Hollywood’un yapay zekâ savaşları – bu savaş, başka bir savaş

Bilerek yahut bilmeyerek hepimiz ağına düştük yapay zekânın. Ama en yüksek itiraz Hollywood’dan geldi. Çünkü onlar, pek yakında, patronların sorun çıkarmayan, hastalanmayan, kısacası insani gereksinimleri olmayan robotları yeğleyeceklerini gördüler. Sahiden neler oluyor sinema dünyasında? Yeşim Ağaoğlu yazdı.

Bugün size belki de doğrudan ilişkisi olmayanların pek bilmediği farklı bir savaştan söz etmek istiyorum.

Mayıs başından beri ABD’de, dünya sinema sektörünün merkezi olarak kabul edilen Hollywood’da, sinema ve dizi film çalışanları, binlerce senarist ve oyuncu grevde!
Hollywood’da yazarlar en son 15 yıl önce greve gitmişlerdi ve bu iş bırakma eylemi 100 gün sürmüş, Kaliforniya ekonomisine 2 milyar dolardan fazla bir zarara mal olmuştu. Bu grevin ise maddi kaybının 4 milyar doları bulabileceği konuşuluyor.

13 milyar dolarlık bir endüstri

Hollywood dediğimiz zaman, çoğumuzun bildiği gibi yalnızca dev bir film sektöründen söz etmiyoruz. 134 milyar dolarlık bu endüstrinin dünyaya yaydığı ideolojiyle, kültürle ve daha birçok açıdan verdiği yön ile büyük bir güç olmasından da söz ediyoruz elbette.

Hollywood birçok ünlü plak şirketinin, televizyon ve film stüdyosuna ev sahipliği yapmasıyla biliniyor. Her yıl milyonlarca turisti ağırlayan “show” dünyasının başkenti. Burası para, ün ve güç ile eş anlama geliyor.

Önce 11 bin 500 kadar senaristi kapsayan Amerika Senaristler Birliği grev kararı aldı; daha sonra ise buna ünlüsüyle, figüranıyla 160 bin oyuncuyu kapsayan Sinema Oyuncuları Birliği de katıldı.

Amerikan Senaristler Birliği’yle (WGA) oyuncuları temsil eden Sinema ve Televizyon Yapımcıları Birliği (SAG) ve Amerikan Televizyon, Radyo Sanatçıları (AFTRA) 1960’lardan beri ilk kez ortak bir greve gitti.

Tahminlere göre senaristlerin üretimi durdurması halinde 600 kadar yapımda çalışan 20 bin kadar kişi işsiz kalabilir.

Grevin, sektörün yanı sıra Güney Kaliforniya ve New York gibi diğer bazı bölgelerin ekonomilerini de etkilemesi bekleniyor.

Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi

Aslında bu fırtınanın geleceği çok önceden biliniyordu. Bunu gören kimi stüdyolar ve yapımcılar aylar öncesinden senaryo stoklamaya başlamışlardı bile. Ancak bu kısa süreli bir çözümdü sadece.

Amerikan Senaristler Birliği (WGA) yıllık dizi ve film üretiminin önemli ölçüde arttığı, son yıllarda zor şartlar altında çalıştıklarını, bunun karşılığında ise daha az ücret aldıkları gerekçesiyle greve gittiklerini belirtmişlerdi.

Tabii bu buzdağının görünen bir yüzü. Konunun diğer, asıl önemli yüzü ise WGA ve SAG-AFTA maaşların enflasyon karşısında iyileştirilmesinin yanı sıra, asıl talepleri dizi ve film yapımlarında yapay zekâ kullanılmasına karşı iş güvencesi talep etmeleriydi!

Covid 19 salgını sırasında yükselişe geçen kimi özel televizyon ağları sektörde greve gidenlerin geçim kaynaklarını altüst etmişti. Bunların en başında da Netflix ve Disney kanalları geliyordu. Örneğin, Disney yapay zekânın eğlence sektöründe nasıl kullanılabileceğini incelemek adına özel bir ekip oluşturdu.

Yapay zekâyla maliyetleri düşürüyorlar

Hollywood senarist ve oyuncuları düşük ücret ve yapay zekânın adaletsizce kullanımıyla ilgili greve gittikleri halde, adeta “inadına” Disney yapay zekâ kullanımını arttırmayı düşünerek maliyetleri düşürmeyi amaçlıyor. Ayrıca, Disney’in bir avukatı yapay zekâya ayak uyduramayan şirketlerin batmaya mahkûm olduğunu belirtiyor.

Hollywood yıldızlarının %87’si yılda 26 bin dolardan az kazanıyor, bunun yanı sıra Hollywood şirketleri yapay zekâ programlarına cömertçe para harcıyorlar. Netflix, tek bir AI (artificial intelligence / yapay zekâ) ürün yöneticisi için 900 bin dolar teklif edebiliyor!

Tarihte yapay zekâ terimi ilk kez 1956’da İngiltere’de Dartmouth College’da bir konferansta ortaya atılıyor. (Tabii, tarihte yüzyıllar öncesinden beri çeşitli uygarlıklarda robotlardan söz edildiğini biliyoruz) Bu kavramın mucidi olarak ise John McCarthy kabul ediliyor.

İlk önemli gelişme 1997 yılında IBM’in ürettiği Deepblue bilgisayarın dünyanın en ünlü satranç ustası Garry Kasparov’u yenmesiyle gerçekleşiyor.

Günümüzde yapay zekâ çalışmaları tıp alanında, haberleşme sektöründe, savunma sanayi, görüntü ve doğal dil işleme, genetik algoritmalar gibi daha birçok alanda tepe tepe kullanılıyor. Sanatın ve eğlence sektörünün de bu teknolojileri kullanmayacağını düşünmek elbette saflık olurdu.

81 yaşındaki oyuncu 30’unda görünebiliyor

Senaryolar bile artık yapay zekâya yazdırılmaya çalışılıyor. Yapay zekâ kullanımı bu hızla giderse sanatın tüm dallarının, hatta eğlence sektörünün yapısını da tamamen değişeceğe benziyor.

Dublörlerden başrol oyuncularına değin yapay zekânın yükselişiyle sinema ve dizi sektöründe çalışan hemen herkes işsiz kalma tehlikesiyle burun buruna.

Örneğin, Harrison Ford’un oynadığı Indiana Jones filminin yeni çekimlerinde tamamen bilgisayar teknolojisi kullanılmış ve oyuncu o sırada 81 yaşında olmasına karşın, AI yardımıyla 30’lu yaşlarına döndürülmüştü.

Bu gelişmeler mülkiyet kavramının da karmaşık bir hâl almasına yol açıyor. Çünkü henüz yapay zekâ ile yaratılan yeni görüntüler, telif hakları yasasının koruması altında değil.

Performans klonlama nedir?

Kişi kendi benzerini DrawAnyone, DALL-E ve hatta Snapchat gibi yapay zekâ tarafından üretilen bir portre uygulamasına girdiğinde, ortaya çıkan görüntüler artık kamu malı sayılıyor ve herkes tarafından ücretsiz olarak kullanılabiliyor. Örneğin, yıllar önce yaşamını yitirmesine karşın ikonik cazibesini yitirmeyen James Dean de bu şekilde klonlanarak Back to Eden adlı filmde rol aldı.

Kimi stüdyolarda sanatçılar bir günlük ödenek karşılığında, yüzleri taranıp “sonsuza kadar” herhangi bir projede rızaları ve telif hakları olmaksızın kullanılmak isteniyor. Bu olguya “performans klonlama” adı veriliyor. Bir bakıma “çağdaş kölelik”…

Tüm bu nedenlerden dolayı, telif hakları yasasının acilen değişmesi gerekiyor.

Birçok film şirketi dublörlerden üç boyutlu tarama programları aracılığıyla görüntülerinin dijital ortama aktarılmasını talep ediyor; fakat görüntülerin ne zaman ve ne şekilde kullanılacağına dair bir bilgi vermiyor. Bu görüntüler, dublörlerin dijital replikalarına dönüştürülüp farklı sahnelerde defalarca kullanabileceği gerçeğini de ortaya koyuyor.

Teknoloji bu hızla giderse pek yakında yalnızca yönetmenin talimatlarıyla gerçeğinden ayırt edemeyeceğimiz görüntüler üretilebilecek noktaya gelecek.

Bütün sorun telif hakkı değil

Aslında, tüm bu olanlar beni hiç şaşırtmıyor; tersine “malumun ilânı” gibi geliyor. Yapay zekâ konusunu ilk duyduğumda (90’lı yıllarda) bunun Hollywood’da da kullanılacağını ve işin buralara dek geleceğini öngörmüştüm. Bu nedenle, burada beni en çok düşündüren şey, konunun etik ve hukuksal yanı.

Etik deyince, örneğin, yüzünü klonladığınız bir insanı (ünlü ya da ünsüz) izni dışında bir porno filmde oynatabilir misiniz ya da yine teknoloji yardımıyla kendi sesini taklit ederek politik görüşlerine aykırı bir şeyler söyletebilir misiniz?

Bunu kim ve ne durduracak?

Tabii ki hukuk kuralları.

O nedenle bütün sorun aslında yalnızca telif hakkı da değil. Bilim insanları tarafından yeni bir buluş gerçekleştiğinde gerek insanlığın yararı adına gerekse bu buluşu kendi yararına dönüştürecek çeşitli sektörler tarafından kullanılmayacağını düşünmek neredeyse olanaksız.

Aksine, hangi etik kurallara bağlı olarak kullanılabileceği üzerindeki çalışmalara ağırlık vermeliyiz bana göre.

Yüzümüz, sesimiz – en değerli varlığımız

Son yıllarda sosyal medya üzerinden bizi eğlendirdiği için ve de ücretsiz olduğu için oynadığımız kimi “eğlencelik” oyunlarda çocukluk, gençlik, şimdiki halimiz gibi çeşitli dönemlerimize ait fotoğraflar talep edilmekte, bazılarımız da seve seve bu oyunlara katılmaktayız. Yani, bizler bile çoktan yapay zekânın “ağına” düşmüş durumundayız.

Aslında, günümüzde çeşitli müdahalelerle düzeltmeye, değiştirmeye çalıştığımız yüzümüz bizim en değerli varlığımız; sesimiz de öyle… Elimizden geldiğince bunlara sahip çıkmalıyız.

Yakında toplumun hemen hemen her kesiminde ve diğer sanat dallarında da karşılaşabileceğimiz sorunlar bunlar. Çünkü patronlar (yani sermaye) kendilerine çeşitli sorunlar çıkarmayacak, örneğin hastalanmayacak, yorulmayacak, duygusal iniş çıkışları olmayacak, greve gitmeyecek, kısacası insani gereksinimleri olmayacak robotları yeğleyecekler. Bir de bu robotlar insanlardan “çalınan” yüzlere, mimiklere, seslere, hatta yaratıcı yeteneklere de sahip olunca değmeyin işverenin keyfine.

Bu ‘savaş’tan galip çıkmanın yolu var mı?

Çalışan sınıf ile robotları karşı karşıya getirecek bir düzen bu. Bunun için de önce gerek virüslerle gerekse savaşlarla vb. nüfusu olabildiğince aza indirip geri kalan seçkinler sınıfı, “insan köleler” ve onları denetleyecek robotlarla yola devam etmek istiyorlar bana kalırsa.

Başında da değindiğim gibi, Hollywood yalnızca dev bir film ve eğlence sektörü değil, bunun çok daha fazlası.

Bu grevi de maddi hak talep etmekten çok, insanlığın varoluşuna, etik değerlerine karşı bir savaş olarak algılıyorum.

Sinema sektöründeki bu krizin kolay ve adil çözüleceği konusunda çok da iyimser değilim.

Belki de “bu savaştan” galip çıkabilmenin tek yolu, kapitalizme son verilmesini sağlayarak, sosyalizmin tüm dünyada güçlenmesi için çaba sarf etmek olabilir.

İnsanların insan olduklarını unutmadan ve insanca yaşayabilmelerini amaç edinmek gerekiyor. Yapay zekâ ile üretilmiş robotlar yerimize geçmek ya da bize hükmetmek yerine, işlerimizi kolaylaştırmalı ve farklı bir renk katmalı yaşamamıza diye düşünüyorum ve insanlığın kazanmasını diliyorum.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.

Yeşim Ağaoğlu
Yeşim Ağaoğlu
Yeşim Ağaoğlu – İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde Arkeoloji ve Sanat Tarihi eğitiminin ardından, yine aynı üniversitenin İletişim Fakültesi’nde Radyo-TV-Sinema bölümünde yüksek lisans yaptı. 1996 yılında UPSD derneğinin düzenlediği “Genç Etkinlik II” sergisinde “şiir enstalasyon”u gerçekleştirdi. Takibinde kişisel ve karma olmak üzere pek çok ulusal ve uluslararası sergilere, bienallere, sanat festivallerine katıldı. Çeşitli sanatçı konaklama programlarında burslu olarak yer aldı. Yurtiçi ve yurtdışındaki birçok katalog ve sanat kitabında çalışmaları bulunmakta… Galerilerin yanı sıra, çeşitli müzelerde de işleri sergilenmekte… Sergi açtığı ülkeler arasında Norveç, Almanya, Avusturya, İtalya, İspanya, Azerbaycan, Gürcistan, Özbekistan, Moskova, Saraybosna, Bulgaristan, Hindistan gibi ülkeler sayılabilir. Öte yandan, ulusal ve uluslararası edebiyat ve şiir festivallerine de katılan Ağaoğlu’nun şiirleri, başta İngilizce, Almanca, İspanyolca, İtalyanca, Japonca, Rusça olmak üzere birçok yabancı dile çevrilmiş. Ve bir dönem Türkiye PEN Yazarlar Derneği’nin Kadın Yazarlar Komitesi Başkanlığını da yapmış.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Hollywood’un yapay zekâ savaşları – bu savaş, başka bir savaş

Bilerek yahut bilmeyerek hepimiz ağına düştük yapay zekânın. Ama en yüksek itiraz Hollywood’dan geldi. Çünkü onlar, pek yakında, patronların sorun çıkarmayan, hastalanmayan, kısacası insani gereksinimleri olmayan robotları yeğleyeceklerini gördüler. Sahiden neler oluyor sinema dünyasında? Yeşim Ağaoğlu yazdı.

Bugün size belki de doğrudan ilişkisi olmayanların pek bilmediği farklı bir savaştan söz etmek istiyorum.

Mayıs başından beri ABD’de, dünya sinema sektörünün merkezi olarak kabul edilen Hollywood’da, sinema ve dizi film çalışanları, binlerce senarist ve oyuncu grevde!
Hollywood’da yazarlar en son 15 yıl önce greve gitmişlerdi ve bu iş bırakma eylemi 100 gün sürmüş, Kaliforniya ekonomisine 2 milyar dolardan fazla bir zarara mal olmuştu. Bu grevin ise maddi kaybının 4 milyar doları bulabileceği konuşuluyor.

13 milyar dolarlık bir endüstri

Hollywood dediğimiz zaman, çoğumuzun bildiği gibi yalnızca dev bir film sektöründen söz etmiyoruz. 134 milyar dolarlık bu endüstrinin dünyaya yaydığı ideolojiyle, kültürle ve daha birçok açıdan verdiği yön ile büyük bir güç olmasından da söz ediyoruz elbette.

Hollywood birçok ünlü plak şirketinin, televizyon ve film stüdyosuna ev sahipliği yapmasıyla biliniyor. Her yıl milyonlarca turisti ağırlayan “show” dünyasının başkenti. Burası para, ün ve güç ile eş anlama geliyor.

Önce 11 bin 500 kadar senaristi kapsayan Amerika Senaristler Birliği grev kararı aldı; daha sonra ise buna ünlüsüyle, figüranıyla 160 bin oyuncuyu kapsayan Sinema Oyuncuları Birliği de katıldı.

Amerikan Senaristler Birliği’yle (WGA) oyuncuları temsil eden Sinema ve Televizyon Yapımcıları Birliği (SAG) ve Amerikan Televizyon, Radyo Sanatçıları (AFTRA) 1960’lardan beri ilk kez ortak bir greve gitti.

Tahminlere göre senaristlerin üretimi durdurması halinde 600 kadar yapımda çalışan 20 bin kadar kişi işsiz kalabilir.

Grevin, sektörün yanı sıra Güney Kaliforniya ve New York gibi diğer bazı bölgelerin ekonomilerini de etkilemesi bekleniyor.

Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi

Aslında bu fırtınanın geleceği çok önceden biliniyordu. Bunu gören kimi stüdyolar ve yapımcılar aylar öncesinden senaryo stoklamaya başlamışlardı bile. Ancak bu kısa süreli bir çözümdü sadece.

Amerikan Senaristler Birliği (WGA) yıllık dizi ve film üretiminin önemli ölçüde arttığı, son yıllarda zor şartlar altında çalıştıklarını, bunun karşılığında ise daha az ücret aldıkları gerekçesiyle greve gittiklerini belirtmişlerdi.

Tabii bu buzdağının görünen bir yüzü. Konunun diğer, asıl önemli yüzü ise WGA ve SAG-AFTA maaşların enflasyon karşısında iyileştirilmesinin yanı sıra, asıl talepleri dizi ve film yapımlarında yapay zekâ kullanılmasına karşı iş güvencesi talep etmeleriydi!

Covid 19 salgını sırasında yükselişe geçen kimi özel televizyon ağları sektörde greve gidenlerin geçim kaynaklarını altüst etmişti. Bunların en başında da Netflix ve Disney kanalları geliyordu. Örneğin, Disney yapay zekânın eğlence sektöründe nasıl kullanılabileceğini incelemek adına özel bir ekip oluşturdu.

Yapay zekâyla maliyetleri düşürüyorlar

Hollywood senarist ve oyuncuları düşük ücret ve yapay zekânın adaletsizce kullanımıyla ilgili greve gittikleri halde, adeta “inadına” Disney yapay zekâ kullanımını arttırmayı düşünerek maliyetleri düşürmeyi amaçlıyor. Ayrıca, Disney’in bir avukatı yapay zekâya ayak uyduramayan şirketlerin batmaya mahkûm olduğunu belirtiyor.

Hollywood yıldızlarının %87’si yılda 26 bin dolardan az kazanıyor, bunun yanı sıra Hollywood şirketleri yapay zekâ programlarına cömertçe para harcıyorlar. Netflix, tek bir AI (artificial intelligence / yapay zekâ) ürün yöneticisi için 900 bin dolar teklif edebiliyor!

Tarihte yapay zekâ terimi ilk kez 1956’da İngiltere’de Dartmouth College’da bir konferansta ortaya atılıyor. (Tabii, tarihte yüzyıllar öncesinden beri çeşitli uygarlıklarda robotlardan söz edildiğini biliyoruz) Bu kavramın mucidi olarak ise John McCarthy kabul ediliyor.

İlk önemli gelişme 1997 yılında IBM’in ürettiği Deepblue bilgisayarın dünyanın en ünlü satranç ustası Garry Kasparov’u yenmesiyle gerçekleşiyor.

Günümüzde yapay zekâ çalışmaları tıp alanında, haberleşme sektöründe, savunma sanayi, görüntü ve doğal dil işleme, genetik algoritmalar gibi daha birçok alanda tepe tepe kullanılıyor. Sanatın ve eğlence sektörünün de bu teknolojileri kullanmayacağını düşünmek elbette saflık olurdu.

81 yaşındaki oyuncu 30’unda görünebiliyor

Senaryolar bile artık yapay zekâya yazdırılmaya çalışılıyor. Yapay zekâ kullanımı bu hızla giderse sanatın tüm dallarının, hatta eğlence sektörünün yapısını da tamamen değişeceğe benziyor.

Dublörlerden başrol oyuncularına değin yapay zekânın yükselişiyle sinema ve dizi sektöründe çalışan hemen herkes işsiz kalma tehlikesiyle burun buruna.

Örneğin, Harrison Ford’un oynadığı Indiana Jones filminin yeni çekimlerinde tamamen bilgisayar teknolojisi kullanılmış ve oyuncu o sırada 81 yaşında olmasına karşın, AI yardımıyla 30’lu yaşlarına döndürülmüştü.

Bu gelişmeler mülkiyet kavramının da karmaşık bir hâl almasına yol açıyor. Çünkü henüz yapay zekâ ile yaratılan yeni görüntüler, telif hakları yasasının koruması altında değil.

Performans klonlama nedir?

Kişi kendi benzerini DrawAnyone, DALL-E ve hatta Snapchat gibi yapay zekâ tarafından üretilen bir portre uygulamasına girdiğinde, ortaya çıkan görüntüler artık kamu malı sayılıyor ve herkes tarafından ücretsiz olarak kullanılabiliyor. Örneğin, yıllar önce yaşamını yitirmesine karşın ikonik cazibesini yitirmeyen James Dean de bu şekilde klonlanarak Back to Eden adlı filmde rol aldı.

Kimi stüdyolarda sanatçılar bir günlük ödenek karşılığında, yüzleri taranıp “sonsuza kadar” herhangi bir projede rızaları ve telif hakları olmaksızın kullanılmak isteniyor. Bu olguya “performans klonlama” adı veriliyor. Bir bakıma “çağdaş kölelik”…

Tüm bu nedenlerden dolayı, telif hakları yasasının acilen değişmesi gerekiyor.

Birçok film şirketi dublörlerden üç boyutlu tarama programları aracılığıyla görüntülerinin dijital ortama aktarılmasını talep ediyor; fakat görüntülerin ne zaman ve ne şekilde kullanılacağına dair bir bilgi vermiyor. Bu görüntüler, dublörlerin dijital replikalarına dönüştürülüp farklı sahnelerde defalarca kullanabileceği gerçeğini de ortaya koyuyor.

Teknoloji bu hızla giderse pek yakında yalnızca yönetmenin talimatlarıyla gerçeğinden ayırt edemeyeceğimiz görüntüler üretilebilecek noktaya gelecek.

Bütün sorun telif hakkı değil

Aslında, tüm bu olanlar beni hiç şaşırtmıyor; tersine “malumun ilânı” gibi geliyor. Yapay zekâ konusunu ilk duyduğumda (90’lı yıllarda) bunun Hollywood’da da kullanılacağını ve işin buralara dek geleceğini öngörmüştüm. Bu nedenle, burada beni en çok düşündüren şey, konunun etik ve hukuksal yanı.

Etik deyince, örneğin, yüzünü klonladığınız bir insanı (ünlü ya da ünsüz) izni dışında bir porno filmde oynatabilir misiniz ya da yine teknoloji yardımıyla kendi sesini taklit ederek politik görüşlerine aykırı bir şeyler söyletebilir misiniz?

Bunu kim ve ne durduracak?

Tabii ki hukuk kuralları.

O nedenle bütün sorun aslında yalnızca telif hakkı da değil. Bilim insanları tarafından yeni bir buluş gerçekleştiğinde gerek insanlığın yararı adına gerekse bu buluşu kendi yararına dönüştürecek çeşitli sektörler tarafından kullanılmayacağını düşünmek neredeyse olanaksız.

Aksine, hangi etik kurallara bağlı olarak kullanılabileceği üzerindeki çalışmalara ağırlık vermeliyiz bana göre.

Yüzümüz, sesimiz – en değerli varlığımız

Son yıllarda sosyal medya üzerinden bizi eğlendirdiği için ve de ücretsiz olduğu için oynadığımız kimi “eğlencelik” oyunlarda çocukluk, gençlik, şimdiki halimiz gibi çeşitli dönemlerimize ait fotoğraflar talep edilmekte, bazılarımız da seve seve bu oyunlara katılmaktayız. Yani, bizler bile çoktan yapay zekânın “ağına” düşmüş durumundayız.

Aslında, günümüzde çeşitli müdahalelerle düzeltmeye, değiştirmeye çalıştığımız yüzümüz bizim en değerli varlığımız; sesimiz de öyle… Elimizden geldiğince bunlara sahip çıkmalıyız.

Yakında toplumun hemen hemen her kesiminde ve diğer sanat dallarında da karşılaşabileceğimiz sorunlar bunlar. Çünkü patronlar (yani sermaye) kendilerine çeşitli sorunlar çıkarmayacak, örneğin hastalanmayacak, yorulmayacak, duygusal iniş çıkışları olmayacak, greve gitmeyecek, kısacası insani gereksinimleri olmayacak robotları yeğleyecekler. Bir de bu robotlar insanlardan “çalınan” yüzlere, mimiklere, seslere, hatta yaratıcı yeteneklere de sahip olunca değmeyin işverenin keyfine.

Bu ‘savaş’tan galip çıkmanın yolu var mı?

Çalışan sınıf ile robotları karşı karşıya getirecek bir düzen bu. Bunun için de önce gerek virüslerle gerekse savaşlarla vb. nüfusu olabildiğince aza indirip geri kalan seçkinler sınıfı, “insan köleler” ve onları denetleyecek robotlarla yola devam etmek istiyorlar bana kalırsa.

Başında da değindiğim gibi, Hollywood yalnızca dev bir film ve eğlence sektörü değil, bunun çok daha fazlası.

Bu grevi de maddi hak talep etmekten çok, insanlığın varoluşuna, etik değerlerine karşı bir savaş olarak algılıyorum.

Sinema sektöründeki bu krizin kolay ve adil çözüleceği konusunda çok da iyimser değilim.

Belki de “bu savaştan” galip çıkabilmenin tek yolu, kapitalizme son verilmesini sağlayarak, sosyalizmin tüm dünyada güçlenmesi için çaba sarf etmek olabilir.

İnsanların insan olduklarını unutmadan ve insanca yaşayabilmelerini amaç edinmek gerekiyor. Yapay zekâ ile üretilmiş robotlar yerimize geçmek ya da bize hükmetmek yerine, işlerimizi kolaylaştırmalı ve farklı bir renk katmalı yaşamamıza diye düşünüyorum ve insanlığın kazanmasını diliyorum.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.

Yeşim Ağaoğlu
Yeşim Ağaoğlu
Yeşim Ağaoğlu – İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde Arkeoloji ve Sanat Tarihi eğitiminin ardından, yine aynı üniversitenin İletişim Fakültesi’nde Radyo-TV-Sinema bölümünde yüksek lisans yaptı. 1996 yılında UPSD derneğinin düzenlediği “Genç Etkinlik II” sergisinde “şiir enstalasyon”u gerçekleştirdi. Takibinde kişisel ve karma olmak üzere pek çok ulusal ve uluslararası sergilere, bienallere, sanat festivallerine katıldı. Çeşitli sanatçı konaklama programlarında burslu olarak yer aldı. Yurtiçi ve yurtdışındaki birçok katalog ve sanat kitabında çalışmaları bulunmakta… Galerilerin yanı sıra, çeşitli müzelerde de işleri sergilenmekte… Sergi açtığı ülkeler arasında Norveç, Almanya, Avusturya, İtalya, İspanya, Azerbaycan, Gürcistan, Özbekistan, Moskova, Saraybosna, Bulgaristan, Hindistan gibi ülkeler sayılabilir. Öte yandan, ulusal ve uluslararası edebiyat ve şiir festivallerine de katılan Ağaoğlu’nun şiirleri, başta İngilizce, Almanca, İspanyolca, İtalyanca, Japonca, Rusça olmak üzere birçok yabancı dile çevrilmiş. Ve bir dönem Türkiye PEN Yazarlar Derneği’nin Kadın Yazarlar Komitesi Başkanlığını da yapmış.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x