Sait Faik – Bir martıyla konuşur gibi…

Pasaport alırken memuru yazar olduğuna inandıramayan, bu sebeple meslek hanesine “yok” yazılan Sait Faik’in ölümünün üzerinden 70 yıl geçti. Şimdi onlarca yayınevi telifinin düşmesini bekliyor. Peki, kimdi Sait Faik? Nilüfer Altunkaya yazdı.

Sait Faik gençlik yıllarımda beni en çok etkileyen yazarlarımızdandı. Kuşkusuz sadece beni değil, edebiyatla hemhal olan herkesi bir şekilde etkilemiştir. Yıllar geçtikçe bendeki değeri de, edebiyatımızdaki yeri de azalmamış, aksine gittikçe daha da derinleşmiştir izleri. Bu derin etkinin nedenlerini anlamak için Sait Faik’e bugünden bakarken farklı pencereler açmak gerekiyor belki de. Bu yazı bu iddia ile yazılmadı elbette, ama vefa borcu diyelim…

Peki, gençlik yıllarımın Sait Faik’i kimdi?

Bir adada yaşayan, balıkçılarla ve martılarla dost bir avare miydi?

Çocuk yüreğiyle çabuk incinip küsen, sonra yine kaldığı yerden devam eden bir ‘yazıcı’ mıydı?

Yazdıklarının dışına taşıveren ve öykü bittikten sonra okurunun koluna girip havadan sudan sohbet etmeyi huy edinmiş bir adam mıydı, lüzumsuz?

İşte bir teknenin güvertesinde çekilmiş şapkalı bir fotoğraftan gülümsüyor hayata. Bir de Yaşar Kemal’le olan fotoğrafı var aklımda. Bazen kavgacı ve hırçın. Orhan Kemal’le olan atışmaları gülümsetecek kadar çocukça kıskançlıkları olduğunu gösteriyor.  Edebiyatımızın iki usta kalemi iki tatlı keçi gibi her fırsatta nasıl da uğraşıyorlar birbirleriyle…

Peki, edebiyatımızın köşe başlarından biri olan üstat Sait Faik kimdi?

Deniz kıyısında bir ev…

Asıl adı Mehmet Sait olan Sait Faik, 18 Kasım 1906’da Adapazarı’nda doğmuş ve Ramazan Bayramı’nın birinci günü doğduğu için kendisine “kutlu” anlamına gelen “Sait” ismi verilmiş. “Abasıyanık” soyadını ise Sait Faik; büyük dedesi Mehmet Efendi’nin hayvan taşırken sırtındaki abayı suya düşürmesi nedeniyle aileye “Abasızzadeler” veya “Abasızoğulları” denmesinin etkisiyle kendisi seçmiş.

Sait Faik, babasının işi dolayısıyla 1910-1913 yılları arasında Karamürsel’de deniz kıyısında bir evde yaşar. Yunan işgalinden kaçmak için ailesi bir süre Düzce ve Bolu’ya göç eder ve 1922’de Adapazarı’na dönerler.

İlk öyküsü olan İpekli Mendil’i Bursa Erkek Lisesi’nde edebiyat dersinde ödev olarak yazdığını biliyor musunuz?

1928’de İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne kaydolur ama üçüncü sınıfta okulu bırakır.

Bu aşamada babası devreye girerek eğitimini yurtdışında tamamlaması için Sait Faik’i Lozan’a gönderir. Amcası Ahmet Faik ile Kasım 1930’da Lozan’a giden Sait Faik, bir süre sonra İsviçre’deki düzenli yaşamın ve ekonomi eğitiminin kendisine uygun olmadığını anlayarak Fransa’ya geçer. Fransa’da kaldığı dönemde sadece Fransız edebiyatını yakından incelemekle kalmamış, dünyanın her yerinden gelen insanları gözlemleme fırsatı da elde etmiştir.

Fransa’da yaklaşık dört yıl kalır. Okulu bitirmeye niyeti olmadığı belli olunca babası onu geri çağırır.

Türkçe öğretmenliği

Türkiye’de öğretmenlik yapabilmek için oradan bir sertifika alıp 1934’te İstanbul’a dönen Sait Faik, Ermeni Yetim Mektebi’nde Türkçe öğretmenliğine başlar. Burada sadece altı ay çalışabilmiştir. Çünkü haylaz öğrencilerle anlaşamamıştır. Yaşanan bir tartışma sonucu da hemen istifasını vermiştir.

Çalışma hayatında bir düzen oturtamayan Sait Faik yazmak konusunda oldukça verimlidir. Onu edebiyatımızın üstatlarından biri yapan en önemli şey, Tahir Alangu’ya göre, edebiyatımıza “küçük adam”ı getiren o olmadıysa da bunu yerleştiren, bilinmeyen yönlerini gösteren, bir moda haline getiren ve en güzel hikâyelerini yazan kişi olmasıdır.

Okurla kurduğu güçlü bağ kaleminin içtenliğine bağlanabilir. Kendine özgü bir anlayışla yaşadığı gibi yazar. Özellikle o zamanlarda herkesin önemsiz bulabileceği küçük şeylerden yola çıkmış, küçük anları, hayatın akışına kapılıp giden sıradan insanları, insancıl bir bakış açısı ve çocukça bir sevgiyle donatarak unutulmaz öyküler bırakmıştır bize.

Toplumcu anlayış

Sait Faik, Eftalikus’un Kahvesi hikâyesinde yazarlığa dair görüşlerini şöyle ifade etmiştir:

“İşte hikâyelerimi nasıl yazdığımı şimdilik merak eden dostum, yarın incir çekirdeğini doldurmayacak mevzuları yazan bir hikâyecinin iyi bir hikâyeci olmadığını yazacağına göre, bilmem hikâyem oldu mu? Olmadıysa ne yapalım? Bizim hikâye anlayışımız da böyle efendim.”

Onu özgün kılan da işte bu bakış açısıdır. Sait Faik’in çağdaşlarını düşünürsek genel olarak yazarların toplumcu anlayışla ve genç Cumhuriyetin heyecanıyla dolup taşarak Anadolu’ya açıldığı yıllardır. O ise İstanbul’u ve İstanbul’un yaşayan hallerini, günlük yaşamdan kesitlerle anlatmayı seçmiştir. Politik olmak gibi bir kaygısı hiç olmamıştır. Yüreğindeki sevgiyle bakması yetmiştir; İstanbul’un balıkçılarına, işçilerine, Anadolu’dan İstanbul’a göç eden emekçilerine…

Elbette yoksulları, düşkünleri anlatmak için hikâye peşinde koşmanın yorgunluğunu da yaşar zaman zaman.

“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey.” derken yaşadığı yalnızlık duygusunu hafifletmeye çalışır. Çünkü balıkçılara, denize, martılara ve diğer hayvanlara karşı duyduğu sevgiye rağmen derin bir yalnızlık duygusu içindedir. Bu yalnızlık duygusu onu yazmaya teşvik eder belki de…

Varoluşsal mesele…

Son Kuşlar’da geçen “Yazmasam deli olacaktım.” cümlesi Sait Faik’te yazarlığın varoluşsal bir mesele olduğunu gösterir.

Alemdağ’da Var Bir Yılan’ı ilk okuduğumda daha önce böyle bir öykü okumadığım için çok etkilenmiş olduğumu hatırlıyorum. O zamanlar adını koyamadığım bu yeni tadın ne olduğunun peşine düşmüş, Sait Faik’in kullandığı anlatım tekniklerinin gerçeküstü yaklaşımlara ve büyülü gerçekçiliğe kaydığını öğrenmiştim. Kuşkusuz çağdaş Batı edebiyatını çok iyi takip etmesinin kalemine yenilikçi yaklaşımlar olarak yansıdığını söyleyebiliriz. Bir söyleşide onun gibi yazmadığını, ama severek okuduğunu söylediği Kafka’nın da bunda etkisi vardır.

1945 sonrası hastalık süreci başlar. 1948’de ise kesin olarak siroz teşhisi konur. Siroz hastalığına yakalanmasından sonra hikâye kahramanları daha karamsar, hayat küsmüş karakterlere dönüşür.

1951’de tedavi için gittiği Paris’te, tedaviden korktuğu için sadece beş gün kalıp Türkiye’ye dönmesine ne demeli?

5 Mayıs 1954’te yemek borusunda meydana gelen kanama nedeniyle yatırıldığı hastanede 11 Mayıs 1954’te hayata veda eder.

Muriel Rukeyser’in dediği gibi evren atomlardan değil hikâyelerden oluştuğuna göre kürek çekmekten yorulup kayığın kıyısına konmuş bir martıyla konuşur gibi yazdığı hikâyeler zamana aldırmadan bizi bize anlatmaya devam edecek.

Derkenar: Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu bağlamında ölümünün üzerinden 70 yıl geçtiği için bu sene Sait Faik’in telifi düşüyor. Başka bir ifadeyle arzu eden yayınevi hak sahibine herhangi bir telif ödemeden istediği kitabı, istediği şekilde, istediği adette basma imkânına kavuşuyor. Bu görece de olsa kitap fiyatının düşmesine yol açsa da, keyfi uygulamalara da kapı aralıyor. Görünen o ki, yaşadığı dönemde basılan eserlerinin kıymeti, bundan böyle her zamankinden daha değerli olacak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Mayıs 2024’te yayımlanmıştır.

Nilüfer Altunkaya
Nilüfer Altunkaya
Nilüfer Altunkaya – Şair, yazar ve öğretmen. 1975, Kütahya doğumlu. Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Öğretmenliği Bölümü’nü bitirdi. Ayrıca Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fak. Felsefe Bölümü mezunu. İlk şiiri ortaokul öğrencisi iken yerel bir madenci dergisinde yayımlandı. Üniversite öğrenimini sürdürdüğü ve sonraki yıllarda Beşparmak, Damar, Yazın, Kıyı, Aydınca gibi dergide; daha sonraki yıllarda Akatalpa, Kurşunkalem, Sözcükler, Berfin Bahar, Eliz, Dize, Kurgu, Varlık, Yeniyazı, Hece Öykü gibi oldukça geniş bir dergi yelpazesinde şiir, öykü ve yazıları yer aldı. Dergilerin düzenlediği yarışmalarda çeşitli ödüllere ve 2009 Cemal Süreya Şiir Ödülleri Yarışmasında özendirme ödülüne layık görüldü. Homeros Edebiyat Ödülleri Bir Şiiri İnceleme Yarışmasında üçüncülük aldı. Başlıca eserleri: Şiir ve Kız (2007), Sanki Sonsuz (2011), Sevgili Yalnızlık (2015), Orhan Kemal: Bir Türkü Gibi (2017), Katı Olmayan Şeyler (2021)…

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Sait Faik – Bir martıyla konuşur gibi…

Pasaport alırken memuru yazar olduğuna inandıramayan, bu sebeple meslek hanesine “yok” yazılan Sait Faik’in ölümünün üzerinden 70 yıl geçti. Şimdi onlarca yayınevi telifinin düşmesini bekliyor. Peki, kimdi Sait Faik? Nilüfer Altunkaya yazdı.

Sait Faik gençlik yıllarımda beni en çok etkileyen yazarlarımızdandı. Kuşkusuz sadece beni değil, edebiyatla hemhal olan herkesi bir şekilde etkilemiştir. Yıllar geçtikçe bendeki değeri de, edebiyatımızdaki yeri de azalmamış, aksine gittikçe daha da derinleşmiştir izleri. Bu derin etkinin nedenlerini anlamak için Sait Faik’e bugünden bakarken farklı pencereler açmak gerekiyor belki de. Bu yazı bu iddia ile yazılmadı elbette, ama vefa borcu diyelim…

Peki, gençlik yıllarımın Sait Faik’i kimdi?

Bir adada yaşayan, balıkçılarla ve martılarla dost bir avare miydi?

Çocuk yüreğiyle çabuk incinip küsen, sonra yine kaldığı yerden devam eden bir ‘yazıcı’ mıydı?

Yazdıklarının dışına taşıveren ve öykü bittikten sonra okurunun koluna girip havadan sudan sohbet etmeyi huy edinmiş bir adam mıydı, lüzumsuz?

İşte bir teknenin güvertesinde çekilmiş şapkalı bir fotoğraftan gülümsüyor hayata. Bir de Yaşar Kemal’le olan fotoğrafı var aklımda. Bazen kavgacı ve hırçın. Orhan Kemal’le olan atışmaları gülümsetecek kadar çocukça kıskançlıkları olduğunu gösteriyor.  Edebiyatımızın iki usta kalemi iki tatlı keçi gibi her fırsatta nasıl da uğraşıyorlar birbirleriyle…

Peki, edebiyatımızın köşe başlarından biri olan üstat Sait Faik kimdi?

Deniz kıyısında bir ev…

Asıl adı Mehmet Sait olan Sait Faik, 18 Kasım 1906’da Adapazarı’nda doğmuş ve Ramazan Bayramı’nın birinci günü doğduğu için kendisine “kutlu” anlamına gelen “Sait” ismi verilmiş. “Abasıyanık” soyadını ise Sait Faik; büyük dedesi Mehmet Efendi’nin hayvan taşırken sırtındaki abayı suya düşürmesi nedeniyle aileye “Abasızzadeler” veya “Abasızoğulları” denmesinin etkisiyle kendisi seçmiş.

Sait Faik, babasının işi dolayısıyla 1910-1913 yılları arasında Karamürsel’de deniz kıyısında bir evde yaşar. Yunan işgalinden kaçmak için ailesi bir süre Düzce ve Bolu’ya göç eder ve 1922’de Adapazarı’na dönerler.

İlk öyküsü olan İpekli Mendil’i Bursa Erkek Lisesi’nde edebiyat dersinde ödev olarak yazdığını biliyor musunuz?

1928’de İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne kaydolur ama üçüncü sınıfta okulu bırakır.

Bu aşamada babası devreye girerek eğitimini yurtdışında tamamlaması için Sait Faik’i Lozan’a gönderir. Amcası Ahmet Faik ile Kasım 1930’da Lozan’a giden Sait Faik, bir süre sonra İsviçre’deki düzenli yaşamın ve ekonomi eğitiminin kendisine uygun olmadığını anlayarak Fransa’ya geçer. Fransa’da kaldığı dönemde sadece Fransız edebiyatını yakından incelemekle kalmamış, dünyanın her yerinden gelen insanları gözlemleme fırsatı da elde etmiştir.

Fransa’da yaklaşık dört yıl kalır. Okulu bitirmeye niyeti olmadığı belli olunca babası onu geri çağırır.

Türkçe öğretmenliği

Türkiye’de öğretmenlik yapabilmek için oradan bir sertifika alıp 1934’te İstanbul’a dönen Sait Faik, Ermeni Yetim Mektebi’nde Türkçe öğretmenliğine başlar. Burada sadece altı ay çalışabilmiştir. Çünkü haylaz öğrencilerle anlaşamamıştır. Yaşanan bir tartışma sonucu da hemen istifasını vermiştir.

Çalışma hayatında bir düzen oturtamayan Sait Faik yazmak konusunda oldukça verimlidir. Onu edebiyatımızın üstatlarından biri yapan en önemli şey, Tahir Alangu’ya göre, edebiyatımıza “küçük adam”ı getiren o olmadıysa da bunu yerleştiren, bilinmeyen yönlerini gösteren, bir moda haline getiren ve en güzel hikâyelerini yazan kişi olmasıdır.

Okurla kurduğu güçlü bağ kaleminin içtenliğine bağlanabilir. Kendine özgü bir anlayışla yaşadığı gibi yazar. Özellikle o zamanlarda herkesin önemsiz bulabileceği küçük şeylerden yola çıkmış, küçük anları, hayatın akışına kapılıp giden sıradan insanları, insancıl bir bakış açısı ve çocukça bir sevgiyle donatarak unutulmaz öyküler bırakmıştır bize.

Toplumcu anlayış

Sait Faik, Eftalikus’un Kahvesi hikâyesinde yazarlığa dair görüşlerini şöyle ifade etmiştir:

“İşte hikâyelerimi nasıl yazdığımı şimdilik merak eden dostum, yarın incir çekirdeğini doldurmayacak mevzuları yazan bir hikâyecinin iyi bir hikâyeci olmadığını yazacağına göre, bilmem hikâyem oldu mu? Olmadıysa ne yapalım? Bizim hikâye anlayışımız da böyle efendim.”

Onu özgün kılan da işte bu bakış açısıdır. Sait Faik’in çağdaşlarını düşünürsek genel olarak yazarların toplumcu anlayışla ve genç Cumhuriyetin heyecanıyla dolup taşarak Anadolu’ya açıldığı yıllardır. O ise İstanbul’u ve İstanbul’un yaşayan hallerini, günlük yaşamdan kesitlerle anlatmayı seçmiştir. Politik olmak gibi bir kaygısı hiç olmamıştır. Yüreğindeki sevgiyle bakması yetmiştir; İstanbul’un balıkçılarına, işçilerine, Anadolu’dan İstanbul’a göç eden emekçilerine…

Elbette yoksulları, düşkünleri anlatmak için hikâye peşinde koşmanın yorgunluğunu da yaşar zaman zaman.

“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey.” derken yaşadığı yalnızlık duygusunu hafifletmeye çalışır. Çünkü balıkçılara, denize, martılara ve diğer hayvanlara karşı duyduğu sevgiye rağmen derin bir yalnızlık duygusu içindedir. Bu yalnızlık duygusu onu yazmaya teşvik eder belki de…

Varoluşsal mesele…

Son Kuşlar’da geçen “Yazmasam deli olacaktım.” cümlesi Sait Faik’te yazarlığın varoluşsal bir mesele olduğunu gösterir.

Alemdağ’da Var Bir Yılan’ı ilk okuduğumda daha önce böyle bir öykü okumadığım için çok etkilenmiş olduğumu hatırlıyorum. O zamanlar adını koyamadığım bu yeni tadın ne olduğunun peşine düşmüş, Sait Faik’in kullandığı anlatım tekniklerinin gerçeküstü yaklaşımlara ve büyülü gerçekçiliğe kaydığını öğrenmiştim. Kuşkusuz çağdaş Batı edebiyatını çok iyi takip etmesinin kalemine yenilikçi yaklaşımlar olarak yansıdığını söyleyebiliriz. Bir söyleşide onun gibi yazmadığını, ama severek okuduğunu söylediği Kafka’nın da bunda etkisi vardır.

1945 sonrası hastalık süreci başlar. 1948’de ise kesin olarak siroz teşhisi konur. Siroz hastalığına yakalanmasından sonra hikâye kahramanları daha karamsar, hayat küsmüş karakterlere dönüşür.

1951’de tedavi için gittiği Paris’te, tedaviden korktuğu için sadece beş gün kalıp Türkiye’ye dönmesine ne demeli?

5 Mayıs 1954’te yemek borusunda meydana gelen kanama nedeniyle yatırıldığı hastanede 11 Mayıs 1954’te hayata veda eder.

Muriel Rukeyser’in dediği gibi evren atomlardan değil hikâyelerden oluştuğuna göre kürek çekmekten yorulup kayığın kıyısına konmuş bir martıyla konuşur gibi yazdığı hikâyeler zamana aldırmadan bizi bize anlatmaya devam edecek.

Derkenar: Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu bağlamında ölümünün üzerinden 70 yıl geçtiği için bu sene Sait Faik’in telifi düşüyor. Başka bir ifadeyle arzu eden yayınevi hak sahibine herhangi bir telif ödemeden istediği kitabı, istediği şekilde, istediği adette basma imkânına kavuşuyor. Bu görece de olsa kitap fiyatının düşmesine yol açsa da, keyfi uygulamalara da kapı aralıyor. Görünen o ki, yaşadığı dönemde basılan eserlerinin kıymeti, bundan böyle her zamankinden daha değerli olacak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Mayıs 2024’te yayımlanmıştır.

Nilüfer Altunkaya
Nilüfer Altunkaya
Nilüfer Altunkaya – Şair, yazar ve öğretmen. 1975, Kütahya doğumlu. Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Öğretmenliği Bölümü’nü bitirdi. Ayrıca Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fak. Felsefe Bölümü mezunu. İlk şiiri ortaokul öğrencisi iken yerel bir madenci dergisinde yayımlandı. Üniversite öğrenimini sürdürdüğü ve sonraki yıllarda Beşparmak, Damar, Yazın, Kıyı, Aydınca gibi dergide; daha sonraki yıllarda Akatalpa, Kurşunkalem, Sözcükler, Berfin Bahar, Eliz, Dize, Kurgu, Varlık, Yeniyazı, Hece Öykü gibi oldukça geniş bir dergi yelpazesinde şiir, öykü ve yazıları yer aldı. Dergilerin düzenlediği yarışmalarda çeşitli ödüllere ve 2009 Cemal Süreya Şiir Ödülleri Yarışmasında özendirme ödülüne layık görüldü. Homeros Edebiyat Ödülleri Bir Şiiri İnceleme Yarışmasında üçüncülük aldı. Başlıca eserleri: Şiir ve Kız (2007), Sanki Sonsuz (2011), Sevgili Yalnızlık (2015), Orhan Kemal: Bir Türkü Gibi (2017), Katı Olmayan Şeyler (2021)…

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x