Müziğin insanlığın ortak dili ve mirası olduğu görüşü günümüzde çok yaygın. Peki, gerçekten öyle mi? Nautilus sitesinin editörlerinden Kevin Berger müziğin evrenselliğine ilişkin çok sayıda farklı alanda yapılan araştırmaları inceleyerek bu sorunun yanıtının o kadar kolay olmadığını savunuyor. Berger, yazısına akerdeon, çeşitli vurmalı çalgılar ve çello çalan, kendi tanımlamalarıyla “etno kaos” müziği yapan bir erkek ve üç kadından oluşan Ukraynalı DakhaBrakha1 grubunu ilk kez dinlediğinde hissettiklerini tarif ederek başlıyor:
“Akordeoncu ilk şarkı söyleyen kişiydi. Onun ağzından şeytan çıkarma ayinindeymiş gibi heceler döküldü. Bunu sabit bir davul sesi takip etti ve ardından kadınlar şarkıyı hükmetmeye başladı. Vokalleri trililerden havlamalara, çığlıklardan fısıltılara kadar değişiyordu. İlk başta bir karmaşa, sanki kadınlar birbirlerine farklı şarkılar söylüyorlarmış gibi bir durum oluştu. Ama çok geçmeden sesleri nehir gibi kıvrılan bir melodiye dönüştü. Armonileri sanki derin bir oyuktan geliyormuş gibi yankılandı ve melodi hızla ilerledi. Şarkı zincirini koparmış bir kreşendo ile sona erdi.
(…) Şimdiye kadar duyduğum her şeyin üzerine oturuyor, ama duyduğum hiçbir şeye benzemiyor. (…) tek bir kelimesi anlaşılmıyor, vokal tarzları başka dünyadan gelmiş gibi (…) Videonun 2,5 milyondan fazla izlendiği YouTube’da (…) bir yorumcu, (…) ‘Müzik, tüm kültürlerin evrensel dilidir.’ demiş.
DakhaBrakha, dünyanın dört bir yanındaki insanların aynı müzik dilini konuştuğunu gerçeğe dönüştürmek için mükemmel bir grup. Şarkılarını geleneksel Ukrayna halk müziğiyle dolduruyor, ancak onları Hindistan’dan raga2 dronları,3 Japonya’dan metrik davulları ve Amerikan blues gibi dünyanın dört bir yanından gelen malzemelerle baharatlıyor. DakhaBrakha4 müziğini “etno kaos” olarak adlandırıyor, ama bu müziği büyüleyici kılan kaos değil, küresel seslerin Ukraynalı sesleri güçlendirmesidir. (…)
Müzik sadece matematik midir?
(…) 100 yıldan daha uzun bir süre önce, bilgili müzikologlar, tüm müziğin Pisagor tarafından ortaya konan tam sayı oranları ve evrensel matematik ilkeleri tarafından oluşturulan perdelere ve aralıklara indirgenebileceğine dair yaygın iddiayı dile getiriyor. Başına buyruk düşünürler, müzik ölçülerinin antik Yunan matematiğine yontulmuş olduğu teorisini savunan müzikologların müzik kulaklarının Avrupa konser salonlarında duyulmayan Cava5 şarkıları gibi farklı müzik ve enstrümanlara tıkalı olduğunu gösterdiler. Mozart, müzik dünyasının kutup yıldızı değildi anlaşılan…
Geçtiğimiz iki yılda, müziğin evrensel olup olmadığı yönündeki tartışmalar, bilim insanları arasındaki savaşı kızıştırıyor. Müzikolojiden evrimsel biyolojiye ve kültürel antropolojiye kadar pek çok alandan bilim insanı sahneye çıktı. Bu yaz Behavioral and Brain Sciences dergisinde 100’den fazla bilim insanı müziğin evrimi ve evrenselliği hakkında görüşlerini dile getirdi. (…) Akademik uyumsuzluk, müziğin hayatımızdaki anlamı hakkında bir araştırmalar senfonisine yol açtı. Müziğin ortak insanlığımızın sesi olduğunu söylemek klişe olabilir. Ama başka bir kültürden biriyle uyum içinde olmak aşkın hissettiriyor. Aynı biyolojiyi paylaştığımızı bilmenin simyasal bir yanı var. (…)
Science dergisinde 2019’de yayınlanan “İnsan Şarkısında Evrensellik ve Çeşitlilik” başlıklı makalede (…) “Müzik aslında evrenseldir” sonucuna varılıyor. Bu sonuç, biri 86 toplumdan alınan kayıtlardan, diğeri etnografların dünya çapında 60 toplumdan müzikal davranışlarla ilgili notlarından oluşan iki kültürler arası veri setinin etkileyici bir hesaplama analizine dayanıyor. Yazarlar, müziğin, yaşamın temellerinin kıvılcımını uyandıran “temeldeki psikolojik yetilerin” ürünü olduğunu iddia ediyorlar. Bütün toplumlarda dört türde şarkıların bestelendiğini yazıyorlar: Aşk şarkıları, ninniler, şifa veren şarkılar (ilahiler) ve dans şarkıları. (…)
Makalenin başyazarı Samuel Mehr, “Müziğini anlamak ve keyfini çıkarmak için belirli bir kültüre aşina olmanıza gerek olmadığını gösterdik” diyor. Mehr, Harvard’da Psikoloji Bölümü’nde araştırma görevlisi ve burada müzik algısı ve müzik üretimi üzerine çalışan bir psikoloji laboratuvarı olan Müzik Labobatuarı’nın baş araştırmacısı. Mehr, “Müziği anlamlı ve sanatsal açıdan ilginç bulabilir ve hatta farklı kültürlerde yapılmış müziklerden güvenilir bilgiler, nesnel gerçekler toplayabilirsiniz. Bu, sosyal açıdan gerçekten ilginç çünkü bu tür sanatsal ürünlerde kültürler arasında ortak bir zemin olduğunu gösteriyor.”
Evrensellik iddiası ırkçı mı?
Mehr ve ekibi, söz konusu araştırmada 30 bin Batılıya bir web sitesinden dört türden rastgele bir şarkı dinletip türünü tahmin etmesini istiyor. Şarkılar, Mikronezya ve Batı Afrika, Güneydoğu Avrupa ve Güney Amerika’nın güneyi gibi çeşitli bölgelerden seçiliyor. Dinleyiciler, şans olarak kabul edilemeyecek bir oranda şarkıların türlerini doğru biliyor. Farklı müzikal özellikler tahminlerini kolaylaştırıyor belki… Ama dinleyiciler, tempoları ve ritimleri göz önüne alındığında, dans şarkılarını ninnilerden ya da iyileştirici şarkılardan ayırt etmekte çok az sorun yaşıyorlar. (…) Bazen bunları, özellikle dans ve aşk şarkılarını (…) birbirinden ayırmak kolay değildir oysa. Yine de dinleyiciler farklılıkları seziyorlar. (…)
Makalede Mehr ve diğer eşyazarlar, dinleyicilerin aşina olmadıkları şarkıları, türe göre tanımlama yeteneklerini, “insan psikolojisinin evrensel özelliklerinin insanları doğal olarak belirli ruh hallerine, arzularına ve temalarına uyan belirli türden ritmik veya melodik kalıplara sahip şarkılar üretmeye ve bunlardan zevk almaya yönlendirdiği” şeklinde yorumluyorlar.
Bazı dünya müziği akademisyenleri makaleyi okuyunca dehşete düşüyorlar. Sosyal medyada makalenin her şeyi birbirine karıştırdığı, hepsinden kötüsü, müziğin evrensel ilan edilesi olduğu yönünde yorumlar yazılıyor. Hatta bir bilim insanı, “Evrensel müzik diye bir şeyin (üzerinde çalışılması bir yana) olduğu fikri son derece etnikmerkezci ve Avrupa merkezlidir” diye eleştiri getiriyor. Bir başkası, “Müziğe evrensel bir şekilde yaklaşmamayı tercih ederim. Her kültür, gerçekleri ve müziği kültürel geçmişine bağlı olarak farklı bir şekilde algılar.” diye yazıyor. Bir eleştirmen (…) Mehr’e çalışmasının “Nazi geleneğini sürdürdüğünü” ve Mehr’in, “Tamamen önyargılı bir iş yapacağımızı ve bir kültürün diğerine üstünlüğü konusunda büyük iddialarda bulunacağımızı varsaydığını” söylüyor ve “Bu çok saçma!” diye ekliyor.
Müzik laboratuvarda araştırılmaz
Tanzanya’da araştırmalar yapan Global Music Cultures kitabının eşyazarı, Washington Üniversitesi’nden etnomüzikolog Patricia Shehan Campbell, “Etnomüzikoloji, insanı müzik yoluyla laboratuvarda değil, sahada anlamaya çalışmaktır” diyor ve ekliyor: “Müziğe evrensel bir etiket koymak, müzikler arasındaki nüansları karartır.”
Campbell, müziğin evrensel bir insan faaliyeti olduğu fikrini kabul ediyor ancak, “Ayrıntılara indiğimizde, ses öğelerinde, sosyal ve bireysel kullanımlarında çok fazla çeşitlilik buluyoruz.” diye açıklıyor. Campbell, Mehr’in dört şarkı türünün küresel kültürlerde var olduğunu kabul ediyor. Ancak şarkı türlerinin bizzat duyulmaktan ve araştırılmaktan ziyade ses dosyalarından ve etnografik notlardan türetildiği için bunların müzikologlar için değerinin tartışmalı olduğunu savunuyor.
Eleştirilmeye alışık olan Mehr ise “Yine de titiz genellemeler yapabiliriz” diyor.
Gel gör ki dört şarkı türü, dünya müziğinin çerçevesini küçültüyor. Ne de olsa şarkılar sevmekten, dans etmekten, iyileştirmekten ve çocukları büyütmekten daha fazla sosyal ve duygusal koşullardan besleniyor. Ayrıca bir şarkı türünü tanımlayan müzikal unsurlar başka bir türde duyulabilir veya iyileştirici bir şarkı bir dans şarkısı görevi görebilir. Mehr, dört şarkı türünün veri setlerinin bilgisayarlı analiziyle belirlenmediğini, “müziğin psikolojisi ve evrimsel biyolojisindeki fikirlere” dayalı olarak seçildiğini söylüyor. Mehr, “Dörtten fazla müzik türü üzerinde çalışmak için yeterli kaynağımız yoktu ve bunlar dünya çapında bulunması en kolay dört türdü” diye itiraf ediyor.
DakhaBrakha’nın Ukrayna’nın en ücra köylerinde folklor araştırmaları yapıp örnekler toplayan üç kadın üyesinden biri olan etnomüzikolog ve çelist Nina Garatska, “insanlık mevsimlerle ilişkili belirli ritüelleri icat etti, bu nedenle tüm kültürlerde benzer türler var” diyor. “Herkes evlenir (düğün şarkıları), herkes doğar (ninniler), herkes ölür (ağıt) ve dinsel şarkılar (ilahiler) söyler. Bizim favori kategorimiz takvim döngüsünün şarkılarıdır. Yani bahar şarkıları (…) hasat şarkıları, ilahiler, Noel şarkıları ve tabii ki düğün şarkıları. (…)”
DakhaBrakha, “Sho Z-Pod Dupa,” adlı (Youtube’da 2,5 milyonu aşkın defa izlenen) şarkısı neşeli bir şarkıya benziyor. Ama şarkının sözleri aslında hüzünlü bir hikâye anlatıyor: “Büyülü bir yerde, bir meşe ağacının kökünden bir kaynak akıyor ve orada Ivan atını besliyor ve nedense at su içmiyor. Bu yüzden Ivan atını dövmeye başlıyor. At ise ‘Beni dövme, ben hâlâ senin için yararlıyım.’ diyor.”
Şarkı sözlerine baktığınızda, “Sho Z-Pod Dupa” tam olarak tüm kültürlerin evrensel diline sahip değil. Garenetska, yine de Ukrayna müziğinin evrensel bir nitelikte olduğunu düşünüyor: “Ukrayna şarkıları hüzünlü bir karaktere sahip. (…) Bunlar aşk ve kaderin cilveleriyle ilgili lirik, günlük şarkılar.”
Müziğin evrensel olduğu inancının bir kıymeti var mı? Aslında evrensel görünen şey, müziğin insanlığın ortak noktalarını ortaya çıkarması değil, insanların müziğe kendi anlamlarını yansıtması… Hepimiz bir fikir birliğinin tatlı yanılgısı paylaşıyoruz.
Kabak gövdeli çok telli bir tür çalgı olan Kora’nın virtüözü Gambiyalı müzisyen ve besteci Sona Jobarteh, yaptığı müziğin tüm dinleyicilerinde aynı anlama gelmediğini söylüyor. Onun şarkıları Gambiya’nın Mande halkında, “aidiyet, gurur, kimlik duygusunu uyandırırken”, başkalarında sadece, “Bu harika. Bana dokundu. Beni ağlattı” dedirtecek duygular yaratıyor.
Müziğin 18 küresel paydası
Bir başka etnomüzikolog Patrick Savage de müziğin tam anlamıyla evrensel olmadığı görüşünde, ama ona göre bu bir sorun değil: “Bir süreklilik olduğunu düşünüyorum. Diyelim ki, belirli bir kültürün müziğinde gördüğümüz şeylerin yüzde 70’i dünyadaki diğer müziklerin çoğuyla ortak ve yüzde 30’u bu kültüre özel. (…) Tüm nüanslarını anlamasak bile bu, müziği diğer kültürlerden insanlarla bağlantı kurmak için kullanamayacağımız anlamına gelmez. Yüzde 100 evrensel olmasa bile müziği insanlığın iyiliği için onları birbirine bağlayacak bir araç olarak görüyorum.”
Proceedings of the National Academy of Sciences‘daki 2015 tarihli bir makalede, Savage liderliğindeki bir araştırma ekibi 304 küresel müzik kaydından oluşan bir veri setini analiz ediyor ve 32 farklı müzikal özelliği ortaya çıkarıyorlar. Savage ve ekibi perde, ritim, ifade, orkestrasyon, performans, stil ve sosyal bağlam açısından sayım ve ayrım yapıyor. Söz konusu özellikler, dokuz bölgenin tümünün müziklerinde ne kadar tutarlı göründüklerine göre sıralanıyor. Bunlardan 18’inin nispeten yaygın olarak paylaşıldığı sonucunu ulaşılıyor.
Savage’a göre örneğin DakhaBrakha’nın “Sho Z-Pod Dupa” şarkısı aralarında “iki vuruşlu alt bölümler”, “göğüs sesi”, “ayrı ses perdeleri”, “motif örüntüleri” ve “grup performansı” gibi en evrensel özelliklerin de bulunduğu 15 ortak özelliği içeriyor. Savage’a göre şarkıyı nadir kılan ise “Yodel6 benzeri sıçramalar” ve Batılı klasik bestecilerin kaçındığı Balkanlar ve Papua Yeni Gine’de yaygın olan, daralan aralıklarda “uyumsuz tek sesli müzik”… Savage, “Bu kaydı bu kadar akıl almaz ve güzel kılan şeylerden biri de bu.” diyor.
Savage’a göre müzik, “şarkı söyleme, perküsyon ve gruplar halinde basit, tekrarlayan müzikle dans etme yönündeki evrensel eğiliminin gösterdiği gibi, grup koordinasyonunu ve uyumunu” teşvik ederken evrim geçirmiş. Müziğin sosyal bağların kurulmasında rol oynadığı fikri, notalar dünyasının altında yatan evrimsel biyolojideki müzik araştırmalarının alt kültürüne bir geçiş… Müzik gerçekten evrenselse, yaratılışı ve etkileri biyolojimizde bir yere yazılı olması gerekiyor.
Behavioral and Brain Sciences dergisinde yayınlanan makalesinde Savage, görme yetisinin görmek için olduğu gibi müziğin de sosyal bağ kurmak için olduğunu yazıyor. Ona göre müzik icra etmek, paylaşılması gereken doğal bir eylem… Başkalarıyla uyum içinde şarkı söylemek, davul çalmak ve dans etmek “olumlu duygular” ve “karşılıklı başarı” yaratıyor. Evrimsel biyologların uzun süredir gösterdiği gibi dil de insanları bir araya getiriyor. Ama müzik bunu daha iyi yapıyor. Daha geniş alanlarda daha fazla insanı bağlayabiliyor. Savage’a göre, müzik yoluyla kazanılan sosyal bağlar, “daha büyük bir olası müttefik grup, artan çocuk yetiştirme başarısı, artan çiftleşme başarısı ve daha iyi işleyen koalisyonlar” dâhil pek çok evrimsel kazanç sağlıyor.
Müzik beynin motorunu harekete geçiriyor
Savage, müzik ve bilim alanında bir araştırma kütüphanesinden yararlanarak tezini doğrudan beyne götürüyor. Ritim ve perde kombinasyonları ile müzik; yürüme, konuşma ve daha da önemlisi dansın sinirsel idaresi olan beynin motor sistemindeki mekanizmaları harekete geçiriyor. Müzik, bir sonraki notanın zihinsel beklentilerini oluşturuyor ve ardından duygusal bir heyecan yaratmak için bu beklentileri karşılıyor yahut yükseltiyor. Beynimiz beklenti ve sürpriz sürekliliği boyunca ilerlerken, aşkın ardındaki kimyasallarla aynı olan ödüllendirici, sosyallik duygularını ateşleyen kimyasalları karıştırıyorlar. Savage, “İnsanlar eşzamanlı hareket ettiklerinde, iş birliği yapmak için birbirlerine yardım etmeye daha istekli olduklarına dair bir dünya kanıt var.” diyor.
Mehr ise aynı araştırmaların çoğunu özümsemiş olduğundan, müziğin sosyal bağ için evrimleştiği teorisine inanmıyor. “Evrim, partnerlerinize ne kadar bağlı olduğunuzla gerçekten ilgilenmiyor” diyor: “Evrim, üreme başarısına önem verir. Sosyal bağların yokluğunda da üreme başarısı elde edebilirsiniz. Bunu antropologların ve etnomüzikologların müziğe ilişkin davranışlar hakkında yazdıkları metinlerde sınadık. Müzikle sosyal bağ ve grup uyumu arasında ilişki inanılır ölçüde ortaya çıkıyor mu? Cevap o kadar da değildi.”
Yine Behavioral and Brain Sciences dergisinde yayınlanan makalesinde Mehr, müziğin en az iki bağlamda “güvenilir bir sinyal” olarak geliştiğini belirtiyor: bölgesel hâkimiyet iddiaları ve bebek bakımı. Mehr, “Memelilerde, yüksek sesli sinyaller genellikle karşıttır ve bölgesel hâkimiyet iddiaları en iyi örnektir” diye yazıyor. Müzik, özellikle yüksek sesle şarkı söylemek ve davul çalmak, “grupların niteliklerini diğer gruplara güvenilir bir şekilde göstermeleri için bir araçtır.” Müzik anne babalara da iyi hizmet ediyor. Mehr, “Ebeveynler, çocuklarının bakımını üstlenerek ve onları zarardan koruyarak onların zindeliğini artırıyor” diyor. Ancak ebeveynler meşgul ve ilgileri sınırlı… Bu nedenle, çok çocuğu olanlar en küçüğe odaklanmak zorunda kalıyor; ilgilerini göstermek için de atalarımızdan kalan şarkıları söylüyorlar. Mehr, inandırıcı sinyaller ile tutarlı olan müziğin özellikleriyle “evrensel bir insan müzik psikolojisine yol açıyor” sonucuna varıyor. (…)
Müziksiz yaşanır mı?
Mehr’in makalesi çok eleştiri alıyor. Bazıları destek veriyor, bazıları ise yerden yere vuruyor. Harvard’ın psikoloji profesörlerinden Steven Pinker ise (…) müziğin Darwin’ci uyumun kriterlerine uymadığını düşünüyor. Ona göre müzik, tatmin edici bir “işitsel tatlı” ama hayatta kalmak için gerekli değil.
Music, Language and the Brain kitabının ve müziğin evrimi üzerine sayısız makalesinin yazarı olan saygın psikoloji profesörü Aniruddh Patel de müzik hakkındaki geçmiş çalışmalarında sosyal bağ teorisini tercih ediyor. Ancak, “Tek bir hipotez için çok güçlü kanıtlar olduğunu düşünmüyorum ve çoğunun birbirini dışladığını düşünmüyorum.” diyen Patel, bugün iddiasının ardında durmamayı tercih ediyor.
Patel özellikle müziğin insanların diğer primatlarla paylaştığı bir özellik olmamasına dikkat çekiyor. Ona göre müzik, “beynimizde diğer primatlara göre bir şeylerin değiştiğine dair bir ipucu.” Patel şöyle diyor: “Tür olarak bizim en ilginç tarafımız, beynimizde biyoloji ve kültürü birbirine karıştırmamızdır. Müzik için doğuştan gelen bir yatkınlığımız var, buna şüphe yok. Ancak öğrenme çok büyük bir rol oynuyor. Müzik yeteneğin gelişimi için bir gen-kültür birlikte evrimi varsa, bilim insanları için en büyük mesaj, biyoloji ile kültürün karşılıklı etkileşiminin insan zihninin önemli yönlerini şekillendirdiğidir. (…) Müzik için evrimleştiğimiz fikri, sanatların insan doğası içinde pişirildiğini gösteriyor.”
Müzik doğamızda var
Sezgisel olarak, müziğin doğamızda var olduğu kesin. (…) Müziğin kendisi, biyolojimizden, dünyanın bireysel kültürleri tarafından şekillendirilen ve renklendirilen, bin sese dönüşen şeydir. Müziğin evrenselliği konusundaki tartışma, insanların ortak noktalarına fazla odaklanmış olabilir. Dünyanın dört bir yanındaki müziğin, psikolojik ve yapısal ortak noktaları olabilir. Ancak bu ortak noktalar, müziğin ne kadar çeşitli olabileceğine dair uvertürlerdir. Altta yatan müzik kabiliyeti, müziğin bireyselliğini takdir etmemize olanak tanır. Nihayetinde müzikle ilgili en insani şey, bu kadar birbirimizden farklıyken insanları birbirine bağlayabildiğidir. Belki de bu yüzden sanat doğamızda var.
Kültürler arasında köprü kuran en dikkat çekici müzisyenlerden biri Arjantinli besteci Osvaldo Golijov (…) dünyanın dört bir yanındaki konser izleyicilerini kendi müziğine kaptırmanın ne kadar tatmin edici olduğunu söylüyor. Ona göre ritim önemli. “Müzik duygudan önce harekettir,” diyor. “Tüm evrensel müziklerin ritmi olduğunu düşünüyorum. Ritmi reddetme girişimi biyolojimizle rezonansa girmiyor. Kanımız vücudumuzda dolaşıyor. İki bacağımız var ve yürüyoruz. Nefes alıp veririz. Kalbimiz atıyor…”
Golijov (…) dört temel şarkı türünden (…) aşk, şifa ve dans müziğinin kendi bestelerini çok şekillendirdiğini söylüyor. Ama dördüncü tür olan ninniler, özellikle ilgisini çekiyor. (…) Bestelemenin ninni gibi olduğunu söylüyor: “Ninni bestesi notayla başlamaz. (…) Anne mırıldanmaya başlar ve bir noktada bu bir melodiye dönüşür. Bebeğini sakinleştirme ya da sevme dürtüsü bir nota, bir satıra dönüşür ve tekrarladığı şeye dönüşür. Tekrarlamayı seviyoruz. Her gece aynı hikâyeyi duymayı seviyoruz. Benim müziğim de aynı.(…) Evet, bir noktada ifadeler, ritim ve müzik renginde hassasiyete ulaşırım. Böylece başlangıçta notaları bile olmayan bu özgün mimikler jest saf müziğe dönüşür. Onların nereden geldiği artık önemli değildir.”
Bu yazı ilk kez 6 Mayıs 2021’de yayımlanmıştır.
- Grubun mini bir konseri için: https://youtu.be/hsNKSbTNd5I
- Raga, çok etnikli, çok dilli ve çok kültürlü bir yapıya sahip Hint kültürünün müziğindeki anahtar kavramlarından biridir. Sanskritçe “renk, ruh hali” anlamına gelen raga sözü, bir melodinin üstüne kurulu beş ve daha fazla notadan oluşan melodik modlardır. Ayrıntılı bilgi için bkz: 217866 (dergipark.org.tr)
- Drone müziği ise dron adı verilen sürekli seslerin, notaların veya ton kümelerinin kullanımını vurgulayan minimalist bir türdür. Aynı notaları sürdürmeye (sustain) ve tekrar etmeye dayanır. 1960’larda ortaya çıkmıştır. Philip Glass, Sonic Youth ve Sonic Boom gibi sanatçıların bazı icraatlarını isimlendirmek için kullanılabilir.
- DakhaBrakha, birkaç etnik grubun müzik tarzlarını birleştiren Ukraynalı halk dörtlüsü… DakhaBrakha, Vladyslav Troitskyi liderliğindeki ve canlı tiyatro müziği ekibi olarak doğan bir projedir. Troitskyi, grubun yapımcısı olmaya devam ediyor. DakhaBrakha üyeleri, merkezin diğer projelerine, özellikle de tamamı kadınlardan oluşan kabare projesi Dakh Kızları ve yıllık Gogol Festivali’ne katılıyor. Grup, 2009’da Sergey Kuryokhin Ödülü’nü kazandı.
- Cava: Güney yarı kürede, en büyük Budist tapınağını bulunduran, cüzzamlılarıyla ünlü, 7 milyon yıl önce insanın ilk olarak ortaya çıktığı yer olduğu kabul edilen ada…
- Yodeling, düşük perdeli göğüs siciliyle yüksek perdeli baş sicil veya falsetto arasında tekrarlanan ve hızlı perde değişimlerini içeren bir şarkı söyleme şekli…