sabırsızlığını, sabırlı bir düşünür gibi yer altının bütün öğelerini, yazmanın kurallarını hiçe saymaksızın bir ceviz kabuğunun üzerindeki kıvrımlara şekil veren tabiatın kendi koşullarına uygun olarak metne alır. Bu tıpkı toplum içindeki bireyin başına gelen ve onu etkileyen her şeyin ona şekil vermesine benzer.

Sokak kültürü ve dili

Günday, karakterlerle ilgilenir; bir seri katilin, iyi bir yurttaşın ya da kötü olanın karakteriyle. Varlığının ortaya çıkışını sorgular. Birey olarak duruşuna, toplum içindeki yerine bakar. İdeolojik arayışlarını kavramaya çalışır. Bir olgudan çok yaşamın anlamını kavramaya, anlamaya uğraşır. Sokak kültürünün, dilinin izleğini sürer.

O modern edebiyatın direttiği şekilde kapalı bir dil ve anlatımı tercih etmedi. Aksine, pek çok toplumsal olaydan beslenip bunun bireysel davranışlara nasıl yansıdığına baktı. Bunu yaparken de ev içi ya da toplum içi fay hatlarını göstermeye çalıştı. İlk eseri Kinyas ve Kayra’da (2000) olduğu gibi.

Toplumsal olan her şeyi ve medeniyet olgusunu bu yüzden eleştiren bir kitaptır da Kinyas ve Kayra.

Bireyler toplumu eleştirmeye başladıklarında kendi acılarıyla yüzleşirler. Acılarıyla baş başa kalan bireyler umursanmadıklarını gördükleri ilk andan itibaren toplumun onlara verdiği her şey gibi isimlerini de reddederler. Her çatışma gibi bu çatışma da toplumsal bir baskının sonucu olarak olağanüstü bir şiddet doğurur.

Bu sadece bizim coğrafyamıza has bir kitap olarak tanımlanabilecek bir kitap değil ve tabii Günday da bizim coğrafyamıza sığıp kalacak bir yazar değil.

Kimleri niçin anlatıyor?

Eserlerine seçtiği konular, yarattığı karakterler, çoğu kere bizden olmadığı yönünde eleştiri aldı. Onların varoluş biçimleri farklıydı. Davranışlarının kökünde evrensel değerler ve bunların çatışması ya da uzlaşma çabası vardı.

Oysa yeraltı, daha geniş açıdan bakıldığında, hep ötekinin ortaya attığı ya da atıldığı metinlerde, filmlerde sesini duyurur. Bu, dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir evin herhangi bir odasında, bir masada oturmuş birinin çok sıradan hayatına dair bir hikâye bile olsa, öyledir.

Çünkü okurun, izleyicinin yazıyla, filmle kurduğu iletişim yahut bağ, anlatılan hikâye bittikten sonra da devam eder; okur yahut izleyici hikâyenin kendi hayatında yer bulup yeni tepkimelere girmesini sağlar.

Doğru bir kelimeyi orada bulmuş olmaktan daha ilerisi söz konusudur; yeraltı, insanın varoluşsal bunalımlarının sebeplerini bulma yolunda büyük olanaklar sağlar.

Depresif ruh hali

Metin içindeki baskılanma alanı, metin sonlandıktan sonra boşluğun hücumuna uğrar. Bu hücumun yarattığı itki, alanın içinde savunmasız kalan herkesi reddedişe sevk eder. Depresif ruh halinin karanlıktan çıktıktan sonra arzu ettiği özgürlük alanına giden tek yol budur çünkü.

Günday’ı karanlık yazarlar arasına sokan şeylerden biri, kendine mahsus yazma kurallarıdır. Diğeri ise hiç şüphesiz, iki ya da daha çok kişiye ait ruhsal yapıları, tek vücutta buluşturuyor olmasıdır.

Bir yazarın yarattığı her karaktere bürünebildiğini söylemek her yazan için geçerli olamaz. Çünkü yazarken dış dünyaya zihnimizi içten mi, dıştan mı kapattığımız önemlidir. Dış kapanma o dünya ile bağlantısını asla koparamayan yazarları sekteye uğratır ve mantık hataları yapmalarında önemli rol oynar.

Oysa Günday, yazarken zihnini içten kapatabilen bir yazar. İlkgençlik yıllarından itibaren içinde madden var olduğu dünya ile bütün bağını koparabildiği için bir yeraltı yazarı olabilmiş. Hiçbir edebiyat atölyesinin genç bir yazar adayına veremeyeceği tek şey de budur: Kendi zihninin ve ruhunun karanlık dehlizlerinde dolaşabilme özgürlüğü.

İşte yazar, ancak oradaki özgürlükle bulunduğu toplumdaki her şeyi eleştirme ve değiştirme isteği doğrultusunda hareket edebilir, eylemlere kalkışabilir.

Tek bedende farklı iki karakter

Kinyas ve Kayra’da, bu sebeple, illegal hayat biçiminden ziyade, tek bedende farklı iki karakteri ve iki farklı kutbu olan bir yazarın profilini görüyoruz.

Hem toplumla, onun kurallarıyla çatışan hem de aslında kendi içinde farklı eğilimleri ve özellikleri olan bir tek karakterin ikiye bölünmüşlüğünü görüyoruz.

Yeraltı edebiyatı deyince herkesin aklına Dostoyevski gelir muhtemelen. Onun eserlerindeki insan psikoloji, belki de o yazmadan önce bu denli keşfedilmemişti. Sıkışıp kalmış insan hallerinin en karanlık yanları bu denli güçlü betimlenmemişti.

Buna benzer bir durum, Günday’dan önce, bu kadar sarsıcı biçimde dile getirilmemişti Türk edebiyatında. Peki, niçin?

Hemen söyleyeyim: Yayın dünyası, siyaset arenası ve ticaret borsası, bazı sarsıcı metinlerin ya sansürden geçmesini isterler ya da kendilerine otosansürlü olarak gelmesini isterler. Bir yer altı yazarının yapmayacağı tek şeyse bu beklentileri karşılamaktır. Yazanların da okurların da yüzleşmeleri gereken durumlar, eylem biçimleri ortadan kalktığında yazmanın da okumanın da bir anlamı kalmayacaktır çünkü. Yazmanın da okumanın da temeldeki ilk amacı mevcut düzen ve düşünceleri yıkmaktır. Bu yüzden Kinyas ve Kayra’da iki uç noktada iki farklı karakterle karşılaşırız. Kan, şiddet, zaman zaman anarşinin en aykırı insanı bile rahatsız edebilecek boyutlarda öğeler olarak yer aldığı Günday kitaplarının insanın varoşlunu ve yaşamı iki farklı açıdan ele almasına da neden oluyor. bunlardan biri esir olarak yaşamaya devam etmekken diğeri her ne olursa olsun sürüden ayrılmayı göze alarak yaşamak elbette.

Sert toplumsal eleştiri

Günday’ın neredeyse tüm kitaplarında okuru rahatsız eden şey ne kurgu hatası ne de yazım biçimidir. Gerçeklerin acımasızca kaleme alınmasıdır.

Kinyas ve Kayra’dan tam 11 yıl sonra okura sunulan Az’da hakeza toplumsal meseleler konusunda daha keskin ve acımasız bir kurgu vardır mesela. Kadın ve çocuk gibi hassas olunan konularda toplumun ne kadar iki yüzlü olduğunu korkusuzca yüzümüze vuran tespitler içerir.

Bütün insanlara kızgın bir yazar profili elbette yeraltı yazarı olmalı. Toplumu karşısına alıp onunla tartışmaktan kaçmaz.

Hem ertelenen her şeyin ertelendikçe daha da büyük bir şiddet ve kaos doğuracağı malum değil mi?

Yeraltı, sırtını sokak diline yaslar çoğu kere. Bu onun edebiyat dışı yahut aşağı bir dil taşıdığı anlamına gelmez. Bu, aslında edebiyatın neden ve nasıl ortaya çıktığının açıklamasıdır. Yukarıdakilerin aşağıdakilerin hayatlarını merakından başka bir şey değildir.

Yeraltı edebiyatı ve Günday’ın kitaplarındaki şiddet, kan ve dahası insanın çaresizlikle umut arasındaki fırtınalarıdır.

Yazdıkça okur kitlesi genişliyor

İlginç olan ve üzerinde durulması gereken şey, Günday’ın dilinin ve anlattığı konuların sertliğine rağmen gördüğü ilgidir. Nitekim ilk romanını Zargana (2002), Piç (2003), Malafa (2005), Azil (2007) ve Ziyan (2009) takip eder. On yıllık sürece sığan 6 kitap. O yazdıkça okur kitlesi de giderek genişler.

Ziyan’dan sonra edebiyat dışı ilişkileri filizlerir yavaş yavaş. Mesela Malafa adlı eseri Murat Daltaban tarafından 2010 yılında oyunlaştırılıp sahnelenir. 17’inci Uluslararası Tiyatro Festivali’nde yer alır.

Daha (2013) adlı eseri Onur Saylak tarafından sinemaya uyarlanır. Başrollerini Tuba Büyüküstün, Ahmet Mümtaz Taylan ve Hayat Van Eck’in paylaştığı 2017 tarihli film, Avrupa’nın en eski ve önemli festivallerinden olan 52’nci Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali’nin ana yarışma bölümünde büyük ödül olan Kristal Küre için yarışır. #Daha ve #More etiketleriyle sosyal medya mecrası Twitter’da filmin çarpıcı fragmanına dair övgü dolu yorumlar paylaşılır.

Film, 24. Uluslararası Adana Film Festivali’nde Yılmaz Güney Ödülü’nü kazanır. 7. Malatya Uluslararası Film Festivali’nden de 4 ödülle döner.

Sinema ve dizilerle flört

Artık yedinci sanattaki yolculuğu geri dönüşsüz olarak başlamıştır. Nitekim senaryosunu yazdığı Şahsiyet, yine Onur Saylak tarafından çekilir ve Puhu Tv’de yayınlanır. Buradaki rolüyle Haluk Bilginer, Emmy’de En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alır.

Hayranlarını hayal kırıklığına uğratan ve kendisine yeni hayranlar kazandıran bir başka “iş” vardır sırada. Sinemada yüksek gişe yapan Müslüm’ün de senaryosu ona aittir.

Derken bir Netflix dizisi olan Uysallar’ın senaryosunda adını görürüz.

Artık Kinyas ve Kayra’daki yazar Hakan Günday değildir. Milyonlara sesleniyordur. Toplumu karşısına alan yazar sanki artık yan yana duruyordur onunla. Belki de bu yüzden artık eskisi gibi yazamadığı rivayet edilir. İlk eserindeki başarıyı aşamadığı, onun gölgesinde kaldığı… Popüler kulvara girdiği için edebiyatının zayıfladığı…

Tam bu tür tartışmalar yavaş yavaş filiz verirken, uluslararası bir ödül kazanır: Hermann Hesse. 20 bin Euro’luk ödül, Hermann Hesse’nin doğum günü olan 2 Temmuz’da memleketi Calw’da verilecek.

Üstelik bu onun kazandığı ilk uluslararası ödül de değil. Hatırlayalım; daha önce Ziyan adlı romanıyla Türk-Fransız Edebiyat Ödülü’nü ve Fransızcaya Encore adıyla çevrilen Daha romanıyla Fransa’nın saygın edebiyat ödüllerinden Medicis “En İyi Yabancı Roman Ödülü”nü de almıştır.

Görünüşe göre Hakan Günday, bundan sonra her yaptığıyla kimileri tarafından sevilecek, kimileri tarafından ise hiç beğenilmeyecek. Ama her halükarda gündemde olacak.

Bu iyi midir, bir yazar için? Belki. Eğer baştan beri derdi olan konuları anlatmaktan vazgeçmezse ve muhalif kimliğini kaybetmezse. Bunu da, yani yeraltı dilini koruyup korumadığını, muhalif kimliğini kaybedip kaybetmediğini bize zaman gösterecek.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 24  Haziran 2022’de yayımlanmıştır.

Ayfer Feriha Nujen
Ayfer Feriha Nujen
Ayfer Feriha Nujen – Şair, yazar, sosyolog ve mühendis. İlk şiirleri 14 yaşından itibaren Taflan, Berfin Bahar, Sunak, Varlık, Sincan İstasyonu, Üç Nokta, Kaçak Yayın, Deliler Teknesi, Az Edebiyat, Forum Edebiyat, Evvel Fanzin, Hece, Yokluk, Amargi, gibi dergilerde ve edebiyat sitelerinde yayımlandı. Başlıca eserleri: Bedenim Mezarımdır Benim (2007), Yüzü Avuçlarında Solgun Bir Gül (2011), Aşkın 7. Harikası Tac Mahal (2011), Duasız Ölüler (2012), Şairin Kara Kutusu /Nilgün Marmara (2013), Öteki Cins Şair (2013), Ey Arş, Sıkıştır! (2020). Halen T24 Haber ve T24 Haftalık’da yazıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x