Hollywood çöküyor mu?

Hollywood iflasın eğişinde mi? Neden özgün fikirler ve filmler artık Hollywood’dan çıkmıyor? Netflix ve benzeri dijital platformlar Hollywood’u tarihe mi gömüyor? Hollywood kurtuluşu nerede arıyor? Banu Bozdemir yazdı.

Sinema, zaman zaman dönemin ruhuna uygun olarak kabuk değiştirmeye, tökezleyip toparlanmaya, buna rağmen tek sermayesi olan seyircisinin ilgisini üzerinde tutmaya devam etmek için elinden geleni yapıyor. Bunun en bariz örneğini Hollywood’da görmek mümkün. Ara sıra, “Hollywood’un sonu mu geliyor?” ya da “Hollywood çöküyor mu?” gibi serzenişlerle karşılaşıyoruz. İyi de, Hollywood denen dev sektör, neden bu kadar olumsuz söylemlerle gündeme geliyor? Sebep, çok büyük bir sermaye birikimini elinde barındırdığı ve en ufak tökezlemede ekonomik ve sosyolojik felaketlere gebe olması mı? Yoksa Hollywood, başını ellerinin arasına almış, kara kara düşünmekte mi? Eldeki toplama bakarsak durum gerçekten de vahim!

Sanat filmleri, düşük bütçeli filmler ağır aksak yoluna devam ederken, Hollywood’un başını çektiği orta ölçekli ve yüksek bütçeli stüdyo filmleri bir çöküşün içerisinde debeleniyor. Örneğin 2017 yapımı Blude Runner 2049 ABD gişesinde iş yapamadı, aynı şekilde X- Men serisinin en kötü filmi olan Dark Phoenix, Kristin Stewart, Ella Balinska ve Naomi Scott’ın melekleri canlandırdığı Charlie’nin Melekleri ve Terminatör serisinin yeni filmi Terminatör: Dark Fate gişede hayal kırıklığı yaratan filmlerin başında geliyor.

Tabii Hollywood da üzerine bir çığ gibi gelen bu durumu kollarını kavuşturup beklemiyor. Filmlere 3D sosları ekleyip, IMAX (yüksek boyutta ve netlikte görüntü kapasitesine sahip olan bir film gösterim sistemi) ile seyirciyi adeta ekranın içine sokup, yeniden çevrimleri, seri filmleri ve özellikle de “live action” tekniğiyle çekilen filmleri allayıp pullayıp seyircisine “karşı doz” olarak kullanmaya çalışıyor. Ama özellikle 2000’lerden sonra sırtını bunlara dayamadan sıfırdan çekilmiş film neredeyse yok denecek kadar az…

Hollywood’da kriz hiç bitmez

Genel olarak bakacak olursak; sinemanın bu şekilde değişimlere direndiği ya da zor şartlardan geçtiği dönemler yok değil. Mesela sinemada çığır açan ses teknolojisi, özellikle de sinemasını sessiz sinemayla, vücut diliyle ifade eden Charlie Chaplin için tam bir kriz olmuştur. Ses teknolojisi reddetmiş ve bunu sinemaya yüklenen popülist yaklaşımlar olarak ifade etmişti. Bir de filmlerinin sessiz sinemayla herkese ulaştığını, Hollywood’da hakim dil olan İngilizcenin bunu karşılamayacağını söylemiştir, ama sinema öyle bir ilerleme çağının işareti ki, bu sesleri kısıp, yoluna daha güçlü, daha sesli bir şekilde devam etmiştir. Chaplin’in bu söylemini Amerikan sinemasına karşı bir eylem, bir tepki olarak yorumlamak da mümkün!

Mesela Hollywood şimdikine benzer bir krizi 1960’lı yıllarda yaşamıştır. O zamanın sinemaya kafa tutan ruhu ise evlere dalan ve insanların ayaklarını sinemadan kesen televizyonun icadı olmuştu. Neredeyse yarım milyon azalan seyirci sayısıyla bazı çok kâr eden film stüdyoları ya kapanmış ya da kapanma noktasına gelmişti. Sinemada Yeni Hollywood dönemi diye adlandırılan bu dönemde, bir yandan büyük yapımlara imza atılırken bir yandan da bilgisayar destekli sinema algısı oluşmaya başlamıştı. Don Chaffey imzalı 1963 yapımı Jason ve Argonotlar’da fantastik kahramanlar ve iskeletten yapılmış savaşçılar stop motion tekniğiyle canlandırılmıştı. 1964 yılında Robert Stevenson tarafından yönetilen Disney yapımı Mary Poppins filminde ise animasyon karakterlerle gerçek karakterler aynı karede buluşarak live action tekniğinin atasını oluşturmuştu. Ve seyircisini yeniden salona çekmeyi başarmıştı. Hollywood yine içine düştüğü krizden live action denemeleri, 3 boyutlu filmler, seri filmler ve Uzakdoğu senaryoları ile Latin kökenli yönetmenleri kendi saflarına çekerek kurtulmaya çalışıyor.

Kore sinemasının yükselişi ve Hollywood’un çırpınışları

2020 yılında, Amerikan sinema tarihinde ilk kez En İyi Film Oscar Ödülü’nün Kore yapımı Parazit filmine gitmesi ve aynı filmin En İyi Yönetmen, En İyi Uluslarararası Film ve En İyi Özgün Senaryo ödüllerini de alması, Hollywood’un Kore sinemasına olan ilgisini de arttırdı.

Kore sineması, çok sıradan şeyler anlatsa da, sosyopolitik argümanlarla gündelik yaşamı harmanlamayı çok iyi başarıyor. İçine uzak doğululara özgü çabuk, sarsak ve hülyalı bir ironi katarak hikâyeyi ilgi çekici kılıyorlar. Bu nedenle olsa gerek, birçok Kore dizisi ve filmi, uyarlanarak soframıza kondu. Hatta içlerinden biri (Yedinci Koğuştaki Mucize) Oscar aday adayımız oldu.

Bu denli bir içselleştirme biz de yaşanırken Amerika’da bu remake (yeniden çevrim) çılgınlığı uzun zamandır yaşanıyor. Hollywwod bu uyarlamaları sinemasına kattığı taze bir kan olarak algılamasına rağmen, Kore sinemasında yarattığı etki ve heyecanı bir türlü yakalayamıyor. Bunda da popüler olma sevdasıyla, Kore’ye ait kültürel arka planı yok sayarak, sırf adrenalin pompalamaya çalışmanın yattığını söyleyebiliriz. Örneğin Hollywood 2016 Kore yapımı Busan Treni’ni uyarlamak için kolları sıvadı, ortaya nasıl bir şey çıkacağını merak ediyoruz, zira orijinalinde insanlığın bencilliği ve genel zombi algısına dair bir eleştiri barındırıyordu. Hollywood’un kuru bir aksiyon filmi olarak sunması hiç de sürpriz değil!

Holywood artık yeni ve kaliteli filmler üretemediği (üretse bile çoğu gişede çakılıyor) için filmleri kısım kısım çoğaltma yoluna gidiyor. Hobbit’ten üç film çıkardılar, romanda olmayan karakterler eklediler. Açlık Oyunları’nın ilk iki filmi tuttu diye üçüncü kitaptan iki film daha çıkardılar. Testere filmi o kadar çok çekildi ki, artık senaryo anlam kaybına uğradı, üstüne üstlük hikâyenin en başına gittiler, olmadı üç boyutlu çektiler. Bu şekilde genç seyirciyi salonlara çektiler, ama yetişkinler yine salonların dışında kaldı çoğu zaman.

Netflix, petrol devi Exxon’u geride bıraktı

Bu dönemde Hollywood’un en önemli rakibi olarak ise karşımıza, 2020 verilerine göre en çok tercih edilen çevrimiçi film ve dizi izleme platformlarından birisi olan Netflix çıktı. Peki, Netflix’in mucizesi ne? Zira Kaliforniya’da, Reed Hastings ve Marc Randolph tarafından 1997’de bir teknoloji ve medya hizmetleri sağlayıcısı olarak kuruluyor ve kurucularının dahi beklentisi “büyük” değil. Ancak 2016 verilerine göre 8,83 milyar dolar geliri, 3 bin 500’den fazla çalışanı, 190’dan fazla ülkede 200 milyona yakın abonesi olan bir şirkete dönüşmüş 20 yıl içinde…

Öyle ki, borsada toplam piyasa değerini 196 milyar dolar seviyelerine çıkararak Wall Street borsasında kullanılan “Faang Hisseleri” grubunda yer alıyor artık. Dev teknoloji şirketlerinin ilk harflerinin kullanıldığı kısaltmada Netflix ile birlikte Facebook, Amazon, Apple ve Google bulunuyor.

Çarpıcı bir örnek: Netflix’in mevcut piyasa değeri ABD’nin petrol devi Exxon Mobil’i dahi geride bırakmış durumda. Şirketin petrol fiyatlarındaki düşüşe bağlı olarak eriyen hisseleri, Exxon Mobil’in piyasa değerini 166 milyar dolara çekmiş.

Forbes’ın paylaştığı habere göre, son dönemde hisse değerini 50 milyon dolar artıran şirket karşısında tutunmak zor gibi görünüyor. Zira en yakın takipçisi Disney, 2019’da 258 milyar dolar hisse değerine sahipken, 2020’de 194 milyar dolara düşüyor.

Kurtuluş 3D filmlerde mi?

Hal böyleyken elbette Hollywood kurtuluş çareleri arayışında… Usta yönetmen James Cameron geçtiğimiz aylarda 3D formatıyla ilgili olumlu açıklamalar yapmış, hatta neredeyse önümüzdeki yıllarda kurtuluşun üç boyuttan geçeceğini savunacak kadar iddialı bir argümanla gelmişti. Tabii bu bir iddiadan çok temenni. 3D filmlerin sektörü rahatlatacağı, özellikle Avatar gibi çok büyük bütçeli filmlerinin devamının bu şekilde gelmesini sağlayacak bir yöntem gibi görünüyor. Ama 3D filmler de ilk zamanlardaki heyecanını çoktan yitirdi, belki Avatar’ın devam filmleriyle tekrar seyircinin gözündeki yerini alabilir.

Tabii Hollywood’un dertleri bitmiyor. Ama bu kez rakipleri çok daha güçlü. Pandemi bütün dünyada sinema salonlarına büyük darbe vururken alternatif bir izleme şekli yaratan dijital platformları da harekete geçirdi. Zaten zamanının büyük kısmını telefonda, bilgisayar başında geçiren insanlar, bu alternatif üretim ve izleme şekline çabucak adapte oldular. Zaten adapte olmaya da hevesliydiler. Büyük ekran televizyonlarda, evden çıkmadan, dışarıdan sipariş edilen menüler eşliğinde, abonelik sistemiyle çoklu izleme zevkini hayatlarında inşa etmeye başladılar. Televizyon dizileri deseniz neredeyse en yüksek kalitede ve bir bölümü neredeyse filmin bütçesini aşan miktarlarda çekiliyor. Ve orijinal senaryolar ardı ardına geliyor, Hollywood gibi seriye bağlamış senaryoların peşinden koşmuyor. Yani kaliteli dijital izleme keyfi ve televizyonlar sinemanın ayağını iyice kaydırdı. Bunlara yüksek bilet fiyatları eklenince insanlar kaliteli yapımları ev konforunda izlemek konusunda sakınca görmemeye başladılar. Önümüzdeki yıllarda sinema salonları daha çok romantik bir buluşmaya eşlik eden çiftlerin, fanatik sinemaseverlerin uğrak mekânı olacak gibi…

Hollywood gençlerden medet umuyor

Şu anda sinemalar salgın nedeniyle kapalı ve bir kısmı gerçekten de ekonomik şartlar gereği kapandı. Bazı sinemaların ayakta kalmak için büyük bütçeli bir filmi ya da insanların akın ettiği film festivallerini beklediğini biliyoruz. Ama bu yöntem de her zaman beklenen etkiyi yapmıyor. O yüzden Hollywood bir kurtarma yöntemi olarak; eski filmleri, Uzakdoğu’dan aldığı hikâyeleri ters yüz ederek, yamayarak kendi seyircisine enjekte ediyor. Ve gençlerin trend kabul ettiği her şeyden medet umarak yapıyor bunu. Bilgisayar oyunlarını sinemaya uyarlayıp, onların bir oyunun içinde tutma çabası, süper kahramanları aynı filmin içinde toplayıp onları seyirciye son koz olarak fırlatmaları da bitmeyen çabalar diyebiliriz. (Acaba buraya 1-2 örnek film adı yazabilir miyiz?) Youtuber’lar, internet fenomenlerinin hayatları derken liste uzayıp gidiyor.

Toparlarsak seyirciye ulaşan dağıtım kanalları arasında yaşanan rekabet ve etkisini yitiren filmler, genel olarak sinema sektörünü, en başta da büyük işletmeler olan Hollywood ve sonrasında da Bollywood sinemasını etkiliyor. “Hollywood kurtulur mu?” yahut “Nasıl kurtulur?” bilmiyoruz. Yanıt, şimdilik kendisine karşı birleşen dijital ve televizyon tekelini kırmak gibi görünüyor. Bunu da büyük şirketlerin hisselerini birleştirmeleri, karşı bir tekel yaratmaları önleyebilir belki. Walt Disney gibi sinema devi bir grup değer kaybederken Netflix’in yükselmesi daha çok dönemin ruhuyla açıklansa da, sinemanın ruhunu kaybetmemesi için acilen silkelenmesi gerekiyor. Yoksa sinema salonları kısa bir zaman sonra hayalet salonlara dönüşecek…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 12 Mart 2021’de yayımlanmıştır.

Banu Bozdemir
Banu Bozdemir
Banu Bozdemir - İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editörlük yaptı. Tarihi Rejans Rus Lokantası için hazırlanan Rejans Tarihi ve Rejans Yemekleri kitabını yayına hazırladı. Film + Sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım ve Çevremi Seviyorum adı altında on iki çocuk kitabı yazdı. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı Leylalı Haller yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği Bakış adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı. Festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Hollywood çöküyor mu?

Hollywood iflasın eğişinde mi? Neden özgün fikirler ve filmler artık Hollywood’dan çıkmıyor? Netflix ve benzeri dijital platformlar Hollywood’u tarihe mi gömüyor? Hollywood kurtuluşu nerede arıyor? Banu Bozdemir yazdı.

Sinema, zaman zaman dönemin ruhuna uygun olarak kabuk değiştirmeye, tökezleyip toparlanmaya, buna rağmen tek sermayesi olan seyircisinin ilgisini üzerinde tutmaya devam etmek için elinden geleni yapıyor. Bunun en bariz örneğini Hollywood’da görmek mümkün. Ara sıra, “Hollywood’un sonu mu geliyor?” ya da “Hollywood çöküyor mu?” gibi serzenişlerle karşılaşıyoruz. İyi de, Hollywood denen dev sektör, neden bu kadar olumsuz söylemlerle gündeme geliyor? Sebep, çok büyük bir sermaye birikimini elinde barındırdığı ve en ufak tökezlemede ekonomik ve sosyolojik felaketlere gebe olması mı? Yoksa Hollywood, başını ellerinin arasına almış, kara kara düşünmekte mi? Eldeki toplama bakarsak durum gerçekten de vahim!

Sanat filmleri, düşük bütçeli filmler ağır aksak yoluna devam ederken, Hollywood’un başını çektiği orta ölçekli ve yüksek bütçeli stüdyo filmleri bir çöküşün içerisinde debeleniyor. Örneğin 2017 yapımı Blude Runner 2049 ABD gişesinde iş yapamadı, aynı şekilde X- Men serisinin en kötü filmi olan Dark Phoenix, Kristin Stewart, Ella Balinska ve Naomi Scott’ın melekleri canlandırdığı Charlie’nin Melekleri ve Terminatör serisinin yeni filmi Terminatör: Dark Fate gişede hayal kırıklığı yaratan filmlerin başında geliyor.

Tabii Hollywood da üzerine bir çığ gibi gelen bu durumu kollarını kavuşturup beklemiyor. Filmlere 3D sosları ekleyip, IMAX (yüksek boyutta ve netlikte görüntü kapasitesine sahip olan bir film gösterim sistemi) ile seyirciyi adeta ekranın içine sokup, yeniden çevrimleri, seri filmleri ve özellikle de “live action” tekniğiyle çekilen filmleri allayıp pullayıp seyircisine “karşı doz” olarak kullanmaya çalışıyor. Ama özellikle 2000’lerden sonra sırtını bunlara dayamadan sıfırdan çekilmiş film neredeyse yok denecek kadar az…

Hollywood’da kriz hiç bitmez

Genel olarak bakacak olursak; sinemanın bu şekilde değişimlere direndiği ya da zor şartlardan geçtiği dönemler yok değil. Mesela sinemada çığır açan ses teknolojisi, özellikle de sinemasını sessiz sinemayla, vücut diliyle ifade eden Charlie Chaplin için tam bir kriz olmuştur. Ses teknolojisi reddetmiş ve bunu sinemaya yüklenen popülist yaklaşımlar olarak ifade etmişti. Bir de filmlerinin sessiz sinemayla herkese ulaştığını, Hollywood’da hakim dil olan İngilizcenin bunu karşılamayacağını söylemiştir, ama sinema öyle bir ilerleme çağının işareti ki, bu sesleri kısıp, yoluna daha güçlü, daha sesli bir şekilde devam etmiştir. Chaplin’in bu söylemini Amerikan sinemasına karşı bir eylem, bir tepki olarak yorumlamak da mümkün!

Mesela Hollywood şimdikine benzer bir krizi 1960’lı yıllarda yaşamıştır. O zamanın sinemaya kafa tutan ruhu ise evlere dalan ve insanların ayaklarını sinemadan kesen televizyonun icadı olmuştu. Neredeyse yarım milyon azalan seyirci sayısıyla bazı çok kâr eden film stüdyoları ya kapanmış ya da kapanma noktasına gelmişti. Sinemada Yeni Hollywood dönemi diye adlandırılan bu dönemde, bir yandan büyük yapımlara imza atılırken bir yandan da bilgisayar destekli sinema algısı oluşmaya başlamıştı. Don Chaffey imzalı 1963 yapımı Jason ve Argonotlar’da fantastik kahramanlar ve iskeletten yapılmış savaşçılar stop motion tekniğiyle canlandırılmıştı. 1964 yılında Robert Stevenson tarafından yönetilen Disney yapımı Mary Poppins filminde ise animasyon karakterlerle gerçek karakterler aynı karede buluşarak live action tekniğinin atasını oluşturmuştu. Ve seyircisini yeniden salona çekmeyi başarmıştı. Hollywood yine içine düştüğü krizden live action denemeleri, 3 boyutlu filmler, seri filmler ve Uzakdoğu senaryoları ile Latin kökenli yönetmenleri kendi saflarına çekerek kurtulmaya çalışıyor.

Kore sinemasının yükselişi ve Hollywood’un çırpınışları

2020 yılında, Amerikan sinema tarihinde ilk kez En İyi Film Oscar Ödülü’nün Kore yapımı Parazit filmine gitmesi ve aynı filmin En İyi Yönetmen, En İyi Uluslarararası Film ve En İyi Özgün Senaryo ödüllerini de alması, Hollywood’un Kore sinemasına olan ilgisini de arttırdı.

Kore sineması, çok sıradan şeyler anlatsa da, sosyopolitik argümanlarla gündelik yaşamı harmanlamayı çok iyi başarıyor. İçine uzak doğululara özgü çabuk, sarsak ve hülyalı bir ironi katarak hikâyeyi ilgi çekici kılıyorlar. Bu nedenle olsa gerek, birçok Kore dizisi ve filmi, uyarlanarak soframıza kondu. Hatta içlerinden biri (Yedinci Koğuştaki Mucize) Oscar aday adayımız oldu.

Bu denli bir içselleştirme biz de yaşanırken Amerika’da bu remake (yeniden çevrim) çılgınlığı uzun zamandır yaşanıyor. Hollywwod bu uyarlamaları sinemasına kattığı taze bir kan olarak algılamasına rağmen, Kore sinemasında yarattığı etki ve heyecanı bir türlü yakalayamıyor. Bunda da popüler olma sevdasıyla, Kore’ye ait kültürel arka planı yok sayarak, sırf adrenalin pompalamaya çalışmanın yattığını söyleyebiliriz. Örneğin Hollywood 2016 Kore yapımı Busan Treni’ni uyarlamak için kolları sıvadı, ortaya nasıl bir şey çıkacağını merak ediyoruz, zira orijinalinde insanlığın bencilliği ve genel zombi algısına dair bir eleştiri barındırıyordu. Hollywood’un kuru bir aksiyon filmi olarak sunması hiç de sürpriz değil!

Holywood artık yeni ve kaliteli filmler üretemediği (üretse bile çoğu gişede çakılıyor) için filmleri kısım kısım çoğaltma yoluna gidiyor. Hobbit’ten üç film çıkardılar, romanda olmayan karakterler eklediler. Açlık Oyunları’nın ilk iki filmi tuttu diye üçüncü kitaptan iki film daha çıkardılar. Testere filmi o kadar çok çekildi ki, artık senaryo anlam kaybına uğradı, üstüne üstlük hikâyenin en başına gittiler, olmadı üç boyutlu çektiler. Bu şekilde genç seyirciyi salonlara çektiler, ama yetişkinler yine salonların dışında kaldı çoğu zaman.

Netflix, petrol devi Exxon’u geride bıraktı

Bu dönemde Hollywood’un en önemli rakibi olarak ise karşımıza, 2020 verilerine göre en çok tercih edilen çevrimiçi film ve dizi izleme platformlarından birisi olan Netflix çıktı. Peki, Netflix’in mucizesi ne? Zira Kaliforniya’da, Reed Hastings ve Marc Randolph tarafından 1997’de bir teknoloji ve medya hizmetleri sağlayıcısı olarak kuruluyor ve kurucularının dahi beklentisi “büyük” değil. Ancak 2016 verilerine göre 8,83 milyar dolar geliri, 3 bin 500’den fazla çalışanı, 190’dan fazla ülkede 200 milyona yakın abonesi olan bir şirkete dönüşmüş 20 yıl içinde…

Öyle ki, borsada toplam piyasa değerini 196 milyar dolar seviyelerine çıkararak Wall Street borsasında kullanılan “Faang Hisseleri” grubunda yer alıyor artık. Dev teknoloji şirketlerinin ilk harflerinin kullanıldığı kısaltmada Netflix ile birlikte Facebook, Amazon, Apple ve Google bulunuyor.

Çarpıcı bir örnek: Netflix’in mevcut piyasa değeri ABD’nin petrol devi Exxon Mobil’i dahi geride bırakmış durumda. Şirketin petrol fiyatlarındaki düşüşe bağlı olarak eriyen hisseleri, Exxon Mobil’in piyasa değerini 166 milyar dolara çekmiş.

Forbes’ın paylaştığı habere göre, son dönemde hisse değerini 50 milyon dolar artıran şirket karşısında tutunmak zor gibi görünüyor. Zira en yakın takipçisi Disney, 2019’da 258 milyar dolar hisse değerine sahipken, 2020’de 194 milyar dolara düşüyor.

Kurtuluş 3D filmlerde mi?

Hal böyleyken elbette Hollywood kurtuluş çareleri arayışında… Usta yönetmen James Cameron geçtiğimiz aylarda 3D formatıyla ilgili olumlu açıklamalar yapmış, hatta neredeyse önümüzdeki yıllarda kurtuluşun üç boyuttan geçeceğini savunacak kadar iddialı bir argümanla gelmişti. Tabii bu bir iddiadan çok temenni. 3D filmlerin sektörü rahatlatacağı, özellikle Avatar gibi çok büyük bütçeli filmlerinin devamının bu şekilde gelmesini sağlayacak bir yöntem gibi görünüyor. Ama 3D filmler de ilk zamanlardaki heyecanını çoktan yitirdi, belki Avatar’ın devam filmleriyle tekrar seyircinin gözündeki yerini alabilir.

Tabii Hollywood’un dertleri bitmiyor. Ama bu kez rakipleri çok daha güçlü. Pandemi bütün dünyada sinema salonlarına büyük darbe vururken alternatif bir izleme şekli yaratan dijital platformları da harekete geçirdi. Zaten zamanının büyük kısmını telefonda, bilgisayar başında geçiren insanlar, bu alternatif üretim ve izleme şekline çabucak adapte oldular. Zaten adapte olmaya da hevesliydiler. Büyük ekran televizyonlarda, evden çıkmadan, dışarıdan sipariş edilen menüler eşliğinde, abonelik sistemiyle çoklu izleme zevkini hayatlarında inşa etmeye başladılar. Televizyon dizileri deseniz neredeyse en yüksek kalitede ve bir bölümü neredeyse filmin bütçesini aşan miktarlarda çekiliyor. Ve orijinal senaryolar ardı ardına geliyor, Hollywood gibi seriye bağlamış senaryoların peşinden koşmuyor. Yani kaliteli dijital izleme keyfi ve televizyonlar sinemanın ayağını iyice kaydırdı. Bunlara yüksek bilet fiyatları eklenince insanlar kaliteli yapımları ev konforunda izlemek konusunda sakınca görmemeye başladılar. Önümüzdeki yıllarda sinema salonları daha çok romantik bir buluşmaya eşlik eden çiftlerin, fanatik sinemaseverlerin uğrak mekânı olacak gibi…

Hollywood gençlerden medet umuyor

Şu anda sinemalar salgın nedeniyle kapalı ve bir kısmı gerçekten de ekonomik şartlar gereği kapandı. Bazı sinemaların ayakta kalmak için büyük bütçeli bir filmi ya da insanların akın ettiği film festivallerini beklediğini biliyoruz. Ama bu yöntem de her zaman beklenen etkiyi yapmıyor. O yüzden Hollywood bir kurtarma yöntemi olarak; eski filmleri, Uzakdoğu’dan aldığı hikâyeleri ters yüz ederek, yamayarak kendi seyircisine enjekte ediyor. Ve gençlerin trend kabul ettiği her şeyden medet umarak yapıyor bunu. Bilgisayar oyunlarını sinemaya uyarlayıp, onların bir oyunun içinde tutma çabası, süper kahramanları aynı filmin içinde toplayıp onları seyirciye son koz olarak fırlatmaları da bitmeyen çabalar diyebiliriz. (Acaba buraya 1-2 örnek film adı yazabilir miyiz?) Youtuber’lar, internet fenomenlerinin hayatları derken liste uzayıp gidiyor.

Toparlarsak seyirciye ulaşan dağıtım kanalları arasında yaşanan rekabet ve etkisini yitiren filmler, genel olarak sinema sektörünü, en başta da büyük işletmeler olan Hollywood ve sonrasında da Bollywood sinemasını etkiliyor. “Hollywood kurtulur mu?” yahut “Nasıl kurtulur?” bilmiyoruz. Yanıt, şimdilik kendisine karşı birleşen dijital ve televizyon tekelini kırmak gibi görünüyor. Bunu da büyük şirketlerin hisselerini birleştirmeleri, karşı bir tekel yaratmaları önleyebilir belki. Walt Disney gibi sinema devi bir grup değer kaybederken Netflix’in yükselmesi daha çok dönemin ruhuyla açıklansa da, sinemanın ruhunu kaybetmemesi için acilen silkelenmesi gerekiyor. Yoksa sinema salonları kısa bir zaman sonra hayalet salonlara dönüşecek…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 12 Mart 2021’de yayımlanmıştır.

Banu Bozdemir
Banu Bozdemir
Banu Bozdemir - İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editörlük yaptı. Tarihi Rejans Rus Lokantası için hazırlanan Rejans Tarihi ve Rejans Yemekleri kitabını yayına hazırladı. Film + Sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım ve Çevremi Seviyorum adı altında on iki çocuk kitabı yazdı. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı Leylalı Haller yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği Bakış adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı. Festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x