Nâzım Hikmet – Bir Osmanlı paşazadesinden yirminci asrın büyük şairine

Nâzım Hikmet’in şiirinden önce bizatihi biyografisi “büyük sanat” denen o şeydendir; yani, gerçekleşebilmesi için bir insanın tüm yeteneklerini ortaya koymasını talep eden ve onu anlayıp kavramak isteyen bir şey. Göksel Aymaz yazdı.

15 Ocak, Nâzım Hikmet’in 120. doğum yıldönümü. Nâzım Hikmet, 120 yıl önce bir Osmanlı paşazadesi olarak, İmparatorluk payitahtında, yalılar konaklar içinde akan nezih bir hayatın içine gözlerini açtı.

Onun paşazadeliği, bilindiği üzere, annesi Celile Hanım’dan ileri gelir. Zira Nâzım Hikmet’in babası Hikmet Bey geleneksel bir ailedendi; babası Nâzım Paşa, yani şairimizin dedesi, Mevlevî tarikatına mensup biriydi. Celile Hanım ise, aslen Karl Detroit adıyla Brandenburg’da Huguenot cemaatinin bir üyesi olarak dünyaya gelmiş olan Mehmed Ali Paşa’nın kızı Leyla Hanım ile yine aslen Constantine Borzenski adında Polanyalı bir aristokrat olan Mustafa Celaleddin Paşa’nın oğlu Enver Celalleddin Paşa’nın evliliğinden dünyaya gelmişti. Celile Hanım, dönemine göre hayli sıra dışı bir kadındı. 15 yaşından itibaren resme ilgi duymuş, resim eğitimi için Fransa’ya gitmişti. Fransızcayı iyi bilir, Lamartine’den çeviriler yapardı.

Bu kutlama neden?

Peki, biz bugün bir Osmanlı paşazadesinin doğumunun 120. yılını neden kutluyoruz?

Bunun cevabı, o paşazadenin hayata başladığında kim olduğu değil, hayatı noktalarken kendini kime dönüştürmüş olduğuyla ilgili. Hayata bir paşazade olarak başlayan bu çocuk, onu noktalarken kendisini bir dünya şairine dönüştürmüştü. İşte biz bugün bu serüvenin başladığı anı kutluyoruz.

O anda ne kendisi ne de çevresi bunu bilmekteydi, ama 15 Ocak 1902’de doğan, bir paşa torunu değil, yirminci asrın büyük şairiydi. Henüz olmamıştı, fakat buna meyilliydi.

Hepimiz için böyledir bu; olmak için doğduğumuz insan olmaya meyilliyizdir. Daha küçükten oraya erişmek, kendimize ulaşmak, kendimizi gerçekleştirmek isteriz. Bizimle beraber yeni bir şey başlar. Ama o aşamada henüz kim olduğumuzu bilmeyiz. Bizim kim olabileceğimiz, içimizde saklıdır, henüz yeterince belirlenmemiştir.

Demek ki doğumdan itibaren sadece olmuş olan halimiz değil, henüz olmamış olan halimizin de içinde yaşarız. Olmamış olan, yani gelecek, kısmet olarak gelmez insana, tersine, insan geleceğe ruhundaki egemen arzuyla kendi gelir. Bu nedenle, bir insanın kendini anlaması için, hayatta gerçekleştirmek istediği egemen arzuların neler olduğunu bilmesi gerekir. Ve insan, ruhundaki egemen arzunun farkına ancak kendi yaşamsal deneyimleri içinde varır.

Ulu kurtuluşu düşü

Nâzım Hikmet, 19 yaşında atılacağı yaşamsal deneyime kadar ruhundaki egemen arzunun farkında değildi.

Ailesinin kendine özgü kültürel ortamında büyüdü Nâzım Hikmet. Çocukluğunda büyükbabası Mevlevi tarikatı mensubu Mehmet Nâzım’ın etkisiyle ruhani şiirler, ergenliğinde annesi Celile Hanım’ın yakın dostu olan Yahya Kemal etkisiyle gönül ve aşk şiirleri, mütareke yıllarına denk gelen ilk gençlik yıllarında da “memleket ahvali”nin etkisiyle milliyetçi şiirler yazdı.

Nâzım Hikmet, gerçekleştirmek istediği egemen arzuyu on dokuz yaşında keşfeder. Bu keşif, Kurtuluş Mücadelesi’ne katılmak üzere İstanbul’dan Anadolu’ya geçişi sırasında gerçekleşir. Gelecekte sahip olacağı düşünsel işlevi tayin eden şey, 19 yaşında görüp tanıdığı “memleket” ve memleketin “ulu kurtuluş düşü” olarak da “komünizm” fikridir artık. Bu fikirle Anadolu’dan bir ümit coğrafyası olarak Bolşevik Rusya’ya gidişi şiir anlayışında kesin bir dönüşümü ifade eder. Onun biyografisi, bu andan itibaren şiirin ve politik vizyonun biçimlendirdiği bir yaşamdır artık. Bu andan sonra paşa torunu Nâzım, kendi olup, kendini gerçekleştirerek, tanıyıp sevdiğimiz Nâzım Hikmet olmuştur. 835 Satır, Benerci Kendini Niçin Öldürdü, Şeyh Bedreddin Destanı ve nihayet Memleketimden İnsan Manzaraları ve şairin adıyla özdeşleşmiş diğer bütün şiirleri bu yaşam içinde söylenmiş, bu yaşam içinde üretilmiştir.

Bir şair olarak kendini üretme

Nâzım Hikmet bu şiirleri söylemeden evvel, kendini o şiirleri söyleyecek “dünya şairi Nâzım Hikmet” haline getirmiştir. Bu anlamda, “kendi hayatının şiirini” yazanlardandır o da. “Milliyetçi şair”den “komünist şair”e, “aruz” ve “hece”den “serbest nâzım”a uzanan süreç basit estetik seçimler silsileli değildir. Şiirindeki gelişmede, art arda gelen ve bağdaşık olmayan estetik seçimlerden değil, kendini aşarak ve açarak serpilip gelişen bir hayat kavrayışından söz edebiliriz ancak. Bu bakımdan, yalnızca “şiir üretmek sanatı”nı değil, aynı zamanda “bir şair olarak kendini üretme sanatı”nı da icra eden biridir o.

19 yaşında kendine çizdiği yolda zihnî ve ahlâkî fonksiyonunu tam ve eksiksiz bir şekilde yerine getirerek ilerlemiş bir adamdır Nâzım Hikmet. Edebiyat dünyasına “milliyetçi şiirler yazan Paşa torunu” olarak giren şairi “yirminci asrın büyük sanatçısı” yapan şey de budur.

Nâzım Hikmet, bunu başarırken bir sanatçı ve entelektüel olarak kendi düşünsel işlevini yerine getirmiştir. Ve bugün bizi kendisine sevgiyle bağlayan da esasen budur.

Kendi olmak ve kendini gerçekleştirmek fikri, bugünün dünyasında, büyük bir yanılsamayla, kişinin nasılsa öyle davranması gerektiği anlayışına indirgenmiştir, artık öyle anlaşılmaktadır. Bu şekliyle de maliyetsiz bir erdeme dönüşmüş ve bir “doğru yaşam” ölçütü olmaktan da çıkmıştır. Nâzım Hikmet’in zamanı ve mekânı aşan evrensel kıymeti, asıl buraya bakınca anlaşılır.

Tinsel onur – özgür akıl

Nâzım Hikmet’in biyografisi, evet, şiirin ve politik vizyonun biçimlendirdiği bir yaşamdır, fakat onun politik angajmanı, hiçbir zaman, aklın dış gerçekliği kavrama gücüne sınırlar getirmemiştir. Sahip olduğu tinsel onur ve özgür aklıyla Nâzım Hikmet, gerçeklik karşısında tam bir eleştirel uyanıklığı temsil eder, onun politik angajmanı, her türlü siyasi programın ötesinde, öncelikle böyle bir ahlâksal temele oturur. Mustafa Kemal’in etrafında dolanan Kadrocularla arayı iyi tutmayı hiçbir zaman aklından geçirmeyişinden, Aydınlık ve Orak-Çekiç dergisindeki konumuna, “Muhalif Türkiye Komünist Partisi” örgütlenmesinden TKP içindeki bütün anlaşmazlıklarına kadar her türlü başına buyrukluğunun temelinde bu vardır. Hiçbir zaman Stalinci olmadığı gibi, Kruşçev[efn_note]Nikita Kruşçev, Sovyet devlet adamı ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi Birinci Sekreteri.[/efn_note] revizyonizmiyle de barışmamış olması da yine bundandır.

Nâzım Hikmet, bütün büyük sanatçılar gibi, bireyin alınyazısını çatışma halinde olduğu toplumun alınyazısı içinde ele alıp anlamaya çalışmıştır. Bu bakış, iktidara ve güce bağlılığa dönüşebilecek bir fikrin tüm çelişkilerini çözebilecek zihinsel bir dirilik ve berraklık kazandırmıştır ona. Sanatı, 19 yaşından itibaren kafasında taşıdığı “kurtuluş düşü”nün eseri olmuş, fakat esiri olmamıştır. Şiirlerini (ve tiyatro oyunlarını ve romanlarını ve senaryolarını) daima bağımsız bir vicdanla yazmıştır Nâzım Hikmet. Bu vicdan, şiire, onu yazan şairin ötesine geçme imtiyazını vermiştir her zaman.

Bütün bu sebeplerle, Nâzım Hikmet’in şiirinden önce bizatihi biyografisi “büyük sanat” denen o şeydendir; yani, gerçekleşebilmesi için bir insanın tüm yeteneklerini ortaya koymasını talep eden ve onu anlayıp kavramak isteyen bir başkasının da tüm yeteneklerini uyarıp harekete geçiren bir şeydir.

Nâzım Hikmet olabilmek, insandan olabilecek en çok şeyi talep eder. Bu anlamda, kendini gerçekleştirmiş bir sanatçı olarak Nâzım Hikmet, hepimizin insan olarak günün birinde olabileceğimiz şeyin kefilidir.

Nâzım Hikmet’in tinsel onur ve özgür aklıyla gerçekleştirdiği şair kişiliği, 120. doğum yıldönümünde de -kendi türünde mükemmel olan her şey gibi- kendi türünün ötesine işaret ediyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 14 Ocak 2022’de yayımlanmıştır.

Göksel Aymaz
Göksel Aymaz
Göksel Aymaz – Yazar, gazeteci ve akademisyen. 1969'da İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi'nde Sosyal Antropoloji okudu. Varlık, Evrensel Kültür, Hürriyet Gösteri, Virgül, Defter, Radikal İki, Milliyet Sanat, Cumhuriyet, Gazete Duvar ve T24'te gündelik yaşam, sosyal teori ve kültür sosyolojisi üzerine yazılar yazdı. Nâzım Hikmet ve “Memleketimden İnsan Manzaraları" Örneği adlı tez çalışmasıyla da doktora derecesi aldı. Bu tezden üretilen Kalabalığın İçinde Kalabalıkla Beraber: Nazım Hikmet ve Memleket (2012) adlı kitabıyla Nâzım Hikmet Araştırma Ödülü’nü (2013) kazandı. Başlıca eserleri şunlar: Popüler Gerilim (2004), Bilebilmenin Mutluluğu (2011), Bir Ulu Irmak (2021) ve Militan İyimserlik (2021).

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Nâzım Hikmet – Bir Osmanlı paşazadesinden yirminci asrın büyük şairine

Nâzım Hikmet’in şiirinden önce bizatihi biyografisi “büyük sanat” denen o şeydendir; yani, gerçekleşebilmesi için bir insanın tüm yeteneklerini ortaya koymasını talep eden ve onu anlayıp kavramak isteyen bir şey. Göksel Aymaz yazdı.

15 Ocak, Nâzım Hikmet’in 120. doğum yıldönümü. Nâzım Hikmet, 120 yıl önce bir Osmanlı paşazadesi olarak, İmparatorluk payitahtında, yalılar konaklar içinde akan nezih bir hayatın içine gözlerini açtı.

Onun paşazadeliği, bilindiği üzere, annesi Celile Hanım’dan ileri gelir. Zira Nâzım Hikmet’in babası Hikmet Bey geleneksel bir ailedendi; babası Nâzım Paşa, yani şairimizin dedesi, Mevlevî tarikatına mensup biriydi. Celile Hanım ise, aslen Karl Detroit adıyla Brandenburg’da Huguenot cemaatinin bir üyesi olarak dünyaya gelmiş olan Mehmed Ali Paşa’nın kızı Leyla Hanım ile yine aslen Constantine Borzenski adında Polanyalı bir aristokrat olan Mustafa Celaleddin Paşa’nın oğlu Enver Celalleddin Paşa’nın evliliğinden dünyaya gelmişti. Celile Hanım, dönemine göre hayli sıra dışı bir kadındı. 15 yaşından itibaren resme ilgi duymuş, resim eğitimi için Fransa’ya gitmişti. Fransızcayı iyi bilir, Lamartine’den çeviriler yapardı.

Bu kutlama neden?

Peki, biz bugün bir Osmanlı paşazadesinin doğumunun 120. yılını neden kutluyoruz?

Bunun cevabı, o paşazadenin hayata başladığında kim olduğu değil, hayatı noktalarken kendini kime dönüştürmüş olduğuyla ilgili. Hayata bir paşazade olarak başlayan bu çocuk, onu noktalarken kendisini bir dünya şairine dönüştürmüştü. İşte biz bugün bu serüvenin başladığı anı kutluyoruz.

O anda ne kendisi ne de çevresi bunu bilmekteydi, ama 15 Ocak 1902’de doğan, bir paşa torunu değil, yirminci asrın büyük şairiydi. Henüz olmamıştı, fakat buna meyilliydi.

Hepimiz için böyledir bu; olmak için doğduğumuz insan olmaya meyilliyizdir. Daha küçükten oraya erişmek, kendimize ulaşmak, kendimizi gerçekleştirmek isteriz. Bizimle beraber yeni bir şey başlar. Ama o aşamada henüz kim olduğumuzu bilmeyiz. Bizim kim olabileceğimiz, içimizde saklıdır, henüz yeterince belirlenmemiştir.

Demek ki doğumdan itibaren sadece olmuş olan halimiz değil, henüz olmamış olan halimizin de içinde yaşarız. Olmamış olan, yani gelecek, kısmet olarak gelmez insana, tersine, insan geleceğe ruhundaki egemen arzuyla kendi gelir. Bu nedenle, bir insanın kendini anlaması için, hayatta gerçekleştirmek istediği egemen arzuların neler olduğunu bilmesi gerekir. Ve insan, ruhundaki egemen arzunun farkına ancak kendi yaşamsal deneyimleri içinde varır.

Ulu kurtuluşu düşü

Nâzım Hikmet, 19 yaşında atılacağı yaşamsal deneyime kadar ruhundaki egemen arzunun farkında değildi.

Ailesinin kendine özgü kültürel ortamında büyüdü Nâzım Hikmet. Çocukluğunda büyükbabası Mevlevi tarikatı mensubu Mehmet Nâzım’ın etkisiyle ruhani şiirler, ergenliğinde annesi Celile Hanım’ın yakın dostu olan Yahya Kemal etkisiyle gönül ve aşk şiirleri, mütareke yıllarına denk gelen ilk gençlik yıllarında da “memleket ahvali”nin etkisiyle milliyetçi şiirler yazdı.

Nâzım Hikmet, gerçekleştirmek istediği egemen arzuyu on dokuz yaşında keşfeder. Bu keşif, Kurtuluş Mücadelesi’ne katılmak üzere İstanbul’dan Anadolu’ya geçişi sırasında gerçekleşir. Gelecekte sahip olacağı düşünsel işlevi tayin eden şey, 19 yaşında görüp tanıdığı “memleket” ve memleketin “ulu kurtuluş düşü” olarak da “komünizm” fikridir artık. Bu fikirle Anadolu’dan bir ümit coğrafyası olarak Bolşevik Rusya’ya gidişi şiir anlayışında kesin bir dönüşümü ifade eder. Onun biyografisi, bu andan itibaren şiirin ve politik vizyonun biçimlendirdiği bir yaşamdır artık. Bu andan sonra paşa torunu Nâzım, kendi olup, kendini gerçekleştirerek, tanıyıp sevdiğimiz Nâzım Hikmet olmuştur. 835 Satır, Benerci Kendini Niçin Öldürdü, Şeyh Bedreddin Destanı ve nihayet Memleketimden İnsan Manzaraları ve şairin adıyla özdeşleşmiş diğer bütün şiirleri bu yaşam içinde söylenmiş, bu yaşam içinde üretilmiştir.

Bir şair olarak kendini üretme

Nâzım Hikmet bu şiirleri söylemeden evvel, kendini o şiirleri söyleyecek “dünya şairi Nâzım Hikmet” haline getirmiştir. Bu anlamda, “kendi hayatının şiirini” yazanlardandır o da. “Milliyetçi şair”den “komünist şair”e, “aruz” ve “hece”den “serbest nâzım”a uzanan süreç basit estetik seçimler silsileli değildir. Şiirindeki gelişmede, art arda gelen ve bağdaşık olmayan estetik seçimlerden değil, kendini aşarak ve açarak serpilip gelişen bir hayat kavrayışından söz edebiliriz ancak. Bu bakımdan, yalnızca “şiir üretmek sanatı”nı değil, aynı zamanda “bir şair olarak kendini üretme sanatı”nı da icra eden biridir o.

19 yaşında kendine çizdiği yolda zihnî ve ahlâkî fonksiyonunu tam ve eksiksiz bir şekilde yerine getirerek ilerlemiş bir adamdır Nâzım Hikmet. Edebiyat dünyasına “milliyetçi şiirler yazan Paşa torunu” olarak giren şairi “yirminci asrın büyük sanatçısı” yapan şey de budur.

Nâzım Hikmet, bunu başarırken bir sanatçı ve entelektüel olarak kendi düşünsel işlevini yerine getirmiştir. Ve bugün bizi kendisine sevgiyle bağlayan da esasen budur.

Kendi olmak ve kendini gerçekleştirmek fikri, bugünün dünyasında, büyük bir yanılsamayla, kişinin nasılsa öyle davranması gerektiği anlayışına indirgenmiştir, artık öyle anlaşılmaktadır. Bu şekliyle de maliyetsiz bir erdeme dönüşmüş ve bir “doğru yaşam” ölçütü olmaktan da çıkmıştır. Nâzım Hikmet’in zamanı ve mekânı aşan evrensel kıymeti, asıl buraya bakınca anlaşılır.

Tinsel onur – özgür akıl

Nâzım Hikmet’in biyografisi, evet, şiirin ve politik vizyonun biçimlendirdiği bir yaşamdır, fakat onun politik angajmanı, hiçbir zaman, aklın dış gerçekliği kavrama gücüne sınırlar getirmemiştir. Sahip olduğu tinsel onur ve özgür aklıyla Nâzım Hikmet, gerçeklik karşısında tam bir eleştirel uyanıklığı temsil eder, onun politik angajmanı, her türlü siyasi programın ötesinde, öncelikle böyle bir ahlâksal temele oturur. Mustafa Kemal’in etrafında dolanan Kadrocularla arayı iyi tutmayı hiçbir zaman aklından geçirmeyişinden, Aydınlık ve Orak-Çekiç dergisindeki konumuna, “Muhalif Türkiye Komünist Partisi” örgütlenmesinden TKP içindeki bütün anlaşmazlıklarına kadar her türlü başına buyrukluğunun temelinde bu vardır. Hiçbir zaman Stalinci olmadığı gibi, Kruşçev[efn_note]Nikita Kruşçev, Sovyet devlet adamı ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi Birinci Sekreteri.[/efn_note] revizyonizmiyle de barışmamış olması da yine bundandır.

Nâzım Hikmet, bütün büyük sanatçılar gibi, bireyin alınyazısını çatışma halinde olduğu toplumun alınyazısı içinde ele alıp anlamaya çalışmıştır. Bu bakış, iktidara ve güce bağlılığa dönüşebilecek bir fikrin tüm çelişkilerini çözebilecek zihinsel bir dirilik ve berraklık kazandırmıştır ona. Sanatı, 19 yaşından itibaren kafasında taşıdığı “kurtuluş düşü”nün eseri olmuş, fakat esiri olmamıştır. Şiirlerini (ve tiyatro oyunlarını ve romanlarını ve senaryolarını) daima bağımsız bir vicdanla yazmıştır Nâzım Hikmet. Bu vicdan, şiire, onu yazan şairin ötesine geçme imtiyazını vermiştir her zaman.

Bütün bu sebeplerle, Nâzım Hikmet’in şiirinden önce bizatihi biyografisi “büyük sanat” denen o şeydendir; yani, gerçekleşebilmesi için bir insanın tüm yeteneklerini ortaya koymasını talep eden ve onu anlayıp kavramak isteyen bir başkasının da tüm yeteneklerini uyarıp harekete geçiren bir şeydir.

Nâzım Hikmet olabilmek, insandan olabilecek en çok şeyi talep eder. Bu anlamda, kendini gerçekleştirmiş bir sanatçı olarak Nâzım Hikmet, hepimizin insan olarak günün birinde olabileceğimiz şeyin kefilidir.

Nâzım Hikmet’in tinsel onur ve özgür aklıyla gerçekleştirdiği şair kişiliği, 120. doğum yıldönümünde de -kendi türünde mükemmel olan her şey gibi- kendi türünün ötesine işaret ediyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 14 Ocak 2022’de yayımlanmıştır.

Göksel Aymaz
Göksel Aymaz
Göksel Aymaz – Yazar, gazeteci ve akademisyen. 1969'da İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi'nde Sosyal Antropoloji okudu. Varlık, Evrensel Kültür, Hürriyet Gösteri, Virgül, Defter, Radikal İki, Milliyet Sanat, Cumhuriyet, Gazete Duvar ve T24'te gündelik yaşam, sosyal teori ve kültür sosyolojisi üzerine yazılar yazdı. Nâzım Hikmet ve “Memleketimden İnsan Manzaraları" Örneği adlı tez çalışmasıyla da doktora derecesi aldı. Bu tezden üretilen Kalabalığın İçinde Kalabalıkla Beraber: Nazım Hikmet ve Memleket (2012) adlı kitabıyla Nâzım Hikmet Araştırma Ödülü’nü (2013) kazandı. Başlıca eserleri şunlar: Popüler Gerilim (2004), Bilebilmenin Mutluluğu (2011), Bir Ulu Irmak (2021) ve Militan İyimserlik (2021).

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x