Süper kahramanların sonu mu geldi?

Superman, Batman, Ironman, Kaptan Amerika, Örümcek Adam. Her biri dünyayı kurtarma mücadelesi veren, kötülüklere karşı koyan süper kahramanlar. Peki, bunların dinle, mitolojiyle, siyasetle ne tür bağı var? Niye son on yılda kitleleri büyüleyen bir süper kahraman çıkmadı? Ümit Kireççi yazdı.

Büyük usta Will Eisner, çizgi romanın resim sanatından farklı bir sanat dalı olduğunu anlatmak için “çizgi roman bir hikâye anlatma (narrative) sanatıdır” der. Hep merak ederim, acaba bunu derken, taş devriyle günümüzün kahramanlı, özellikle süper kahramanlı çizgi romanları arasında bir köprü kurduğunun farkında mıydı?

Başta edebiyat dersleri olmak üzere birçok kaynakta “anlatı geleneğinin” taş devrinde başladığı yazılıdır. Sözlü edebiyatın en eski örneklerinin ateş başında bir araya gelen kabile insanlarının anlatılarında doğduğu söylenir. Bir avcının avını nasıl yakaladığı, bir kabile üyesinin saldırgan bir hayvandan nasıl kaçtığı hep bu ateş başı toplaşmalarda aktarılmış. Haliyle kabileyi doyuran, büyük bir çabayla düşmanından kurtulabilen her birey de kahramanlık statüsü kazanmış.

Tabii bu arada avcı olan hikâyeleştirerek aktardığı macerasıyla genç avcı adaylarına işin inceliklerini öğretirken düşmanından kurtulan için de savunma yöntemleri önermekteydi. Kısaca söylemek gerekirse “kahraman” kişiler o topluluğun olumlu ve başarılı bireyleri olarak örnek alınıyordu, yani “rol model”diler.

Mitoloji, masal ve gelenek

Şamanizmin ortaya çıkmasıyla birlikte bu hikâye anlatıcılığına bir başka boyut katılıyor zaman içinde. Din, tanrılar ve tanrıların izinden giden insan kahramanların maceraları…

Şaman geceleri ateş başında toplanan kabile üyelerinin karşısında dans ediyor, davul çalarak kendi yansıma seslerini (efekt) yapıyor, ateşe tozlar atarak farklı renkte alevler elde ediyor ve gün oluyor tanrılardan gelen muştuları aktarıyor, gün oluyor bir kahramanın amansız yolculuğunu anlatıyor. Böylece bu gösterideki muştularla kahramanın serüveni toplumun değerlerinin, yasalarının ve inançlarının anlaşılmasında yarı eğlenceli bir işlev görmüş oluyor.

İlk çağdan bu yana değişerek ve dönüşerek gelen tüm anlatılar zamanla yazılı metinlere aktarılarak mitoloji, masal veya gelenek olarak adlandırılmışlardır. Ancak bu anlatılar eski ve modası geçmiş gibi görünseler de yapı olarak modern dünya insanının örnek almak için kahraman peşinde koşmasını engellememiştir.

Kahraman nedir?

Kahraman, olağanüstü işler yaparak toplumuna yardımcı olan kişidir. Ama her şeyden çok bunu kendi toplumunun kurallarına uyarak başarmış ve örnek alınması gereken kişidir.

Örneğin; Heracles ve on iki görevi.

Yunan mitolojisinin bu gözbebeği kahramanı etki altında kalarak karısını ve çocuklarını öldürür. Tanrı Zeus’un yarı tanrı oğlu da olsa, suçu bilinçli işlememiş de olsa, Heracles mütevazı bir şekilde yollara düşerek zorlu on iki görevi yerine getirerek bağışlanmayı başarır.

Bugün masal gibi dinlediğimiz bu hikâye aslında bir zamanlar Yunan halkına dinî bir öğreti olarak sunulmaktaydı. Kahraman büyük bir yolculukta toplumunun kurallarını yanında taşıyarak her gittiği yerde aynı zamanda her başarısıyla bir tür misyonerlik faaliyeti de yürütüyordu.

Bir bakıma her kahraman özünde dinî, siyasi ve politik bir propaganda aracıydı.

Beyaz, üstün Avrupalılar ve çizgi roman

Hal Foster, 1929 yılında “Tarzan”ı çizgi romana uyarladığında, onun temsil ettiklerini düşünmüş müydü bilmiyorum. Ancak emin olduğum iki şey var: Hal Foster, karikatüre bağımlı gelişen içerik ve çizgileri yıkarak gerçeğe yaklaşan bir desen kullanmış, böylece de günümüz çizgi romanlarının yolunu açmıştır. Gel gör ki Tarzan’la son derece faşizan bir mesajın da başlamasına neden olmuştur.

Şimdi düşünün; Avrupalı asil bir soydan gelen minik bir bebek Afrika sahilinde gorillerce bulunarak büyütülür. Çocukluk çağına eriştiğinde hiçbir eğitim almadan karaya vuran enkazdan topladığı kitaplardan okuma-yazmayı öğrenir. Hiç eğitim almadan bıçak kullanmakta ustalaşır ve birçok dili konuşmayı öğrendikten sonra gorillerin, şebeklerin ve siyah Afrikalıların koruyucusu, efendisi oluverir.

Tıpkı ülkemizde “Kızılmaske” adıyla tanınan “The Phantom” gibi. Lee Falk tarafından 1936 yılında yaratılan kahraman neredeyse aynı temel üzerine oturtularak sunulur. Ahmak, cahil ve hayli beceriksiz yerliler kahraman tarafından korunurlar. Yalnız küçük farklılıklarla. Bu defa kahraman yetişkin olarak karaya vurmuştur. Silah kullanmada ustadır. Atı ve köpeği vardır. Üstelik üzerine o sıcakta ve rutubette nasıl giydiğini anlamadığım tayt kostüm dikmiştir. Dahası bir de yumruk attığı yerde kurukafa izi bırakan bir yüzüğe sahiptir. Tarzan’dan farklı olarak bu kahramanlık müessesi babadan oğula (bazen kızına) geçmektedir.

Uygar Avrupalı ve sömürgeciliğin yansıması

Peki, iş burada kalır mı? Kalmaz. Lee Falk 1934 yılında “büyük kaçış ustası, sihirbazlar kralı Houdini’den esinlenerek “Mandrake”yi yaratır. Bu defa üstün beyaz adam gerçekliğin ötesine hükmederken gösterilir. Ayrıca kahramanın yanında bizim Abdullah olarak bildiğimiz Lothar adlı siyahi bir hizmetkârı bulunur.

Alex Raymond ise 1934 yılında Buck Rogers adlı kahramandan esinlenerek ülkemizde “Gordon” olarak basılan “Flash Gordon”u yaratır. Böylece üstün Avrupalı, uygar beyaz uzaya açılarak diktatörlüklerle savaşırken uzaylı mazlumlara yardımcı olur.

1937 yılındaysa Hal Foster adını tarihe altın harflerle yazdıracak olan “Prince Valiant”ı yaratır. Prince Valiant, demokrasinin ilk örneği olarak görülen Kral Arthur’un yuvarlak masasına katılmak için uğraşır, kabul görür, sonra da o sistemi korumak için (zamanda atlama yaşayarak) Batı Hun İmparatorluğu başta olmak üzere tüm barbarlarla savaşır.

Tarzan’ın izinden giden onlarca çizgi roman türer o yıllar içinde. Bunların arasında ilk kadın süper kahraman olabileceği iddia edilen ve insanlara saldırırken yüzü kuru kafaya dönüşen dişi Tarzan Fantomah, zaman içinde kaybolurken, Sheena günümüze değin ulaşır. Ayrıca Avrupa kökenli Akim, Zembla, Jungla gibi yayınlar yine bu kalıba bağlı kalınarak üretilmiş işler olarak çizgi roman belleğimizde yer edinir.

Derken şehirlerin büyümesiyle birlikte artan suç oranları bir zaman sonra ABD şehirlerinin tehlikelerle dolu cangıllara benzetilmesine neden olur. Toplum da, sanatçılar da sömürgeci hayalleri bırakıp kendi yaşantılarına bakmaya başlarlar. Böylece ortaya, sarmaşığa olmasa da insanları taşıyabilecek derecede güçlü iplere tutunarak çatılardan çatılara atlayan kahraman türü çıkıverir.

Ancak belki de bu türün en ilginç uyarlaması ülkemizde çok sevilen ve halen yayınlanmakta olan Sergio Bonelli ile Gallieno Ferri’nin yaratıcısı olduğu 1961 tarihli “Zagor” olsa gerek. Bu uyarlamada bu defa beyaz akıllı adam vahşi Kızılderilileri korumaktadır.

Süper kahramanlar çağı

Açıkçası ben örneklerini verdiğim yapıtların bilinçli bir propaganda amacıyla üretildiğine inanmıyorum. Ancak okulda alınan eğitim, toplumsal koşullanmalar ve kişilere sunulan kodlamalar ister istemez sanatsal üretimin beklentiye uygun bir şekilde gerçekleşmesine neden olduğunu düşünüyorum.

Ta ki…

Ta ki Nazizm Avrupa’da yükselene değin.

Nazilerin kendilerini “üstün insan” olarak tanımlamaları ve başta Yahudilerle Çingeneler olmak üzere dünyanın kalanını aşağı ırklar olarak görmeleri, birçok alandan tepki görmelerine neden olmuşsa da en büyük ve en etkin tepki çizgi roman dünyasından gelmiştir.

İki yetenekli genç sanatçı, önce 1933 yılında uzaydan gelen, beyaz, üstün güçleri olan, dünyayı işgal etmek isteyen kötü bir çizgi roman karakteri yaratırlar. Ancak bu her yerinden Nazizm karşıtlığı yansıyan iş kabul görmez.

1938 yılındaysa bu karakterde büyük değişiklikler yapılınca işin rengi değişir. Bu defa Superman ABD ideolojisinin temelleri üzerine oturtulur. ABD’nin beyaz toplumu 19’uncu yüzyıldan itibaren kutsanmış topraklara “pilgrim” (hacı) olarak geldiğine inanır. Tanrının onlara “Manifest Destiny” (tezahür eden kader) felsefesiyle vahşilerin elindeki cenneti, yani “vaat edilmiş kutsal toprakları” kurtarmalarını emrettiği düşünür. Bu anlamda özeldir. Jerry Siegel ile Joe Shuster işte bu yolla, 1938 yılında kendi üstün insanlarını, yani Superman’i ortaya çıkararak ABD’nin eskimeyen sembolünü yaratmış olurlar.

İki sanatçı bunu yaparken de Nazilerin en çok nefret ettiği Yahudi mitlerine dayarlar sırtlarını: Golem ve Hz. Musa.

Golem, Yahudi folklorunda yer alan sihirli bir yaratıktır. İhtiyaç duyulduğu zaman Yahudi toplumunu kurtarmak üzere kilden oluşturulan insan formunda bir masal yaratığı. Superman’in işlevini bu özette görebilmek mümkün.

Hz. Musa mitinin yansımaları ise biraz daha karmaşık, ama bir o kadar da zekâ doludur. Hz. Musa bebekken nasıl bir sepete konulup nehre bırakılmışsa Superman de bebekken bir roketle uzaya fırlatılır. Her ikisi de toplumlarının son fertleridir. Her ikisi de gücünü güneşten alır. Hz. Musa’yı güneşin temsilcisi Firavun, oğlu olarak büyüterek ona statü ve güç kazandırır. Superman ise süper gücünü doğrudan güneşten almaktadır. Her ikisi de güçlerine dayanarak rahat bir yaşam sürebilecekken kötülüğe ve yanlışlara kayıtsız kalamaz, canla başla insanları kurtarmaya çabalarlar.

Superman işte böylece süper kahramanlar çağının ilk örneği ve atası oluverir. Din ve mitoloji modern dünyanın beklentisine uyacak şekilde harmanlanarak sayfalarda boy göstermeye başlar.

Ve Batman… Ve Zorro…

1939 yılında Bob Kane’le Bill Finger’in ortak yaratısı “Batman” süper güçleri olmayan süper kahraman olarak ortaya çıkarken birçok farklı unsuru içinde barındırır. Kahramanın alt yapısı, pilgrimlerin vahşilerden kurtardığı Kaliforniya’da yaşayan, mazlumların koruyucusu, Tilki anlamına gelen ismiyle nam salmış olan 1919 yılı Johnston McCulley yaratısı “Zorro”dur. Asıl adı don Diego De La Vega olan kahraman, gündüzleri tepedeki görkemli konağında yaşayan, pısırık bir zengin olarak bilinir. Geceleri ise De La Vega duvara dayalı duran dev saatin arkasındaki geçitten konağın altındaki mağaraya geçer, kostümünü giyer, atı Tornado’ya binerek adalet dağıtmaya çıkar.

İşte Batman tüm bu modernize edilen alt yapıyla birlikte Leonardo Da Vinci’nin kanat tasarımlı pelerinine sahiptir. Ve kendisi şehir cangılında iple sallanan kahraman konseptinin ilkidir.

Propagandaya bulaşan çizgi roman

İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte ABD’de onlarca bayraklı kahraman türer. Her biri Amerikan düşlerinin ve değerlerinin temsilcisidir ve hem Almanlarla hem Japonlarla savaşa hazırlanan ve sonradan savaşacak olan ABD’nin kamuoyunu ikna propagandalarının aracıdırlar. Çizgi roman kahramanlarının bariz bir şekilde propagandaya bulaştıkları yıllardır bunlar.

Ancak ilginçtir, Wonder Woman, bayraklı tüm kahramanlardan başka bir söylemin temsilcisi olur. Sadece kadın savaşçıların yaşadığı Themiscyra adasından gelen kahramanın silahı, dolandığı kişiye doğruları söyleten bir kementtir. İddiasına göre kadın kahramanın yaratıcısı William Moulton Marston, FBI’da hizmet verirken “yalan makinesini” icat etmiştir ve daha da önemlisi hızlı bir kadın hakları savunucusudur. 1941 yılında Wonder Woman’ı yaratan Marston, böylece kahramanına kadın haklarının savunucusu ve kemendiyle doğruları söyletme özelliği bahşetmiştir. Ve onu Yunan Panteonuyla sıkı ilişki içinde göstermiştir.

Ancak… Samsun’un Terme ilçesine adını veren “Themiscyra” antik şehrini de Anadolu’nun en şaşırtıcı kültürü olan Amazonları da bizden iyi, pardon biz hiç sahiplenmedik, sahiplenen ve kullanan William Moulton Marston, comics tarihinin en kült karakterini çizgi roman dünyasına kazandırmıştır. Ama şunu da eklemekte fayda var, Marston kadın haklarını ne kadar savunmuş olursa olsun sonraki yıllarda hemen hepsi erkek kahramandan oluşan süper kahraman topluluklarında Wonder Woman sekreterlik yapan kadın olarak gösterilmiştir.

Shazam – altın karma

Derken mitolojiden uzak duramayan ABD’li sanatçılar o yıllarda Poseidon ve Neptün’e tapınan, önce denizler kralı The Sub Mariner’ı ardından Aquaman’ı yaratmışlar. Peşi sıra da sahneye başındaki metal başlıkta ve ayakkabılarında tıpkı haberci hız tanrısı Hermes gibi kanat takılı olan kahraman Flash ortaya çıkmış. O sıralar Yunan tanrılarının silahlarını yapan Hepahistos gibi her tür silahı, yüzüğü aracılığıyla oluşturabilen kahraman Green Lantern zuhur edivermiş.

Daha sonra DC Comics tarafından satın alınacak olan Shazam ise tam bir altın karmadır. 1939 yılında yaratılan kahramanın ismi, gücünü aldığı figürlerin isimlerinin baş harflerinden oluşmaktadır: Süleyman’ın bilgeliği, Herkül’ün (Roma’daki Heracles) gücü, Atlas’ın dayanıklılığı, Zeus’un kudreti, Akhilleus’un cesareti, Merkür’ün (Romanki Hermes) hızı.

Birçok benzeri iş arasından kayda değer çıkış yapan ve 1970 yılında Jack Kirby tarafından yaratılan ve İkinci Dünya Savaşı’nın Nazi ve ABD karşıtlığını yansıtan “New Gods” comics dizisi Yahudi yaşam tarzını da barındıran siyasi ve dini alt yapısıyla eşsiz bir uyarlamadır. Bu eseri anmadan geçmek olmazdı. Nitekim Marvel Comics’in Jack Kirby’den aynı ayarda bir iş istemesi üzerine farklı kültürlerin tanrılarıyla Yunan panteonunun uyarlamasını bir araya getirdiği “The Eternals” o zamanlar pek tutulmamış olsa da yakın zamanda sinemaya uyarlanmasını gerektirecek kadar okur kitlesi yakalamıştır.

Modern mitoloji ve modern panteonlar

Bugün comics dünyasında ana akımın lokomotifi iki yayınevi görüyoruz: DC Comics ile Marvel Comics. Ve bu iki yayınevi de kendi panteonlarını, tanrılar âlemini, modern mitolojilerini yaratmışlardır.

DC, bunu JLA, yani Justice League of Amerika topluluğuyla başarmıştır. 1960 yılında ortaya çıkan JLA, zaman içinde değişen kahramanlarıyla adeta Yunan tanrılar âleminin yansıması olmuştur: Güneş tanrısı Apollo yerine Superman, savaş tanrısı Ares yerine Batman, bilge ve savaşçı tanrı Athena yerine Wonder Woman, silah yapımcısı Hepahistos yerine Green Lantern, Hermes yerine Flash, şarap ve eğlence tanrısı Dionysos yerine Plastik Man, denizler tanrısı Poseidon yerine Aquaman…

DC Comics, bu tanrısallık olayına fazlaca bağlı kalır. Örneğin; 2000 yılında okurla buluşan maceranın adı “JLA: Act of God”tır. JLA dizisinin 2004 yılında yayınlanan döneminin 101-106. sayıları “Pain of The Gods” (tanrıların gazabı) adlı hikâyeyle topluluk üyesi kahramanlarının çaresizliklerini anlatır. 2015 yılında önce animasyon sonra çizgi roman olarak hayranlarıyla buluşan JLA macerası “Gods and Monsters” adını taşımaktadır. Önce bilgisayar oyunu, peşi sıra çizgi roman olarak basılan macerada, “Injustice: Gods Among Us” (adaletsizlik: tanrılar aramızda) ismini görürüz. Daha da sayabiliriz, ama yerimiz yetmez.

1963 yılındaysa The Avengers ortaya çıkar. Stan Lee bir söyleşide, “Editörümüz gelip DC’nin JLA’sının kopyasını yaratmalısın dedi” diye aktarıyor süreci. Böylece hazırlıklar başlıyor ve Wonder Woman’ın yerini Thor, Green Lantern’in yerini Iron Man alıyor. Ancak ilk sayılarda gruba Heracles’in bizzat kendisi de katılsa Avengers kendine özgü bir çizgide ilerlemeyi tercih ediyor. Gruba Yahudi doğumlu Roman kökenli Scarlett Witch ile Quiksilver, Kral Arthur döneminden Black Knight, Robin Hood’la DC Comics’in Green Arrow kopyası eski suçlu Hawkeye, dışlanmış mutantlar, Gılgamış, kara kıtadan Black Panther, eski KGB ajanı Black Widow gibi birçok karakter katılır. Marvel’in panteonu daha çok toplumsal uzlaşı ve barış arayışını yansıtan özgün bir yapıdır. Ve elbette diğer uluslara üstünlük sağlama derdi vardır.

Sonuç

Yok, sonuç. Yok…

Çünkü görünen o ki insan evladı var oldukça bilinmeyen bir öte dünyanın gizemini çözmeye çalışırken de, kısacık ömründe yer alan gereksiz bir agresyonla başka insan topluluğu üzerinde üstünlük sağlamaya çalışırken de hep kahramanlara ihtiyaç duyacak ve çizgi roman dünyası belki de sonsuza kadar bu ihtiyacı karşılayacak bir alan olacaktır.

Bilemedim şimdi. Belki de vardır bir sonuç…

Evet, şöyle olabilir: İster süper olsun, ister süpersiz, tüm kahramanlar siyasi ve dinî alt yapıya sahip modern mitler olarak var olacak, çizgi roman da onlara her daim yer verecektir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 16 Aralık 2022’de yayımlanmıştır.

Ümit Kireççi
Ümit Kireççi
Ümit Kireççi - 1972 Almanya doğumlu araştırmacı, yazar, oyuncu, sanat eğitmeni… Amatör tiyatro çalışmalarına memleketi İskenderun’da başladı. 1992 yılında kurduğu tiyatro topluluğu Lila Düşler Tiyatrosu’yla çocuklar için oyunlar yazıp, yönetip, sergilemekte. FMV Işık Okulları’nda Yaratıcı Drama Usta Öğreticiliği yapıyor. 2005 yılında Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümü Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı’ndan “Çizgi Roman Senaryosu” teziyle mezun oldu. 2018 yılında İstanbul Üniversitesi Çeviribilim Bölümü’nde “Çizgi Romanda Çeviri” başlıklı teziyle mastırını tamamladı. Üniversitelerle ortak çizgi roman projeleri sürdürmesinin yanı sıra gazete, dergi, internet ve televizyon kanallarında çizgi roman içerikli yazılar kaleme almakta. Önce Yazı Sonra Çizgi - Çizgi Roman Senaryosu, Kelebek, Bir başka Dünyanın Efsanesi (çizgi roman), Palyaço Pan, Açılsın Perdeler kitaplarını yazdı. 2008 yılından bu yana Çizgi Roman Okurları Platformu (ÇROP) yöneticiliği ve haberciliği görevini sürdürüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Süper kahramanların sonu mu geldi?

Superman, Batman, Ironman, Kaptan Amerika, Örümcek Adam. Her biri dünyayı kurtarma mücadelesi veren, kötülüklere karşı koyan süper kahramanlar. Peki, bunların dinle, mitolojiyle, siyasetle ne tür bağı var? Niye son on yılda kitleleri büyüleyen bir süper kahraman çıkmadı? Ümit Kireççi yazdı.

Büyük usta Will Eisner, çizgi romanın resim sanatından farklı bir sanat dalı olduğunu anlatmak için “çizgi roman bir hikâye anlatma (narrative) sanatıdır” der. Hep merak ederim, acaba bunu derken, taş devriyle günümüzün kahramanlı, özellikle süper kahramanlı çizgi romanları arasında bir köprü kurduğunun farkında mıydı?

Başta edebiyat dersleri olmak üzere birçok kaynakta “anlatı geleneğinin” taş devrinde başladığı yazılıdır. Sözlü edebiyatın en eski örneklerinin ateş başında bir araya gelen kabile insanlarının anlatılarında doğduğu söylenir. Bir avcının avını nasıl yakaladığı, bir kabile üyesinin saldırgan bir hayvandan nasıl kaçtığı hep bu ateş başı toplaşmalarda aktarılmış. Haliyle kabileyi doyuran, büyük bir çabayla düşmanından kurtulabilen her birey de kahramanlık statüsü kazanmış.

Tabii bu arada avcı olan hikâyeleştirerek aktardığı macerasıyla genç avcı adaylarına işin inceliklerini öğretirken düşmanından kurtulan için de savunma yöntemleri önermekteydi. Kısaca söylemek gerekirse “kahraman” kişiler o topluluğun olumlu ve başarılı bireyleri olarak örnek alınıyordu, yani “rol model”diler.

Mitoloji, masal ve gelenek

Şamanizmin ortaya çıkmasıyla birlikte bu hikâye anlatıcılığına bir başka boyut katılıyor zaman içinde. Din, tanrılar ve tanrıların izinden giden insan kahramanların maceraları…

Şaman geceleri ateş başında toplanan kabile üyelerinin karşısında dans ediyor, davul çalarak kendi yansıma seslerini (efekt) yapıyor, ateşe tozlar atarak farklı renkte alevler elde ediyor ve gün oluyor tanrılardan gelen muştuları aktarıyor, gün oluyor bir kahramanın amansız yolculuğunu anlatıyor. Böylece bu gösterideki muştularla kahramanın serüveni toplumun değerlerinin, yasalarının ve inançlarının anlaşılmasında yarı eğlenceli bir işlev görmüş oluyor.

İlk çağdan bu yana değişerek ve dönüşerek gelen tüm anlatılar zamanla yazılı metinlere aktarılarak mitoloji, masal veya gelenek olarak adlandırılmışlardır. Ancak bu anlatılar eski ve modası geçmiş gibi görünseler de yapı olarak modern dünya insanının örnek almak için kahraman peşinde koşmasını engellememiştir.

Kahraman nedir?

Kahraman, olağanüstü işler yaparak toplumuna yardımcı olan kişidir. Ama her şeyden çok bunu kendi toplumunun kurallarına uyarak başarmış ve örnek alınması gereken kişidir.

Örneğin; Heracles ve on iki görevi.

Yunan mitolojisinin bu gözbebeği kahramanı etki altında kalarak karısını ve çocuklarını öldürür. Tanrı Zeus’un yarı tanrı oğlu da olsa, suçu bilinçli işlememiş de olsa, Heracles mütevazı bir şekilde yollara düşerek zorlu on iki görevi yerine getirerek bağışlanmayı başarır.

Bugün masal gibi dinlediğimiz bu hikâye aslında bir zamanlar Yunan halkına dinî bir öğreti olarak sunulmaktaydı. Kahraman büyük bir yolculukta toplumunun kurallarını yanında taşıyarak her gittiği yerde aynı zamanda her başarısıyla bir tür misyonerlik faaliyeti de yürütüyordu.

Bir bakıma her kahraman özünde dinî, siyasi ve politik bir propaganda aracıydı.

Beyaz, üstün Avrupalılar ve çizgi roman

Hal Foster, 1929 yılında “Tarzan”ı çizgi romana uyarladığında, onun temsil ettiklerini düşünmüş müydü bilmiyorum. Ancak emin olduğum iki şey var: Hal Foster, karikatüre bağımlı gelişen içerik ve çizgileri yıkarak gerçeğe yaklaşan bir desen kullanmış, böylece de günümüz çizgi romanlarının yolunu açmıştır. Gel gör ki Tarzan’la son derece faşizan bir mesajın da başlamasına neden olmuştur.

Şimdi düşünün; Avrupalı asil bir soydan gelen minik bir bebek Afrika sahilinde gorillerce bulunarak büyütülür. Çocukluk çağına eriştiğinde hiçbir eğitim almadan karaya vuran enkazdan topladığı kitaplardan okuma-yazmayı öğrenir. Hiç eğitim almadan bıçak kullanmakta ustalaşır ve birçok dili konuşmayı öğrendikten sonra gorillerin, şebeklerin ve siyah Afrikalıların koruyucusu, efendisi oluverir.

Tıpkı ülkemizde “Kızılmaske” adıyla tanınan “The Phantom” gibi. Lee Falk tarafından 1936 yılında yaratılan kahraman neredeyse aynı temel üzerine oturtularak sunulur. Ahmak, cahil ve hayli beceriksiz yerliler kahraman tarafından korunurlar. Yalnız küçük farklılıklarla. Bu defa kahraman yetişkin olarak karaya vurmuştur. Silah kullanmada ustadır. Atı ve köpeği vardır. Üstelik üzerine o sıcakta ve rutubette nasıl giydiğini anlamadığım tayt kostüm dikmiştir. Dahası bir de yumruk attığı yerde kurukafa izi bırakan bir yüzüğe sahiptir. Tarzan’dan farklı olarak bu kahramanlık müessesi babadan oğula (bazen kızına) geçmektedir.

Uygar Avrupalı ve sömürgeciliğin yansıması

Peki, iş burada kalır mı? Kalmaz. Lee Falk 1934 yılında “büyük kaçış ustası, sihirbazlar kralı Houdini’den esinlenerek “Mandrake”yi yaratır. Bu defa üstün beyaz adam gerçekliğin ötesine hükmederken gösterilir. Ayrıca kahramanın yanında bizim Abdullah olarak bildiğimiz Lothar adlı siyahi bir hizmetkârı bulunur.

Alex Raymond ise 1934 yılında Buck Rogers adlı kahramandan esinlenerek ülkemizde “Gordon” olarak basılan “Flash Gordon”u yaratır. Böylece üstün Avrupalı, uygar beyaz uzaya açılarak diktatörlüklerle savaşırken uzaylı mazlumlara yardımcı olur.

1937 yılındaysa Hal Foster adını tarihe altın harflerle yazdıracak olan “Prince Valiant”ı yaratır. Prince Valiant, demokrasinin ilk örneği olarak görülen Kral Arthur’un yuvarlak masasına katılmak için uğraşır, kabul görür, sonra da o sistemi korumak için (zamanda atlama yaşayarak) Batı Hun İmparatorluğu başta olmak üzere tüm barbarlarla savaşır.

Tarzan’ın izinden giden onlarca çizgi roman türer o yıllar içinde. Bunların arasında ilk kadın süper kahraman olabileceği iddia edilen ve insanlara saldırırken yüzü kuru kafaya dönüşen dişi Tarzan Fantomah, zaman içinde kaybolurken, Sheena günümüze değin ulaşır. Ayrıca Avrupa kökenli Akim, Zembla, Jungla gibi yayınlar yine bu kalıba bağlı kalınarak üretilmiş işler olarak çizgi roman belleğimizde yer edinir.

Derken şehirlerin büyümesiyle birlikte artan suç oranları bir zaman sonra ABD şehirlerinin tehlikelerle dolu cangıllara benzetilmesine neden olur. Toplum da, sanatçılar da sömürgeci hayalleri bırakıp kendi yaşantılarına bakmaya başlarlar. Böylece ortaya, sarmaşığa olmasa da insanları taşıyabilecek derecede güçlü iplere tutunarak çatılardan çatılara atlayan kahraman türü çıkıverir.

Ancak belki de bu türün en ilginç uyarlaması ülkemizde çok sevilen ve halen yayınlanmakta olan Sergio Bonelli ile Gallieno Ferri’nin yaratıcısı olduğu 1961 tarihli “Zagor” olsa gerek. Bu uyarlamada bu defa beyaz akıllı adam vahşi Kızılderilileri korumaktadır.

Süper kahramanlar çağı

Açıkçası ben örneklerini verdiğim yapıtların bilinçli bir propaganda amacıyla üretildiğine inanmıyorum. Ancak okulda alınan eğitim, toplumsal koşullanmalar ve kişilere sunulan kodlamalar ister istemez sanatsal üretimin beklentiye uygun bir şekilde gerçekleşmesine neden olduğunu düşünüyorum.

Ta ki…

Ta ki Nazizm Avrupa’da yükselene değin.

Nazilerin kendilerini “üstün insan” olarak tanımlamaları ve başta Yahudilerle Çingeneler olmak üzere dünyanın kalanını aşağı ırklar olarak görmeleri, birçok alandan tepki görmelerine neden olmuşsa da en büyük ve en etkin tepki çizgi roman dünyasından gelmiştir.

İki yetenekli genç sanatçı, önce 1933 yılında uzaydan gelen, beyaz, üstün güçleri olan, dünyayı işgal etmek isteyen kötü bir çizgi roman karakteri yaratırlar. Ancak bu her yerinden Nazizm karşıtlığı yansıyan iş kabul görmez.

1938 yılındaysa bu karakterde büyük değişiklikler yapılınca işin rengi değişir. Bu defa Superman ABD ideolojisinin temelleri üzerine oturtulur. ABD’nin beyaz toplumu 19’uncu yüzyıldan itibaren kutsanmış topraklara “pilgrim” (hacı) olarak geldiğine inanır. Tanrının onlara “Manifest Destiny” (tezahür eden kader) felsefesiyle vahşilerin elindeki cenneti, yani “vaat edilmiş kutsal toprakları” kurtarmalarını emrettiği düşünür. Bu anlamda özeldir. Jerry Siegel ile Joe Shuster işte bu yolla, 1938 yılında kendi üstün insanlarını, yani Superman’i ortaya çıkararak ABD’nin eskimeyen sembolünü yaratmış olurlar.

İki sanatçı bunu yaparken de Nazilerin en çok nefret ettiği Yahudi mitlerine dayarlar sırtlarını: Golem ve Hz. Musa.

Golem, Yahudi folklorunda yer alan sihirli bir yaratıktır. İhtiyaç duyulduğu zaman Yahudi toplumunu kurtarmak üzere kilden oluşturulan insan formunda bir masal yaratığı. Superman’in işlevini bu özette görebilmek mümkün.

Hz. Musa mitinin yansımaları ise biraz daha karmaşık, ama bir o kadar da zekâ doludur. Hz. Musa bebekken nasıl bir sepete konulup nehre bırakılmışsa Superman de bebekken bir roketle uzaya fırlatılır. Her ikisi de toplumlarının son fertleridir. Her ikisi de gücünü güneşten alır. Hz. Musa’yı güneşin temsilcisi Firavun, oğlu olarak büyüterek ona statü ve güç kazandırır. Superman ise süper gücünü doğrudan güneşten almaktadır. Her ikisi de güçlerine dayanarak rahat bir yaşam sürebilecekken kötülüğe ve yanlışlara kayıtsız kalamaz, canla başla insanları kurtarmaya çabalarlar.

Superman işte böylece süper kahramanlar çağının ilk örneği ve atası oluverir. Din ve mitoloji modern dünyanın beklentisine uyacak şekilde harmanlanarak sayfalarda boy göstermeye başlar.

Ve Batman… Ve Zorro…

1939 yılında Bob Kane’le Bill Finger’in ortak yaratısı “Batman” süper güçleri olmayan süper kahraman olarak ortaya çıkarken birçok farklı unsuru içinde barındırır. Kahramanın alt yapısı, pilgrimlerin vahşilerden kurtardığı Kaliforniya’da yaşayan, mazlumların koruyucusu, Tilki anlamına gelen ismiyle nam salmış olan 1919 yılı Johnston McCulley yaratısı “Zorro”dur. Asıl adı don Diego De La Vega olan kahraman, gündüzleri tepedeki görkemli konağında yaşayan, pısırık bir zengin olarak bilinir. Geceleri ise De La Vega duvara dayalı duran dev saatin arkasındaki geçitten konağın altındaki mağaraya geçer, kostümünü giyer, atı Tornado’ya binerek adalet dağıtmaya çıkar.

İşte Batman tüm bu modernize edilen alt yapıyla birlikte Leonardo Da Vinci’nin kanat tasarımlı pelerinine sahiptir. Ve kendisi şehir cangılında iple sallanan kahraman konseptinin ilkidir.

Propagandaya bulaşan çizgi roman

İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte ABD’de onlarca bayraklı kahraman türer. Her biri Amerikan düşlerinin ve değerlerinin temsilcisidir ve hem Almanlarla hem Japonlarla savaşa hazırlanan ve sonradan savaşacak olan ABD’nin kamuoyunu ikna propagandalarının aracıdırlar. Çizgi roman kahramanlarının bariz bir şekilde propagandaya bulaştıkları yıllardır bunlar.

Ancak ilginçtir, Wonder Woman, bayraklı tüm kahramanlardan başka bir söylemin temsilcisi olur. Sadece kadın savaşçıların yaşadığı Themiscyra adasından gelen kahramanın silahı, dolandığı kişiye doğruları söyleten bir kementtir. İddiasına göre kadın kahramanın yaratıcısı William Moulton Marston, FBI’da hizmet verirken “yalan makinesini” icat etmiştir ve daha da önemlisi hızlı bir kadın hakları savunucusudur. 1941 yılında Wonder Woman’ı yaratan Marston, böylece kahramanına kadın haklarının savunucusu ve kemendiyle doğruları söyletme özelliği bahşetmiştir. Ve onu Yunan Panteonuyla sıkı ilişki içinde göstermiştir.

Ancak… Samsun’un Terme ilçesine adını veren “Themiscyra” antik şehrini de Anadolu’nun en şaşırtıcı kültürü olan Amazonları da bizden iyi, pardon biz hiç sahiplenmedik, sahiplenen ve kullanan William Moulton Marston, comics tarihinin en kült karakterini çizgi roman dünyasına kazandırmıştır. Ama şunu da eklemekte fayda var, Marston kadın haklarını ne kadar savunmuş olursa olsun sonraki yıllarda hemen hepsi erkek kahramandan oluşan süper kahraman topluluklarında Wonder Woman sekreterlik yapan kadın olarak gösterilmiştir.

Shazam – altın karma

Derken mitolojiden uzak duramayan ABD’li sanatçılar o yıllarda Poseidon ve Neptün’e tapınan, önce denizler kralı The Sub Mariner’ı ardından Aquaman’ı yaratmışlar. Peşi sıra da sahneye başındaki metal başlıkta ve ayakkabılarında tıpkı haberci hız tanrısı Hermes gibi kanat takılı olan kahraman Flash ortaya çıkmış. O sıralar Yunan tanrılarının silahlarını yapan Hepahistos gibi her tür silahı, yüzüğü aracılığıyla oluşturabilen kahraman Green Lantern zuhur edivermiş.

Daha sonra DC Comics tarafından satın alınacak olan Shazam ise tam bir altın karmadır. 1939 yılında yaratılan kahramanın ismi, gücünü aldığı figürlerin isimlerinin baş harflerinden oluşmaktadır: Süleyman’ın bilgeliği, Herkül’ün (Roma’daki Heracles) gücü, Atlas’ın dayanıklılığı, Zeus’un kudreti, Akhilleus’un cesareti, Merkür’ün (Romanki Hermes) hızı.

Birçok benzeri iş arasından kayda değer çıkış yapan ve 1970 yılında Jack Kirby tarafından yaratılan ve İkinci Dünya Savaşı’nın Nazi ve ABD karşıtlığını yansıtan “New Gods” comics dizisi Yahudi yaşam tarzını da barındıran siyasi ve dini alt yapısıyla eşsiz bir uyarlamadır. Bu eseri anmadan geçmek olmazdı. Nitekim Marvel Comics’in Jack Kirby’den aynı ayarda bir iş istemesi üzerine farklı kültürlerin tanrılarıyla Yunan panteonunun uyarlamasını bir araya getirdiği “The Eternals” o zamanlar pek tutulmamış olsa da yakın zamanda sinemaya uyarlanmasını gerektirecek kadar okur kitlesi yakalamıştır.

Modern mitoloji ve modern panteonlar

Bugün comics dünyasında ana akımın lokomotifi iki yayınevi görüyoruz: DC Comics ile Marvel Comics. Ve bu iki yayınevi de kendi panteonlarını, tanrılar âlemini, modern mitolojilerini yaratmışlardır.

DC, bunu JLA, yani Justice League of Amerika topluluğuyla başarmıştır. 1960 yılında ortaya çıkan JLA, zaman içinde değişen kahramanlarıyla adeta Yunan tanrılar âleminin yansıması olmuştur: Güneş tanrısı Apollo yerine Superman, savaş tanrısı Ares yerine Batman, bilge ve savaşçı tanrı Athena yerine Wonder Woman, silah yapımcısı Hepahistos yerine Green Lantern, Hermes yerine Flash, şarap ve eğlence tanrısı Dionysos yerine Plastik Man, denizler tanrısı Poseidon yerine Aquaman…

DC Comics, bu tanrısallık olayına fazlaca bağlı kalır. Örneğin; 2000 yılında okurla buluşan maceranın adı “JLA: Act of God”tır. JLA dizisinin 2004 yılında yayınlanan döneminin 101-106. sayıları “Pain of The Gods” (tanrıların gazabı) adlı hikâyeyle topluluk üyesi kahramanlarının çaresizliklerini anlatır. 2015 yılında önce animasyon sonra çizgi roman olarak hayranlarıyla buluşan JLA macerası “Gods and Monsters” adını taşımaktadır. Önce bilgisayar oyunu, peşi sıra çizgi roman olarak basılan macerada, “Injustice: Gods Among Us” (adaletsizlik: tanrılar aramızda) ismini görürüz. Daha da sayabiliriz, ama yerimiz yetmez.

1963 yılındaysa The Avengers ortaya çıkar. Stan Lee bir söyleşide, “Editörümüz gelip DC’nin JLA’sının kopyasını yaratmalısın dedi” diye aktarıyor süreci. Böylece hazırlıklar başlıyor ve Wonder Woman’ın yerini Thor, Green Lantern’in yerini Iron Man alıyor. Ancak ilk sayılarda gruba Heracles’in bizzat kendisi de katılsa Avengers kendine özgü bir çizgide ilerlemeyi tercih ediyor. Gruba Yahudi doğumlu Roman kökenli Scarlett Witch ile Quiksilver, Kral Arthur döneminden Black Knight, Robin Hood’la DC Comics’in Green Arrow kopyası eski suçlu Hawkeye, dışlanmış mutantlar, Gılgamış, kara kıtadan Black Panther, eski KGB ajanı Black Widow gibi birçok karakter katılır. Marvel’in panteonu daha çok toplumsal uzlaşı ve barış arayışını yansıtan özgün bir yapıdır. Ve elbette diğer uluslara üstünlük sağlama derdi vardır.

Sonuç

Yok, sonuç. Yok…

Çünkü görünen o ki insan evladı var oldukça bilinmeyen bir öte dünyanın gizemini çözmeye çalışırken de, kısacık ömründe yer alan gereksiz bir agresyonla başka insan topluluğu üzerinde üstünlük sağlamaya çalışırken de hep kahramanlara ihtiyaç duyacak ve çizgi roman dünyası belki de sonsuza kadar bu ihtiyacı karşılayacak bir alan olacaktır.

Bilemedim şimdi. Belki de vardır bir sonuç…

Evet, şöyle olabilir: İster süper olsun, ister süpersiz, tüm kahramanlar siyasi ve dinî alt yapıya sahip modern mitler olarak var olacak, çizgi roman da onlara her daim yer verecektir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 16 Aralık 2022’de yayımlanmıştır.

Ümit Kireççi
Ümit Kireççi
Ümit Kireççi - 1972 Almanya doğumlu araştırmacı, yazar, oyuncu, sanat eğitmeni… Amatör tiyatro çalışmalarına memleketi İskenderun’da başladı. 1992 yılında kurduğu tiyatro topluluğu Lila Düşler Tiyatrosu’yla çocuklar için oyunlar yazıp, yönetip, sergilemekte. FMV Işık Okulları’nda Yaratıcı Drama Usta Öğreticiliği yapıyor. 2005 yılında Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümü Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı’ndan “Çizgi Roman Senaryosu” teziyle mezun oldu. 2018 yılında İstanbul Üniversitesi Çeviribilim Bölümü’nde “Çizgi Romanda Çeviri” başlıklı teziyle mastırını tamamladı. Üniversitelerle ortak çizgi roman projeleri sürdürmesinin yanı sıra gazete, dergi, internet ve televizyon kanallarında çizgi roman içerikli yazılar kaleme almakta. Önce Yazı Sonra Çizgi - Çizgi Roman Senaryosu, Kelebek, Bir başka Dünyanın Efsanesi (çizgi roman), Palyaço Pan, Açılsın Perdeler kitaplarını yazdı. 2008 yılından bu yana Çizgi Roman Okurları Platformu (ÇROP) yöneticiliği ve haberciliği görevini sürdürüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x