Neden Kars’a gitmeliyiz?

İnsan suyun kristal buz halini, kaymanın insan ruhunu tertemiz yapışını görmek için ve Sarıkamış’a hiçbir şey için gitmese de Katerina’nın av köşkünü görmek için olsun gitmelidir Kars’a. Kar romantizmini ve kış sofrasını seviyorsanız kışın zaten gidin Kars’a. Halide Yıldırım yazdı.

Kars bazalt platosu, Anadolu’nun en yüksek volkanik lav platolarından birisidir. Dünya oluşumunun 3. ve 4. jeolojik zamanlarında gerçekleşen toplu yükselmede lavların soğuması sonucu ortaya çıkan düzlüklerin -akarsular tarafından parçalanmasıyla oluşmuş- rakım 1768 metrede bir güzel yüksek memleket.

Günümüzden yaklaşık 11 milyon yıl önce başlayan volkanik aktivite 2,5 milyon yıl önceye kadar sürdü. Bu hareketlilikte oluşan yüksek dağlar (Allahuekber Sıradağları, Ardos Dağı, Ala Dağ) ve bu dağların karla, yağmurla beslediği akarsuların derelerin, göllerin (Kars Çayı, Arpaçay, Aras Nehri, Kura Irmağı) parçaladığı toprakta vadilerin, dalgalı düzlüklerin aralarında yaşam alanı bulan coğrafya insanı, bu çetin memlekete ilk çağlardan beri yerleşiyor. Güney Kafkasya’dan Kuzey Doğu Anadolu’ya geçiş kapısı yapıyor burayı.

Milattan önceki birinci binde Kars, Hurriler, Mitanniler, Hattiler, Urartular, Kimmerler, Persler, Helenler, Selevkoslar ve İskit dönemlerini yaşıyor.

Kars yöresindeki yazılı tarih de MÖ 9. yüzyılda Urartular döneminde başlıyor. Sonrasında Urartular, Pers egemenliğine geçiyor MÖ 550’de. Birinci Darius, ülke sınırlarını genişletiyor, satraplıklara/eyaletlere bölüyor, Kars 18. satraplık içinde kalıyor. Perslerin ardından gelen yeni işgallerle, el değiştirmelerle bölge, Arakslar, Tigranlar, Sasaniler derken MS. 638 yılında Arap saldırıları başlıyor.

Bölgede yaşayanlar MS. 642 yılında Araplara kendiliğinden teslim oluyorlar, ancak Selçukluların bu bölgeye geldiği 1064 yılına kadar, yani 420 yıl Hristiyan olarak kalıyorlar. Bu arada bölge; Araplar, Ermeniler, Bizanslılar arasında sürekli el değiştiriyor ve Osmanlı dönemi başlıyor, devamında Türkiye Cumhuriyeti. Eski bir şehrin taşıdığı geçmişin izlerini görmek için Kars’a gidilir, kaleye de çıkılır, müzeler de gezilir.

Kars, suların da Kars’ı

Kars Platosu’ndaki derin vadileri, sayısız dere, çay, nehir, göl ve akarsu milyonlarca yılda çalışarak şekillendirmişlerdir. Her kış, kar olarak yağmış, her bahar eriyip yollara koyulmuş, her yaz ve güz yağmur olmuş yıldırımlarla yere inmiş, derin göllerde birikip birikip buhar olup uçmuş dağ başlarından yükseğe, denize varmak için gece gündüz demeden ısrarla yerden göğe, gökten yere koşturup durmuş. Derin vadilerin çizdiği sınırlarda oluşan ovaların, düzlüklerin mimarı tabiatın kendisidir.

Keçivan/Tunçkaya köyünü görmelisiniz, bir Orta Çağ kalesi içerisindeki bu köy tarih ile coğrafyanın kader birliği yaptığı, müthiş saklı bir yer, şimdilerde pek kimselerin de bilmediği bu köyü, bu yazıyı okuyanların mutlaka görmesini isterim.

Akyaka’daki kanyon da bu anlamda önemli, görmeyi hak ediyor. Ayrıca kimselerin pek bilmediği Selim ilçesi- Baykara Köyü Mezarlığı Kromleki (caminin içindeki) ile bir de Karız’ı görmenizi özellikle tavsiye ederim, ayrıntının kıymeti buralarda saklıdır.

Suyun her halini, rengini, biçimini Kars’ta görürsünüz, her mevsim değişen haliyle gelip yaşamınıza katılır, hatta o döngü içerisine halden hale geçerken biçimleri, renkleri yoluyla konuşur siz ona uyarsınız, bazen sıvı bazen katı, bazen kar, -kar hali var mıdır acaba- her biri eşsiz benzersiz kar kristalleri ile görünüp bir sonraki mevsime hazırlanmak için kaybolur, sonra başka bir kıyafette çıkıp gelir.

Sular, biçim değiştirmekle kalmaz, sürekli ad da değiştirerek yollarına devam eder. Örneğin; bu akarsular, sağına soluna dağların başına dek kıyılarına dizili yaylalara, köylere, kasabalara, uğrar gelir Kars’ı geçerken adı Kars Çayı olur. Daha sonrasında Aras Nehri ile buluşma vakti gelir, bir süre sonra da ülke terkedilir. Kars’taki bütün nehirler Hazar Denizi’ne dökülür. Birkaçını yazayım belki gidip görmek istersiniz. Karakilise Çayı, Karabağ Suyu, Arpa Gölü, Zivin suyu, Sarı su, Kura (Kür) Nehri, Karasu, Kağan Çayı, Acı Çay, Digor Çayı.

Kars göllerin de şehridir; Çıldır, Karzak, Aygır, Çenklice. Göller; Kuyucuk Gölü, Erhan Gölü, Turna Gölü, Çenekçi Gölü, Kuyucuk Gölü gibi göllerin yanı sıra, yapay baraj gölleri olan, Çıldır Baraj Gölü, Arpaçay ve Selim- Bayburt baraj gölleri mevcuttur.

Kars’taki menderesler pek bilinmez, ama özellikle Selim ilçesinin düzlüklerinde Allahuekber sıradağlarının doruklarında ovalara indiklerinde düz bir çizgi olarak ilerlemez dans edercesine, volanlı eteklik giymiş bir dansçı gibi kıvrımlarla türlü bitki ve kuş çeşidini besleye büyüte Kars Çayı’na, oradan Arpaçay’a ulaşırlar. Arpaçay’da yine çok gösterişli manzaralar yaratarak kışın kar altıda, buz soğuğuna aldırmadan alttan akar, baharda coşkun olur sular, seller de mümkündür, güzün azalır sular, otların renkleri sarıya döner ama her mevsimde oluşturdukları kıvrımlarla görsel bir sanat yapıtı, doğanın ressamlığının da bir kanıtı olarak görülmeyi hak eder.

Sulardan bahsedince kuşları geçmek olmaz. Yerli kuşların yanı sıra göçmen kuşlar cennetidir Kars. 182 çeşit kuştan bahsediliyor. Kafkaslara gitmeden önceki mola yeridir buralar. Kuşları kafeslerinde, beton hücrelerin kir pası içinde değil, suların, göllerin, tarlaların, çayırların doğal hayatın içerisinde görmeye Kars’a gidilir. Hemen her bölgesinde ama özellikle Karaçayır, Handere, Çataldere bölgelerindeki sulak alanlarda hem beslenme hem de üreme olanağı bulur; buğday, arpa tarlalarından ve bozkırın tohumlu bütün bitkilerinden paylarına düşenleri alır, sularını buz gibi kaynaklardan, göl ve çaylardan, derelerden içer, dinlenirken çok renkli görüntüler oluşturup giderler, yine aynı güzergahtan dönüp gelen binlerce yıldır bu coğrafyada kanat çırpan kuşların da memleketidir Kars.

Kars hem coğrafya hem tarihin de Kars’ı. İnsan suyun kristal buz halini, kaymanın insan ruhunu tertemiz yapışını görmek için ve Sarıkamış’a hiçbir şey için gitmese de Katerina’nın av köşkünü görmek için olsun gitmelidir Kars’a. Kayak yapan insanın kendine doğru kayarak yaklaşması yalnızlaşan ve yıpranan, kendindeki gurbete düşen insana iyi gelecektir. Sonsuz buzbeyaz ışıkta buzun eti kesmesi gibi kendimizle yüz yüzeyiz, ne güzeldir üşümek, savaşlarla hastalık ve yalnız bırakılmışlıkla yokluk yoksullukla yanarken dünya Sarıkamış kayak pistleri, kayaklarla geçilir, suyun kar ve buz hali, sıcak demli bir çay, kar üstünde dağda yapılan piknik, mükemmel taş evlerden sıcacık kar altında, buzun altında su akan su değil zamandır, akar kayar gibi akan yaşamınızdır, bu manzarayı görmek için gidilir Sarıkamış’a, su; buz kristal halindedir orada.. Katerina’nın Köşkü’nün önünde oturup terk edilmiş gibi ağlayabilirsiniz.

Bu çetin coğrafyaya yaraşan soğuğun, tipinin, buz ve karların ülkesinde bir başka dünyanın varlığına inanan sıcak insanlarıyla karı eriten dostluk ve kavrayışla yeryüzüne çıkınca üzerinde atlarıyla kızaklarıyla, kalın buz üstünde kayarken Çıldır Gölü’ne gitmelidir. Buzu kırarak çıkarılan sarı balıklar yenilmelidir. İnsanı kendine de taşıyabilen taşıt olarak kayakların, kızak ve atların havaya yaydıkları binlerce yılın dostluğundan bugünlere kalan çıplak ve usul bırakılmışlığın coşkun kederiyle Ani’ye geçilebilir.

Ani Harabeleri gezip görmeyle ne de yazmakla bitirilecek gibi değildir. Ani o kadar uygarlık yaşamış ki, birine değinmekle geçeceğim. Kentin altın çağı olarak tarihe geçmiş Birinci Gagik dönemidir bu. Ani büyük bir mimarlık okuludur o dönemde. Emevîler ile kurulan sonra Abbasilerle devam edilen iyi ilişkiler sonucu ticaretin belli bir düzene oturması kenti çok zenginleştirmiştir. Nüfusu çok artıyor, tüccarlar, seyyahlar, şairler, yazarlar, mimarlar burada buluşuyor ve bu buluşma kültürel bir alışverişi de sağlıyor, burada sentezleniyor sanatsal yaratımlar ortaya çıkıyor. Bu dönemde çok önemli bir mimar yetişiyor adı Tridat. İç mekân gelişiminde ve kubbe yapımında özellikle 10. yy’da çok önemli yenilik Tridat bunu başarıyor. Alparslan, Ani’nin fethinden sonra şehirde çok kalmıyor. Şehrin alınışında birlikte savaştıkları, Alparslan’a Anadolu’nun kapılarını açan Kürt Şeddadilerin yönetimine giren Ani 2. bir altın çağı yaşıyor çünkü şehirden giden aileler geri çağrılıyor ve bu barış dönemidir. Sonra Gürcü dönemi ve yeni yapılar eklenir. Daha sonra Osmanlılar ve diğer halklar birlikte yaşıyorlar sonrasında bir deprem ve korkunç unutuluş. Oturup bir taşın üstüne Ani’ye de ağlayabilirsiniz.

Kars renklerin de Kars’ı

Kars’ta çoğunlukla karasal iklim görülür. Plato sıradağlarla çevrili olduğu için denizden ayrılır bu nedenle iklim çok serttir. Kışlar kurak, yazları yağışlı geçer. Baharda şenlikli havalarda “dirilişi” hissedersiniz. Bu duyguyu yaşamak kırların müziğini duymak için baharda gidin Kars’a. Yaylaya çıkıp serinlemek, soğuk suların içinde alabalık arayıp taşlardan seke seke sulara bata çıka, yemyeşil otlara, bin bir çeşit kır çiçeklerine, arılara ballara, koyunlara kuzulara uyup dağlarda gezmek isterseniz yazın gidin Kars’a. Güz gelince başak rengindedir upuzun sarışın günler; bereketle sağılır mevsim, kışa hazırlıklar bitmek üzeredir, yağlar, peynirler, ballar, kışın yakacaklar, kırla insan arasındaki bu toplayıp eve getirme işi bitmek üzeredir, un ekmeğe, buğday bulgura, erişteye döner; kazlar kesilir, kurutulur, her şey kışı rahat geçirmek içindir. Kar romantizmini ve kış sofrasını seviyorsanız kışın gidin Kars’a.

Coğrafi olarak önemli ekolojik sistemlerden sayılan Kars bazalt platosu üzerindeki bitki örtüsü bozkırdır. Kars’ın giydiği elbisesinin kumaşıysa kadifedendir. Dağ çayırlarıyla kaplı bozkır baharda yeşilin her tonunda kır çiçeklerinin narıncıdan kızıla gösterişli yaprakları, pembenin morun açtığı skaladan muhteşem sarılardan geçip kar beyaza ulanır. Renk kapılarından mevsimlerden geçirip dururken kurdun kuşun, suyun toprağın göğün bereketini besler durur. En küçük canından en büyüğüne hayat taşıyan, göz taşıyan, ses taşıyan, hikâyelerde birikip durur milyonlarca yıldır, renklerin geçişinin şehridir Kars. Bu geçişleri görmek için bir yılda dört kez gitmeli.

Kars’ta 1250’ye yakın tohumlu bitki kendiliğinden, doğal olarak yetişir. Kars otların da Kars’ı. Endemik bitki bakımından da çok zengindir, yüzün üzerinde bitki sadece bu topraklarda doğar büyür, bu coğrafya onların da annesi olur. Kars adını taşıyanlardan: Lathyrus Karsianus, Allium Karsianum, Caucalis Karsianum ve Nonea Karsensis vb. birkaçıdır. Eğer bir çift süren traktör görürseniz hemen düşün ardına, koşkoz yani (Lathyrus Tuberosus) toplayın, bayılacaksınız. Daha çocukken öğrenirsiniz bitkilerin yerel adlarını, bunlar herkesçe bilinir, kuşaktan kuşağa dil içinde aktarılır.

Baharda kırlara doğru çıkınca yemlik, özek, buğadikeni, kuzukulağı, topuz dikeni, mantar, evelik, aşotu, kımı, kobux gibi yabani bitki hemen oracıkta çiğ olarak yenilir. Yemlik mesela, eve kadar gidip yıkamaya dayanacak değilsin ya, yaprakları elle ayıklanıp, ince soğan gibi bir şey zaten ama tadı bambaşka, tuzla yenilir. Pişirilen ve turşu gibi tüketilen ya da kurutularak bekletilen birçok bitki kışın kar kıyamet zor günlerinde bir sıcak çorbanın içinde, bir kurutulduktan sonra pişirilmiş kaz pilavının yanında bahar olur gelir sizi bulur. Kars biraz bozkır bitkileri çeşnisi, erken biten bahar, tez solan kır çiçeğidir.

Kars, lezzetlerin de Kars’ı

Kars mutfağı organik bir mutfaktır; tarım arazileri ilaçlarla henüz tam olarak zehirlenmemiştir. Toprağından taşına, havasından çimeninden çiçeğinden suyuna tadı yaratan coğrafyanın kendi marifetidir ve kadınlarında onca uygarlıktan biriken bilgidir. Kars mutfağının lezzetine ermek için Kars’a gidilir; toprağında yetişen bitkilerle beslenmiş, yerin bilmem kaçıncı katındaki madenlerden geçip gelmiş sularından içmiş, hayvanlarının eti, süt ürünleri; tarla ve dağ çayırlarından, ovalardan ot- bitki çeşitliliği Kars mutfağının farkını yaratır.

Kars insanı eti çok sever, onca et çeşidinin içerisinde kaz sonradan tanındı, Kars’ta kaz yemeden dönülmez. Cağ kebap, piti denen bozbaş, sac kavurmaları, tandır kebapları gibi et yemekleri etin kalitesinden ötürü, çok lezzetlidir. Hamur işleri de çok sevilir; hangel, bişi, mafiş, umaç helvası, erişte, yarma, bulgur yemeklerinden haşıl ve çeşitli tandır ekmekleri bilinen tatlarıdır. Sonrasında süt ve süt ürünleri Kars denilince akla ilk gelen peynir çeşitleri; özellikle gravyer peynir, kaşar, tulum peynirleri, yağ çeşitleri kaymak, tereyağ, sarıyağ, yoğurt, süt hemen herkesin bildikleri tatlardır. Kars patatesi, beyaz ve kumlu kartolu sarıyağda ezip yemeği, sobanın yanına kurulmuş yer sofrasında, annelerin elleriyle hazırladıkları, bulgur pilavı üstüne, bin bir zahmetle bakıp büyüttükleri kazların etini ve erik ezmesi yenilmez mi..

Kars’a gitmek için nedenler ararsanız sayamadığımız daha çok şey var. İçimizde dışımızda kıyametin koptuğu anlarda al başını git, sıcak bir dost elidir, sırf bu iç onarım için Kars’a gidilir. Eski Rus evlerini (ne yazık ki çok azı bugüne gelmiş) görmek için olsun gidilir,18. yüzyıl romantizmi karla bazalt taş buluşunca rüya bir şehirdi. Sokak fenerleri, ferforje trabzan ve balkonları, iki, üç katlı konaklarıyla, gökyüzünün en mutlu mavisini, top top bembeyaz bulutlarını görmek, yaylalarına, su kenarlarına, dağına ovasına yürüyüşler yapmak için gidilir Kars’a. Yeryüzündeki bütün oluşumlar bir platoda toplanmış bu kadar şans, yeterdir. Tabyalar şehri, kanlı katliamlarla yıkılmış, ölmüş ölmüş dirilmiş ama gençliğini kaybetmemiş, sert kışlarda, yağan karda, emsalsiz sofralarda, âşıkların sazında sözünde, yün ve tüyden yataklarda üşümezsiniz. Kars biraz tertemiz bir evde kuzinesinde taşkömürü, sac sobasında tezek yanan kıtlama şekerle içilen bir çay sıcaklığıdır, gidilir.

Kars biraz eskimiş kesme taş, yıkılmış çeper, unutulmuş kıymet, dağılmış hasretin, soğuk ile suyun elbirliği, gönül birliği yaptığı, benzersiz bozkır bitkilerinin, koyunların, kuzuların süt deryası ineklerin, yorulmadan çalışan arıların, gökyüzünün en güzel göründüğü yaylaların, yoksulluklar içindeki zenginliğin unutulmuşlukla sınanmış bir hatırlamanın şehri ve Kars artık otantik değil, turistik bir şehridir. Kars’ın hangi halini kendinize yakın buluyorsanız o mevsimde gidin, macera sizin…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 19 Ocak 2024’te yayımlanmıştır.

Halide Yıldırım
Halide Yıldırım
Halide Yıldırım - Şair, yazar, editör ve öğretmen. Kars'ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Hatay Kız Öğretmen Lisesini bitirdikten sonra başladığı Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünden mezun oldu. Anadolu Üniversitesinde bir yıl lisans öğrenimi gördü. Samsun; Alaçam, Kavak, Havza, Çanakkale; Biga, Lapseki, Kars; Selim, Sarıkamış ve Bursa gibi şehirlerde görev yaptı. Bursa'da edebiyat öğretmeni iken emekli oldu. Şiirle yakından ilgilendi ve Issız Kuğu (2005) adlı dosyasıyla 2004 yılında Süleyman Okay Şiir Birincilik Ödülü’ne layık görüldü. Çinikitap dergisinin yayın kurulunda görev aldı. Edebiyatçılar Derneği, Bursa Yazın ve Sanat Derneği kurucu üyesi olan Halide Yıldırım hâlen Diyarbakır Lîs Yayınlarında editör olarak çalışmakta… Başlıca eserleri: Çamur (2011), Dile Dokunma (2016)…

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Neden Kars’a gitmeliyiz?

İnsan suyun kristal buz halini, kaymanın insan ruhunu tertemiz yapışını görmek için ve Sarıkamış’a hiçbir şey için gitmese de Katerina’nın av köşkünü görmek için olsun gitmelidir Kars’a. Kar romantizmini ve kış sofrasını seviyorsanız kışın zaten gidin Kars’a. Halide Yıldırım yazdı.

Kars bazalt platosu, Anadolu’nun en yüksek volkanik lav platolarından birisidir. Dünya oluşumunun 3. ve 4. jeolojik zamanlarında gerçekleşen toplu yükselmede lavların soğuması sonucu ortaya çıkan düzlüklerin -akarsular tarafından parçalanmasıyla oluşmuş- rakım 1768 metrede bir güzel yüksek memleket.

Günümüzden yaklaşık 11 milyon yıl önce başlayan volkanik aktivite 2,5 milyon yıl önceye kadar sürdü. Bu hareketlilikte oluşan yüksek dağlar (Allahuekber Sıradağları, Ardos Dağı, Ala Dağ) ve bu dağların karla, yağmurla beslediği akarsuların derelerin, göllerin (Kars Çayı, Arpaçay, Aras Nehri, Kura Irmağı) parçaladığı toprakta vadilerin, dalgalı düzlüklerin aralarında yaşam alanı bulan coğrafya insanı, bu çetin memlekete ilk çağlardan beri yerleşiyor. Güney Kafkasya’dan Kuzey Doğu Anadolu’ya geçiş kapısı yapıyor burayı.

Milattan önceki birinci binde Kars, Hurriler, Mitanniler, Hattiler, Urartular, Kimmerler, Persler, Helenler, Selevkoslar ve İskit dönemlerini yaşıyor.

Kars yöresindeki yazılı tarih de MÖ 9. yüzyılda Urartular döneminde başlıyor. Sonrasında Urartular, Pers egemenliğine geçiyor MÖ 550’de. Birinci Darius, ülke sınırlarını genişletiyor, satraplıklara/eyaletlere bölüyor, Kars 18. satraplık içinde kalıyor. Perslerin ardından gelen yeni işgallerle, el değiştirmelerle bölge, Arakslar, Tigranlar, Sasaniler derken MS. 638 yılında Arap saldırıları başlıyor.

Bölgede yaşayanlar MS. 642 yılında Araplara kendiliğinden teslim oluyorlar, ancak Selçukluların bu bölgeye geldiği 1064 yılına kadar, yani 420 yıl Hristiyan olarak kalıyorlar. Bu arada bölge; Araplar, Ermeniler, Bizanslılar arasında sürekli el değiştiriyor ve Osmanlı dönemi başlıyor, devamında Türkiye Cumhuriyeti. Eski bir şehrin taşıdığı geçmişin izlerini görmek için Kars’a gidilir, kaleye de çıkılır, müzeler de gezilir.

Kars, suların da Kars’ı

Kars Platosu’ndaki derin vadileri, sayısız dere, çay, nehir, göl ve akarsu milyonlarca yılda çalışarak şekillendirmişlerdir. Her kış, kar olarak yağmış, her bahar eriyip yollara koyulmuş, her yaz ve güz yağmur olmuş yıldırımlarla yere inmiş, derin göllerde birikip birikip buhar olup uçmuş dağ başlarından yükseğe, denize varmak için gece gündüz demeden ısrarla yerden göğe, gökten yere koşturup durmuş. Derin vadilerin çizdiği sınırlarda oluşan ovaların, düzlüklerin mimarı tabiatın kendisidir.

Keçivan/Tunçkaya köyünü görmelisiniz, bir Orta Çağ kalesi içerisindeki bu köy tarih ile coğrafyanın kader birliği yaptığı, müthiş saklı bir yer, şimdilerde pek kimselerin de bilmediği bu köyü, bu yazıyı okuyanların mutlaka görmesini isterim.

Akyaka’daki kanyon da bu anlamda önemli, görmeyi hak ediyor. Ayrıca kimselerin pek bilmediği Selim ilçesi- Baykara Köyü Mezarlığı Kromleki (caminin içindeki) ile bir de Karız’ı görmenizi özellikle tavsiye ederim, ayrıntının kıymeti buralarda saklıdır.

Suyun her halini, rengini, biçimini Kars’ta görürsünüz, her mevsim değişen haliyle gelip yaşamınıza katılır, hatta o döngü içerisine halden hale geçerken biçimleri, renkleri yoluyla konuşur siz ona uyarsınız, bazen sıvı bazen katı, bazen kar, -kar hali var mıdır acaba- her biri eşsiz benzersiz kar kristalleri ile görünüp bir sonraki mevsime hazırlanmak için kaybolur, sonra başka bir kıyafette çıkıp gelir.

Sular, biçim değiştirmekle kalmaz, sürekli ad da değiştirerek yollarına devam eder. Örneğin; bu akarsular, sağına soluna dağların başına dek kıyılarına dizili yaylalara, köylere, kasabalara, uğrar gelir Kars’ı geçerken adı Kars Çayı olur. Daha sonrasında Aras Nehri ile buluşma vakti gelir, bir süre sonra da ülke terkedilir. Kars’taki bütün nehirler Hazar Denizi’ne dökülür. Birkaçını yazayım belki gidip görmek istersiniz. Karakilise Çayı, Karabağ Suyu, Arpa Gölü, Zivin suyu, Sarı su, Kura (Kür) Nehri, Karasu, Kağan Çayı, Acı Çay, Digor Çayı.

Kars göllerin de şehridir; Çıldır, Karzak, Aygır, Çenklice. Göller; Kuyucuk Gölü, Erhan Gölü, Turna Gölü, Çenekçi Gölü, Kuyucuk Gölü gibi göllerin yanı sıra, yapay baraj gölleri olan, Çıldır Baraj Gölü, Arpaçay ve Selim- Bayburt baraj gölleri mevcuttur.

Kars’taki menderesler pek bilinmez, ama özellikle Selim ilçesinin düzlüklerinde Allahuekber sıradağlarının doruklarında ovalara indiklerinde düz bir çizgi olarak ilerlemez dans edercesine, volanlı eteklik giymiş bir dansçı gibi kıvrımlarla türlü bitki ve kuş çeşidini besleye büyüte Kars Çayı’na, oradan Arpaçay’a ulaşırlar. Arpaçay’da yine çok gösterişli manzaralar yaratarak kışın kar altıda, buz soğuğuna aldırmadan alttan akar, baharda coşkun olur sular, seller de mümkündür, güzün azalır sular, otların renkleri sarıya döner ama her mevsimde oluşturdukları kıvrımlarla görsel bir sanat yapıtı, doğanın ressamlığının da bir kanıtı olarak görülmeyi hak eder.

Sulardan bahsedince kuşları geçmek olmaz. Yerli kuşların yanı sıra göçmen kuşlar cennetidir Kars. 182 çeşit kuştan bahsediliyor. Kafkaslara gitmeden önceki mola yeridir buralar. Kuşları kafeslerinde, beton hücrelerin kir pası içinde değil, suların, göllerin, tarlaların, çayırların doğal hayatın içerisinde görmeye Kars’a gidilir. Hemen her bölgesinde ama özellikle Karaçayır, Handere, Çataldere bölgelerindeki sulak alanlarda hem beslenme hem de üreme olanağı bulur; buğday, arpa tarlalarından ve bozkırın tohumlu bütün bitkilerinden paylarına düşenleri alır, sularını buz gibi kaynaklardan, göl ve çaylardan, derelerden içer, dinlenirken çok renkli görüntüler oluşturup giderler, yine aynı güzergahtan dönüp gelen binlerce yıldır bu coğrafyada kanat çırpan kuşların da memleketidir Kars.

Kars hem coğrafya hem tarihin de Kars’ı. İnsan suyun kristal buz halini, kaymanın insan ruhunu tertemiz yapışını görmek için ve Sarıkamış’a hiçbir şey için gitmese de Katerina’nın av köşkünü görmek için olsun gitmelidir Kars’a. Kayak yapan insanın kendine doğru kayarak yaklaşması yalnızlaşan ve yıpranan, kendindeki gurbete düşen insana iyi gelecektir. Sonsuz buzbeyaz ışıkta buzun eti kesmesi gibi kendimizle yüz yüzeyiz, ne güzeldir üşümek, savaşlarla hastalık ve yalnız bırakılmışlıkla yokluk yoksullukla yanarken dünya Sarıkamış kayak pistleri, kayaklarla geçilir, suyun kar ve buz hali, sıcak demli bir çay, kar üstünde dağda yapılan piknik, mükemmel taş evlerden sıcacık kar altında, buzun altında su akan su değil zamandır, akar kayar gibi akan yaşamınızdır, bu manzarayı görmek için gidilir Sarıkamış’a, su; buz kristal halindedir orada.. Katerina’nın Köşkü’nün önünde oturup terk edilmiş gibi ağlayabilirsiniz.

Bu çetin coğrafyaya yaraşan soğuğun, tipinin, buz ve karların ülkesinde bir başka dünyanın varlığına inanan sıcak insanlarıyla karı eriten dostluk ve kavrayışla yeryüzüne çıkınca üzerinde atlarıyla kızaklarıyla, kalın buz üstünde kayarken Çıldır Gölü’ne gitmelidir. Buzu kırarak çıkarılan sarı balıklar yenilmelidir. İnsanı kendine de taşıyabilen taşıt olarak kayakların, kızak ve atların havaya yaydıkları binlerce yılın dostluğundan bugünlere kalan çıplak ve usul bırakılmışlığın coşkun kederiyle Ani’ye geçilebilir.

Ani Harabeleri gezip görmeyle ne de yazmakla bitirilecek gibi değildir. Ani o kadar uygarlık yaşamış ki, birine değinmekle geçeceğim. Kentin altın çağı olarak tarihe geçmiş Birinci Gagik dönemidir bu. Ani büyük bir mimarlık okuludur o dönemde. Emevîler ile kurulan sonra Abbasilerle devam edilen iyi ilişkiler sonucu ticaretin belli bir düzene oturması kenti çok zenginleştirmiştir. Nüfusu çok artıyor, tüccarlar, seyyahlar, şairler, yazarlar, mimarlar burada buluşuyor ve bu buluşma kültürel bir alışverişi de sağlıyor, burada sentezleniyor sanatsal yaratımlar ortaya çıkıyor. Bu dönemde çok önemli bir mimar yetişiyor adı Tridat. İç mekân gelişiminde ve kubbe yapımında özellikle 10. yy’da çok önemli yenilik Tridat bunu başarıyor. Alparslan, Ani’nin fethinden sonra şehirde çok kalmıyor. Şehrin alınışında birlikte savaştıkları, Alparslan’a Anadolu’nun kapılarını açan Kürt Şeddadilerin yönetimine giren Ani 2. bir altın çağı yaşıyor çünkü şehirden giden aileler geri çağrılıyor ve bu barış dönemidir. Sonra Gürcü dönemi ve yeni yapılar eklenir. Daha sonra Osmanlılar ve diğer halklar birlikte yaşıyorlar sonrasında bir deprem ve korkunç unutuluş. Oturup bir taşın üstüne Ani’ye de ağlayabilirsiniz.

Kars renklerin de Kars’ı

Kars’ta çoğunlukla karasal iklim görülür. Plato sıradağlarla çevrili olduğu için denizden ayrılır bu nedenle iklim çok serttir. Kışlar kurak, yazları yağışlı geçer. Baharda şenlikli havalarda “dirilişi” hissedersiniz. Bu duyguyu yaşamak kırların müziğini duymak için baharda gidin Kars’a. Yaylaya çıkıp serinlemek, soğuk suların içinde alabalık arayıp taşlardan seke seke sulara bata çıka, yemyeşil otlara, bin bir çeşit kır çiçeklerine, arılara ballara, koyunlara kuzulara uyup dağlarda gezmek isterseniz yazın gidin Kars’a. Güz gelince başak rengindedir upuzun sarışın günler; bereketle sağılır mevsim, kışa hazırlıklar bitmek üzeredir, yağlar, peynirler, ballar, kışın yakacaklar, kırla insan arasındaki bu toplayıp eve getirme işi bitmek üzeredir, un ekmeğe, buğday bulgura, erişteye döner; kazlar kesilir, kurutulur, her şey kışı rahat geçirmek içindir. Kar romantizmini ve kış sofrasını seviyorsanız kışın gidin Kars’a.

Coğrafi olarak önemli ekolojik sistemlerden sayılan Kars bazalt platosu üzerindeki bitki örtüsü bozkırdır. Kars’ın giydiği elbisesinin kumaşıysa kadifedendir. Dağ çayırlarıyla kaplı bozkır baharda yeşilin her tonunda kır çiçeklerinin narıncıdan kızıla gösterişli yaprakları, pembenin morun açtığı skaladan muhteşem sarılardan geçip kar beyaza ulanır. Renk kapılarından mevsimlerden geçirip dururken kurdun kuşun, suyun toprağın göğün bereketini besler durur. En küçük canından en büyüğüne hayat taşıyan, göz taşıyan, ses taşıyan, hikâyelerde birikip durur milyonlarca yıldır, renklerin geçişinin şehridir Kars. Bu geçişleri görmek için bir yılda dört kez gitmeli.

Kars’ta 1250’ye yakın tohumlu bitki kendiliğinden, doğal olarak yetişir. Kars otların da Kars’ı. Endemik bitki bakımından da çok zengindir, yüzün üzerinde bitki sadece bu topraklarda doğar büyür, bu coğrafya onların da annesi olur. Kars adını taşıyanlardan: Lathyrus Karsianus, Allium Karsianum, Caucalis Karsianum ve Nonea Karsensis vb. birkaçıdır. Eğer bir çift süren traktör görürseniz hemen düşün ardına, koşkoz yani (Lathyrus Tuberosus) toplayın, bayılacaksınız. Daha çocukken öğrenirsiniz bitkilerin yerel adlarını, bunlar herkesçe bilinir, kuşaktan kuşağa dil içinde aktarılır.

Baharda kırlara doğru çıkınca yemlik, özek, buğadikeni, kuzukulağı, topuz dikeni, mantar, evelik, aşotu, kımı, kobux gibi yabani bitki hemen oracıkta çiğ olarak yenilir. Yemlik mesela, eve kadar gidip yıkamaya dayanacak değilsin ya, yaprakları elle ayıklanıp, ince soğan gibi bir şey zaten ama tadı bambaşka, tuzla yenilir. Pişirilen ve turşu gibi tüketilen ya da kurutularak bekletilen birçok bitki kışın kar kıyamet zor günlerinde bir sıcak çorbanın içinde, bir kurutulduktan sonra pişirilmiş kaz pilavının yanında bahar olur gelir sizi bulur. Kars biraz bozkır bitkileri çeşnisi, erken biten bahar, tez solan kır çiçeğidir.

Kars, lezzetlerin de Kars’ı

Kars mutfağı organik bir mutfaktır; tarım arazileri ilaçlarla henüz tam olarak zehirlenmemiştir. Toprağından taşına, havasından çimeninden çiçeğinden suyuna tadı yaratan coğrafyanın kendi marifetidir ve kadınlarında onca uygarlıktan biriken bilgidir. Kars mutfağının lezzetine ermek için Kars’a gidilir; toprağında yetişen bitkilerle beslenmiş, yerin bilmem kaçıncı katındaki madenlerden geçip gelmiş sularından içmiş, hayvanlarının eti, süt ürünleri; tarla ve dağ çayırlarından, ovalardan ot- bitki çeşitliliği Kars mutfağının farkını yaratır.

Kars insanı eti çok sever, onca et çeşidinin içerisinde kaz sonradan tanındı, Kars’ta kaz yemeden dönülmez. Cağ kebap, piti denen bozbaş, sac kavurmaları, tandır kebapları gibi et yemekleri etin kalitesinden ötürü, çok lezzetlidir. Hamur işleri de çok sevilir; hangel, bişi, mafiş, umaç helvası, erişte, yarma, bulgur yemeklerinden haşıl ve çeşitli tandır ekmekleri bilinen tatlarıdır. Sonrasında süt ve süt ürünleri Kars denilince akla ilk gelen peynir çeşitleri; özellikle gravyer peynir, kaşar, tulum peynirleri, yağ çeşitleri kaymak, tereyağ, sarıyağ, yoğurt, süt hemen herkesin bildikleri tatlardır. Kars patatesi, beyaz ve kumlu kartolu sarıyağda ezip yemeği, sobanın yanına kurulmuş yer sofrasında, annelerin elleriyle hazırladıkları, bulgur pilavı üstüne, bin bir zahmetle bakıp büyüttükleri kazların etini ve erik ezmesi yenilmez mi..

Kars’a gitmek için nedenler ararsanız sayamadığımız daha çok şey var. İçimizde dışımızda kıyametin koptuğu anlarda al başını git, sıcak bir dost elidir, sırf bu iç onarım için Kars’a gidilir. Eski Rus evlerini (ne yazık ki çok azı bugüne gelmiş) görmek için olsun gidilir,18. yüzyıl romantizmi karla bazalt taş buluşunca rüya bir şehirdi. Sokak fenerleri, ferforje trabzan ve balkonları, iki, üç katlı konaklarıyla, gökyüzünün en mutlu mavisini, top top bembeyaz bulutlarını görmek, yaylalarına, su kenarlarına, dağına ovasına yürüyüşler yapmak için gidilir Kars’a. Yeryüzündeki bütün oluşumlar bir platoda toplanmış bu kadar şans, yeterdir. Tabyalar şehri, kanlı katliamlarla yıkılmış, ölmüş ölmüş dirilmiş ama gençliğini kaybetmemiş, sert kışlarda, yağan karda, emsalsiz sofralarda, âşıkların sazında sözünde, yün ve tüyden yataklarda üşümezsiniz. Kars biraz tertemiz bir evde kuzinesinde taşkömürü, sac sobasında tezek yanan kıtlama şekerle içilen bir çay sıcaklığıdır, gidilir.

Kars biraz eskimiş kesme taş, yıkılmış çeper, unutulmuş kıymet, dağılmış hasretin, soğuk ile suyun elbirliği, gönül birliği yaptığı, benzersiz bozkır bitkilerinin, koyunların, kuzuların süt deryası ineklerin, yorulmadan çalışan arıların, gökyüzünün en güzel göründüğü yaylaların, yoksulluklar içindeki zenginliğin unutulmuşlukla sınanmış bir hatırlamanın şehri ve Kars artık otantik değil, turistik bir şehridir. Kars’ın hangi halini kendinize yakın buluyorsanız o mevsimde gidin, macera sizin…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 19 Ocak 2024’te yayımlanmıştır.

Halide Yıldırım
Halide Yıldırım
Halide Yıldırım - Şair, yazar, editör ve öğretmen. Kars'ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Hatay Kız Öğretmen Lisesini bitirdikten sonra başladığı Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünden mezun oldu. Anadolu Üniversitesinde bir yıl lisans öğrenimi gördü. Samsun; Alaçam, Kavak, Havza, Çanakkale; Biga, Lapseki, Kars; Selim, Sarıkamış ve Bursa gibi şehirlerde görev yaptı. Bursa'da edebiyat öğretmeni iken emekli oldu. Şiirle yakından ilgilendi ve Issız Kuğu (2005) adlı dosyasıyla 2004 yılında Süleyman Okay Şiir Birincilik Ödülü’ne layık görüldü. Çinikitap dergisinin yayın kurulunda görev aldı. Edebiyatçılar Derneği, Bursa Yazın ve Sanat Derneği kurucu üyesi olan Halide Yıldırım hâlen Diyarbakır Lîs Yayınlarında editör olarak çalışmakta… Başlıca eserleri: Çamur (2011), Dile Dokunma (2016)…

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

2
0
Would love your thoughts, please comment.x