UNESCO 2021 yılı için Hacı Bektaş Veli, Ahi Evran ve Yunus Emre’yi anma ve kutlama yıldönümleri programına aldı. Cumhurbaşkanlığı Genelgeleriyle de 2021 yılının “Yunus Emre ve Türkçe Yılı”, “Hacı Bektaş Veli Yılı ve “Ahi Evran Yılı” olarak ulusal ve uluslararası etkinliklerle anılması kararlaştırıldı.
Anadolu’nun kültürel inşasının maddi ve manevi zeminini oluşturan bu üç büyük ismin anılacak olması hiç kuşkusuz heyecan verici bir gelişme. Bu gelişme, Yunus’a ve Türkçeye dikkat kesilen çevrelerce anma etkinliklerinin çok ötesinde, tarihi bir fırsat olarak da görülüyor. Ancak bu fırsatın iyi değerlendirilmesi, söz konusu değerlerin evrensel boyutta yeniden görünür hale gelmesi, yerel bağlamda çok iyi planlanmış etkinliklere ve organizasyonlara bağlı.
Yunus Emre ve Türkçe Yılı için kutlamalar ve etkinlikler yapmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı görevlendirilmiş. Bakanlığın, meselenin önemine haiz etkinlikler yaptığını söylemek, şimdilik, mümkün değil. İçinde bulunduğumuz koşullar pek çok faaliyeti imkânsız kıldığı için bakanlığın da planlamaları uygulamaya geçiremediğini düşünüyoruz.
Hiçbir şey yapılmıyor, diyerek bu konuda gayreti olan duyarlı insanlara haksızlık etmeyelim. Pandemi şartlarına rağmen bu meseleye emek harcayan, çevrimiçi etkinliklerle de olsa bu büyük fırsatı değerlendirmeye çalışan kişi ve kuruluşlar var. Beklentimiz, UNESCO’nun öncülüğüne ve Cumhurbaşkanlığının himayesine yaraşır kapsamlı etkinlikler…
Yunus’un mezarını aramak
XIII. yüzyıl Anadolu’su, her ne kadar siyasi istikrarsızlıklar ve ekonomik buhranlar içerisinde perişan bir görüntü arz etse de aynı zamanda Türk kültür tarihinde büyük bir devrime zemin oluşturmuştur. Âşık Paşa, Hoca Dehhâni, Şeyyad Hamza, Mevlânâ, Yunus Emre, Ahi Evran, Hacı Bektaş-ı Veli gibi pek çok âlim ve şairin şekillendirdiği bu dönemi tek tek isimlerden ve kalıplaşmış anmalardan ziyade bir bütün olarak ele almak, Anadolu kültürünün ve buna bağlı olarak Anadolu Türkçesinin neşvünemâ[efn_note]Neşvünemâ: Gelişme, büyüme, gelişim.[/efn_note] buluşunu bütün yönleriyle yeniden incelemek bu kapsamda yapılabilecek en değerli çalışma olacaktır.
Burada andığımız diğer isimler ve Yunus Emre ile ilgili, ekseriyeti akademik camiadan olmak üzere, pek çok değerli çalışma olduğunu biliyoruz. Ne yazık ki bu çalışmaların bir kısmı akademi dünyasının kapalı ortamında tozlanmaya bırakılmış, bir kısmı da Yunus Emre’nin hayatına dâhil edilen menkıbelerden öteye geçemeyerek Yunus’un memleketini ve gerçek mezarını bulmak gibi, bizce çok da önemli olmayan meseleleri halletmek esasına dayalı, bilimsel nitelikten uzak uğraşlar olarak kalmıştır.
Planlanan ya da planlanacak etkinliklerin evrensel yararından söz edebilmemiz için öncelikle katılımcıların, Yunus’a yeni mezarlar bulmaya çalışmaktan, onun, Karamanlı mı yoksa Eskişehirli mi olduğunu ispat etme yarışından uzak durması gerekiyor. Bu meselelerin bütünüyle gereksiz olduğunu iddia edemeyiz, ama vahdet-i vücûd felsefesini Türkçe anlatmanın yolunu bulan ve “Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayan / Halka müderris ise hakîkatde âsıdur.”[efn_note]Faruk K. Timurtaş, Yunus Emre Dîvanı, Tercüman 1001 Temel Eser 1,s.55[/efn_note]diyen birinin insanlığa sunduğu onca değerin yanında bu tali konuların bir kıymetinin olmadığını belirtmek durumundayız. Değil mi ki o, “Bir garip öldü diyeler/ Üç günden sonra duyalar / Soğuk su ile yuyalar / Şöyle garip bencileyin” kıtasını söyleyerek kendi gurbetinin sınırlarını çizmiş ve gelecek nesillere bıraktığı manevi mirasın dışındaki her şeyi garipliğine gark etmiştir. O halde ona, hayat hikâyesini kurcalayarak, yeni sılalar bulmaya çalışmanın ne manası olabilir?
Sevgi filozofu
Yunus, yaşadığı coğrafyaya sığmayan, içine doğduğu kültürü gönül diliyle süsleyerek evrensel mirasa dâhil eden kurucu bir isimdir. Onu, ideolojik gayelerle eğip bükmeden, halkın belleğinde yer ettiği arı duru haliyle anmak ve anlatmak en doğru yol olsa gerek.
Nihad Sami Banarlı, “XIII. asır, Anadolu’da Türkçenin şahlanışı açısından bir Yunus Emre asrıdır.” der.[efn_note]Nihad Sami Banarlı, Türk Yurdu Dergisi (Yunus Emre Özel Sayısı, Ocak 1966)[/efn_note] Bu tespit, Yunus Emre’yi anlamak ve anlatmak isteyenler için bir rehber niteliğindedir. Yunus bir ‘sevgi filozofu’dur, bir derviştir, ama hepsinden de önemlisi Oğuz Türkçesinin Anadolu’daki temel taşıdır. Yunus Emre üzerine çalışmalarıyla tanınan Mustafa Tatçı, “Yunus’un asıl dehası, Türkçeyi sanatkârane bir üslûpla kullanmasında aranmalıdır. O, âdeta Türkçe tasavvuf ve ıstılah dilinin kurucusudur. Türkçe Yunus’un kalemiyle estetikleşmiş, ebedîleşmiş ve canlanıp yayılmıştır”[efn_note]Mustafa Tatçı, Yûnus Emre Divân Ve Risâletü’n-Nushiyye, s. 67, İstanbul: Sahhaflar Yay. 2005[/efn_note] diyerek Banarlı’nın açtığı yoldan devam eder.
Yunus deyince akla Türkçe gelir, doğrudur. Çünkü o, tasavvufu Hoca Ahmet Yesevi’den, hoşgörüyü Hacı Bektaş-ı Veli’den, sevgiyi Tapduk Emre’den öğrenmiştir, ama bu duygu ve düşünceleri etkili bir biçimde ifade etmek kendi hüneridir. O, Türkçeyi bir sevgi dili olarak kurmuş ve sonraki nesillere tertemiz bir miras bırakmıştır. Yunus Emre ile Mevlânâ arasında geçtiği varsayılan bir konuşma onun her şeyden önce bir dil dehasına sahip olduğunu gösteren çarpıcı bir örnektir. Konuşmaya göre, Mevlânâ Mesnevi’sini Yunus’a okutmuş ve nasıl bulduğunu sormuş. Yunus da, “fevkalade ama çok yazmışsın” demiş; “ben olsaydım ‘Ete kemiğe büründüm / Yunus diye göründüm’ derdim olur biterdi.”[efn_note]Abdulbâki Gölpınarlı, böyle bir konuşmanın hem Yunus’un yaşı hem de edebi gereği mümkün olmadığını söyler ki benim de kanaatimin o yönde olduğunu belirtmek isterim. Ama yine de Yunus’un sehl-i mümtenî diyebileceğimiz ifade gücünü göstermesi açısından iyi bir örnek olması nedeniyle değinmekte bir bahis görmedim.[/efn_note]
Yunus Emre, Türkçenin bir şiir ve felsefe dili olabileceğini göstermiştir. Tasavvuf düşüncesinin ve İslami değerlerin Arapçanın ve Farsçanın himayesine girmeden de anlatılabileceğini kanıtlamıştır. O, hikemi söyleyişi lirizmle yumuşatmış, içeriği üsluba gizleyerek geniş halk kitlelerine ulaşabilecek şiirler söylemeyi başarmıştır. Yunus’un Türkçesini “beyaz Türkçe” diye niteleyen Nihad Sami Banarlı onun dilini, “Fakat aynı Türkçenin kuruluş ve yükselişi hiçbir övünüşe hiçbir gösterişe tenezzül edilmeden, herhangi bir Türkçecilik propagandasına başvurulmadan büyük bir şairin kendi Türk dili kültürüyle ve Türkçenin içinde oluşuyla gerçekleşmiştir.”[efn_note]Nihad Sami Banarlı, age.[/efn_note] diye ifade eder.
Türkçenin süt dişleri
Yunus Emre ve Türkçe Yılı çerçevesinde planlanan etkinliklerin Türkçenin korunmasına ve yeniden güçlenmesine bir katkısı olur mu bilinmez, ama XIII. asırda bir ‘Yunus eli’ değmeseydi Cemal Süreya’nın da vurguladığı ‘Türkçenin süt dişleri’nin çoktan çürüyüp gideceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Son dönemde özellikle “Bizim Yunus” tanımlaması öne çıkartılmak istense de o herkesin Yunus’udur. Beşir Ayvazoğlu, açıkça ifade etmese de buradaki “biz” vurgusunun menkıbedeki bağlamından kopartıldığını, “Yunus Emre, kendi zamanını aşarak bugüne ulaşmayı başarmış, şiirinden günümüze hitap eden mesajlar da çıkarabildiğimiz büyük bir şair. Ancak kalın sis perdesi ardındaki hayatının ve farklı yorumlara elverişli şiirinin onun arkasına saklanarak ideolojik kavga vermeyi kolaylaştırdığını da söylemek isterim. Her ideolojik grup Yunus’un şiiriyle kendi düşünce dünyasını tahkim etmek istemiştir.”[efn_note]Beşir Ayvazoğlu, Niçin Herkesin Yunus’u Kendine Göre (Yunus Emre Kitabı), s.19, Aksaray Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Kültür Yayınları 2017[/efn_note] diyerek anlatmaya çalışır. Yunus birleştirici bir güçtür. Şiirlerinin yeşerdiği sevgi iklimine kimin hangi gerekçeyle uğradığının önemi yok. Önemli olan Yunus’ta buluşmaktır. Bu buluşmaların evrensel boyuta taşınması elbette mümkündür hatta gereklidir.
Ben gelmedim davâ için, benim işim sevi için / Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim.[efn_note]N. Ziya Bakırcıoğlu, Yunus Emre Divanı s.173,İstanbul 2015[/efn_note]diyen bir gönül adamına, bir sevgi şairine insanlığın iyiliği için uğraştığı iddiasını taşıyan hangi görüş, hangi ideoloji uzak durabilir?
Yunus’ça söylemek
Yunus Emre üzerine yapılan araştırmaların pek çoğunda onun yaşadığı ve mezarının bulunduğu yer ile Divan nüshalarının tarihi ve içeriği sorgulanmıştır. Bu meselelerin tali olmakla birlikte tümüyle gereksiz olmadığını yukarıda belirtmiştik. Elbette Yunus Emre’yi tanımanın en doğru yolu onun, fikirlerini Türkçenin en duru haliyle ifade ettiği şiirlerini okuyarak felsefesine nüfuz etmektir. Ancak nasıl ki Yunus’un hayat hikâyesi menkıbelerin gölgesinde yitip gitmişse şiirlerinin toplandığı Divan’ı da birbirinden farklı nüshalar nedeniyle hep bir eleme ve ayıklama işlemine maruz kalmıştır. Bu nedenle pek çok araştırmacı gerçek Yunus’un gerçek şiirlerini tespit etmek için mesai harcamıştır. İdris Nebi Uysal, Mustafa Tatçı’ya dayandırdığı araştırmasında Divan’ın otuz civarında farklı nüshası olduğunu belirtir ve bunların öne çıkanlarını: Fatih, Karaman, Raif Yelkenci, Yahya Efendi, Ritter, Nuruosmaniye, Bursa, Viyana, Mustafa Canpolat, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi nüshaları olarak sayar.[efn_note]İdris Nebi Uysal, Yunus Emre Divanı’nın Karaman Nüshası (Yunus Emre Kitabı), s.213, Aksaray Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Kültür Yayınları 2017[/efn_note]
Çoğunun istinsah[efn_note]Bir metnin, bir kitabın elle bir nüshasını yazma…[/efn_note] tarihi ve müstensihi[efn_note]Kitap, mecmua, şiir vb.ni aynen yazarak kopya eden, sûretini çıkaran kimse…[/efn_note] belli olmayan bu nüshalardaki şiirlerin farklılığı bizi ‘gerçek’ Yunus’tan ziyade tasavvufi halk şiirinin adı konmamış bir gerçeği olan “Yunusluk” geleneğine götürür. Öyleyse Yunus Emre, Âşık Yunus, Yunus-u Bi-çâre, Miskin Yunus, Derviş Yunus, Yunus Dede gibi farklı farklı mahlaslarla yazılan (söylenen) yüzlerce şiirin Yunus Emre’ye ait olup olmadığını sorgulamaktan öte bu şiirlerin Yunus’un fikir evrenine ve şiir geleneğine uyup uymadığını değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Belki de Yunus’un en büyük başarısı, kendinden sonra şiir yazan onlarca şairin isimlerini terk ederek ‘Yunus’ mahlasına sığınmasını sağlamasıdır. Türk şiirinde ‘Yunusça söylemek’ diye bir eda vardır ve bu eda yedi asırdır şiirimizin damarlarında dolaşmaktadır. Biz de Yunusleyin bitirelim: “Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası.”
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 11 Haziran 2021’de yayımlanmıştır.