Sanatta dijitalleşme: Tuvalin sonu mu geldi?

Dijital sanat, geleneksel resmi gölgede mi bırakıyor? Yapay zekâ üretirse, eser kimin olur? Sanat, teknolojinin kucağında nereye evriliyor? Yapay zekâ üretirse, sanatçı kim olur? Bienallerde tuval geri planda kalırken dijital sanat nerelere açılıyor? Arzu Taşçıoğlu yazdı.

Dijital sanatın galerilerde kendini göstermesiyle, özellikle yapay zekânın kolları sıvayıp bizzat resim yapmaya başlamasıyla birlikte, içimizi bir korku saldı: Tuvalin sonu mu geldi?

Gerçekten böyle bir olasılık var mı?

Tuvallerin yakın gelecekte ortadan kalkacağına dair endişe aslında o kadar yeni değil. Sanatçıların bu konudaki tedirginliği, yapay zekânın sanat alanına yoğun bir şekilde girişinden çok önce başladı. Son yirmi yıldır sergilerde tuvale pek rastlamıyorduk. Önemli bienallerde, uluslararası çağdaş sanat fuarlarında büyük ölçüde enstalasyonların ve videoların yer aldığını, tuval ya da kağıt üstündeki işlerin az sayıda eserle sınırlı olduğunu görüyorduk. 1960’larda başlayan enstalasyon ve video sanatları, yirminci yüzyılın sonuna doğru, bienallerin ve küratör merkezli büyük sergilerin artışıyla birlikte daha çok görülür oldu. 1997’de Catherine David’in küratörlüğünü yaptığı Documenta X, bu konuda önemli bir dönüm noktası oldu.

Sanatçı ‘yeni’ olandan korkar mı?

Son yıllarda bilgisayarla üretilen hareketli işlerin sergilendiği ekranlar ve bilimin farklı dallarıyla buluşan işler de enstalasyonların bir parçası oldu. Farklı malzemelerin üzerine basılmış dijital resimler de buna eklenince, tuval iyice arka plana itildi.

Birçok genç sanatçı, yeni teknolojileri ve farklı malzemeleri merak edip bunlarla sanat yapma imkanlarını araştırıyor. Zaten sanat ve bilimi uçuran güç merak değil mi? Sanatçı yeni olandan korksa, sanat tarihi diye bir şeyi konuşamazdık.

Ama tabii sanatçıyı yönlendiren sadece merak değil. Galerilerin, küratörlerin bu işleri tercih etmesi, birçok sanatçıyı yeni arayışlara itiyor. Farklı malzeme ve teknikler kullanması bir sanatçının uluslararası tanınırlık kazanmasını kolaylaştırabiliyor.

Enstalasyonların satış şansı resme göre daha az, ama buna rağmen küratörler tarafından tercih ediliyor. Bunun sebebi, bu tür işlerin, sanatçının ve galerinin görünürlüğünü artırıyor olması.

Galeriler buna şöyle bir çözüm buluyor; genellikle sanatçıdan, büyük bir enstalasyonla birlikte tuvaller ya da küçük işler üretmesini de bekliyor. Böylece galeri hem büyük bir enstalasyon sayesinde görünürlük kazanmış oluyor, hem de daha rahat satılabilecek eserleri sergiye katıyor.

Cevdet Erek – in circulation

Sanat biçim mi değiştiriyor?

Sanat eserlerinin satılabilir ürünler olması, bu işin ticaretini yapanların sanatçılara bazı reçeteler dayatmasına yol açabiliyor. Ama sanatın değişimi galeriler ve bienallerin yönlendirmesinin dışında, toplumun değişiminden de etkileniyor. Sonuçta enstalasyon, sanatçının bulduğu bir sanat biçimi. Sanatçının kendini ifade etme ihtiyacından doğdu.

Sanat biçim değiştiriyor, farklı disiplinlerle buluşuyor.  Bir zamanlar sadece resim ve heykellerin sergilendiği salonlarda artık görsel olmayan öğeler de yer alabiliyor. Küratörlerin görsel işlerle sınırlı kalmayıp disiplinlerarası işlere yer vermesi sanata bakışı da değiştirdi. Örneğin ses enstalasyonları farklı bir duyuya hitap ederek bambaşka bir sergi deneyimi yaratıyor. Ses, ritim ve mimariyi birleştiren enstalasyonlarıyla dünyaca tanınmış sanatçımız Cevdet Erek’in işleri buna iyi bir örnek.

Bio art diye bir şey…

Görsel sanatların farklı disiplinlere kucak açmış olması, bilimle buluşmasını da sağladı. Dijital sanat gibi gelişen bir diğer alan da bio art. Organik malzemelerin kullanıldığı bu sanat dalı çarpıcı bir şekilde gelişti. Artık bienallerde kavanozların içinde organik malzemeler görmeye alıştık. Hatta organik malzemelerin kendi dokusunu kullanarak etkileyici büyük enstalasyonlar da yapıldı. Örümcek ağları, mantarlar, yosunlar sanat eserine dönüştü.

© Photography by Andrea Rossetti, 2013

Tomás Saraceno örümcek ağlarıyla büyüleyici işler yapan bir sanatçı. Aynı mekana iki farklı örümceğin ağ yaptığı Hybrid Webs bunlardan biri. Burada ağları alıp kendisi biçimlendirmiyor, örümcekleri kendi oluşturduğu bir ortama getirip üretimi onlara bırakıyor, ağları onlar biçimlendiriyor.

Saraceno’nun örümceklerle birlikte bir sanat eserini yaratma süreci üzerine düşünmek, yapay zekâyla yapılan “generative” sanatı değerlendirirken bize farklı bir bakış açısı kazandırabilir.

Yeryüzü Rüyaları

Refik Anadol’un MOMA da dahil olmak üzere dünyanın önemli sanat merkezlerinde sergilenen eserlerinin üretilme şeklini bu bakış açısıyla incelersek, sanatçı verileri bir algoritmaya yüklüyor, algoritma da bir anlamda örümcek gibi sanat eserini kendi doğallığı içinde üretiyor. Algoritmanın ne üreteceğini baştan yaklaşık olarak biliyor tabii, tıpkı örümceğin ağ üreteceğini bilen Saraceno gibi.

Refik Anadol – Yeryüzü Rüyaları

Sanat nedir sorusu çağdaş sanat tarihinde çok soruldu ama herhalde yaşadığımız yıllarda bu soruyu çok daha sık düşünüyoruz. Sanatçı bizzat kendi elleriyle yapmazsa, ortaya çıkan, onun eseri değil midir? Sanatçı kimdir? Burada görsel sanatlar, sınırlarının epeyce dışına çıkıyor. Sanatçı hayal eden, kontrol eden kişi oluyor. Çok sayıda asistanı ve dev şirketlerin sermayesiyle çalışan Refik Anadol da muhtemelen eleştirileri önlemek amacıyla, ortaya çıkan işlerde hayal gücünün önemini vurguluyor. Sanatçı hayal ediyor ve eser gerçeğe dönüşüyor.

Refik Anadol’un yapay zekâ ve verilerle yaptığı işler dijital sanatın sadece bir bölümü. Aslında dijital sanat tanımı, çok geniş bir spektrumu içeriyor.

Bunlardan biri, çok uzun zamandır tabletler ve çizim için geliştirilen yazılımları kullanarak üretilen dijital resimler. Malzemenin değiştiği, tarama, boyama, hataları düzeltme gibi konularda büyük kolaylık sağlayan ama özünde çizimi baştan sona sanatçının yaptığı işleri kapsıyor. Sanatçı kağıt ve fırça yerine tablet ve kalem kullanıyor.  Her yer boya olmuyor, bir hata yaptığında baştan başlamak zorunda kalmıyor, bir tuşa basarak geri alabiliyor.

Dijital sanatın aşırı uçları

Dijital çizimler yakın geçmişe kadar sergilerden çok kitap ve dergi illüstrasyonlarında ya da reklam sektöründe kullanılıyordu. Ancak baskı yöntemlerindeki gelişmelerin de etkisiyle dijital resimler sergilenme ve satış imkanı buldu. Asitsiz kağıtlara arşiv mürekkebiyle yapılan sanatsal baskı, müzeler ve galeriler tarafından kabul ediliyor. Ayrıca dipleks olarak adlandırılan, pleksiler arasına sıkıştırılmış baskı da çok güçlü bir görsel etki yaratarak hem fotoğraflar hem de dijital çizimlerin sergilenmesinde sık sık kullanılıyor.

Dijital çizimlerde, sanatçı teknolojiden faydalansa da yaratım süreci kağıt kalemle çalışmaya çok benziyor. Bu yönüyle promptlarla yapay zekâya yaptırılan sanattan büyük ölçüde farklı. Yapay zekâ sanatı, dijital sanatın en aşırı uçlarından biri. Özellikle sosyal medyada çok yaygın olarak kullanıldığı için de biraz ürkütücü. Daha önce görsel sanatlar dalında hiç çalışmamış birinin de yapay zekâyla bir resim üretebiliyor olduğunu görmek sanatçıları tedirgin edebiliyor.

Devrim Kunter ve Yiğido

Bir yandan da yapay zekânın bir sanatçı tarafından araç olarak kullanıldığı örnekleri görüyoruz. Örneğin çizgi roman sanatçısı Devrim Kunter, hem yapay zekâyla çalışmalar yapıyor hem de bu çalışmaları anlatarak yapay zekânın sanatçılar tarafından nasıl kullanılabileceğini de gösteriyor. Yiğido adlı çizgi romanını yapay zekâ kullanarak üreten sanatçı, önce eskiz çiziyor, bunu yapay zekâ yardımıyla belirli bir üslupta renkli bir kareye dönüştürüyor, sonra tekrar üstünde çalışarak çizimi tamamlıyor. Yapay zekâyla yaptığı denemeleri de sosyal medya hesaplarında anlatıyor.

Yapay zekâyı sanat dünyasında son birkaç yıldır yoğun olarak konuşuyoruz ama aslında sanat yapan ilk yapay zekâ programını Harold Cohen, California Üniversitesi’nde 1970’lerin başında geliştirmişti. 2024’te Whitney Müzesi’nde düzenlenen bir sergide, Aaron adlı bu programın çalışma biçimi ve Harold Cohen’in onunla yaptığı işler sergilendi. Sanatçının yapay zekâyla birlikte sanat üretmesinin ilk örneği olduğu için ayrı bir önem taşıyor.

Harold Cohen’in “Aaron” sergisinden…

Artık hiçbir şey yapay zekâdan muaf değil

Konu sanatçının yapay zekâyla resim üretmesinin dışına çıktığında farklı sorular sormaya başlıyoruz. Yayıncılık ve reklamcılık sektörlerinde çalışan, özellikle yolun başında olan illüstratörlerin önündeki olanaklar azalıyor. Çok ünlü bir çizer için belki sorun teşkil etmeyecek ama illüstratör olarak henüz yolun başında olanlar için yapay zekânın yarattığı rekabet biraz can sıkıcı olabilir.  Sanatın sektör tarafından çok sınırlandırıldığı bir alan illüstrasyon. Yaratım süreci üzerinde tamamen hakimiyet kuran sermaye, bütçe ayırırken de insaflı davranmıyor. Küçük bütçeli yayınlarda çevirmene de çizere de para vermek istemeyen bazı yayınevleri, neredeyse hiç harcama yapmadan yapay zekâyla illüstrasyon üretebileceğini anlayınca, çizerle çalışmaktan hemen vazgeçebiliyor.

Dijital sanat tanımının bir ucunda dijital çizim diğer ucunda yapay zekâ sanatı var. Bunlar birbirlerinden çok farklı konular. Ama sınırların birbirine karıştığı yerler de var. Yapay zekâ tablet ve bilgisayarlarda çizim için kullanılan yazılımların içine de entegre olmaya başladı. Örneğin Photoshop’ta artık çizimin ya da fotoğrafın istediğiniz bir yerini işaretleyip, prompt yazarak dilediğinizce doldurabiliyorsunuz. Bir bölgeyi işaretleyip burayı pop art üslubunda çizilmiş arabalarla ya da Van Gogh tarzında çizilmiş mor çiçeklerle doldur diyebiliyorsunuz. Yani prompt kullanarak işin bir bölümünü ya da tamamını yapay zekâya yaptırmak mümkün.

Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği’nin düzenlediği GİO İllüstrasyon Ödülleri’nin şartnamesinde yapay zekâyla yapılmış işlerin kabul edilmediği açıkça belirtiliyor. Şöyle bir soru gelince durakladık: Photoshop kullanabilir miyim? Photoshop’un içindeki sınırları tanımlamamız gerekti. Artık hiçbir şey yapay zekâdan muaf değil.

Dijital sanatın tanımı içine giren bir diğer alan da 3 boyutlu yazıcılarla üretilen heykeller. Dijital çizime daha yakın bir alan bu, yine aynı şekilde sanatçı eseri baştan sona kendisi tasarlıyor. Heykeli üç boyutlu olarak bilgisayar ortamında modelliyor. Bahadır Baruter heykel yaparken 3 boyutlu yazıcılardan faydalanan ve çok etkileyici işler üreten bir sanatçı.

Bahadır Baruter’in “Mukadderat” serisinden bir heykel…

NFT, estetik anlayış ve farklı disiplinler…

Teknoloji ve sanatı birleştiren bir diğer sanatçı da robot teknolojisini kullanan David Bowen. Bir bitkinin robot kolu sayesinde bir palayı sağa sola savurarak hareket ettirdiği Plant Machete heykeli çok konuşuldu. Bu eserde, bitkiden gelen elektrik sinyaller robot kolun hareketini belirliyor. Bitki, robotun beyni gibi tasarlanmış.

Küratörlerin tercihlerinden bahsettik ama sergi salonlarının dışına çıkarsak daha çok koleksiyonerlerin ilgisini çeken ve bir anda önemli bir yatırım haline gelen NFTlerle karşılaşıyoruz. Blockchain teknolojisinin gelişmesi sanat için yeni bir alım satım alanı açtı. Burada NFT terimi, eserin üretim şeklini değil satış yöntemini belirliyor bu nedenle, NFT’yi dijital sanatın bir dalı olarak değil de sanatın teknolojiyle ilişkisinden doğan bir alışveriş biçimi olarak düşünmek daha doğru olur. Bu yöntemle satılan ürünlerin ya dijital sanat ürünleri ya da eserlerin dijital ortama aktarılmış halleri olduğunu da göz önünde bulundurmalıyız.

Sanatın dijitalleşmesi birçok soruyu ve kuşkuyu beraberinde getiriyor. Ama sanatın giderek artan hızla değiştiğini, farklı disiplinlerle buluşmaya daha açık hale geldiğini kavrayarak bu konuya bakmak da önemli.

Fotoğraf resmin yerini mi aldı?

Sanat çağa göre biçim değiştirir çünkü sanatçı değişir. Her yeni kuşağın sanata bakışı farklı olur. Zaten bu değişim yaşanmasa, sanat dönemin izleyicisiyle bağ kuramaz. Estetik anlayış, sanat akımları, kullanılan malzemeler tarih boyunca hep değişti. Fotoğrafın bulunmasının sanat tarihinde yarattığı devrim o zaman birçok ressamı korkuttu. Ama fotoğraf resmin yerini almadı, farklı bir sanat dalı olarak yerleşti. ….

Sanatın değişimi son yıllarda çok hızlandı tabii. Sosyal medya sayesinde sanatın küresel bir görünürlüğünün olması, yeniliklerin aynı hızla dünyaya yayılmasını da sağlıyor. Sanatın geleceğini düşünürken, insanın bu değişimi ne ölçüde kontrol edebileceğini bilmiyor olmak, dijital sanata daha çok tepki duymaya sebep oluyor.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü – oyundan bir sahne…

Yapay zekâyla yapılan sanat da zaman içinde yeni bir sanat dalı olarak yerleşecek ve geleneksel sanatın yanında yer alacak muhtemelen. Tıpkı fotoğrafa rağmen resmin; sinemaya rağmen operanın, balenin, tiyatronun devam etmesi gibi. İç içe geçişler, hibrit sergilemeler olacak. Çağdaş tiyatroda ekranların, filmlerin kullanılması gibi. Artık farklı disiplinlerin bir arada kullanıldığına çok fazla tanık oluyoruz ve bu da sanatı zenginleştiriyor. Farklı nesillerin aynı eserden zevk almasını kolaylaştırıyor. Özellikle son dönem tiyatro oyunlarında bunun örneklerini çok görüyoruz. Serdar Biliş’in yönettiği, Serdar Keskin’in oynadığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü tiyatroda videonun ve ekranların kullanılmasına çok iyi bir örnek.

Bilim ve teknolojinin farklı alanlarıyla buluşan sanat kuşkusuz yüzyıl önce salonlarda sergilenen sanattan çok farklı görünüyor. Ama yaşamlarımız da öyle değil mi? Toplum değiştikçe izleyici değişiyor, sanatçı değişiyor, dolayısıyla sanat da değişiyor. Dijital sanat da bu değişim içinde zenginleştirici bir öğe olarak yerini alıyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Eylül 2025’te yayımlanmıştır.

Arzu Taşçıoğlu
Arzu Taşçıoğlu
Arzu Taşçıoğlu - Ressam, müzisyen ve çevirmen. Disiplinlerarası çalışmalar yapan bir sanatçı ve araştırmacı. Marmara Üniversitesi, İngilizce Ekonomi bölümü mezunu. İslami Ekonomi alanındaki araştırmasıyla Milliyet Ödülleri’nde ikincilik ödülü aldı. Dune üçlemesi, Tanrı Vernon Little gibi ödüllü kitapları dilimize çevirdi. Genel kültür yarışmalarında soru yazarlığı ve hakemlik, çeşitli televizyon programlarında metin yazarlığı ve yardımcı yönetmenlik yaptı. Sanat ve tıp ilişkisini inceleyen Asklepios ve Türk Edebiyatı üzerine İngilizce hazırlanan Turkish Book Review dergilerinin yayın yönetmenliğini ve sanat yönetmenliğini üstlendi. Plan b yayınevi’nin kurucularından... İstanbul'da yaşıyor; resim ve müzikle uğraşıyor. Atölyehane Sohbetleri adlı YouTube programında Deniz Arcak’la müzik sohbetleri yapıyor. Sözlerini yazıp söylediği dört şarkısı yayınlandı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Sanatta dijitalleşme: Tuvalin sonu mu geldi?

Dijital sanat, geleneksel resmi gölgede mi bırakıyor? Yapay zekâ üretirse, eser kimin olur? Sanat, teknolojinin kucağında nereye evriliyor? Yapay zekâ üretirse, sanatçı kim olur? Bienallerde tuval geri planda kalırken dijital sanat nerelere açılıyor? Arzu Taşçıoğlu yazdı.

Dijital sanatın galerilerde kendini göstermesiyle, özellikle yapay zekânın kolları sıvayıp bizzat resim yapmaya başlamasıyla birlikte, içimizi bir korku saldı: Tuvalin sonu mu geldi?

Gerçekten böyle bir olasılık var mı?

Tuvallerin yakın gelecekte ortadan kalkacağına dair endişe aslında o kadar yeni değil. Sanatçıların bu konudaki tedirginliği, yapay zekânın sanat alanına yoğun bir şekilde girişinden çok önce başladı. Son yirmi yıldır sergilerde tuvale pek rastlamıyorduk. Önemli bienallerde, uluslararası çağdaş sanat fuarlarında büyük ölçüde enstalasyonların ve videoların yer aldığını, tuval ya da kağıt üstündeki işlerin az sayıda eserle sınırlı olduğunu görüyorduk. 1960’larda başlayan enstalasyon ve video sanatları, yirminci yüzyılın sonuna doğru, bienallerin ve küratör merkezli büyük sergilerin artışıyla birlikte daha çok görülür oldu. 1997’de Catherine David’in küratörlüğünü yaptığı Documenta X, bu konuda önemli bir dönüm noktası oldu.

Sanatçı ‘yeni’ olandan korkar mı?

Son yıllarda bilgisayarla üretilen hareketli işlerin sergilendiği ekranlar ve bilimin farklı dallarıyla buluşan işler de enstalasyonların bir parçası oldu. Farklı malzemelerin üzerine basılmış dijital resimler de buna eklenince, tuval iyice arka plana itildi.

Birçok genç sanatçı, yeni teknolojileri ve farklı malzemeleri merak edip bunlarla sanat yapma imkanlarını araştırıyor. Zaten sanat ve bilimi uçuran güç merak değil mi? Sanatçı yeni olandan korksa, sanat tarihi diye bir şeyi konuşamazdık.

Ama tabii sanatçıyı yönlendiren sadece merak değil. Galerilerin, küratörlerin bu işleri tercih etmesi, birçok sanatçıyı yeni arayışlara itiyor. Farklı malzeme ve teknikler kullanması bir sanatçının uluslararası tanınırlık kazanmasını kolaylaştırabiliyor.

Enstalasyonların satış şansı resme göre daha az, ama buna rağmen küratörler tarafından tercih ediliyor. Bunun sebebi, bu tür işlerin, sanatçının ve galerinin görünürlüğünü artırıyor olması.

Galeriler buna şöyle bir çözüm buluyor; genellikle sanatçıdan, büyük bir enstalasyonla birlikte tuvaller ya da küçük işler üretmesini de bekliyor. Böylece galeri hem büyük bir enstalasyon sayesinde görünürlük kazanmış oluyor, hem de daha rahat satılabilecek eserleri sergiye katıyor.

Cevdet Erek – in circulation

Sanat biçim mi değiştiriyor?

Sanat eserlerinin satılabilir ürünler olması, bu işin ticaretini yapanların sanatçılara bazı reçeteler dayatmasına yol açabiliyor. Ama sanatın değişimi galeriler ve bienallerin yönlendirmesinin dışında, toplumun değişiminden de etkileniyor. Sonuçta enstalasyon, sanatçının bulduğu bir sanat biçimi. Sanatçının kendini ifade etme ihtiyacından doğdu.

Sanat biçim değiştiriyor, farklı disiplinlerle buluşuyor.  Bir zamanlar sadece resim ve heykellerin sergilendiği salonlarda artık görsel olmayan öğeler de yer alabiliyor. Küratörlerin görsel işlerle sınırlı kalmayıp disiplinlerarası işlere yer vermesi sanata bakışı da değiştirdi. Örneğin ses enstalasyonları farklı bir duyuya hitap ederek bambaşka bir sergi deneyimi yaratıyor. Ses, ritim ve mimariyi birleştiren enstalasyonlarıyla dünyaca tanınmış sanatçımız Cevdet Erek’in işleri buna iyi bir örnek.

Bio art diye bir şey…

Görsel sanatların farklı disiplinlere kucak açmış olması, bilimle buluşmasını da sağladı. Dijital sanat gibi gelişen bir diğer alan da bio art. Organik malzemelerin kullanıldığı bu sanat dalı çarpıcı bir şekilde gelişti. Artık bienallerde kavanozların içinde organik malzemeler görmeye alıştık. Hatta organik malzemelerin kendi dokusunu kullanarak etkileyici büyük enstalasyonlar da yapıldı. Örümcek ağları, mantarlar, yosunlar sanat eserine dönüştü.

© Photography by Andrea Rossetti, 2013

Tomás Saraceno örümcek ağlarıyla büyüleyici işler yapan bir sanatçı. Aynı mekana iki farklı örümceğin ağ yaptığı Hybrid Webs bunlardan biri. Burada ağları alıp kendisi biçimlendirmiyor, örümcekleri kendi oluşturduğu bir ortama getirip üretimi onlara bırakıyor, ağları onlar biçimlendiriyor.

Saraceno’nun örümceklerle birlikte bir sanat eserini yaratma süreci üzerine düşünmek, yapay zekâyla yapılan “generative” sanatı değerlendirirken bize farklı bir bakış açısı kazandırabilir.

Yeryüzü Rüyaları

Refik Anadol’un MOMA da dahil olmak üzere dünyanın önemli sanat merkezlerinde sergilenen eserlerinin üretilme şeklini bu bakış açısıyla incelersek, sanatçı verileri bir algoritmaya yüklüyor, algoritma da bir anlamda örümcek gibi sanat eserini kendi doğallığı içinde üretiyor. Algoritmanın ne üreteceğini baştan yaklaşık olarak biliyor tabii, tıpkı örümceğin ağ üreteceğini bilen Saraceno gibi.

Refik Anadol – Yeryüzü Rüyaları

Sanat nedir sorusu çağdaş sanat tarihinde çok soruldu ama herhalde yaşadığımız yıllarda bu soruyu çok daha sık düşünüyoruz. Sanatçı bizzat kendi elleriyle yapmazsa, ortaya çıkan, onun eseri değil midir? Sanatçı kimdir? Burada görsel sanatlar, sınırlarının epeyce dışına çıkıyor. Sanatçı hayal eden, kontrol eden kişi oluyor. Çok sayıda asistanı ve dev şirketlerin sermayesiyle çalışan Refik Anadol da muhtemelen eleştirileri önlemek amacıyla, ortaya çıkan işlerde hayal gücünün önemini vurguluyor. Sanatçı hayal ediyor ve eser gerçeğe dönüşüyor.

Refik Anadol’un yapay zekâ ve verilerle yaptığı işler dijital sanatın sadece bir bölümü. Aslında dijital sanat tanımı, çok geniş bir spektrumu içeriyor.

Bunlardan biri, çok uzun zamandır tabletler ve çizim için geliştirilen yazılımları kullanarak üretilen dijital resimler. Malzemenin değiştiği, tarama, boyama, hataları düzeltme gibi konularda büyük kolaylık sağlayan ama özünde çizimi baştan sona sanatçının yaptığı işleri kapsıyor. Sanatçı kağıt ve fırça yerine tablet ve kalem kullanıyor.  Her yer boya olmuyor, bir hata yaptığında baştan başlamak zorunda kalmıyor, bir tuşa basarak geri alabiliyor.

Dijital sanatın aşırı uçları

Dijital çizimler yakın geçmişe kadar sergilerden çok kitap ve dergi illüstrasyonlarında ya da reklam sektöründe kullanılıyordu. Ancak baskı yöntemlerindeki gelişmelerin de etkisiyle dijital resimler sergilenme ve satış imkanı buldu. Asitsiz kağıtlara arşiv mürekkebiyle yapılan sanatsal baskı, müzeler ve galeriler tarafından kabul ediliyor. Ayrıca dipleks olarak adlandırılan, pleksiler arasına sıkıştırılmış baskı da çok güçlü bir görsel etki yaratarak hem fotoğraflar hem de dijital çizimlerin sergilenmesinde sık sık kullanılıyor.

Dijital çizimlerde, sanatçı teknolojiden faydalansa da yaratım süreci kağıt kalemle çalışmaya çok benziyor. Bu yönüyle promptlarla yapay zekâya yaptırılan sanattan büyük ölçüde farklı. Yapay zekâ sanatı, dijital sanatın en aşırı uçlarından biri. Özellikle sosyal medyada çok yaygın olarak kullanıldığı için de biraz ürkütücü. Daha önce görsel sanatlar dalında hiç çalışmamış birinin de yapay zekâyla bir resim üretebiliyor olduğunu görmek sanatçıları tedirgin edebiliyor.

Devrim Kunter ve Yiğido

Bir yandan da yapay zekânın bir sanatçı tarafından araç olarak kullanıldığı örnekleri görüyoruz. Örneğin çizgi roman sanatçısı Devrim Kunter, hem yapay zekâyla çalışmalar yapıyor hem de bu çalışmaları anlatarak yapay zekânın sanatçılar tarafından nasıl kullanılabileceğini de gösteriyor. Yiğido adlı çizgi romanını yapay zekâ kullanarak üreten sanatçı, önce eskiz çiziyor, bunu yapay zekâ yardımıyla belirli bir üslupta renkli bir kareye dönüştürüyor, sonra tekrar üstünde çalışarak çizimi tamamlıyor. Yapay zekâyla yaptığı denemeleri de sosyal medya hesaplarında anlatıyor.

Yapay zekâyı sanat dünyasında son birkaç yıldır yoğun olarak konuşuyoruz ama aslında sanat yapan ilk yapay zekâ programını Harold Cohen, California Üniversitesi’nde 1970’lerin başında geliştirmişti. 2024’te Whitney Müzesi’nde düzenlenen bir sergide, Aaron adlı bu programın çalışma biçimi ve Harold Cohen’in onunla yaptığı işler sergilendi. Sanatçının yapay zekâyla birlikte sanat üretmesinin ilk örneği olduğu için ayrı bir önem taşıyor.

Harold Cohen’in “Aaron” sergisinden…

Artık hiçbir şey yapay zekâdan muaf değil

Konu sanatçının yapay zekâyla resim üretmesinin dışına çıktığında farklı sorular sormaya başlıyoruz. Yayıncılık ve reklamcılık sektörlerinde çalışan, özellikle yolun başında olan illüstratörlerin önündeki olanaklar azalıyor. Çok ünlü bir çizer için belki sorun teşkil etmeyecek ama illüstratör olarak henüz yolun başında olanlar için yapay zekânın yarattığı rekabet biraz can sıkıcı olabilir.  Sanatın sektör tarafından çok sınırlandırıldığı bir alan illüstrasyon. Yaratım süreci üzerinde tamamen hakimiyet kuran sermaye, bütçe ayırırken de insaflı davranmıyor. Küçük bütçeli yayınlarda çevirmene de çizere de para vermek istemeyen bazı yayınevleri, neredeyse hiç harcama yapmadan yapay zekâyla illüstrasyon üretebileceğini anlayınca, çizerle çalışmaktan hemen vazgeçebiliyor.

Dijital sanat tanımının bir ucunda dijital çizim diğer ucunda yapay zekâ sanatı var. Bunlar birbirlerinden çok farklı konular. Ama sınırların birbirine karıştığı yerler de var. Yapay zekâ tablet ve bilgisayarlarda çizim için kullanılan yazılımların içine de entegre olmaya başladı. Örneğin Photoshop’ta artık çizimin ya da fotoğrafın istediğiniz bir yerini işaretleyip, prompt yazarak dilediğinizce doldurabiliyorsunuz. Bir bölgeyi işaretleyip burayı pop art üslubunda çizilmiş arabalarla ya da Van Gogh tarzında çizilmiş mor çiçeklerle doldur diyebiliyorsunuz. Yani prompt kullanarak işin bir bölümünü ya da tamamını yapay zekâya yaptırmak mümkün.

Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği’nin düzenlediği GİO İllüstrasyon Ödülleri’nin şartnamesinde yapay zekâyla yapılmış işlerin kabul edilmediği açıkça belirtiliyor. Şöyle bir soru gelince durakladık: Photoshop kullanabilir miyim? Photoshop’un içindeki sınırları tanımlamamız gerekti. Artık hiçbir şey yapay zekâdan muaf değil.

Dijital sanatın tanımı içine giren bir diğer alan da 3 boyutlu yazıcılarla üretilen heykeller. Dijital çizime daha yakın bir alan bu, yine aynı şekilde sanatçı eseri baştan sona kendisi tasarlıyor. Heykeli üç boyutlu olarak bilgisayar ortamında modelliyor. Bahadır Baruter heykel yaparken 3 boyutlu yazıcılardan faydalanan ve çok etkileyici işler üreten bir sanatçı.

Bahadır Baruter’in “Mukadderat” serisinden bir heykel…

NFT, estetik anlayış ve farklı disiplinler…

Teknoloji ve sanatı birleştiren bir diğer sanatçı da robot teknolojisini kullanan David Bowen. Bir bitkinin robot kolu sayesinde bir palayı sağa sola savurarak hareket ettirdiği Plant Machete heykeli çok konuşuldu. Bu eserde, bitkiden gelen elektrik sinyaller robot kolun hareketini belirliyor. Bitki, robotun beyni gibi tasarlanmış.

Küratörlerin tercihlerinden bahsettik ama sergi salonlarının dışına çıkarsak daha çok koleksiyonerlerin ilgisini çeken ve bir anda önemli bir yatırım haline gelen NFTlerle karşılaşıyoruz. Blockchain teknolojisinin gelişmesi sanat için yeni bir alım satım alanı açtı. Burada NFT terimi, eserin üretim şeklini değil satış yöntemini belirliyor bu nedenle, NFT’yi dijital sanatın bir dalı olarak değil de sanatın teknolojiyle ilişkisinden doğan bir alışveriş biçimi olarak düşünmek daha doğru olur. Bu yöntemle satılan ürünlerin ya dijital sanat ürünleri ya da eserlerin dijital ortama aktarılmış halleri olduğunu da göz önünde bulundurmalıyız.

Sanatın dijitalleşmesi birçok soruyu ve kuşkuyu beraberinde getiriyor. Ama sanatın giderek artan hızla değiştiğini, farklı disiplinlerle buluşmaya daha açık hale geldiğini kavrayarak bu konuya bakmak da önemli.

Fotoğraf resmin yerini mi aldı?

Sanat çağa göre biçim değiştirir çünkü sanatçı değişir. Her yeni kuşağın sanata bakışı farklı olur. Zaten bu değişim yaşanmasa, sanat dönemin izleyicisiyle bağ kuramaz. Estetik anlayış, sanat akımları, kullanılan malzemeler tarih boyunca hep değişti. Fotoğrafın bulunmasının sanat tarihinde yarattığı devrim o zaman birçok ressamı korkuttu. Ama fotoğraf resmin yerini almadı, farklı bir sanat dalı olarak yerleşti. ….

Sanatın değişimi son yıllarda çok hızlandı tabii. Sosyal medya sayesinde sanatın küresel bir görünürlüğünün olması, yeniliklerin aynı hızla dünyaya yayılmasını da sağlıyor. Sanatın geleceğini düşünürken, insanın bu değişimi ne ölçüde kontrol edebileceğini bilmiyor olmak, dijital sanata daha çok tepki duymaya sebep oluyor.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü – oyundan bir sahne…

Yapay zekâyla yapılan sanat da zaman içinde yeni bir sanat dalı olarak yerleşecek ve geleneksel sanatın yanında yer alacak muhtemelen. Tıpkı fotoğrafa rağmen resmin; sinemaya rağmen operanın, balenin, tiyatronun devam etmesi gibi. İç içe geçişler, hibrit sergilemeler olacak. Çağdaş tiyatroda ekranların, filmlerin kullanılması gibi. Artık farklı disiplinlerin bir arada kullanıldığına çok fazla tanık oluyoruz ve bu da sanatı zenginleştiriyor. Farklı nesillerin aynı eserden zevk almasını kolaylaştırıyor. Özellikle son dönem tiyatro oyunlarında bunun örneklerini çok görüyoruz. Serdar Biliş’in yönettiği, Serdar Keskin’in oynadığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü tiyatroda videonun ve ekranların kullanılmasına çok iyi bir örnek.

Bilim ve teknolojinin farklı alanlarıyla buluşan sanat kuşkusuz yüzyıl önce salonlarda sergilenen sanattan çok farklı görünüyor. Ama yaşamlarımız da öyle değil mi? Toplum değiştikçe izleyici değişiyor, sanatçı değişiyor, dolayısıyla sanat da değişiyor. Dijital sanat da bu değişim içinde zenginleştirici bir öğe olarak yerini alıyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 26 Eylül 2025’te yayımlanmıştır.

Arzu Taşçıoğlu
Arzu Taşçıoğlu
Arzu Taşçıoğlu - Ressam, müzisyen ve çevirmen. Disiplinlerarası çalışmalar yapan bir sanatçı ve araştırmacı. Marmara Üniversitesi, İngilizce Ekonomi bölümü mezunu. İslami Ekonomi alanındaki araştırmasıyla Milliyet Ödülleri’nde ikincilik ödülü aldı. Dune üçlemesi, Tanrı Vernon Little gibi ödüllü kitapları dilimize çevirdi. Genel kültür yarışmalarında soru yazarlığı ve hakemlik, çeşitli televizyon programlarında metin yazarlığı ve yardımcı yönetmenlik yaptı. Sanat ve tıp ilişkisini inceleyen Asklepios ve Türk Edebiyatı üzerine İngilizce hazırlanan Turkish Book Review dergilerinin yayın yönetmenliğini ve sanat yönetmenliğini üstlendi. Plan b yayınevi’nin kurucularından... İstanbul'da yaşıyor; resim ve müzikle uğraşıyor. Atölyehane Sohbetleri adlı YouTube programında Deniz Arcak’la müzik sohbetleri yapıyor. Sözlerini yazıp söylediği dört şarkısı yayınlandı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x